Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

18 Mayıs 2018 Cuma

Tarihselci Anlayışa Reddiye 2

Dinin Naslarına Teslim Olmanın ve Kabul Etmenin Önemi

Allah Teâlâ’nın mümin kullarına en büyük nimetlerinden birisi, kendisine ulaştıran yolu onlar için karışık kılmaması, bilakis en mükemmel ve en açık şekilde ortaya koymasıdır:
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آَيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Allah, kendilerine, içlerinden, âyetlerini, onlara okuyan, onları temizleyen ve onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle, müminlere şüphesiz büyük lütufta bulunmuştur. Oysa önceden onlar, apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı.” (Al-i İmran 164)
Allah Subhanehu ve Teâlâ bütün Müslümanlara “Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yolu” (Fatiha 7) diye nitelediği dosdoğru yola iletmesi için her gün kendisine dua etmelerini farz kılmıştır. Ki onlar:
الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ
Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar şehîdler ve sâlihlerle beraberdirler” (Nisa 69) Peygamberlerden sonra bu kapsama girenlerin ilki, sahabeler ve Kitap ile sünneti anlamada onlara tabi olanlardır.
 Bu yüzden Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onların menhecine sarılmayı ve onların yolunda gitmeyi emretmiştir. El-İrbaz b. Sariye radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir gün sabah namazından sonra etkileyici bir öğüt verdi. Öyle ki bundan dolayı gözler yaşardı, kalpler ürperdi. Birisi: “Muhakkak ki bu veda eden bir kimsenin öğüdüdür. Ey Allah’ın rasulü! Bize ne tavsiye edersin?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
أوصيكم بتقوى الله والسَّمع والطَّاعة؛ وإن تأمَّرَ عليكم عبدٌ حبشيٌّ، وإنَّه من يعش منكم بعدي فسيرى اختلافًا كثيرًا؛ فعليكم بسنَّتي وسنَّة الخلفاء الرَّاشدين المهديِّين، عضّوا عليها بالنَّواجذ، وإيَّاكم ومحدثات الأمور؛ فإنَّ كلَّ محدَثة بدعةٌ، وكلَّ بدعة ضلالةٌ
Size Allah’tan korkmanızı, başınıza Habeş’li bir köle dahi emir tayin edilse dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Şüphesiz içinizden benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Sizlerin sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerimin sünnetine sarılmanız gerekir. Ona azı dişlerinizle sarılın. Sizleri (dinde) sonradan çıkarılanlardan sakındırırım. Zira (dinde) her yenilik bidattir, her bidat de sapıklıktır.”[1]
Bu hadisin içerdiği faydalardan birisi şudur: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisinin sünnetine ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerinin sünnetine “azı dişleriyle sarılmayı” zikretmiş, “o ikisine sarılın” dememiştir. Bu da sünnetinin ve raşid halifelerin sünnetinin tek bir menhec ve tek yol olduğunu göstermektedir. İstenen şekilde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılmak ancak; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği Kur’ân ve sünnete sahabelerinin anlayışıyla sarılmakla olur.
Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnet dinî hükümlerde iki temel kaynaktır. Dinin hükümlerinin vahiyden başka kaynak ve esası yoktur. O da iki türdür: Kur’ân ve sünnet.
Kur’âna gelince; Allah Azze ve Celle’nin kelâmı ve önünden ardından batılın yanaşamayacağı aziz kitabıdır. Hatalardan, yanlışlardan, ekleme ve çıkarmalardan korunmuş olup Hakîm (çok hikmet sahibi) ve Hamid (çokça övülen) olan Allah katından indirilmiştir.
