Allah Teâlâ hakkında mekân olan arşının üzerinde olduğunu
söylemek sahihtir, mekan lafzı Sahihayn’da ve başka eserlerde sabit olmuştur.
Yine sahabe ve tabiinden de Allah Teâlâ hakkında mekânı ispat eden ifadeler
gelmiştir.
Ehl-i Sünnet’ten bazıları bu konuda tevakkuf etmişler, Allah
hakkında mekânı ne ispat etmişler ne de nefyetmişlerdir. Mekân kelimesinin
manası hakkında ayrıntıya gitmişlerdir.
Lakin Allah’ı mekândan mutlak olarak tenzih etmek
Cehmiyye’nin görüşüdür! Selef’ten Allah’ı mekândan tenzih eden bir görüş
gelmemiştir!
Allah Teâlâ hakkında mekânı ispat edenlerin delillerine
gelince:
Merfu Hadisler
1- Buhârî Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي
فِي دَارِهِ فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ، فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ لَهُ
سَاجِدًا..."
“Rabbim’den O evinde iken izin istedim, benim için izin
verildi, O’nu görünce O’na secdeye kapandım…”
2- Buhârî Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor:
فَأَشَارَ إِلَيْهِ جِبْرِيلُ: أَنْ نَعَمْ
إِنْ شِئْتَ، فَعَلاَ بِهِ إِلَى الجَبَّارِ، فَقَالَ وَهُوَ مَكَانَهُ: يَا رَبِّ
خَفِّفْ عَنَّا فَإِنَّ أُمَّتِي لاَ تَسْتَطِيعُ هَذَا، فَوَضَعَ عَنْهُ عَشْرَ صَلَوَاتٍ…
“…Cibril ona: “Evet, dilersen” diye işaret etti. Bunun
üzerine el-Cebbar’a yükseldi, O mekânında idi, dedi ki: “Ey rabbim! Bizden
hafiflet. Zira ümmetim buna güç yetiremez.” Bunun üzerine on namaz indirildi…”
İbn Receb el-Hanbelî bu hadisleri kastediyor
olmalı ki şöyle demiştir:
وفي الصحيحين إثبات لفظ المكان
“Sahihayn’da mekân lafzı ispat edilmiştir.”
El-Hattabî gibi kelamcılar bu
hadis hakkında mekan’ın Allah’a izafe edilemeyeceğini, “O mekanında idi”
lafzındaki zamirin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e râcî olduğu iddia
etmişler, Şerik’in bu lafızda tek kalması ile illetlendirmişlerdir. Maalesef
Abdullah el-Guneyman
gibi Ehl-i Sünnet menhecini benimsemiş olan ve Allah’ı mekandan tenzih etmeyen
bazı âlimler dahi zamirin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e döndüğü şeklindeki
te’vile tabi olmuşlari, el-Elbani, bu konuda tereddüte düşmüştür!
3- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ يُمْهِلُ حَتَّى إِذَا
ذَهَبَ ثُلُثَا اللَّيْلِ هَبَطَ إِلَى هَذِهِ السَّمَاءِ ثُمَّ أَمَرَ بِأَبْوَابِ
السَّمَاءِ فَفُتِحَتْ ثُمَّ قَالَ هَلْ مِنْ سَائِلٍ فَأُعْطِيَهُ؟ هَلْ مِنْ
دَاعٍ فَأُجِيبَهُ؟ هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَأَغْفِرَ لَهُ؟ هَلْ مِنْ
مُسْتَغِيثٍ أُغِثه، هَلْ مِنْ مُضْطَرٍّ أَكْشِف عَنْهُ الضُّرَّ؟ فَلَا يَزَالُ
ذَلِكَ مَكَانَهُ حَتَّى يَطْلُعَ الْفَجْرُ فِي كُلِّ لَيْلَةٍ مِنَ الدُّنْيَا ثُمَّ
يَصْعَدُ إِلَى السَّمَاءِ
“Muhakkak ki Allah gecenin üçte biri geçince şu semâya iner, sonra semâ
kapılarının açılmasını emreder ve buyurur ki:
“İsteyen yok mu ona istediğini vereyim. Duâ eden yok mu, ona icabet edeyim.
