Çağdaş Yorumun Sonuçları
Şer’î nasları yeniden
ve modern olarak yorumlama daveti, tehlikeli sonuçları olan bir davettir.[1]
Bunlardan bazıları şöyledir:
1- Dinin kaynaklarına
güvenin kalkması. Bu nasları yeni yorumlama düşüncesi dinin kaynakları olan Kur’ân
ve sünnete olan güveni gönüllerden kaldırır.
2- İnsanlara başvuru
kaynağı ve metod olması için indirilen Kur’ân ile amel edilmesi ortadan kalkar.
Zira her insan Kur’ân’ı diğerinden farklı anlayacaktır. Bunun sonucu olarak da
bütün insanların muhakeme olacağı genel bir kanun bulunmayacaktır. Şu gayet açıktır
ki, onlardan birine vahiyden bir ayet delil getirildiğinde hemen: “Bu senin
ayet hakkındaki beni bağlamayan anlayışındır” diyecektir. Veya: “Kur’ân
hakkındaki bu yorum, pekçok yorumdan sadece biridir, daha başka yorumlar da söz
konusu olabilir” der.
Ona: “İbn Abbas veya
seleften bir başkası böyle demiştir” denilse, o da: “İbn Abbas’ın yorumu
diğer yorumlardan farksızdır” der.
O halde sonuç: İlahî Kur’ân’ın
yeryüzünden kaldırılması, geriye sadece göreceli ve muhtemel beşerî yorumların
kalmasıdır. Allah’ın ayetten muradı ise tek hak olandır. Onların iddiasına göre
buna da ulaşmak imkânsızdır.
Nasr Hamid Ebu Zeyd
şöyle diyor: “Kur’ân nassının bizzat delaleti olduğu varsayılsa, bir kimsenin kendi
anlayışının bu delalete uygun olduğunu iddia etmesi imkânsızdır.”[2]
Allah’ın bize Kur’ân’ı bizi hidayet eden, doğruyu gösteren ve karanlıklardan
aydınlığa çıkaran apaçık bir nur olması için indirmesinden sonra bu kimseler
kullar ile rabbi arasındaki bu bağı koparmaya kalkışıyor ve insanlardan birinin
Allah’ın muradına ulaşmasının imkânsız olduğunu iddia ediyorlar!
Şüphesiz bu görüşün
sonucu Kur’ân ve sünnetin anlamları olmayan ve müracaat edilemeyecek lafızlar
sayılmalarıdır. Böylece bu ümmet tıpkı diğer ümmetler gibi ilahi vahiyle amel
etmeyi iptal edeceklerdir. Ziyad b. Lebid radıyallahu anh’den: “Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem bir şey anlattı ve şöyle dedi: “Bu anlar ilmin
gittiği anlardır.” Ben: “Ey Allah’ın rasulü! İlim nasıl gider? Biz Kur’ân
okuyoruz, çocuklarımıza okutuyoruz, onlar da kıyamet gününe kadar çocuklarına
okutmaya devam edecekler” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
ثكلتك أمُّك يا ابنَ أمِّ لبيد؛
إن كنتُ لأراك من أفقه رجل بالمدينة، أَوَلَيس هذه اليهود والنصارى يقرؤون التَّوراةَ
والإنجيلَ لا يَنتفعون ممَّا فيهما بشيء
“Annen seni düşüreydi ey İbn Umm Lebid! Ben de seni Medine’nin en
fakih/anlayışlı kimselerinden sanırdım. Şu yahudi ve hristiyanlar Tevrat ve
İncil’i okudukları halde bunlar onlara bir fayda vermiyor değil mi?”[3]
3- Bu yorumun en
tehlikeli sonucu dini doğru anlamanın ortadan kalkmasıdır:
Şer’î nassı yeniden
yorumlama düşüncesi nasları sonu gelmeyen ihtimallerle, şahsî anlayışlarlarla
ve bizlerin şu an daha önceki zamanlarda olmadığı kadar şartların köklü
değişikliklerle değiştiği bir zamanda olduğumuz gerekçesiyle tahrif etmektir.
Şüphesiz bu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in asrından beri ümmetten birçok
toplulukların şu ana kadar nakledegeldiği sahih dinin nesh
edilmesi/kaldırılması demektir.[4]
Bu yeni yorum İslâm
dışında her ismi alabilen yeni bir din kurmaktır.
