Ehl-i Sünnet’in Şer’î Nasları Anlamada Usul ve Kaidelerinden Bazıları
İslâm, şer’î nasların
anlaşılması, ayakların kaymaması veya anlayışların sapmaması için açık
kaidelerle gelmiştir. Bu kaideler delil getirmenin doğruluğu için ana
merkezdir. Kişi Allah’ın muradını ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
muradını ancak kitap ve sünnetin delaleti konusunda anlayışının istikamet üzere
olmasından sonra bilebilir.
Fikirler, görüşler ve
sapıklıklar ancak kötü anlayış sebebiyle ortaya çıkmıştır.
Şayet naslar
insanlara bırakılsaydı herkes kendi meyline, anlayış ve aklına göre anlar ve
insanlar anlayış konusunda uzak ayrılıklara düşerlerdi. Bu yüzden nasları
anlama konusunda ilmî usullere bağlı kalmamız zorunludur.
Bu usul kaidelerinden
bazıları şunlardır:
Birincisi: Şer’î nasları anlamada Salih Selef’in menhecine müracaat etmenin gerekliliği
Bir kimse: “Neden
başkalarına değil de selefin menhecine uymamız gerekiyor? Onlar da diğerleri
gibi insan değil midir? Uymanın gerekliliği konusunda neden onları tahsis
ediyoruz? Diyebilir.
Nitekim bugünkü
yazarların çoğu “Onlar ricalse, biz de ricaliz” diyorlar.
Deriz ki: Şüphesiz
salih selef, bu ümmette başkalarında olmayan özellikleri kendilerinde
bulundurmakla ayrıcalıklıdırlar. Onlar kitap ve sünnette gelen doğru anlayışın
ve amelî uygulamanın örnekleridirler.
Pek çok açıdan şer’î
deliller kitap ve sünnet naslarında selefin anlayışına müracaat etmenin gerekli
olduğuna delalet etmektedir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
1- Allah Azze ve
Celle onların yoluna ve menhecine muhalefet edenleri can yakıcı azapla tehdit
etmiştir:
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى
وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ
جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
“Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra,
Peygambere muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa,
onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115) Müminlerin yoluna aykırı bir anlayış
yolunu tutan kimseyi Allah can yakıcı şekilde cezalandırmakla tehdit etmiştir.
“Müminlerin yolu” ifadesinin kapsamına girenlerin ilkleri, Kur’ân nassıyla ilk
müminlerdir. Allah onlardan razı olsun:
وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ
وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ
وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا
أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
“Muhacirlerden ve Ensardan (İslâm yolunda) yarışanların öncüleriyle,
onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah hoşnud olmuş, onlar da Allah'tan hoşnud
olmuşlardır. Allah onlara, içinde dâimi kalacakları, (ağaçları) altından
ırmaklar akan cennetler va'detmiştir. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Tevbe 100)
Ömer b. Abdilaziz
rahimehullah şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sünnetler
koydu. Ondan sonraki idareciler de sünnetler koydular. Bunlara tutunmak,
Allah’ın kitabına tabi olmaktır, Allah’a itaati mükemmelleştirmektir, Allah’ın
dininde kuvvettir. İnsanlardan hiçbiri onu bozamaz, değiştiremez ve ona aykırı
bir görüşte bulunamaz. Onun yolunda giden hidayet bulmuştur. Ondan yardım
isteyen yardım görür. Kim de onu terk ederek müminlerin yolundan başkasına
uyarsa Allah onu döndüğü yerde bırakır ve cehenemme sokar. O ne kötü bir dönüş
yeridir.”[1]
2- Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem onlara tabi olmayı ve onların menhecinde gitmeyi şu hadisinde
emretmiştir:
فعليكم بسنَّتي وسنَّة الخلفاء
الرَّاشدين المهديِّين، عضّوا عليها بالنَّواجذ
“Size sünnetimi ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerimin sünnetini
tavsiye ederim. Ona azı dişlerle sarılın.”[2]
İbnu’l-Kayyım
rahimehullah şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabının
sünnetini kendi sünnetine bağlamış ve kendisinin sünnetine tabi olmayı
emrettiği gibi her ikisine birlikte uymayı da emretmiştir. Bu emri öyle
mübalagalı bir ifadeyle söylemiştir ki azı dişlerle sarılmayı emretmiştir.”[3]
Huzeyfe radıyallahu
anh şöyle demiştir: “Ey kurrâlar/okuyucular topluluğu, Allah’tan korkun! Sizden
öncekilerin yoluna tutunun. Yemin ederim ki onlara tabi olursanız oldukça öne
geçersiniz. Şayet terk ederek sağa ve sola ayrılırsanız uzak bir sapıklığa
düşersiniz.”[4]
3- Şüphesiz salih
selef, ilim ve amel bakımından bu ümmetin en faziletlileri ve en
hayırlılarıdırlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
خيرُ النَّاس قرني، ثم الذين
يلونهم، ثم الذين يلونهم
“Asırların en hayırlısı benim asrımdakiler, sonra onlardan sonra
gelenler ve sonra onlardan sonra gelenlerdir.”[5]
İbn Teymiyye
rahimehullah şöyle demiştir: “Kitabı, sünneti ve bütün gruplar içinde Ehl-i
Sünet ve’l-Cemaat’in üzerinde ittifak ettikleri esasları düşünen kimse zorunlu
olarak bilir ki; ameller, görüşler, akideler ve diğer konulardaki bütün
faziletlerde bu ümmetin çağlarının en üstünü ilk asırdakilerdir. Sonra onlardan
sonra gelenler ve sonra onlardan da sonra gelenlerdir. Nitekim bu husus Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’den birçok yönden sabit olmuştur. Şüphesiz onlar,
ilim, amel, iman, akıl, dindarlık, açıklama ve ibadet bakımlarından
sonrakilerden üstündürler. Onlar karşılaşılan her sorunu açıklamada önceliklidirler.