Bağışlanma dileyen yok mu onu bağışlayayım. Yardım isteyen yok mu ona yardım
edeyim. Sıkıntıda olan yok mu, onun sıkıntısını gidereyim.” Bu durum O
mekânında iken dünyanın her gecesinde fecir doğuncaya kadar devam eder. Sonra
semaya yükselir.”[6]
4- Muslim’in rivayet ettiği meşhur hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
cariyeye: “Allah nerede?” diye sormuştur. “Nerede”
sorusu Araplar katında mekânı sormak demektir.
Hadis hakkındaki ızdırap ve şazlık iddiasına el-Elbani rahimehullah
Muhtasaru’l-Uluv’de şöyle cevap vermiştir:
“Bu hadis çeşitli
yollarla varid olmuştur. Muhtemelen bundan dolayı musannif bunun mütevatir
hadislerden birisi olduğunu söylemiş olmalıdır. Ancak bu tartışılır. Çünkü Müsned’de
olduğu gibi, bazılarının rivayetinde cariyenin Arapça bilmediği ve: “Semâdadır,
dedi” yerine semâya işaret ettiği belirtilmektedir. Fakat bu hadisin senedinde
asıl adı Abdurrahmân b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd el-Kûfî olan el-Mes’ûdî
adındaki ravi bulunmaktadır. Bu ravinin hafızası karışmıştı. Bu hadisi de
hafızasının karıştığı zamanlarda rivayet etmiştir. Çünkü hadis Müsned’de
(2/291) ve Beyhakî’nin Sünen’inde (7/388) Yezîd b. Hârûn’un kendisinden diye
naklettiği rivayet olarak kaydedilmiştir. İbn Numeyr şöyle demektedir:
“(el-Mes’ûdî) sika bir ravi idi, ama son zamanlarında hafızası
karışmıştır. Ondan İbn Mehdî ve Yezîd b. Hârûn karışmış halde bir takım
hadisler dinlemiştir.” Dolayısıyla ez-Zehebî’nin kitabın aslında “senedi
hasendir” demesi pek güzel bir ifade değildir. Çünkü buradaki “Arap olmayan”
fazlalığının zayıf olduğunu pekiştiren hususlardan birisi de diğer rivayet
yollarında bu lafzın bulunmamasıdır. Musannıf bunu kitabın aslında da
zikretmiştir. Rivayetin bir kısmı sahih, diğer bölümlerinin ise şevâhid
arasında kullanılmasında bir sakınca yoktur.
(el-Elbani dedi ki) Ben Sahîhu Ebî Dâvûd (862) ile İbn Ebî Şeybe,
el-İman, (84) numaralı hadis ile İbn Ebî Âsım’ın Tahrîcu’s-Sunne (489)’de bu
hadisin kaynaklarını gösterdim. Bu hadis hiç şüphesiz sahih bir hadistir. Bunda
cahil ya da hevâ sahibi garezkâr kimseler dışında şüphe eden olmaz. Böylelerine
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den bulundukları sapıklığa muhalif bir
nas geldi mi hemen onu te’vil etmek hatta büsbütün ta’til etmek suretiyle ondan
kurtulmaya çalışırlar. Buna imkânları olmazsa bu hadiste olduğu gibi, hadisin
sübûtu hakkında tenkitte bulunmaya çalışırlar.
Şüphesiz hadis, senedinin sıhhati ile birlikte hadis imamları da
aralarında bildiğim kadarıyla bir görüş ayrılığı bulunmaksızın sahih kabul
etmişlerdir. Bunlardan birisi de İmam Müslim’dir. Çünkü hadisi Sahîh’inde
rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebû Avane de, Müslim üzerine Mustahrec’inde bu
hadisi rivayet etmiş, Beyhakî el-Esmâ ve’s-Sıfât’ta hadisin akabinde (s. 422):
“Bu sahihtir ve bunu Müslim rivayet etmiştir” demiştir.