Nitekim bu
tahrifçiler bu yeni din anlayış hakkında “İslâm’ın ikinci risaleti” veya “İslâm
risaletinin ikinci yüzü” diyerek yeni bir terim kullanmak istemişlerdir.
Bununla ilk risaletin İslâm ümmetinin anlayışında yerleşen risalet olduğuna ve
ikinci risaletin ise anlaşılmamış olan hakiki risalet olduğuna işaret ederler.
Şu an anladıkları risalet yeni yorumun müjdelediği hak dindir![5]
Şüphesiz bu yorumun
sonucu olan dinde yeni anlayış, başladığı yerde baskın gelen her anlayışın
muhalefetiyle son bulur. Meselenin akide, kanunlar veya ahlak ile ilgili olması
fark etmez.[6]
Bu modern yorumla
hakkında konuştukları İslâm, Allah Azze ve Celle’nin Muhammed sallallahu aleyhi
ve sellem’e indirdiği İslâm değildir:
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ
أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا
بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِآَيَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
“Allah katında
asıl din, şüphesiz, İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine
ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlık sebebiyle ihtilafa
düşmüşlerdir. Her kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki, Allah,
hesabı çok çabuk görendir.” (Al-i İmran 19)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ
فِي الْآَخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Her kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, (bu
dîn), kendisinden asla kabul edilmiyecektir. O kimse, âhirette hüsrana
uğrayanlardan olacaktır” (Al-i İmran 85)
Yeni İslâm anlayışı sadece açıktır, kapalı
değildir, kemale erdirilmemiştir. Bu ise Yaratıcı Azze ve Celle’nin belirttiği
dinin aksidir:
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي
وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا
“Bugün size dîninizi ikmal ettim ve
üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve dîn olarak, sizin için İslâm'ı seçtim.” (Maide 3)
Çağdaş yeni İslâm ise beş şartı zorunlu
tutmaz, yeni dinde iki şehadetin imanî bir delaleti yoktur. Zira “işin
hakikatinde ve asrın gereklerine uygun olana göre şehadet kelimelerinin
telaffuz edilmesi veya yazılması ile ancak asra şahitlik kastedilir. O halde
şehadet kelimeleri ulûhiyet ve nübüvvetin lafzi olan ilan edilmesi değildir. Bilakis
bu, asrın hükümlerine ve tarihin olaylarına nazarî/teorik şahitlik ve amelî/pratik
şahitliktir.”[7]
Şehadetin ikinci cüzü ise İslâm’dan
değildir. Zira Müslümanlar, İslâm’ın başlangıcında bütün dinlerle karşılaşmaya
davet edildiklerinde İslâm’a nispet edilen kimselerdir.[8]
Namazı kılmak için insanların mescidlerde
sıkışmaları zorunlu değildir. Zira namaz kişisel bir meseledir.[9] Farz
değildir.[10]
Nitekim namaz, arap tabiatinin yumuşatılması ve komutanlara itaate
alıştırılmaları için farz kılınmıştı.[11] Bu
iş için Yoga seansları yeterlidir.[12]
Fakihler bundan gafil kalmışlardır.[13]
İki namazı
birleştirmekte sakınca yoktur. Zira birçok hallerde modern ortamlar vakitleri
gözetme konusunda mazur kılmaktadır.[14]
Yine zekat da farz
değil, yalnızca tercihe bağlıdır.[15]
Yine bu bir hedefe
yönelik değildir. Zira zekat arapların üzerinde bulundukları hayatlarında
gözettikleri adetlerdendi. Bu, küçük ve orta halli servetlere, büyük
servetlerden daha fazla zarar vermektedir…”[16]
Yine oruç da farz
olmayıp sadece isteğe bağlıdır.[17]
Bu sadece Araplara
farz kılınmıştır. Zira bu Arap çevrelerinde şarttır. Bu yüzden oruç, Arap
olmayan bir Müslüman için delaleti ve dini bir anlamı olmayan bir kelimedir.[18]
Hatta şu asırda oruç Müslümanlara haramdır. Çünkü başarıyı azaltmaktadır.[19]
Hacca gelince, o da
bilinen şekliyle yerine getirilmesi zorunlu değildir. Zira aklî hac veya ruhî
hac bu konuda yeterlidir.[20]
Yeni anlayışın
kökenindeki bu esasa göre bu yorum, hükümlerinin asrımıza uymayan tarihî
hükümler olması sebebiyle had cezalarını da ortadan kaldırmaktadır.[21]
Bu cezalar vahşî, barbar ve iğrençtir.[22]
Veraset düzeni erkek
ile kadın arasında ayrım yapmaktadır ve bu asra uygun olmadığı için
kaldırılması gerekir.[23]
Aile düzeni: aile
reisliği düzeni, boşanma hükümleri, çocuk bakımı, birden fazla evlilik hükümleri
ve kürtajın haramlığı asrın gelişmesiyle uyumlu değildir. Bunların kaldırılması
veya erkek ile kadın arasındaki eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmesi
gerekir.[24]
Arkun’un dediğine
göre Kur’ân’ın acelesiz yorumunun çok eşliliğin yasaklanmasından başka
birşeye sebep olması mümkün değildir![25]
Yine bu yorumun neticesinde zina türlerinden bazısı mubahlaştırılmakta ve kesin
naslarla haramlığı belli olduğu halde haram dairesinden çıkarılmaktadır.
