Buhârî Sahih’inde (no:1936) Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anha’dan
rivayet ediyor:
أفطَرْنا
على عهدِ النبي صلى الله عليه وسلم يومَ غيمٍ ثم طَلَعتِ الشمسُ، قيلَ لهشامٍ:
فأُمروا بالقضاءِ؟ قال: لاَ بُدٌّ من قَضاء وقال مَعْمَرٌ سمعتُ هشاماً يقولُ: لاأدري
أقضَوْا أم لا
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında bulutlu bir günde
iftar ettik, sonra güneş çıktı.” Ravilerden Ebu Usame dedi ki. “Hişam’a denildi
ki: “Kaza etmekle emrolundular mı?” Hişam b. Urve rahimehullah dedi ki: “Kaza
etmek kaçınılmaz.” Mamer ise şöyle dedi: “Hişam’ın şöyle dediğini işittim: “Kaza
ettiler mi, etmediler mi bilmiyorum.”
İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava’da (25/231 vd.) şöyle
dedi: “Yine Buhârî’nin Sahih’inde Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anha’dan sabit
olduğuna göre o şöyle demiştir: “Ramazandan bulutlu bir günde Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iftar ettik, sonra güneş meydana çıktı.”
Bu hadis iki şeye delalet etmektedir:
Birincisi: (Havanın kapalı olduğu) bulutlu bir günde güneşin
battığından kesin emin oluncaya kadar iftarı ertelemek müstehap değildir. Zira
onlar bunu yapmamışlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bunu
emretmemiştir. Sahabe, nebileriyle beraber bunu en iyi bilen kimselerdir ve
Allaha ve rasulüne, kendilerinden sonrakilerden çok daha itaatkarlardır.
İkincisi: O orucu kaza etmeleri gerekmez. Çünkü Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şayet onlara kaza etmelerini emretmiş olsaydı, böyle bir günde
iftar etmeleri haberinin ulaştığı gibi, bu kaza emri de yayılırdı. Bize buna
delalet eden bir şey nakledilmediğine göre, onlara kaza emredilmemiştir.
Şayet: “Hişam b. Urve rahimehullah’a: “Kaza ile emrolundular mı?”
diye sorulunca o: “Kaza etmekten başka çıkar yol var mı ki?” demiyor mu?
denilirse, şöyle cevap verilir: Hişam rahimehullah bunu şahsi görüşüyle
söyledi. Hadisin metninde rivayet etmedi. Bu da onun bu konu hakkında bilgisi
olmadığını gösteriyor. Ma’mer ise, Hişam’dan
“Kaza ettiler mi, etmediler mi bilmiyorum” dediğini rivayet etmiştir. Her
ikisini de Buhârî rivayet etmiştir. Hişam, hadisi annesi Fatıma bt. El-Munzir’den,
o da Esma radiyallahu anha’dan rivayet etmiştir. Nitekim Hişam’ın, Babası Urve rahimehullah’tan
yaptığı rivayette kaza etmekle emrolunmadıkları geçmektedir. Urve ise oğlu
Hişam’dan daha bilgilidir. Bu (yani kaza gerekmediği görüşü) İshak b. Rahuye’nin
de görüşüdür ki o İmam Ahmed b. Hanbel’in akranıdır. Usul ve füru olarak mezhebi İmam Ahmed’e
uygundur. Birçok görüşlerinde ikisinin söz birliği vardır. el-Kevsec, Mesail’inde
İmam Ahmed’e ve İshak’a sorduğu fetvaları toplamıştır. Yine Harb el-Kirmani’nin
Mesail’i de Ahmed ve İshak’a sorduğu sorulardan ibarettir. Başkalarının da
böyle Mesail kitaplarında durum aynıdır. Bu yüzden Tirmizî, İmam Ahmed ile
İshak’ın görüşlerini bir zikretmiştir. Tirmizî, onların görüşlerini el-Kevsec’in
Mesail’inden rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebu Zur’a, Ebu Hatim, İbn Kuteybe ve
onlardan başka selef,sünnet ve hadis imamları İmam Ahmed ve İshak’ın mezhebinin
fıkhını öğrenmişler ve onların görüşünü başkarının görüşlerinden önde
tutmuşlardır. Buhârî, Muslim, Tirmizî, Nesâî ve başka hadis imamları da aynı
şekilde bu iki imama tabi olanlardan, o ikisinden ilim ve fıkıh alanlardandırlar.
Davud (ez-Zahiri) de İshak’ın ashabından idi. Nitekim Ahmed b. Hanbel’e İshak
(b. Rahuye) hakkında sorulduğu zaman şöyle demiştir: “İshak hakkında bana
sorulmaz, bilakis benim hakkımda İshak’a sorulmalıdır.”
Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Muhammed b.
Nasr el-Mervezi, Davud b. Ali (ez-Zahiri) ve benzerleri, bunların hepsi de
hadis fakihleridir. Allah onların hepsinden razı olsun.” İbn Teymiyye’den nakil
bitti.
Urve b. ez-Zubeyr, Mucahid b. Cebr, el-Hasen el-Basri ve İshak b.
Rahuye rahimehumullah’tan kaza gerekmediği görüşünde oldukları rivayet
edilmiştir. Yine Zeyd b. Vehb rahimehullah’tan gelen rivayette şöyle demiştir: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidinde Ramazan ayında iken oturuyordum. Ömer
radiyallahu anh’ın hilafet zamanı idi. Hafsa radiyallahu anha’nın evinden bize
bekçi içecek getirdi ve içtik. Biz gecenin girdiğini düşünüyorduk. Sonra bulut
açıldı ve ne görelim! Güneş göründü! İnsanlar: “Bunun yerine bir gün kaza
ederiz” demeye başladılar. Bunun üzerine Ömer radiyallahu anh dedi ki: “Vallahi
kaza etmeyiz. Biz günahı kastetmedik.”
Çünkü bunu oruçlu iken yeme kastıyla yapmadılar. Oruçlu ilen
unutarak yiyen kimse de kasıtlı yemediği için ona kaza etmesi gerekmemiştir.
Yukarıda zikredilen hadis, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ve ashabının iftar vakti konusunda, bulutlu günde önceki gündeki vakte kıyas
yapmadıklarını göstermektedir. Çünkü böyle bir kıyas yapsalardı bulutlar güneşi
kapatınca iftar etmezler, önceki günlerde güneşin battığı vakitlere
kıyaslayacak bir metot icat ederlerdi.
Günümüzde saat cihazının kullanılması, bu konuda kıyasla amel
etmeyi meşru görenler için işi basitleştirmektedir belki, lakin din sahibi
iftar ve akşam namazı vakti için saati değil, güneşin beşer gözünden
kaybolmasını belirleyici kılmıştır. Güneşin kaybolması hakkında da “gurubu’ş-şems”,
“gıyabu’ş-şems”, “ihticab”, “vucubu’ş-şems” gibi umumi ifadelerle güneşin
gözden kaybolması zikredilmiştir. Bu kayboluşun düz arazide olmasını, deniz
ufkunda olmasını vs. şart koşmak sonrakilerin zorlamalarıdır. Bilakis dağ,
binalar, sık ağaçlıklar, hatta bulut güneşi perdeleyen şeylerdendir. Aynı
şehirde, hatta yüksek binalarda aynı binanın katları arasında farklı iftar
vakitleri söz konusu olabilmektedir. Herkes kendi bulunduğu noktada güneşin
gözden kaybolmasına itibar ederek orucunu açar, akşam namazını kılar. Birinci
katta oturanın onuncu kata çıkarak güneşi kontrol etmesi veya onuncu kattakinin
kendisine güneş hakkında şahitlik etmesini istemesi şart koşulmamıştır. Ömer b.
el-Hattab, Ebu Said el-Hudri, Abdullah b. Mes’ud, Enes b. Malik, İbn Ömer radiyallahu
anhum gibi sahabelerden, başkaları güneşi görmesine rağmen, kendilerinin
bulundukları noktada güneşin gözden kaybolmasına binaen iftarı yaptıkları
rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin kaynaklarını daha önceki yazılarda
zikretmiştim.
Bazı kimseler, “Gecenin şuradan (yani doğudan) geldiği, gündüzün şuradan
(yani batıdan) gittiği ve güneşin gurub ettiği (battığı) anda oruçlu iftar
etmiştir” hadisine dayanarak diyorlar ki: “Güneş binaların veya dağın arkasında
kaybolsa dahi, doğu ufkuna bakarak gecenin geldiğini görmemiz lazım.”
Maalesef hicri 6. Asırlardan itibaren ilim ehlinden bazıları dahi
bu şüpheye takılmışlardır. Bu sebeple avamın böyle bir şüpheyi dillendirmesi
yadırganmaz. Şüphenin giderilmesi gerekir.
Bu şüphe sahipleri iki konuda hata etmektedirler:
1. Arap dilinde “el-Leyl” (gece) tabiri; gündüzün bitmesi demektir,
bu da güneşin gurubu/batışı olarak açıklanmaktadır. Arap dili lügat
kaynaklarından ve tefsirlerden bununla ilgili açıklamayı da daha önce bu sitede
nakletmiştim. Yani doğu tarafında bir
karanlık beklemek gibi muammalı, tespiti neredeyse imkânsız olan bir şey, vakit
tayini için şart koşulmamıştır. Bu yüzden iftarda acele eden sahabelere öğrencilik
eden tabiin, bir siyahlaşma araştırmak için doğu ufkuna bakmamış, bilakis batı
ufkunda güneşe bakmışlardır.
