Şer’î Nasları Anlamaya Ehil Olanlar Kimlerdir?
Beyan etmesi ve açıklaması zorunlu olan konulardan birisi, şer’î nasların
iki kısma ayrılmasıdır:
Birincisi: delaleti açık olan sarih naslar. Kur’ân ve sünnet naslarının
geneli böyledir. Kur’ân her insan için ortada, apaçıktır. Nitekim İbn Abbas
radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Tefsirin dört açısı vardır:
- Arap dilinden bilinen yönü,
- Hiç kimseye bilmemesi mazeret olmayan tefsir,
- Alimlerin bildiği tefsir
- Sadece Allah’ın bildiği tefsir. Kim bunu bildiğini iddia ederse yalan
söylemiştir.[1]
Kur’ân’ın bir kısmını,
okuyan herkes anlar. Zira anlaması zor değildir. Helal açıktır, haram açıktır.
Had cezaları, dinin farzları, kıssalar ve ibretler de böyledir. Bu kısım, Kur’ân’ın
en büyük kısmını oluşturmaktadır ve anlaşılması kolaydır.
Kur’ân’da; emir,
yasak ve haber olarak hakka delaleti apaçık, açıklayıcı ayetler vardır.[2]
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
بَلْ هُوَ آَيَاتٌ بَيِّنَاتٌ
“Hayır, Kur’ân apaçık âyetlerdir” (Ankebut 49)
قُرْآَنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
“Belki sakınırlar diye, hiçbir ihtilafı
bulunmayan arapça bir Kur'ân olarak…” (Zumer 27)
Yani onu lafızları açık, özellikle arap olaranlara anlamları kolay, arapça
Kur’ân kıldık demektir.[3]
İbn Kayyım
rahimehullah şöyle demiştir: “Kur’ân’ın lafızları genelde bu şekildedir. Bu lafızlardan
Allah’ın ve rasulünün maksadını kesin olarak anlarız. Aynı şekilde Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in de Allah katından tebliğ ettiğini kesin olarak
biliriz. Kur’ân’ın anlamlarının genelinden Allah’ın muradının haber vermek veya
talep olduğu bilinir. Hatta Allah’ın kelamındaki murad, konuşan herkesin
kelamındaki muraddan daha açık ve daha net anlaşılır. Zira ilmin mükemmelliği,
açıklayanın açıklamasındaki, hidayetindeki, irşadındaki ve Kur’ân’ın
kolaylığındaki mükemmelliktendir. Kur’ân’ı ezberlemek, anlamak, amel etmek ve
okumak kolaydır.”[4]
İkincisi: delaleti
ince olan naslar:
İlim ve içtihat
ehlinin üzerinde düşünerek onlardan meseleleri ve hükümleri istinbat edip
çıkardıkları naslar bunlardır. Ehli olmayanların istinbat iddiasıyla karışıklık
çıkarmalarını engellemek için âlimler, içtihat ve istinbatta bulunacak
kimselere, çaba ve gayreti oranında hükme vukufiyet sağlamaya layık olmayı
sağlayan, bu konuda bir araya getirmeleri gereken kayıtlar ve şartlar
koymuşlardır. Bu kayıt ve şartlar, şeriat koyucunun emir, yasak, haber gibi
hitaplarından bilinen arap dili kaidelerinden çıkarılmıştır.
Bu nasların delaleti
açık değildir. Nitekim âlimler mesela şu ayette olduğu gibi ihtilaf
edebilmişlerdir:
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنْفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ
“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç
hayız (veya temizlik) süresi beklerler” (Bakara 228) Bu ayette geçen “kar’”
kelimesi hem temizlik hem de hayız anlamına gelmektedir.
Bu ihtilaf, sahibinin bir ecir veya iki
ecir kazanması etrafında dönen içtihat dairesinde bir ihtilaftır. Uydu kanalı,
radyo, televizyon, dergi ve gazeteler gibi çeşitli yayın araçlarına ait bazı
tartışma programlarında bu konu ele alınmaktadır. Bazıları öfke kendisini sıkıştırınca,
dinin herkesin malı olduğu görüşünü tartışırlar. Hiç kimsenin yorumlamayı
tekeline alma veya insanlara farz kılma hakkı yoktur. Zira İslâm’da papalık da
yoktur, hahamlık da yoktur!
Bu söz, kendisiyle batılın istendiği hak
bir sözdür. Hak olan şudur: Din, hükümlerinin uygulanması ve onlarla amel
edilmesi bakımından kimseye özel değildir. Batıl olan da şudur: nasları
herkesin kendi hevasına yorumlamasına açık hale getirmek! Çünkü nasları herkes
canının istediği gibi yorumlar! Şüphesiz bu da ümmetin parçalanmasına ve nasların
hüküm çıkarmaya ehli olmayan kimselerin ellerinde oyuncak olmasına sebep olur.