Muhammed eş-Şerafî diyor ki: “Erkek ile kadın arasındaki cinsel ilişkinin
zînâ anlamında olmasının, ikisinden birinin evli olmasıyla sınırlandırılması
gerekir. Zira yalnızca böyle bir ilişki suç sayılabilir.”[26]
El-Uşmavî ve Muhammed
Şahrur’un dediğine göre şarap haram değildir. Lakin sadece ondan uzak durmak
emredilmiştir![27]
Faizin de sadece kat kat artırılmış olanı haramdır!
Böylece Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisiyle gönderildiği rabbanî islâm’ın
söndürülmesi tamamlanır ve yeni, modern, belirli bir sınırı olmaksızın her
türlü anlayış ve yorumların kabulüne açık, uydurma bir İslâm ortaya konulur.
Zira bu yorumları durduracak sınırlar söz konusu değildir. Aynı şekilde iman da
altı rüknü üzerine kurulu olan iman değildir! “Asrımızdaki iman, Allah’ın
Kur’ân’da açıkladığı şekliyle kâinatın yaratılışındaki metodu derinlemesine
idrak etmektir. Bu iman derecesi, Allah’ın seçtikleri dışında daha önce
kimsenin ulaşamadığı bir derecedir”[28]
Onlardan bazılarına
göre modern imanda sadece iki rüknün gerçekleşmesi yeterlidir. Bunlar da:
Allah’a iman ve ahiret gününe imandır.[29]
Diğer bazısına göre de: “Allah’a iman ve istikamet/dosdoğru olmaktır”[30]
Buradaki amaç,
Hristiyanları ve Yahudileri de iman ve İslâm kapsamına sokup onları Kıyamet
gününde kurtulanlardan saymaktır.
Üçüncü bir gruba göre
Budistleri ve diğer bütün beşeri dinleri de kurtuluş gemisine alma imkânı
vardır.[31]
Çünkü bugünkü
dünyada mümin, varis olduğu dinine aykırı diğer dinlerin meydan okumalarını göz
ardı etmekte zorlanır. Ben Müslüman olduğum için insanlığın dörtte üçünü
oluşturan çağdaş gayri müslimlerin cehenneme gideceklerine hükmetmem ilahi
hikmetten değildir![32]
Müslüman ve Mümin
kelimeleri onlara göre Yahudileri, Hristiyanları ve diğerlerini de
kapsamaktadır. Sosyallik, vatancılık, siyasilik kavramları ve tevhidin
kastedildiği millet-i ibrahim kavramı geliştirilerek dinlerin birliğine
dönüştürülmüştür.
Allah Azze ve
Celle’den başkasına ibadeti yönlendirmek Allah Azze ve Celle’ye şirk olarak
sayılmamaktadır. Bu ancak hareketli olan bu kainatta sabit kalmak ve sürekli
gelişen şartlara uygun olarak ilerleme göstermemek anlamındadır. Böylece
geri kalmak şirk, ilerlemek tevhiddir![33]
Şüphesiz tevhid,
ümmet ve fikir birliğidir, ilahların birlenmesi değildir![34]
Raks ve musiki
konularında ilim yapmak iman ve tevhid şubelerindendir.[35]
Arş, Kursî, melekler,
cinler, şeytanlar, sırat köprüsü, amel defterleri ve diğer gaybî konular efsanevî
düşüncelerden ibarettir.[36]
Ahiret âlemi
insanlara hâkimiyet kurmak için kâhinlerin uydurduğu efsanelerdir.[37]
Kur’ân’ın ve Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in kastettiği yeniden diriliş, ölümden sonraki diriliş
değildir. Bu sadece çocukluk ve geri kalmışlık âleminden ilerleme ve
bilinçlilik âlemine diriliştir.[38]
“Diriliş, maddi
olarak dağların hareketlenmesi ve cesedlerin çıkmasıyla gerçekleşmeyebilir.