O, Allah’ın sağlam ipi ve dosdoğru yoludur. Rasulüne indirdiği, alemlere hidayet olan bir kitaptır:
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
Bu, insanları, Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, gâlib ve hamd edilmeye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir Kitap'tır.” (İbrahim 1)
Onu insanlar arasında hakem kılmıştır:
وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ
Onlarla birlikte, insanlar arasında, ihtilâf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan Kitabı da indirmişti. Oysa kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki haset yüzünden Kitap üzerinde ihtilâfa düşenler, kendilerine Kitap verilenlerden başkası değildi. Ne var ki Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâf ettikleri hakka, kendi izniyle hidayet etmiştir.” (Bakara 213)
أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا
Kitabı size açıklamış olarak Allah indirmiş olduğu halde, (aramızda) Allah'tan başka hakem mi arayacağım?” (En’am 114)
Yani, helal ve haramı, dinî hükümleri, dinin esaslarını ve ayrıntılarını, açıklamasının üzerinde bir açıklama olmayan bir şekilde açıklamıştır. Onun delilinden daha açık delil, onun hükmünden daha güzel hüküm ve ondan daha düzgün söz yoktur.[2]
Sünnet ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözüdür. Yine onun fiilini ve ikrarını da kapsar. Bunların hepsi de uymayı gerektiren vahiydir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى * وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى * إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Arkadaşınız ne sapmış, ne de azmıştır. Çünkü o hevâdan konuşmaz; onun konuşması, kendisine vahy edilen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm 2-4) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, sapmaksızın doğru yoldadır, azmaksızın hidayet bulmuştur. Ancak doğruyu söyler, sadece doğru olanı yapar ve adil olandan başkasını ikrar etmez.
O’nun sünneti Allah’ın kendisine indirdiği hikmettir:
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ أَنْ يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍ وَأَنْزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمً
Eğer sana Allah'ın fazl-u inayeti ve rahmeti olmasaydı, o hâinlerden bir gurup seni bile şaşırtmaya kalkışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini şaşırtırlar ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve bilmediğin şeyleri de öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki fazl-u inayeti çok büyüktür.” (Nisa 113)
Şafiî rahimehullah şöyle demiştir: “Allah kitabı zikretmiştir ki, o Kur’ândır. Hikmeti de zikretmiştir. Kur’ân ilmine vakıf olanlardan beğendiğim birinden “Hikmet, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir” dediğini işittim.”[3]
Allah Azze ve Celle bu hikmeti, ancak Kur’ân-ı Kerim’i açıklaması için indirmiştir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Sana da, insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye zikri indirdik. Belki onlar da düşünürler.” (Nahl 44)
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân’ı tebliğ ve açıklama sürecini en güzel şekilde yerine getirmiştir. Kur’ân-ı Kerim, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kelamıdır. Nebevî sünnet ise Kur’ân’ın beyanı ve Allah’ın rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyidir. Nitekim salih selefin asrında uygulama, yerine getirme, dinleme ve itaat konusunda Kur’ân ile inen dînî hükümle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti arasında fark gözetilmemiştir. İkisinin birbirinden ayrılmaması konusunda Allah Azze ve Celle’nin şu emrine sarılmışlardır:
وَمَا آَتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا
Rasul size neyi verirse, onu alın; neden sizi yasaklarsa, ondan da sakının.” (Haşr 7) Delil getirmenin temelinde Kitap ile sünnetin arasını ayırmak konusunda da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisindeki yasağından uzaklaşmışlardır:
ألا هل عسى رجل يَبْلُغُه الحديثُ عنِّي وهو متَّكئٌ على أريكته، فيقول: بيننا وبينكم كتابُ الله؛ فما وجدنا فيه حلالاً استحللناه، وما وجدنا فيه حرامًا حرَّمْناه، وإنَّ ما حرَّمَ رسولُ الله r كما حرَّم الله
Dikkat edin! Bir adama benden bir hadis ulaştığında rahat koltuğuna oturmuş bir halde şöyle diyebilir: “Sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onda helal bulduğumuzu helal sayarız, onda haram bulduğumuzu da haram sayarız” Muhakkak ki Allah’ın rasulünün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”[4]
Ümmet faziletli üç asır boyunca bu menhec üzerinde hareket etmişlerdir. Bu, nassı her iki türüyle öne geçirip kutsal bilmek, hidayetiyle amel etmek, onun yerine başka bir şey koymamak ve tam anlamıyla teslim olmaktır.
