İkincisi: Allah’ın kelamından ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kelamından kastedilenin anlaşılması için arap diline başvurmak
Allah Teâlâ insanlığa
gönderdiği risaletin sonuncusunun arap dilinde olmasını dilemiştir.
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ قُرْآَنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Biz onu iyice anlayasınız diye arapça bir Kur'ân olarak indirdik” (Yusuf 2)
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آَيَاتُهُ قُرْآَنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“Anlayan
bir kavme, âyetleri açıklanmış arapça bir Kur’ân indirdik” (Fussilet 3)
إنا جعلناه قرآنا عربيا لعلكم تعقلون
“Biz bu Kitab'ı, aklınızı kullanasınız
diye arapça bir Kur'ân kıldık” (Zuhruf 3)
وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً وَهَذَا كِتَابٌ
مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى
لِلْمُحْسِنِينَ
“Kur'ândan önce rehber ve rahmet olmak
üzere gönderilen Musa'nın kitabı vardır. Kur'ân ise, zulmedenleri uyarmak,
iyilik edenleri de müjdelemek için Arapça olarak gönderilmiş, kendinden
öncekileri doğrulayan bir kitaptır” (Ahkaf 12)
Bundaki hikmet
şu olabilir: bu dil, insanî dilleri kelimelerinin genişliğinin zirvesine
ulaştıran merdivendir. Taşıdığı anlamlar bakımından diller arasında onu yeterli
kılan ve ifadesini en güçlü kılan üslup zenginliğine sahiptir. Kur’ân’ın kelimeleri, bu kelimelerin terkipleri,
üslupları ve anlamları arapçadır. Allah Teâlâ’nın kitabının anlamları arap
dilinin anlamlarına uygundur. Nitekim lafızları da arap dilinin lafızlarına
uygundur. Bu yüzden hiç kimsenin Allah’ın ve rasulünün kelamını bu açı
olmaksızın anlaması mümkün değildir.
Şatıbî
rahimehullah şöyle der: “Şeriate bakan, onun usulü ve ayrıntıları hakkında
konuşan kimsenin kendisi arap olmadıkça veya arabın ulaştığı nokta kadar
arapçayı bilmedikçe hiçbir hususta konuşmamalı… Bu dereceye gelmemişse Kur’ân
anlamlarını anlamada başkasına uymak ona yeterlidir. İlminde ehil olana
sormadıkça Kur’ânı anladığı hususunda kendini iyi zannetmemelidir.”[1]
Selef ve onların
yolunda olanlar kitap ve sünnetin anlamları hususunda arapça dilinden, şiirinden
ve diğer konulardan delil getirmeye devam etmişlerdir.
İbn Teymiyye
rahimehullah şöyle demiştir: “Hitap olunduğumuz arapçayı bilmek, Allah’ın ve
rasulünün sözlerindeki maksadı fıkh etmemizi/anlamamızı sağlar. Yine
kelimelerin anlamlara delaletini bilmek de böyledir. Zira bidat ehlinin
sapıklığının genel sebebi budur. Çünkü onlar Allah’ın ve rasulünün kelamını
kendi iddia ettikleri anlamlara yorumladılar. Hakikatte ise durum böyle
değildir.”[2]
Bu yüzden
el-Hasen rahimehullah şöyle demiştir: “Acemler (arap olmayanlar) olmayacak
yorumlarla sizi helak ettiler”[3]
İmam Şafii
rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanlar ancak arap dilini terk edip
Aristotales’in diline meyletmeleri sebebiyle cahil kalmışlar ve ihtilaf
etmişlerdir.”[4]
Allah’ın kitabını
anlamak isteyen kimse ancak arap dili yönüyle anlar. Başka türlü anlamasına yol
yoktur.[5]
İmam Malik
rahimehullah şöyle demiştir: “Arap dilini bilmeden Allah’ın kitabını tefsir
eden kimse cezalandırılmalıdır.”[6]
Mucahid
rahimehullah’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allah’a ve ahiret gününe
iman eden bir kimsenin, şayet arap dilini bilmiyorsa Allah’ın kitabı hakkında
konuşması helal değildir.”[7]
Ebu Ubeyd dedi ki:
el-Asmaî’nin şöyle dediğini işittim: Halil b. Ahmed’in şöyle dediğini işittim:
Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “Irak’taki
zındıklığın genel sebebi arapçayı iyi bilmemeleridir.”[8]
Arap dilini bilmemek
Allah ve rasulünün maksatlarını anlamada hataya sebep olmaktadır. Bunun bazı
örnekleri şu şekildedir:
Şu ayete dayanarak
kişinin dokuz kadın nikâhlayabileceğini iddia eden olmuştur:
فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ
“…Sizin için uygun olan kadınlarla ikiye, üçe ve dörde kadar evlenin.” (Nisa 3) dört, üç ve ikinin toplamı dokuz eder.