Bilakis bu grubun, ümmetin ve ruhun dirilişidir. Bu, ölüm ve durgunluk anına
karşılık, hayattaki uyanıklık anı ile
ortaya çıkan, bilinçte gerçekleşen bir diriliştir.”[39]
Kur’ân’ın
Levhi’l-Mahfuz’dan bahsetmesi; “Bilimsel şekildir. Bundan amaç bilimin
kaydedilmesidir. Kaydedilmiş bilim ise hafızada tutulan veya zihinde şekillenen
bilimden daha inceliklidir.”[40]
Kişinin Müslüman
olması için cinlere ve meleklere iman etmesine gerek yoktur. İman, kalpte
yerleşen ve amelin tasdik ettiği şeydir.[41]
“Cennet ve cehennem; insanın
ölümden sonra haşredileceği ahiret âleminde deği, lbu dünyadaki nimetler ve
azaptır. Dünya da yeryüzüdür, âhiret âlemi de yeryüzüdür. Cennet, insana
dünyada isabet eden iyiliklerdir. Cehennem ise insana dünyada isabet eden
kötülüklerdir.”[42]
“Modern lügatte ahiret işleri geleceğe yönelik çalışmalar ve hazırda bulunan
hesaplarla geleceğin sonuçlarını ortaya çıkarmaktır.”[43]
“Sûr’a üflenmesi ve
kıyamet günüyle kastedilen; zıtlıkların kavgasıdır.”[44]
“Hûri’l-Iyn ve
lezzetler ise bilim ve endişesiz hayatın ifadesidir.”[45]
Bu topluluğun metodu:
şer’î nasları, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yalanlanmasını
gerektiren bozuk te’villerle yorumlamaktır. Bu da bu metodun batıl olmasına
yeter.
Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in onlar hakkındaki şu sözü ne kadar doğrudur!:
سيكون في آخر أمتي أناس
يحدِّثونكم ما لم تسمعوا أنتم ولا آباؤكم، فإيَّاكم وإيَّاهم
“Ümmetimin sonlarında sizlerin ve babalarınızın işitmediği şeyler
anlatan kimseler olacaktır. Onlardan sakının!”[46]
Diğer lafzı şöyledir:
يكون في آخر الزَّمان دجَّالون،
كذّابون، يأتونكم من الأحاديث بما لم تسمعوا أنتم ولا آباؤكم، فإيّاكم وإيّاهم، لا
يضلّونكم، ولا يفتنونكم
“Ahir zamanda yalancı deccaller[47]
olacaktır. Size ne sizlerin ne de babalarınızın işitmediği hadisler/sözler
getirecekler. Onlardan sakının! Sizi saptırıp fitneye düşürmesinler!”[48]
Bazıları bunun Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisinde haber verdiği dinde yenilik
olduğunu iddia etmişlerdir:
إنَّ اللهَ يبعث لهذه الأمَّة
على رأس كلِّ مائة سنة مَن يجدِّد لها دينَها
“Muhakkak ki Allah bu ümmet için her yüz senenin başında dinini
yenileyecek kimseler gönderir.”[49]
Bu yorum doğru değildir. Zira burada kastedilen, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in,
ashabının ve onlara güzellikle tabi olanların da üzerinde bulundukları bu dinin
eskiyen özelliklerini hayata geçirerek yenilemektir. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem, sahabeleri ve faziletli asırların imamlarının üzerinde bulunduğu dine
aykırı yeni bir uydurulmuş[50]
din getirmek değildir.
Dinin aslı sabittir,
değiştirilemez ve bozulamaz. Lakin insanların akıllarında ve uygulamalarında
din hakkında lekeler, kuruntular ve yanlışlar meydana geldiğinde bunların
yenilenmeye ihtiyacı olur.