Bununla birlikte taassubun içerisinde helak olmuş Kevserî’nin hadiste
ızdırab bulunduğu iddiası ile sıhhati hakkında şüphe uyandırmaya çalıştığını
görüyoruz. O, el-Esmâ adlı eser üzerinde karaladıkları arasında bu hadis
hakkında (s. 441-442) şu notu düşmüştür:
“Bunların hadisini Muâviye b. el-Hakem’den yalnızca Atâ b. Yesâr
rivayet etmiştir. ez-Zehebî’nin “Kitabu’l-Uluvv”da belirtildiği üzere bu
hadisin bir lafzında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in cariye ile
konuşmasının ancak işaret ile olduğuna ve ravinin işaretten anladıklarını
kendisinin tercih ettiği bir lafız ile sıraladığına delil teşkil etmektedir.
Buna göre, bizim dediğimize delil teşkil eden Atâ’nın lafzı şöyledir: “Bana
bizzat cariye sahibinin kendisi tahdis etti…” Bu hadiste şu ifadeler yer
almaktadır: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem soru sormak amacı ile elini
cariyeye uzatarak: Semâda kim var, diye sormuş, cariye: Allah demiştir. Peki,
ben kimim diye sorunca, cariye: Rasûlullah demiştir. Allah Rasûlü: Bu cariyeyi
hürriyetine kavuştur. Çünkü o müslüman birisidir, buyurdu. İşte bu “Allah
nerededir?” ifadesinin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından
telaffuz edilmediğine bir delildir. İşte mana yoluyla rivayet, hadiste
gördüğünüz şekildeki bir ızdırabı ortaya çıkarmış bulunmaktadır.”
Kevserî böyle demektedir. Allah ona adaletiyle muamele etsin. Daha önce
hadisin sahih oluşuna dair yaptığımız açıklamaları hatırlayın. Ayrıca Atâ’nın
bizatihi cariye sahibinden nakletmiş olduğu hadis, Saîd b. Zeyd’in rivayetinden
olduğundan ötürü senedi açısından sahih değildir. Çünkü Saîd b. Zeyd her ne
kadar doğru sözlü birisi ise de, hıfzı pek güçlü birisi değildir. Bundan dolayı
bir topluluk onun zayıf olduğunu söylemiştir. Hatta Yahyâ b. Saîd onun oldukça
zayıf olduğunu söylüyordu.
Hâfız da Takrîbu’t-Tehzîb’de buna işaret ederek: “O doğru sözlüdür. Ama
bazı yanılmaları vardır” demektedir.
İşte bu şekilde: Allah nerede, diye kendisine sorulan herkesin, fıtratı
gereği hemen: Semâdadır, dediğini görüyoruz. Bu rivayette iki mesele vardır:
Birincisi Müslüman’ın: “Allah nerededir?” diye sormasının meşru
olduğudur.
İkincisi ise, kendisine soru sorulan kimsenin: “Semâdadır” diyeceğidir.
Bu iki meseleyi inkâr edip reddeden bir kimse aslında Muhammed Mustafa
sallallâhu aleyhi ve sellem’e karşı tepki gösteriyor demektir.
Câbir b. Abdullah radiyallâhu anh’in rivayet ettiği hadis: Buna göre
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Arafe günü verdiği hutbesinde:
“Tebliğ ettim mi?” diye sormuş, ashâb, evet diye cevap verince,
Allah rasûlü parmağını semâya kaldırıp, onu onlara doğru indirip işaret
ederken:
“Şahit ol Allah’ım!” buyurdu. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Buna ek olarak, hadisin rivayetinde geçen “el ve soru sormak”, bu hadisi
rivayet eden hadis hafızları ile onların daha alt mertebelerinde bulunanlar
arasında yalnız kendisinin münferiden söylediği bir şeydir. Onun bunu
münferiden rivayet etmesini hadis âlimleri şüphesiz münker olarak saymaktadır.
