Dinin Naslarına Düşmanlık Edenlerin Konumları
Vahyi dinleme, itaat etme, teslim olma, kabul etme ve ona boyun eğme
konusunda selefin tavrından örnekler bu şekildedir. Peki, onların hasımlarının
özellikle de şu sonrakilerin tavırlarını nasıl görüyorsun?
Cevap: Onlar iki mertebededirler:
Birincisi: Vahyin kitap ve sünnetteki naslarını inkar edenler. Onlar da
üç sınıftır. Bir sınıfı dinin nassını özet ve ayrıntılı olarak reddeder. Bir
sınıfı akıllarına aykırı olan nasları reddederler. Bir sınıfı da modern ilimler
diye iddia ettikleri bazı ilimlere ve tecrübelere karşı çelişen nasları
reddederler.
Eğer reddetmekten aciz kalırlarsa hevalarına aykırı düşen nasların
sahihliği hakkında şüphe uyandırırlar.
İkincisi: İnsanların dinlerini korumalarından korkarak vahyin te’vili ve
anlamlarının tahrifi perdesi altında gizlenirler.
Birinci mertebe nassın lafzını temelinden yalanlamak üzerine kuruludur.
İkinci mertebe ise – ki bu daha tehlikelidir – nassın Allah ve rasulü
tarafından kastedilen anlamını yalanlamaktır.
Bu iki mertebede bulunanlar hakikatte dinin Allah ve rasulüne teslim
olarak boyun eğmek olan aslına karşı direnmek ve itiraz etmeyi amaçlarlar. Buradaki
inkar, inat etmek ve nassın lafzına boyun eğmemek içindir. Yine buradaki te’vil
de inat ve nassın anlamına boyun eğmemek içindir.
Boyun eğmek ve teslim olmak dinin aslının tamamıdır. Bunun hakikati,
nassın lafzına da, anlamına da tam anlamıyla boyun eğmektir.
Bidatlerin ve sapmaların tarihini düşünen, İslâm’a mensup olanların
sapıklıklarının çoğunun vahyi inkar yoluyla gerçekleşmediğini anlar. Ancak
naslarının anlamlarını Allah ve rasulünün kastettiklerinin dışında
yorumladıklarından sapmışlardır. Heva ehlinin çoğunun metodu budur. Nasları
reddetme konusunda hilelerden aciz kaldıkları zaman, tevile sığınmışlardır ki,
bu hakikatte tahrif ve naslarla oynamaktır.
Nasların lafızlarını olduğu gibi bırakıp anlamlarını tahrif etmek Allah Teâlâ’nın
şöyle nitelediği Yahudilerin adetidir:
يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللَّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا
عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Halbuki onlardan bir grup, Allah'ın kelâmını
dinlerlerdi de, sonra akılları erdiği halde, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu ümmetin kendilerinden öncekilerin
adetlerine adım adım tabi olacaklarını haber verdiğinden, onlarda sözleri
yerinden kaydırarak tahrif edenler olduğu gibi, Allah’ın Kitap ve sünnetle
haber verdiklerinin veya emrettiklerinin anlamı da değiştirilecektir…”[1]
İşte bu, insanların çoğunun sapmasına sebep büyük kaymaların yoludur.
İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir:
İslâm’da belanın aslı işte budur
Tahrif ve iptal ederek tevil etmek!
İbn Burhan bozuk tevilin kötülüklerini şu sözüyle özetlemiştir: “Ayağı
kayanın ayağı ancak bozuk tevil yüzünden kaymıştır.”[2]
Ümmetler peygamberlerine karşı ancak tevil sebebiyle karşı çıkmadılar mı?
Ümmette büyük ya da küçük fitneler ancak tevil sebebiyle meydana
gelmediler mi?
Fitnelerde Müslümanların kanları ancak tevil sebebiyle dökülmedi mi?[3]
Te’vilin kapısı geniştir. O kapıdan zındıklar İslâm’ı yıkmak için
girmişler, nasları tahrif ederek zahir anlamlarından çevirmişler ve diledikleri
anlamlara yorumlamışlardır.
Bişr el-Merîsî şöyle demiştir: “Sözlerimize karşı Kur’ân’dan daha fazla
çelişen bir şey yoktur. Zahirde onu kabul ederiz, sonra te’vil ile zahirinden
çeviririz.”[4]
İbn Ebi’l-İzz el-Hanefî rahimehullah şöyle demiştir: “Tahrifçiler naslara
bununla (te’vil ile) musallat oldular ve: “Bizler görüşümüze aykırı olanları
te’vil ederiz” dediler. Böylece kabul edilmesini sağlamak için süsleyerek tahriflerine
te’vil adını verdiler.”[5]
Müslümanlar tarih boyunca fırkaların ve fertlerin nasların anlamlarını
tahrif etme yolunu tuttuklarını, onları sapmış fikirlerine uydurabilmek için
te’vil ettiklerini bilmektedirler. Mesela Mu’tezile, Haricîler, Batınî
fırkaları ve bazı tasavvufçular böyledirler. Din meselelerinden birini ancak
te’vil ederek terk etmişlerdir.[6]
Şayet Allah’ın bu dini himayesi ve gözetimi olmasaydı onun ayırıcı özellikleri
eskir ve sınırları kaybolurdu.
Nitekim sapıklar farzları anlamlarından uzaklaştırmışlar, takipçileri
için bunları sırtlarının arkasına atmayı kolaylaştırmışlar, haramları
isyankarların işlemeye cesaretleneceği şekilde te’vil etmişlerdir. Kabir azabı
ve nimetleri, kıyamet ve kıyamet halleri, ahiret, haşir, mizan, cennet ve
cehennem hakkındaki nasları te’vil ederek kulların gönüllerinde nasların
etkilerini kaybettirmişlerdir.
Sıfat naslarını, kulların rableriyle olan bağlarını zayıflatacak şekilde
tevil ederek nasların heybetini yok ettiler. Onları te’vilcilerin ellerinde
oyuncak haline getirdiler. Te’vilin çeşitli türleriyle onları değiştirmek için
gece gündüz çalıştılar.”[7]
[1] Mecmuu’l-Fetava (25/130)
[2] Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhit’te (4/317) ondan nakletmiştir.
[3] İ’lamu’l-Muvakkiîn An Rabbi’l-Alemin (5/127)
[4] Der’u’t-Tearuz (3/9)
[5] Şerhu Akideti’t-Tahaviye (232)
[6] Hatta Hasen Hanefi şu görüştedir: “Te’vili mümkün
olmayan hiçbir nas yoktur. Burada te’vil ile kastedilen; nassın hakikî
anlamından mecazi anlamına bir karineden dolayı çıkarılması zorunluluğu
değildir. Bilakis nas için güncel içerik konulmasıdır. Zira nas, içerik
olmaksızın ters çevrilir.” Bkz.: Mine’l-Akide İle’s-Sevre (1/397-398)
[7] Bkz.: Ömer Suleyman el-Aşkar, et-Te’vil ve Huturetuhu
kitabının mukaddimesi.