Mecmau’l-Fıkhi’l-İslâmî,
Kur’ân’ı yeniden yorumlama konusunda şu kararları yayınlamıştır:
“Birleşik Arap
Emirlikleri Devleti/Dubei’de 30 Safer – 5 Rebiu’l-evvel 1426 hicri/ 9-14 Nisan
2005 miladî tarihinde İslâmî istişare için düzenlenen Devlet İslâm Fıkhı
Cemiyet Meclisi 16. Devresinde özellikle Kur’ân’ın ve şer’î metinlerin yeniden
yorumlanmasına dair cemiyete gelen konunun görüşülmesinden ve bu konu
etrafındaki münakaşaların dinlenilmesinden sonra - özetle - şu kararlar alınmıştır:
Birincisi: Şer’î
nasların/metinlerin yeniden yorumlanması denilen şey, nasların anlamlarının
tahrif edilmesine sebep olursa – şaz görüşlere dayalı olsa dahi üzerinde icma
edilen nasların dışına çıkılmasından ve dinin hakikatleriyle çelişmesinden
dolayı – çirkin bidatlerden sayılır. Bunun İslâm toplumuna, kültürüne ve
değerlerine karşı büyük bir tehlikesi söz konusudur. Bununla beraber
düşünüldüğünde, bu yöneliş sahipleri, tefsiri kayıtlayan ölçüleri bilmemeleri
veya dinî kayıtlarla bağlı olmayan yenilik hevesinden dolayı bu fikre düşmektedirler.
Bunun üzerine bazı
üniversitelerde bu yorumlar usul olarak okutulması, çeşitli yayın vasıtalarıyla
makaleler yayınlanması, üniversite dergilerinde bu konuların kullanılmasına
cesaretlendirilmesi, şüpheli toplantılarda ve konferanslarda bu görüşe davet
edilmesi, bu görüşlerin kitaplarını yabancı dillere terceme etmeye yönelinmesi
ve onların zehirli vesveselerinin bulunduğu kitapların yayınlanmasıyla telafi
edilemez tehlikeler ortaya çıkmıştır.
İkincisi: Bu yorum
akımı her kişiye farz olan hususlardan alıkoymaktadır. Bu akıma engel olma ve
tehlikesini sonlandırma vesilelerinden bazıları şöyledir:
* İslâmî hükümetlerin
bu tehlikeli musibete karşı koymaya çağrılması, değişmez saygınlıkları
hedefleyen fikir hürriyeti ile yıkıcı serbestlik anlamındaki hürriyet
arasındaki farkın ortaya konulması. Bu hükümetlerin yayınevlerini, kültür
merkezlerini ve yayın kuruluşlarını kontrol ederek bağlayıcı yaptırımlar
uygulaması, genel İslâm bilincini yeni neslin ve üniversite gençliğinin
gönüllerinde yerleştiren çalışmalar yapması, dinî içtihat, doğru tefsir ve
nebevî hadisleri şerh etme ölçülerini tarif etmesi.
* Dinî ilimler ve terimlerine dair derslerde
derinleşmeye yönlendirici vesileler edinmek, dinî kayıtlarla, Arap dili usulüyle
ve dindeki ittifaklarla kayıtlı içtihada cesaretlendirmek.
* İslâmî
araştırmalarda uzman olan kimselerin ciddi ilmî reddiyelere yoğunlaşmaları ve
çeşitli dergilerde özellikle de öğretim metoduyla onların makaleleriyle
münakaşaya cesaretlendirilmeleri.
* Ciddî
araştırmaların kitaplaştırılmasına hazırlık olarak, reddiyeler hazırlanması
için bu konuda telif edilen eserleri kapsayan bir kütüphane kurulması, bu
konuda araştırma yapanlar arasında İslâm âleminde ve bunun dışında çeşitli
araştırma kuruluşlarının teminatı altında yarışma düzenlenmesi. Allah en iyi
bilendir.”[51]
[1] Daha fazla bilgi için bkz.: Dr. Ahmed İdris et-Ta’ân,
el-Ulmaniyyun ve’l-Kur’âne’l-Kerim (815-842)
[4] Hatta “Allah” kavramı onlara değişim kabul edebilir.
Arkun şöyle der: “Hayat sahibi, yüce, değişmez, sabit bir ilahın bulunmasını
şart koşan yerleşik taklidçi anlayışın aksine, Allah kavramı tarihi baskının
etkisinden kurtulamamıştır. Asırların ve zamanların değişmesiyle bunun da
değişebileceğini kastediyorum.” Mefhumu’n-Nas (20)
[5] Mahmud Muhammed Taha dinde yeni anlayışını açıkladığı
kitabına “İslâm’da İkinci Risalet” adını vermiştir. Diğer kitabının adını da: “İslâm’ın
Birinci Risaleti Yirminci Asrın İnsanına Fayda Vermez” koymuştur.