Allah bizi de, sizi de hevâdan korusun. Şimdi şu adamın (Kevserî’nin) bu
münker rivayete nasıl dayandığına bir bakıp düşünün. Durum bundan ibaret de
değildir. Aksine bu rivayet ile muhaddisler arasında sahih olduğu ittifakla
kabul edilmiş, ikinci rivayeti vurmakta ve münker rivayeti sahih olan rivayetin
zayıf ve muzdarip oluşuna delil kabul etmektedir. İlmini ve bildiklerini
müslümanların peygamberlerinin hadisleri hakkında şüphe uyandırmak için kötüye
kullanan bu adam hakkında mümin ne der? -Allah ona layıkını versin-
Diğer taraftan o bu şekilde bir saptırıcılıkla yetinmiyor. Aksine raviye
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında bilerek yalan söylemeyi de
nispet ediyor. Fakat bu ravi hangisi olursa olsun sika birisidir. Çünkü bu
hadisin bütün ravileri sikadırlar. Bunu dememizin sebebi, Kevserî’nin az önce
geçen sözlerinin anlamının şu olmasıdır: Ravi Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sellem’in cariyeye “Allah nerededir?” dediğini nispet etmeyi tercih
etmiştir. Hâlbuki Kevserî’ye göre vakıa Peygamber’in böyle bir şey demediği
şeklindedir. Bunu ancak ravi kendi kanaati ile Saîd b. Zeyd’in rivayeti yerine
koymuştur:
“Peygamber elini cariyeye soru sormak üzere uzattı: Semâda olan kimdir,
(anlamında) sordu.”
İşte müslümanları Kevserî denilen bu zattan ve suçsuz olan kimseleri
yapmadıkları ile itham eden benzerlerinden sakındırmak, görevlerim arasındadır.
Bunu yaparken de onlara Yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size
bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da onlara yaptıklarınıza
pişman olmamak için- iyice araştırın.” (Hucurât, 6) âyetini
hatırlatıyorum.”
5- Zehebî, el-Uluvv’da şöyle demiştir: “Ebu Ahmed el-Assâl, Kitabu’l-Ma’rife’de,
kuvvetli bir isnad ile Sabit (el-Bunanî)’den, onun da Enes radıyallahu anh’den
rivayet ettiği hadiste şöyle geçer:
فَآتِي بَابَ الْجَنَّةِ فَيُفْتَحُ لِي
فَآتِي رَبِّي تبارك وتعالى وَهُوَ عَلَى كُرْسِيِّهِ أَوْ سَرِيرِهِ فَأَخِرُّ
لَهُ سَاجِدًا وَذَكَرَ
“Cennetin kapısına gelirim, bana kapı açılır, Rabbim
Tebarek ve Teâlâ’ya gelirim, o kürsisi veya seriri (koltuğu) üzerindedir. Hemen
O’na secdeye kapanırım….” Hadis böyle devam eder.
6- Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ın Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’den rivayet ettiği Kudsi hadiste şöyle buyrulmuştur:
".. وَعِزَّتِي وَجَلَالِي وَارْتِفَاعِ مَكَانِي لَا أَزَالُ
أَغْفِرُ لَهُمْ مَا اسْتَغْفَرُونِي
“İzzetime, celalime ve mekânımın yüksekliğine yemin olsun ki benden
bağışlanma diledikleri sürece onları bağışlamaya devam ederim.”
7- Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
يَقُول الله عز
وجل يَوْم الْقِيَامَة أَنا الديَّان أَنا مَالك يَوْم الدّين وَعِزَّتِي وعظمتي وَجَلَالِي
وارتفاع مَكَاني لَا يدْخل الْجنَّة أحد ولأحد من أهل النَّار قبْلَة مظْلمَة
“Allah Azze ve Celle kıyamet gününde şöyle buyurur: “Ben ed-Deyyan’ım.
Ben din gününün Malik’iyim. İzzetime, azametime, celalime ve mekânımın yüksekliğine
yemin ederim haksızlıklar ödenmedikçe cennetlikler cennete, cehennemlikle
cehenneme giremez.”
Tabiin ve Tebau’t-Tabiinden Selefin Sözleri
8- Mucahid rahimehullah şöyle demiştir:
بَيْنَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ وَبَيْنَ الْعَرْشِ سَبْعُونَ
أَلْفَ حِجَابٍ فَمَا زَالَ مُوسَى عليه السلام يَقْرُبُ حَتَّى كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ
حِجَابٌ فَلَمَّا رَأَى مَكَانَهُ وَسَمِعَ صَرِيفَ الْقَلَمِ قَالَ {رَبِّ
أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكِ}
“Yedinci kat sema ile arş arasında yetmiş bin perde vardır. Musa
aleyhi's-selâm kendisiyle rabbi arasında tek bir perde kalıncaya kadar
yakınlaştı. O’nu mekânında görünce kalemin cızırtısını işitti. Dedi ki: “Rabbm!