Kurtubî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu
tamamen arap dili konusundaki cahilliktendir… Şüphesiz Allah Teâlâ en fasih
arapçayla hitap etmiştir. Araplar ise dokuzu ifade etmek için ikişer, üçer,
dörder demezler. Aynı şekilde on sekiz demek yerine: “falana dört, altı ve
sekiz ver” diyen kimseyi de çirkin görürler.”[9]
Ayette kastedilen bunların hepsini
toplamak değil, bu sayılar arasında tercih yapmaktır. Şayet hepsini toplamak
kastedilseydi dokuz denilir, bunun yerine daha uzun ve açıklaması daha az cümle
kullanılmazdı.[10]
Şu ayette sadece domuz etinin zikredilip
yağının zikredilmemesi sebebiyle domuzun sadece etinin haram kılındığını,
yağının ise helal olduğunu iddia eden görüş:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ
“Size, ölü, kan, domuz eti… haram
kılındı…” (Maide 3)
Şayet lahm/et kelimesinin arap dilinde
hem eti hem de yağı kapsadığı bilinseydi bu görüş söylenmezdi. Şahm/yağ
kelimesi ise böyle değildir. Zira yağ kelimesi, et hakkında kullanılmaz.[11]
Allah Teâlâ’nın şu ayetinde anlamın elden
kaçırmak olduğu iddiası:
فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ
“Zannetmişti
ki, biz kendisine güç yetiremiyeceğiz.” (Enbiya 87)
Şayet buradaki
“nakdira” kelimesinin “sıkıştıracağız” anlamında olduğu bilinseydi böyle bir
düşüşle alçalınmazdı.
Bazıları şu
ayetteki:
يَأْتُوكَ رِجَالًا
“Yürüyerek gelsinler…” (Hac 27) “ricalen” kelimesiyle erkeklerin
kastedildiğine inanırlar. Bu yüzden bu ayeti bekar kızların muskalarına, onlara
evlenecekleri erkekleri getirsin diye yazarlar!! Ayetteki anlam ancak ayakları
üzerinde yürüyerek gelmektir.
Şatibî
rahimehullah Kur’ân’ı ilimsiz olarak tefsire kalkışan bu kimselerin durumuyla
ilgili olarak şöyle der: “Allah ve rasulünün kastettikleri şeyi anlamaya
yarayan arapça ilmini bilmedikleri halde, arapça olan Kur’ân ve sünnet hakkında
konuşmaya hırs gösterirler. Dini kendi anlayışlarına göre parçalarlar, bu
anlayışlarını din edinirler ve ilimde köklü kimselere muhalefet ederler. Kendi
nefislerine güzel zanda bulunduklarından ve öyle olmadıkları halde kendilerinin
içtihat ve istinbata ehil olduklarına inandıklarından bu tavrın içine girerler.
Nitekim
onlardan birisine:
رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ
“kavurucu soğuğu[12]
bulunan bir rüzgar..” (Al-i
İmran 117) ayeti hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Bu ayetteki sırr kelimesi
sarsar[13]
demektir” der.”
[6] Beyhaki, Şuabu’l-İman (2/425)
[7] El-Burhan Fi Ulumi’l-Kur’ân (1/292)
[11] Bkz.: Tefisru’l-Kurtubi (2/222) Tefsiru İbn Kesir (3/16)
[12] Sırr kelimesi şiddetli soğuk demektir. Bkz.:
Lisanu’l-Arab (4/450)
[13] Yani geceleyin öten cırcır böceği bkz.: el-İ’tisam
(1/179)