[9] Abdurrazzak Humas’ın “el-Kıraatu’l-Cedide Fi Dav’i
Davabiti’t-Tefsir kitabında (169) naklettiğine göre Arkun böyle demiştir.
[11] Abdulhadi Abdurrahman, Sultatu’n-Nas (110-111)
[12] Bu, hissi ve aklî kabiliyetlerle nefsi özgürleştirmek ve
derece derece hakikate ulaştırmak için yapılan bazı alıştırmalar üzerine kurulu
bilimsel bir yoldur.
[13] Sadık en-Niyhum, el-İslâm Fi’l-Usr (127-134)
[15] Abdulmecid eş-Şerafi, el-İslâm Beyne’r-Risalet
ve’t-Tarih (63) el-Uşmavî, Cevheru’l-İslâm (7-8)
[16] El-Cabiri, Vichetu’n-Nazar (150-151)
[17] Eş-şerafi, Libenat (173) el-İslâm Beyne’r-Risalet
ve’t-Tarih (63-64)
[18] Abdulhadi Abdurrahman, Sultatu’n-Nas (109)
[19] Arkun, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını
ramazanda harp anlarında oruç açmaya davet etmesiyle ilgili olarak şöyle diyor:
“Bizler de geri kalmışlığa karşı savaştayız.” Fransız dergisi Observateur
Nouvel, 1986 Şubat sayısında yapılan röportaj.
[20] Arkun, El-Keremi dergisi (1/23) sayı 34, yıl 1989 miladî.
[21] Et-Turabî Alman Der Spiegel dergisinde yapılan
ropörtajında (17/4/1995) sayısında şöyle diyor: “Bu had cezaları bugün Sudan’da
uygulanamaz. Zira dini tefsir ediş şeklimiz, diğer İslâm ülkelerinden daha
fazla gelişmiştir.”
[22] Muhammed eş-Şerafi, el-İslâm ve’l-Hurriyet (89)
[23] El-Cabiri diyor ki: “Zira o zamandaki toplumun
gereklerine göre erkeğe kadının iki katı pay verilmekteydi.” Bkz.: et-Turas
ve’l-Hadase (54-55)
[24] Abdulmecid eş-Şerafî el-İslâm Beyne’r-Risalet ve’t-Tarih
(82)
[26] El-İslâm ve’l-Hurriyet (85)
[27] Muhammed Said Uşmavi, el-İslâmu’s-Siyasi (121) Muhammed
Şahrur, el-Kitab ve’l-Kur’ân (606)
[28] Ebu’l-Kasım Hac Ahmed, el-Alemiyetu’l-İslâmiyeti’s-Saniye
(2/497-498)
[29] Muhammed Şahrur, Nahvu Usululi Cedide Li’l-Fıkhi’l-İslâmi
(31)
[30] El-Uşmavi, Cevheru’l-İslâm (109-121)
[31] Bkz.: Nafizetu Ale’l-İslâm (60) Arkun, el-Fikru’l-İslâmi
Nakd ve İçtihad (84)
[32] Abdulmecid eş-Şerafi, Li Benât (101)
[33] Şahrur, el-Kitab ve’l-Kur’ân (496)
[43] Mine’l-Akide İle’s-Sevre (4/605)
[44] El-Kitab ve’l-Kur’ân (236, 237)
[45] Turki Ali er-Rebiov, el-Anef ve’l-Mukaddes ve’l-Cins
Fi’l-Misolociya’l-İslâmiye (140-141)
[46] Muslim (6)
[47] İnsanlara batılı süsleyip karıştırmalarından dolayı
deccal denilmiştir. Lisanu’l-Arab (11/236)
[48] Muslim (7)
[49] Ebu Davud (4291) el-Elbani Sahihu’l-Cami’de (2755) sahih
demiştir.
[50] Hasen Hanefi tecdid/yenilik ile kastedilenin bu dinin
binasının yeniden kurulması olduğunu açıkça belirterek şöyle demiştir: “Din
esaslarından başlayarak varis olunan bu düşünceleri asrın ihtiyaçlarına göre
değiştirmek gerekir.” Et-Turas ve’t-Tecdid (61)