Bana kendini göster, sana bakayım.”
9- Vehb b.
Munebbih rahimehullah’tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
لَمَّا سمع مُوسَى عَلَيْهِ السَّلَامُ كلام الله تعالى
أنس بالصوت فَقَالَ يا رب أَسْمَعُ صَوْتَكَ وَلَا أَرَى مَكَانَكَ فَأَيْنَ أَنْتَ؟ فَقَالَ الله سبحانه أَنَا فَوْقَكَ وعن يمينك وعن
شمالك وَأَمَامَكَ وَخَلْفَكَ وَمُحِيطٌ بِكَ
“Mûsâ aleyhi's-selâm Allah Teâlâ’nın kelamını
işitince sesle ünsiyet buldu ve dedi ki:
“Ey rabbim!
Sesini işittim, mekânını göremedim. Sen neredesin?” Allah Subhânehu buyurdu ki:
“Ben senin
üstündeyim. Sağından, solundan, önünden ve arkandan seni kuşattım.”[12]
Uyarı: Bu rivayette Musa aleyhi's-selâm’ın Allah Azze ve Celle’ye mekân
nispet etmesi açıktır. Lakin Ebu Nasr es-Siczî, Zebid Halkına Mektup
kitabında kendisinin de zikrettiği bu rivayetteki bu manadan gaflet ederek
Eşari’lerin “Allah’ı mekândan tenzih” tuzağına düşmüş, risalesinin başka bir
yerinde şöyle demiştir:
“Hak ehline göre Allah Subhânehu zatıyla halktan ayrıdır, keyfiyet ve
mekân olmaksızın arşın üzerindedir”
“Bize göre Allah mekânlardan ayrıdır, her
muhdesin (sonradan olma şeylerin) üzerindedir”
“Allah Subhânehu ise arşın üzerindedir, mekân veya sınır söz konusu
değildir. Allah Subhânehu’nun mekânda olmadığı hususunda ittifak ettik. Sonra
mekânı yaratmıştır. Allah, mekânı yaratmadan önce nerede ise oradadır.”
Şüphesiz Cehmiyye ve Mu’tezilî Eşarilere reddiye vermeye çalışırken,
es-Siczî’den bir zuhûl eseri olarak sadır olan bu sözler, şaz sözlerdir.
Elbette es-Siczî, Mu’tezile, Cehmiyye ve Eş’âriler’in akidesinde değil, bilakis
onları şiddetle reddeden bir imamdır. Lakin şeklen Cehmîlerin sözüne benzeyen
sözler kendisinden hatâ ile çıktı diye es-Siczî rahimehullah Cehmîlik,
Eş’arilik veya Mu’tezilelik ile itham edilemez! Bu açıktır. Ama maalesef
asrımızda iş bilmez cahiller, Beyhakî, Zehebî, Nevevi, İbn Hacer, el-Elbani
gibi hadis ehli imamları, isim-sıfat meselelerinde hata ettikleri bazı
sözlerden dolayı hemen Cehmîlik vb. ithamlarla suçluyorlar!
10- Hammad b. Zeyd rahimehullah şöyle demiştir:
هُوَ فِي مَكَانِهِ يَقْرُبُ مِنْ خَلْقِهِ
كَيْفَ شَاءَ
“O (Allah Azze ve Celle) mekânındadır, mahlûkatına dilediği gibi
yakınlaşır.”
11- el-Fudayl b. Iyad rahimehullah şöyle demiştir:
إِذَا قَالَ لَكَ
الجهمي إنا لا نؤمن بِرَبٍّ ينزل عَنْ مَكَانِهِ فَقُلْ أنت أَنَا أُؤْمِنُ بِرَبٍّ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ
“Bir Cehmî sana: “Biz mekânından nüzul eden bir rabbe iman etmeyiz”
derse sen de de ki: “Ben dilediğini yapan bir rabbe iman ediyorum.”[14]
Ehl-i Sünnet İmamların
Sözlerinden Bazıları
12- İbn Kuteybe ed-Dineverî rahimehullah dedi ki:
ولو أن هؤلاء رجعوا إلى فطرهم وما ركبت عليه
خلقتهم من معرفة الخالق سبحانه لعلموا أن الله تعالى هو العلي وهو الأعلى وهو
بالمكان الرفيع
“Şayet bu kimseler, yaratıcının kendilerini yaratmış olduğu fıtratlarına
dönseler, Allah Teâlâ’nın yüce, yukarıda ve yüksek mekanda olduğunu
anlarlardı.”