Ümmetin sahabeden ve
onlardan sonrakilerden olan müçtehidlerini hafife almaya götüren, hak olan
içtihat ve dikkatin konusu olan görüş ve fetvada karışıklığa sebep olan davetin
ortaya çıkmasının sonucu budur.
Bu sorunu Hafız İbn
Receb rahimehullah değerlendirmiş ve şikayet ederek şöyle demiştir: “Allah için
şaşılacak şey! Dünya sanatlarından, insanların bilmediği ve yaparken şahit
olmadıkları birini bildiğini iddia etse elbette onu yalanlarlar. Malları
konusunda ona güvenmezler ve onu bildiğini iddia ettiği sanat alanında
çalıştırmazlar. Peki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilmini
yazdığına, bu ilmin ehliyle oturduğuna ve dersini gördüğüne şahit olmadıkları
birinin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrini bildiğini iddia etmesi
nasıl olur?
Allah için hayret!
Akıl sahipleri dinleri hakkında ona hükmettirip yalan iddiasıyla onu bozan bu
kimsenin iddiasını nasıl kabul ederler!”[5]
Genel Tavsiyeler
Nasların yeniden
yorumlanması görüşünde olanların birçok ekolleri vardır. Bunların her biri,
sahibinin bozukluğu veya karıştırmaya isteği oranında nasları doğru anlamaktan
uzaklaşır ve yakınlaşırlar. Bu yüzden yorumunda güzel bir şey amaçlayan
bazıları nasları yeniden yorumlama görüşünde olanlara tabi olabilmektedirler.
Bunun için önce küçük başlayıp sonra büyüyen bu kaymadan şiddetle sakınmak
gerekir.
Bu konuda
tavsiyelerden bazıları şu şekildedir:
1- Kişinin kendisi
için sahih dini ilim yolunu tercih etmesi, müteşabihleri muhkemlere arz ederek
ve hepsinin Allah katından olduğuna iman ederek müteşabihlere tabi olmamakla
övülen köklü ilim sahiplerinden ilim dinlemek ve onlarda okumak.
2- Fitnelerden
kurtulmak için Allah’a çokça dua etmek.
Şüphesiz insanın
içine girdiği zaman onu hak ve doğru zannetmesi fitnelerin özelliklerindendir.
Fitnelerden insanları kurtarmada en önemli unsur; sadakatle Allah Teâlâ’ya
sığınmak ve fitneden kurtulmayı istemektir.
Bu konuda sapmaktan
korunmak için dualardan birisi şudur:
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا
“Rabbımız! Bizi
doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi (bu yoldan) saptırma” (Al-i İmran 8) Bu dua, sapmışların
durumunu açıklayan şu ayetten sonra gelmektedir:
فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ
مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ
“Kalplerinde eğrilik bulunan kimseler, fitne çıkarmak ve
(heveslerine uygun) tevilini yapmak için müteşâbih olan âyetlere tâbi olurlar.” (Al-i İmran 7)
Kulun rabbinden kendisini sapıklığa düşürmemesini istemesi en
önemli korunma sebeplerindendir.
3- Sakının ve sakındırın!
Tahrifçilerle muamelede nebevî tavsiyelerden birisi, alay etmek
yoluyla olsa da onların kitaplarını okumaktan uzaklaşmaktır. Zira bu kitaplar
çengele benzer.
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Deccal’e yetişenlerin
ondan uzaklaşmarını, kendilerine güvenmemelerini tavsiye etmiştir.
Nitekim hissî hastalıkların isabet ettiği yerlerden uzaklaşmayı
emreden birçok nebevî naslar gelmiştir. Kulun, kalbe bulaşan ve orada – Allah’a
sığınırız - imanı zayıflatan veya eksilten hastalık sebeplerinden uzaklaşması
daha önceliklidir.
Şafiî rahimehullah şöyle demiştir: “Malik’e hevâ ehlinden birini
geldiğinde ona: “Ben dinimden bir delil üzereyim. Sen ise şüphedesin. Şüphenle
beraber git ve senin gibi olanla tartış.”[6]
Malik rahimehullah şöyle demiştir: “Birinden daha tartışmacı biri
geldikçe bu tartışmasından dolayı Cibril aleyhi's-selam’ın Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’e indirdiğini terk mi edeceğiz?”[7]
Ömer b. Abdilaziz rahimehullah şöyle demiştir: “Ey insanlar!
Şüphesiz peygamberinizden sonra bir peygamber yoktur, kitabınızdan sonra bir
kitap yoktur, sünnetinizden sonra bir sünnet yoktur ve ümmetinizden sonra da
bir ümmet yoktur. Dikkat edin! Muhakkak ki helal, Allah’ın kitabında, peygamberinin
diliyle helal kıldıklarıdır ve bu kıyamet gününe kadar helaldir. Dikkat edin!
Muhakkak ki haram, Allah’ın kitabında peygamberinin diliyle haram kıldıklarıdır
ve bu kıyamet gününe kadar devam edecektir.”[8]
Bu dinin hükümlerini hiç kimsenin bozmaya veya değiştirmeye hakkı
yoktur. Kim bunu yaparsa varacağı yer kötüdür ve müminlerin yolundan başkasına
tabi olmuştur.
4- Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselere saygı ve dosdoğru
yolda onların ardından gitmek.
İlmiyle amel eden alimlerin hayat hikayelerini
okumak, onların ilme ve kendilerinden önceki sahabeden ve tabiinden olan
imamlara tabi olmaya olan hırslarını, amel etmeye sarılıp tartışmayı terk
etmedeki gayretlerini öğrenmek.
Bu okumalar onları sevmeyi, onlara uymayı, saygı göstermeyi,
onların haklarını vermeyi ve onlara karşı hakaret ederek karalayanlardan nefret
etmeyi sağlayan en önemli unsurlardandır.
5- İlimle amel etmeye hırslı olmak.
Zira Allah’a ilmiyle amel
ederek ibadet eden, Allah’a itaat etmiş olur ve Allah’ın kendisini hak üzerinde
sebat ettirmesine, bidatlerden ve dinde sonradan çıkan yeniliklerden
kötülüklere düşmeye karşı korumasına layık olur. Allah ona ilminde bereket
verir.
Nasları yeniden yorumlamaya çağıranların hayat hikayelerine bakan
onların dinsiz olmasalar da, dinle amel etmekten ve düzgün gidişattan
insanların en uzakları olduklarını görür.[9]
Amel ve ibadette kusurlu davranmak bakımından onlara benzeyenler,
sonlarının da onlar gibi olmasından sakınsınlar.
6- Günah işlediğinde onu temize çekme.
Allah’ın günaha düşmekle müptela kıldığı kimsenin günahtan daha
kötü olan bir sonuca düşmekten şiddetle sakınması gerekir. Bu sonuç: o günahı
temize çekmeye çalışmak veya onu mubah sayan kimseyi araştırmaktır. Zira
nasları yeniden yorumlamanın temelinde haramı helal saymak ve şehevî arzuların
kapısını açmak vardır.
İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir:
“Subhanallah! Vahyin naslarından ve hidayeti kaynağından almaktan
yüz çevirenler ne kadar hazinelerden mahrum oluyorlar! Kalplerin hayatından ve
basiretlerin aydınlığından neler kaybediyorlar!?
Düşünce kazmasıyla çıkardıkları görüşlerle yetiniyorlar.
Aralarında işlerini pay edip bölüşüyorlar.
Birbirlerine aldatmak için süslü sözler söylüyorlar. Bu yüzden Kur’ân’ı
terk edilmiş olarak bırakıyorlar.
Kalplerinde Kur’ânın öğretileri eskimiştir. Onu öğrenmiyor,
hafızalarındaki hatıralarını unutuyor ve imar etmiyorlar.
Onun sancakları ellerinden düşmüştür, kaldırmıyorlar.
Ufuklarından onun yıldızları kayboldu, görmüyorlar.
Görüşlerinin karanlığı ve bağıyla birleştiği zaman güneşleri
tutuldu, onu tutamıyorlar
Vahyin naslarını gerçek yetkisinden ayırdılar, onu yakînden
uzaklaştırdılar.
Tahrif ve batıl yorumların tozlarıyla onu kirlettiler, başarısız
ordularını dolap üzerine dolapla ona karşı çıkarmaya devam ediyorlar.
Kınanmış topluluğa misafir gelmesi gibi onlara misafir geldi, ona
layık olan saygı ve ikramda bulunmadılar. Onu uzağa attılar. Lakin kaynağından
uzaklaştırmaktan acizdirler ve şöyle derler: “Bizim yanımızdan geçemezsin,
mecbur kalırsan ancak mecaz yoluyla geçersin”
Nasları bu zamanlardaki aciz halifenin konumuna indirdiler. Onun
adına basılan para ve onun adına okunan hutbe vardır, lakin geçerli bir hükmü
ve yetkisi yoktur”[10]
[6] Siyeru A’lam’in-Nubela (8/99)
[7] Hilyetu’l-Evliya (6/324)
[9] Hasen Hanefi, “Mine’l-Akide ile’s-Sevre” adlı kitabının
başında şöyle diyor: “Öncekiler akidelerini ya yöneticilerin isteklerine göre,
ya bir velinin ya da peygamberin salih rüyasından sonra yahut da istihareden
sonra kurmuşlardır. Bizler ise “Akideden devrime” inancımızı, herhangi bir
kimsenin talebi, rüyası veya istiharesi üzerine kurmuyoruz. Nitekim öncekiler
Allah’tan yardım istiyorlardı. Bizler ise insanın anlama ve çalışma gücünden
yardım istiyoruz.” Mine’l-Akide İle’s-Sevre (44, 50) yine şöyle der: “Durumumuz
hamd edilecek ve övülecek şekilde değildir” A.g.e (11) Bu cümleyle Allah Teâlâ’ya
hamd etmekten uzaklaşıyor ve Allah subhanehu’ya hamd etmekten kaçınıyor.