İbn Teymiyye rahimehullah İktizau’s-Sirati’l-Mustakîm kitabında (2/190-192) şöyle demiştir:
“Dahası, Allah, kendisine
yapılacak duaların kabul edicisi olduğuna kesinlikle inanılarak yapılan duaları,
dua edenler müşrik ve fasık bile olsalar, kabul etmektedir. Nitekim aşağıdaki
ayetIer bize bu gerçeği haber vermektedir:
وَإِذَا
مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَائِمًا فَلَمَّا
كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ
زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“İnsana bir
zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder,
zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi
hiç çağırmamış gibi döner gider. İşte ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları
böylece süslü gösterilir.” (Yunus 12)
وَإِذَا
مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ إِلَّا إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ
إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الْإِنْسَانُ كَفُورًا
“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün
yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında,
dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” (İsra 67)
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ
اللَّهِ أَوْ أَتَتْكُمُ السَّاعَةُ أَغَيْرَ اللَّهِ تَدْعُونَ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
*
بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِنْ
شَاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ
“De ki: “Eğer
doğru söylüyorsanız bana haber verin, size Allah’ın azabı gelirse ya da saat
gelip çatarsa Allah’tan başkasını mı çağıracaksınız?” Hayır yalnız O’na
yalvarırsınız. O da dilerse yalvardığınız şeyi giderir ve şirk koşmakta
olduklarınızı unutursunuz.” (En'am 40-41)
Fakat Allah'ın ilahlığını
kabul ettikleri için istekleri kabul edilen söz konusu kimseler yaptıkları
ibadetleri sırf Allah için yapmadıkları veya Allah'a ve Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e itaâtkâr olmadıkları takdirde dileklerinin karşılanması sayesinde
sağladıkları kazanç kendileri için sadece bir dünya metâı olur, buna karşılık
âhirette hiçbir nasipleri olmaz. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا
لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلَاهَا
مَذْمُومًا مَدْحُورًا *
وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ
فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا * كُلًّا نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ
عَطَاءِ رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا
“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye
dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş
olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona
yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür. Hepsine,
onlara da bunlara da rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış
değildir.”
(İsrâ 18-20)
Bilindiği gibi İbrahim
aleyhi's-selâm zamanının mü'minlerine rızık vermesi için Allah'a dua etmiştir:
رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ
أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ
“Rabbim!
Burayı güvenli bir şehir kıl, halkından Allah'a ve âhiret gününe iman edenleri
çeşitli ürünlerle rızıklandır.” (Bakara 126)
Fakat Allah Azze ve
Celle bu duasına şöyle karşılık verdi:
وَمَنْ كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلًا
ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“Kâfir olanı
dahi az bir süre faydalandırır, sonra onu ateş azabına mahkûm ederim. Ne kötü
bir dönüş yeri!” (Bakara 126)
Demek ki, gerek yapılan
dualara karşılık olarak ve gerekse duasız olarak rızka başarıya kavuşturulan
herkes Allah'ın sevdiği ve hoşlandığı kullardan değildir. Bilakis AIlah
mü'mini de kâfiri de iyiyi de kötüyü de rızıklandırır ve bu meyanda kâfirlerin
dualarını kabul ederek dünya ile ilgili dileklerini karşılar, ama onların
ahirette hiç bir nasibi olmaz.
Nitekim bu anlamda
şöyle bir hikâye anlatılır. Vaktiyle bir Hıristiyan ordusu Müslümanların bir
şehrini kuşatır. Fakat günün birinde içme suları biter. Bunun üzerine müslümanlara
kendilerine içme suyu verdikleri takdirde kuşatmayı kaldırmayı teklif ederler.
Teklifi aralarında görüşüp değerlendiren Müslüman yetkililer düşmanları susuz
bırakıp zayıf düşürdükten sonra üzerlerine aniden baskın düzenlemeyi
kararlaştırırlar. Fakat bunun üzerine çaresiz kalan Hıristiyanlar, Allah'a
yönelerek dua ederler, O’ndan yağmur yağdırmasını isterler. Çok geçmeden yağmur
yağar ve Hıristiyanlar da suya kavuşmuş olur.
Bu olay bir kısım
müslümanların inançlarının sarsılmasına yol açar. Bunun üzerine şehrin
hükümdarı ermiş bir kişiyi halkın imanını yeniden güçlendirmekle
görevlendirir. Ermiş kişi hemen kurdurduğu bir minbere çıkarak Allah'a şöyle
dua eder:
“Ey rabbim! Karşımızdaki
düşmanlarımızın rızıklarını üstlendiğini biliyoruz. Çünkü sen kitabında: “Yeryüzündeki
bütün canlıların rızkı Allah'ın garantisi altındadır.” (Hud 6)
buyuruyorsun. Düşmanlarımız sıkıntı içindeyken sana dua ettiler. Ayrıca sen
sıkıntı içindeyken sana dua edenlerin dualarını kabul edeceğini bildirdin. Bu
adamların rızkını sağlamayı üstlendiğin ve de sıkıntılı durumda sana dua
ettikleri için yağmur yağdırıp onlara su verdin. Yoksa onları sevdiğin veya
dinlerini onayladığın için dileklerini karşılamış değilsin. Şimdi de biz senden
mü'min kulların kalplerindeki imanı pekiştirecek bir olağanüstü destek diliyoruz.”
Bu duanın bitiminden
bir süre sonra ortaya çıkan şiddetli bir kasırga Hıristiyan ordusunu kısa
sürede helak ediverdi.
Buna benzer bir olay
da Allah'ın koyduğu sınırları aşan bir şey dileyen kimsenin duasıdir. Allah'ın
sınırlarını aşmak ya yararlı olmayan veya özü bakımından günah olan bir şey
dilemekle olur. Böyle bir kimsenin duası şu veya bu oranda gerçekleşince bu
sonucu isteğinin yerinde ve amellerinin salih olduğuna delil sayar. Tıpkı
Allah'ın dünyada mühlet vererek mal ve evlad sağladığı bazı kötülerin bu
gelişmeleri iyilikleri için meydana gelmiş gelişmeler saymaları gibi. Allah Azze
ve Celle buyuruyor ki:
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِهِ
مِنْ مَالٍ وَبَنِينَ *
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ
“Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine
faydaları arttıracağız? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar " (Mu'minun 55-56)
Yine bu gerçeği
vurgulayan bir kaç ayet daha okuyalım:
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّى إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُمْ
بَغْتَةً فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
“Kendilerine
hatırlatılanı unuttuklarında biz de üzerlerine her şeyin kapılarını açtık.
Nihayet kendilerine verilenler ile şımardıklarında onları ansızın
yakalayıverdik. Böylece onlar ümitlerini kestiler.” (En'am 44)
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا
أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِأَنْفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُوا
إِثْمًا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ
“Kâfirler,
onlara mühlet vermemizi kendileri için asla bir hayır zannetmesinler. Onlara
ancak günahlarını artırmak için mühlet veriyoruz. Şüphesiz ki onlar için
alçaltıcı bir azap vardır!” (Âl-i İmrân 178)
Buradaki mühlet
vermekten maksat ömrü uzatmak ve bunun gereği olarak geçim kaynağı ve başarı
sağlamaktır.
فَذَرْنِي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ
سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ * وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
“Artık beni ve
bu sözü yalanlayanları başbaşa bırak. Biz onları bilmeyecekleri bir yerden
derece derece azaba yaklaştıracağız. Ben onlara süre tanıyorum. Düzenim elbette
sapasağlamdır." (Kalem 44-45)”