Dinî naslara hoşnutluk ve kabul ile teslim olmak, İslâm’ın esaslarındandır. Bu dinin temelleri ancak bununla tamamlanır. İslâm; Allah’a dıştan ve içten boyun eğerek teslim olmaktır. Bu, Allah’a kulluk ederek boyun eğmektir.[5] Lugat âlimleri şöyle derler: “Bir kimse teslim olduğu zaman “İslâm oldu” denilir.”[6]
Teslim olmak: kalbin itaat etmesi, Allah ile rasulünden gelenlere boyun eğmesi ve iman makamlarından olması sebebiyle naslara teslim olmasıdır… Bu nübüvvet/peygamberlik derecesinden sonra gelen sıddîklık mertebesinin ta kendisidir. Teslimiyet bakımından insanların en mükemmeli, sıddıklığı en mükemmel olanıdır.[7]
Allah Teâlâ’ya yüzünü teslim edip tam bir itaatle O’na boyun eğmekten daha güzel bir din, daha doğru ve daha hidayet edici bir yol yoktur.
وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ
Allah'a kendisini teslim eden kimseden, dîn yönünden daha güzel kim olabilir?” (Nisa 125)
Bu müminin durumudur: “Teslimiyetin ve O’nun emrine boyun eğmenin kemali, O’ndan gelen haberi, “akla uygun” denilen batıl hayallerle veya şüphe ile itiraz ederek yorumlamaksızın, kişilerin görüşlerini ve zihinlerinin atıklarını onun önüne geçirmeksizin tasdik ederek kabul etmektir.”[8]
Ez-Zuhrî rahimehullah şöyle demiştir: “Risalet görevi Allah’tan, tebliğ etmek rasuldendir. Bize de teslim olmak düşer.”[9] “Teslimiyet ve boyun eğmeyi ortaya koymadıkça İslâm’a adım atılması gerçekleşmez.”[10] İlahî vahye “ancak dinlemek, itaat etmek, boyun eğmek ve kabul ile karşılık verilebilir. Bundan sonra tercih hakkımız yoktur. Tek tercih teslim olmak ve doğudakilerle batıdakiler muhalefet etseler dahi onu söylemektir.”[11] Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا
Allah ve Rasülü bir şeye hükmettikleri zaman, mü'min erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
İmanla vasıflanan kimsenin Allah ve rasulünün emirlerine uyarak onları razı edecek işlere koşturmasından ve Allah ve rasulünün yasaklarından sakınarak onları kızdıracak işlerden kaçmasından başka kendisine yakışacak ve ona layık bir davranış şekli yoktur.
Hiçbir mümin erkek ve kadının, Allah ve rasulü bizi bağlayan bir şeye hükmettikleri zaman kendi tercihlerinin olması layık değildir. Yani yapsam mı, yapmasam mı diye düşünmez. Bilakis iman etmiş olan erkek veya kadın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerinin nefislerinden öncelikli olduğunu bilirler, Allah ve rasulünün emri karşısında nefsinin bazı arzularını engel kılmazlar.