Bu gerçeği ancak İslâm dininde zorunlu olarak bilinen hususlara karşı
büyüklenen ve Allah’ın bir ilim üzere saptırdığı bir kimse reddeder. Eş-Şafiî
Risale’sinde ne güzel söylemiş: “Onlar (selef) her ilimde, akılda, dindarlıkta,
fazilette, ilme ulaştıran veya hidayete yetiştiren her vasıtada bizden
üstündürler. Onların görüşü, bize kendi görüşümüzden daha hayırlıdır.”[6]
4 – Fitnelerin,
ihtilafların ve fırkalaşmaların meydana geldiği zamanda onların üzerinde
bulundukları şeye sarılmak kurtuluş sebebidir. Abdullah b. Amr radıyallahu
anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إنَّ بني إسرائل تفرَّقت على
ثنتين وسبعين ملَّة، وتفترق أمَّتي على ثلاث وسبعين ملَّة؛ كلُّهم في النَّار
إلَّا ملَّة واحدة. قالوا: ومن هي يا رسول الله؟ قال: «ما أنا عليه وأصحابي
“Şüphesiz İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim
ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri dışında hepsi de ateşte olacaktır.” Dediler ki:
“O (kurtulan) hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu: “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlar”[7]
Bu hadis, hak ile
batıl arasındaki ayırıcı çizginin sahabenin üzerinde oldukları yola tabi olmak
olduğunu gösteriyor.
5- Onlar Allah Teâlâ’nın
muradını ve rasulünün muradını başkalarından iyi bilirler. Bu onların,
menheclerini öncelikli kılan en önemli ayrıcalıklarıdır.
Allah Teâlâ onları
zihin uyanıklık, dildeki fesahat, ilimde kapsamlılık, ilim almada kolaylık,
güzel anlayışta hızlılık, güzel niyet ve rab Teâlâ’dan sakınma hasletleriyle
özel kılmıştır.
Arapçanın tabiatı,
mizacı ve doğru anlamları onların fıtratlarında ve akıllarında yerleşmişti.
Onların isnada, ravilerin durumlarına, hadis illetlerine, cerh ve ta’dile,
usulcülerin koydukları kaidelere bakmaya ihtiyaçları yoktu. Onlar bütün bunlara
muhtaç değildiler. Onlar için sadece iki durum söz konusu idi:
Birincisi: Allah Teâla
şöyle buyurdu, rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu denilmesi.
İkincisi: Bunun
anlamı şu ve şudur denilmesi.
Onlar bu iki girişte
insanların en mutluları ve bu ümmetten en nasiplileri idiler. Bu iki konuda
birleşmeleri onları kuvvetlendirmişti.”[8]
Onlar nasları ve
delalet ettiği anlamları anlamaya başkalarından daha yakındırlar. Zira Kur’ân
onların üzerine, onların diliyle inmiştir.[9]
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onların arasında kendilerine indirileni
açıklıyordu. Onlara anlaşılması zor gelen konuları ve çeşitli din meselelerini
anlatıyordu.
Nitekim onlar, İbn
Teymiyye rahimehullah’ın da dediği gibi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den Kur’ân’ın hem lafzını hem de anlamını öğrenmişlerdi.[10]
Kur’ân’ı metni,
anlamları, kaideleri ve kayıtları ile öğreniyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem onları yerleşmiş sağlam bir din, hiçbir gizliliği ve karışıklığı olmayan
apaçık bir hüccet üzerinde bırakmıştı.
قد تركتُكم على البيضاء ليلُها
كنهارها، لا يزيغ عنها بعدي إلَّا هالكٌ
“Sizleri gecesi gündüzü gibi aydınlık olan bir yolda bıraktım.
Benden sonra bundan ancak helak olan kimse sapar.”[11]
Gizli, zor ve karışık gelen herşeyin açıklaması ve aydınlığı Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinin ilminde mevcut idi.