2- Gecenin gelişi, gündüzün gidişi ve güneşin batışını üç ayrı şart
zannetmişlerdir. Halbuki bu üç şey, tek bir şeyin ifadesidir. Gece ancak
güneşin gözden kaybolmasıyla hasıl olur. Şayet güneş gözden kaybolmasına
rağmen, doğuda kararmayı da gözlemlemek şart koşulursa tenakuza düşülmüş olur. Şöyle
ki: Böyle bir iddia kabul edilirse, gündüzün batı ufkundan gidişini de
aydınlığın batıda kaybolması olarak anlamak gerekir. O zaman da şiilerin
yaptığı gibi ancak yatsı vaktinde şafağın kaybolmasıyla iftar etmek gerekirdi!
Halbuki iftar vakti ile akşam namazının vaktinin bir olduğu hususunda icma
vardır.
Sahabeler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam
namazını kıldıktan sonra yaya olarak bir mil (yaklaşık 2 km.) yürüyorlar, sonra
ok atışı yapıyorlar ve oklarının düştüğü yeri görebiliyorlardı. Ok atış
mesafesi yaklaşık 300 metredir. Yani akşam namazı kılındıktan sonra bile epey
bir vakit sonra karanlıktan bir eser yok, görüş mesafesi de net idi.
Bir başka problem, havanın gün boyu kapalı olduğu zamanlar veyahut
Umman’daki Vekân köyü gibi yüksek dağlar arasında kalıp bize nispetle ikindi
vakti olan bir vakitte güneşin dağların arkasında kaybolduğu görülen
mekanlardaki durumdur.
Bu gibi zaman ve mekanlarda müslümanlar, tam olarak belirleyici bir
nas bulunmadığı için, ferdi ibadetleri hakkında içtihat ederler ve farklı
uygulamalar yapanlar, açık bir nassa muhalif düşmediği sürece kınanmazlar. Nitekim
teyemmüm hükmü meşru kılınmazdan önce Ammar ile Ömer radiyallahu anhuma her ikisi
de cünüp olmuşlar, Ammar radiyallahu anh toprakta yuvarlanmış ve namazını
kılmış, Ömer radiyallahu anh ise temizlik şartı bulunmadığı için namazı
kılmamıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ömer radiyallahu anh’ın
içtihat ettiğini, Ammar’ın ise isabet ettiğini söylemiştir. Yine toz bulutundan
dolayı yön tayin edemeyen bazı ashab her biri bir yöne dönerek namaz kılmışlar,
bunlar kınanmamıştır. Bu türden rivayetler çoktur. Kişi ancak kendisine ilmin yani vahiy delilinin ulaşmasıyla mesul olur.
Bize düşen oruç emrini gücümüzün yettiği kadarıyla eda etmemizdir.
İlmine ulaşamadığımız konuda hata ettiğimizde bunun affını Allah’tan umarız.
Lakin oruçta ve diğer bütün ibadetlerde belirleyici unsurun vahiy olduğu,
alimlerin görüşleri veya beşer mantığı olmadığını hatırlatmak gerekir. Daha
uzun süreler oruç tutmakla daha abid olmayız. Bilakis Allah, iftarda acele eden
kulunu sevdiğini bildirmiştir. Asrın getirdiği imkanlar sebebiyle saat
takıntısının manası yoktur. Nitekim kış aylarında daha kısa süreler oruç
tutulmakta, yaz aylarında bu süre uzamaktadır. Oruç saat miktarıyla farz
kılınan bir ibadet değildir. Yine bazı yerlerde bir, iki saat gibi erken vakit
girmesini yadırgamak da yersizdir. Diyanetin uçuk vakitlerine göre iftar eden
dahi, üzerinden geçen uçakta bulunanlara göre birkaç saat önce iftar açıyor
bulunmaktadır. Mesele güneşin görünüp görünmemesine bağlıdır. Saatle yada belli
bir vakitle kayıtlı değildir. Güneşi ne zaman bulutun perdeleyeceğini
bilmediğimiz gibi, günlük olarak güneşin dağ veya bina arkasında
kayboluşlarında da iki gün arasında bir ila on dakika kadar, hatta daha fazlası
kadar fark olabilmektedir. Yani konu iki gündeki vakitleri birbirine kıyas
yapacak bir mahal de değildir. Allah en iyi bilendir.