Dördüncü Esas: Hakikatin Göreceli Olup Mutlak Gerçeğin Bulunmadığı Görüşü
Onlar her zaman ve mekanda tek bir sabit hakikatin bulunmadığı, bilakis
hakkın göreceli olduğu görüşündedirler. Senin hak gördüğünü başkası batıl
görebilir. Bugün doğru zannettiğin şey yarın öyle olmayabilir.
Arkun şöyle diyor: “İslâmi hakikatin örnekliğinin ve özünün tarih boyunca
hatta bugüne kadar devam ettiği görüşü mitolojik bir kuruntudur. Bunun gerçekle
bir alakası yoktur.”[1]
Diyorlar ki: “Hiç kimse mutlak hakikate sahip değildir.” Bunu siyasi
olarak görev bilip “Çok seslilik” ve “Başkalarını kabul” şeklinde
sloganlaştırırlar.
Başkalarını kabul ile kastettikleri; dinsizler, ilhad ehli ve günahkârlardır.
Bu anlayışların hepsine de eşit seviyede muamele etmenin zorunlu olduğu
görüşündedirler. Hangi fikirden olursa olsun karşı çıkılmamalıdır ya da hangi
aykırılık olursa olsun çirkin görülmemelidir. Çünkü mutlak gerçek yoktur
derler. Onlardan biri şöyle der: “Görüşü hakikat kabul etmedikçe ve hakikatin
mutlak olup göreceli olmadığı kabul edildiği sürece ilerleme veya öne geçmeye
dair düşünce sahibi olunamayacaktır.”[2]
Bu görüşlerin özeti şudur: Hiç kimse kendi görüşünün veya inancının hak,
başkalarının görüş veya inancının yanlış olduğunu kesin olarak söylemesi mümkün
değildir. Ancak kendi görüşünün hata ihtimali olan bir doğru olduğunu, başkasının
görüşünün ise doğruluk ihtimali olan hata olduğunu söyleyebilir.”[3]
Hak görülen bir şeyi bir başkası batıl görebilir. Hayır gördüğünü bir
başkası şer görebilir. Hakikatin göreceli olması denilen şey budur.
Bu görüşlerine göre hak, İslâm’da da olabilir, tahrif edilmiş veya batıl
dinlerde de olabilir!
Hak, Ehl-i sünnette’de olabilir, bidat ehli olan diğer kimselerde de
olabilir!
Bu yüzden onlardan biri kişinin İslâm devletinde herhangi bir yerde başka
bir dine ikna olursa dinini değiştirme hakkı olduğu görüşündedir.[4]
Hiç kimsenin hakikati tekelinde bulunduramayacağını kabul eden bu görüşler
imanın aslıyla çelişmeye yeterlidir. Zira iman esasları kesinlik üzerine
kuruludur. Allah’ın birliğine kesin olarak inanmayan Allah’ın dininde iman
etmiş değildir. Allah’ın tek olduğu, hiçkimseye muhtaç olmayıp herkesin O’na
muhtaç olduğu, mülkünde ve yaratmasında ortağı bulunmadığı hususunda şüphesiz
ve kesin olarak iman etmeyen kimse Allah’ın dininde mümin değildir.
Kur’ânın bozulma ve değiştirilmeden korunmuş olduğu, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in peygamberlerin ve rasullerin sonuncusu olduğu ve O’nun
vefatıyla vahyin kesildiği hususunda tereddütsüz ve kesin bir şekilde iman
etmeyen kimse Allah’ın dininde mümin değildir.
Dinin esasları ve kesinlikleri ile başka şeyleri eşit görenler hakkında
şöyle söyle:
فَذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا
الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
“İşte hak olan Rabbınız Allah budur. Hakkın
dışında ise, sadece sapıklık vardır. O halde nasıl yüz çeviriyorsunuz?” (Yunus 32)
Bu, üçüncüsü olmayan iki yoldur: Hak ve onun dışındaki sapıklıktır.
Hak tek olup birden
fazla değildir. Sapıklığın ise çeşitleri ve biçimleri vardır. Haktan sonra
sapıklıktan başka ne vardır?
Mutlak hakikat
olmasaydı Allah’ın hakka uymayı emretmesi ve bununla yükümlü kılması anlamsız
olurdu. Bu doğru olsaydı şu ayetin anlamı ne olurdu?:
وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا
السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Bu, hiç şüphesiz, benim dosdoğru yolumdur; bu itibarla ona uyun;
diğer yollara uymayın. Aksi halde sizi O'nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız
diye Allah size bunları tavsiye etmiştir” (En’am 153)
Hiç kimsenin hakikate
sahip olması söz konusu değilse, Allah Azze ve Celle’nin bize tabi olmamızı
emrettiği dosdoğru yol nerededir? Hakikat göreceli ise, bizleri tabi olmaktan
yasakladığı şu sapıklık yolları nerededir?
“Bu mezhebin başı
safsata, sonu zındıklıktır. Zira emir, yasak, farz kılma, haram kılma ve bu
hükümlerdeki tehdit ortadan kalkmakta, geriye insanın dilerse farz kılması,
dilerse haram sayması, itikatlarla fiilleri eşit görmesi kalmaktadır ki bu
küfür ve zındıklıktır. “[5]
Nitekim İbnu’l-Cevzi
rahimehullah bu görüşü dile getirenleri cahillikle niteleyerek şöyle demiştir:
“Cahillik edenlerden bir fırka, eşyanın bizatihi tek hakikati olmadığını,
bilakis her topluluğun kendi inancına göre hakikati olduğunu iddia etti.”[6]
[1] El-Fikru’l-İslâmî Nakd ve İötihad (246-247)
[2] Min Huna Yebdeu’t-Tagyir (347)
[3] Evet, içtihada açık konularda “hiç kimse sadece
kendisinin hakka isabet ettiğini söyleyemez” demek doğrudur. Bu, İmam Şafii’nin
şu sözünde kastettiği anlamdır: “Benim görüşüm hata ihtimali olan doğrudur.
Başkasının görüşü ise isabet ihtimali olan hatadır”
[5] Mecmuu’l-Fetava (19/144-145)
[6] Telbisu İblis (54)