Nitekim Allah Teâlâ mukaddes zatına yemin ederek bütün işlerinde Allah ve rasulünü hakem kılmadıkça bir kimsenin imanının sabit olmadığını ve onun ehlinden olamayacağını belirtmiştir:
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
Bütün konularda nasları hakem kılmadıkça ve ona bir karşı koyma, bir müdafaa ve münakaşa olmaksızın, içten ve dıştan boyun eğip tam anlamıyla teslim olmadıkça kimsenin imanı sahih olmaz.[12]
eş-Şevkanî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu şiddetli tehditten dolayı deriler ürperir, kalp yerinden kopar. Zira Allah Subhanehu öncelikle kendi zatına yemin ederken bu yemini nefiy harfiyle pekiştirerek “onlar iman etmiş olmazlar” buyuruyor. Böylece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hakem kılmadıkları sürece onlardan iman sıfatını kaldırıyor. Sonra Allah Subhanehu bununla yetinmiyor ve “sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan…” buyurarak hakem kılma emrine başka bir konu ekliyor. Bu da gönüllerinde bir sıkıntının bulunmaması şartıdır. Sadece rasulü hakem kılmak ve dinlemek yeterli değildir. Kalbin samimiyetiyle razı olması, huzur bulması, gönül hoşluğuyla kalbin genişlemesi de gerekiyor. Sonra bütün bunlar da yeterli olmuyor, “teslimiyet göstermedikçe…” buyrularak içten ve dıştan boyun eğme gereği de buna ekleniyor. Sonra bu da yetmiyor, teslimiyet emri pekiştiriliyor. Kulun imanı; bu hakem kılış, verilen hükümden dolayı gönülde sıkıntı duymayış, Allah’ın hükmüne ve dinine karşı çıkma veya aykırı düşünceler olmaksızın teslim oluş gerçekleşmedikçe sabit olmaz.”[13]   
Nasların delalet ettiği şeylere teslimiyet, hakkın ehliyle bâtılın ehlini ayırt eder. İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hak ile bâtılın, hidayet ile sapıklığın, doğru ile yanlışın ve helak yolunun ayırt edilmesindeki temel faktör şudur: Allah’ın rasulleriyle gönderdiği ve kitaplarıyla indirdiğini tabi olunması gerek hak olarak bilmektir. Bu sayede hak ile bâtılı ayırma yeteneği, hidayet, ilim ve iman elde edilir. Bundan sonra hakkı ve doğruyu bununla tasdik eder, diğer insanların sözlerini buna arz eder. Eğer buna uyarsa o haktır, aykırı düşerse o bâtıldır.”[14]
Kitap ve sünnetin naslarına teslim olmak, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etmenin bir gereğidir. Zira Allah’ın birliğine şahitlik, O’nun ibadette birlenmesini gerektirir ki, bu da O’nun emrine, yasağına, verdiği haberlere itiraz etmeksizin ve sorular sormaksızın tam bir teslimiyet üzerine kuruludur:
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
O, yaptığı şeyden sorulmaz; fakat onlar sorulurlar.” (Enbiya 23)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in rasul oluşuna şahitliğin gereği ise onun verdiği haberleri doğrulamak, emirlerine itaat etmek, yasaklayıp sakındırdığı şeylere son vermek ve Allah’a ancak onun meşru kıldığı şeylerle ibadet etmektir.

[1] Tirmizi (2600) Ebu Davud (3991) el-Elbani, Sahihu’l-Cami’de (4314) sahih demiştir.
[2] Tefsiru’s-Sa’dî (270)
[3] Er-Risale (78)
[4] Tirmizi (2664) İbn Mace (12) el-Elbani sahih demiştir (2657)
[5] Buna karşılık Muhammed Arkun şöyle demiştir: “İslâm kelimesini Fransızcaya tercüme ederken “hudû yani Allah’a boyun eğmek” anlamını vermekle haddi aşmışlardır. Hatta teslim olmak anlamını vermişlerdir. Lakin bu son anlam asla doğru değildir. Mümin, Allah’ın önünde teslim olan değildir. O, Allah’a yakınlaşma isteğiyle ve Allah’ın kendisine vereceği ilhama aidiyet hareketiyle hasret duymaktır.”  El-Fikru’l-İslâmî Nakd ve İçtihad (53) Bu sözüyle İslâm kelimesinin bağlayıcı anlamını yok etmek istemiştir.
[6] Mecmûu’l-Fetava (7/263, 362) özetle.
[7] Medaricu’s-Salikin (2/148)
[8] Medaricu’s-Salikin (2/387)
[9] Buhari cezm sigasıyla muallâk olarak: (6/2737) Hatib bunu el-Camiu Li Ahlaki’r-Ravî ve Adabu’s-Samî’de (2/111) mevsul olarak rivayet etmiştir. Bkz.: Tağliku’t-Ta’lik (5/366)
[10] El-Akidetu’t-Tahaviye (201)
[11] İbnu’l-Kayyım, er-Ruh (136)
[12] Tefsiru İbn Kesir (2/349)
[13] Fethu’l-Kadir (1/484)
[14] Mecmuu’l-Fetava (13/135)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)