13- Osman b. Said ed-Darimi şöyle demiştir:
وَكَيْفَ يَهْتَدِي بِشْرٌ لِلتَّوْحِيدِ، وَهُوَ
لَا يَعْرِفُ مَكَانَ وَاحِدِهِ
“Bişr (el-Merisî) tevhide nasıl hidayet bulabilir ki? O birlediği zatın
mekanını bilmiyor!”
14- Et-Taberî rahimehullah şöyle demiştir:
وقال آخرون: معنى ذلك: وهو العَلِيُّ على
خَلْقِه، بارتفاعِ مكانِه عن أماكنِ خَلْقِه…
“Diğerleri de dedikler ki: “Bunun manası yarattıklarından üstte olması, mahlûkatın
mekanından yüksek bir mekanda olmasıdır…”
15- İbn Batta rahimehullah şöyle demiştir:
لَكِنَّا نَقُولُ: إِنَّ رَبَّنَا تَعَالَى
فِي أَرْفَعِ الْأَمَاكِنِ، وَأَعْلَى عِلِّيِّينَ قَدِ اسْتَوَى عَلَى
عَرْشِهِ فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ وَعِلْمُهُ مُحِيطٌ بِجَمِيعِ خَلْقِهِ
“Lakin biz deriz ki: Rabbimiz Teâlâ mekânların en yükseğinde, a’lâyu
illiyyindedir. Semalarının üzerindeki arşı üzerine istiva etmiştir. İlmi bütün mahlûkatını
kuşatmıştır.”
Bu gibi nakilleri çoğaltmak mümkündür. Lakin Ehl-i Sünnet’ten hiçkimse
Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu söylememiştir. Bunu ancak Cehmîyye
söylemiştir:
16- İmam Harb el-Kirmanî rahimehullah şöyle demiştir:
والجهمية أعداء الله: وهم الذين يزعمون أن القرآن مخلوق وأن
الله لم يكلم موسى، وأن الله لا يتكلم، ولا يرى، ولا يعرف لله مكان، وليس لله
عرش، ولا كرسي وكلام كثير أكره حكايته، وهم كفار زنادقة أعداء الله فاحذروهم
“Cehmiyye:
Allah’ın düşmanlarıdırlar. Onlar Kur’ân’ın mahlûk olduğunu, Allah Azze ve
Celle’nin Musa aleyhi's-selâm ile konuşmadığını, Allah’ın konuşucu olmadığını,
görülmeyeceğini, Allah için bir mekân tarif edilemeyeceğini, Allah’ın arşı ve
kürsisi olmadığınıı iddia ederler. Onlar Allah’ın düşmanı zındık kâfirlerdir.
Onlardan sakının!”
17- Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
ولا يقدر احد ان ينقل عن احد من سلف الامة وائمتها في القرون
الثلاثة حرفا واحدا يخالف ذلك لم يقولوا شيئا من عبارات النافية ان الله ليس في
السماء والله ليس فوق العرش ولا انه لا داخل العالم ولا خارجه ولا ان جميع الامكنة
بالنسبة اليه سواء ولا انه في كل مكان أو أنه ليس في مكان او انه لا تجوز الاشارة
الحسية اليه ولا نحو ذلك من العبارات التي تطلقها النفاة
“Ümmetin ilk üç asırdaki selefinden ve imamlarından birinin
buna aykırı tek bir sözünü kimse nakledemez. Onlar Allah’ın semâda olmadığı,
arşın üzerine olmadığı, âlemin ne içinde, ne dışında olduğu, bütün mekanların
O’na eşit seviyede olduğu, O’nun hiçbir mekanda olmadığı veya bir mekanda
olmadığı, O’na hissi bir işaretle işaret etmenin caiz olmadiğı gibi
nefiycilerin kullandıkları ibarelerden bir şey kullanmamışlardır.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah, Selef’in Allah’ı asla
mekândan tenzih etmediklerini ifade etmiştir.