Ömer b. El-Hattab
radıyallahu anh, İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya şöyle demiştir: “Bu ümmet
peygamberleri ve kıbleleri bir olduğu halde nasıl ihtilaf ederler?” İbn Abbas
radıyallahu anhuma dedi ki: “Ey Müminlerin emiri! Kur’ân ancak bizim üzerimize
indi ve biz onu okuduk. İnen ayetleri öğrendik. Şüphesiz bizden sonra Kur’ân’ı
okuyan ve hangi konuda indirildiğini bilmeyen kimseler olacaktır. Bunun üzerine
onlar bu konuda görüş bildirecekler. Görüş bildirdikleri zaman da ihtilaf
edecekler ve ihtilaf ettikleri zaman birbirleriyle savaşacaklardır…”[12]
Şatıbî rahimehullah
şöyle demiştir: “Bu yüzden şer’î delile bakan herkesin öncekilerin anlayışını
ve onların üzerinde bulundukları uygulamayı gözetmesi gerekir. İlim ve amel
bakımından en doğruya ulaştıranı ve en sağlamı budur.”[13]
Hafız İbn Receb
el-Hanbelî rahimehullah şöyle demiştir: “Bütün bu ilimlerden faydalı olanı;
kitap ve sünnet naslarını ve bunların anlamlarını anlamayı, sahabe, tabiin ve
onlara tabi olanlardan rivayet edilen Kur’ân ve hadis anlamlarıyla, helal,
haram, zühd, incelikler, bilgiler ve diğer meselelerde onlardan gelen sözlerle
kayıtlamaktır.”[14]
Hafız İbn Abdilhadi
rahimehullah şöyle demiştir: “Bir ayet veya bir hadis hakkında, selef zamanında
bulunmayan, onların bilmedikleri ve ümmete açıklamadıkları bir yorum ortaya
koymak caiz değildir. Zira bu, onları hakkı bilmemekle ve ondan sapmakla itham
etmeyi, sonradan gelen bu itirazcının da daha doğru yolda olduğu iddiasını
içerir.”[15]
İbn Teymiyye
rahimehullah şöyle demiştir: “Her kim Kur’ânı veya hadisi sahabe ve tabiin
tarafından bilinmeyen bir şekilde açıklarsa o kimse Allah’a iftira etmiş,
Allah’ın ayetleri konusunda haktan yüz çevirmiş ve sözü yerinden çıkarmıştır.
Bu zındıklık ve ilhad kapısını açmaktır. Bunun da batıl olduğu İslâm dininde
zorunlu olarak bilinir.”[16]
“Selef de masum
olmayan insanlardır, nasıl olur da onlara tabi olmamız bağlayıcı kılınır?”
sözüne gelince,
Cevap:
Masumluk/korunmuşluk fertler hakkında değil, menhec hakkındadır. Fertler ise
masum değillerdir. Onların üzerinde yürüdükleri menhec ise, eksiklik ve kusurun
dâhil olamayacağı şekilde masumdur. Zira ümmet sapıklık üzerinde birleşmez.
Onların menhecinin özü; kitap ve sünnete kişilerin görüşleriyle itiraz
etmeksizin tabi olmak ve bu iki aslın anlaşılmasında Arap diline dayanmaktır.
[1] Hileytu’l-Evliya (6/324)
[2] Tirmizi (2600) Ebu Davud (3991) el-Elbani
Sahihu’l-Cami’de (4314) sahih demiştir.
[3] İ’lamu’l-Muvakki’in (4/140)
[4] İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm ve Fadlih (3/184)
[5] Buhari (2458)
[6] Mecmuu’l-Fetava (4/157)
[7] Tirmizi (2641) el-Elbani Sahihu’l-Cami’de (9474) hasen
olduğunu söylemiştir.
[8] İ’lamu’l-Muvakkiin (4/149)
[9] Bu hususu İbn Mesud radıyallahu anh’den gelen şu söz
pekiştirmektedir: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, Allah’ın
kitabındaki her surenin ne hakkında nazil olduğunu muhakkak bilirim. Her bir
ayetin hangi konuda indiğini bilirim. Şayet bir kimsenin Allah’ın kitabını
benden daha iyi bildiğini bilsem, bineğime biner ve onu bulurdum.” Muslim
Sahih’inde (2463) rivayet etmiştir. İbn İshak, Mucahid’den şöyle dediğini
rivayet eder: “Kur’ân’ı İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya üç defa arz ettim. Her
ayette durdum ve ona ne hakkında ve nasıl nazil olduğunu sordum.” Siyeru
A’lami’n-Nubela (4/450)
[10] Mecmuu’l-Fetava (13/384)
[11] İbn Mace (43) el-Elbanî Sahihu’l-Cami’de (7818) sahih
demiştir.