Zehebî Siyeru A’lami’n-Nubela’da (6/58) şöyle demiştir: “İşin onlara (Abbasîlere) geçmesiyle ferahladık. Lakin vallahi geçen kötülükleri bize yaptılar. Kanlar aktı, esirler alındı, yağmalar yapıldı. Muhakkak biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz. Kan dökülmesiyle beraber emniyeti sağlayan bir devlet zalim olabilir ama haramları delen bir devlet âdil olamaz. Nasıl adil olsun? Hatta Horasan’lı acemlerin devleti zorba bir devlet olmuştur. Bu gece dünkü geceye ne kadar da benziyor!”
Zehebî’nin sözüne şunu
ekleyelim: “Batılıların Demokrasisiyle hükmeden bir devlet nasıl âdil olabilir?”
İbnu’l-Kayyım rahimehullah
Zadu’l-Mead’da (4/329) şöyle demiştir: “Allah Teâlâ bu dünyada, hem sâlih hem
de fâcir kimselerin amellerini, neticelerini zorunlu olarak gerektirici
kılmıştır. Dolayısıyla iyilik yapmamayı, zekât ve sadaka vermemeyi, gökten
yağmurun yağmayışına, kıtlık ve kuraklığa sebep kılmıştır. Yoksullara zulmü,
ölçü ve tartıda hileyi, güçlünün zayıfa tecavüzünü idarecilerin zulmüne sebep
kılmıştır. Bunlar öyle idarecilerdir ki kendilerinden merhamet dilense merhamet
etmezler, acımazlar.
Aslında onlar idareci
suretine girmiş, halkın (tebaânın) amelleridirler. Çünkü Allah Teâlâ, hikmet ve
adaletiyle insanlara, amellerini münasip kalıp ve şekillere dökmek suretiyle
göstermektedir. Bu bazen kıtlık ve kuraklık şeklinde, bazen düşman suretinde,
bazen zalim idareciler şeklinde, bazen salgın hastalik suretinde, bazen bütün
insanları saran korku, endişe, gam, keder şeklinde, bazen göğün ve yerin
bereket kapılarını üzerlerine kapatmak şeklinde, bazen azap sebeplerine onları
kışkırtmaları ve böylece azabı iyice hak etmeleri için onlar üzerlerine
şeytanların musallat kılınması suretinde tezahür eder.
Akıllı kimse
yeryüzünde basiretle dolaşır. Allah'ın adalet ve hikmetinin yer tuttuğu yerlere
bakar, temaşa eder ve sonunda görür ki, peygamberler ve onlara uyanlar
hassaten kurtuluş yolu üzeredirler; diğerleri ise helâk yolunda yol
almaktadırlar ve helâk ve azab yurduna doğru yüz tutmuşlardır. Allah işini
bilir, O'nun hükmüne itiraz edecek, emrini geri çevirecek hiçbir kimse yoktur.
Tevfik ancak Allah'tandır.”
Bu uzun açıklamayı iyi
düşünmek gerekir!
İbn Teymiyye rahimehullah
Minhâcu’s-Sunne’de (4/529) şöyle demiştir: “el-Hasen el-Basrî rahimehullah
şöyle derdi:
“Muhakkak ki el-Haccac
Allah’ın azabıdır. Allah’ın azabını ellerinizle geri çeviremezsiniz. Lakin size
düşen boyun eğip Allah’a yalvarmaktır. Muhakkak ki Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “And olsun, biz onları azab ile yakalamıştık,
yine de rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı” (Mu’minun 76)
Talk b. Habib rahimehullah şöyle derdi: “Fitneden
takvâ ile sakının!” Ona denildi ki: “Bize takvâyı özetle açıkla.” Dedi ki: “Allah’ın
rahmetini umma nuruyla Allah’a taât ameli işlemek ve Allah’ın azabından korku
nuruyla Allah’a isyanı terk etmektir.” Bunu Ahmed ve İbn Ebi'd-Dunyâ rivayet
etmişlerdir.
Müslümanların fazilet sahipleri yöneticilere
ayaklanmaktan ve fitnede savaşmaktan yasaklıyorlardı. Nitekim Abdullah b. Ömer radıyallahu
anhuma, Said b. el-Museyyeb, Ali b. el-Huseyn rahimehumullah ve başkaları Harre
yılında Yezid’e karşı ayaklanmaktan yasaklamışlardır. Yine el-Hasen el-Basrî,
Mucahid ve başkaları İbnu’l-Eş’as fitnesinde ayaklanmaktan yasaklamışlardır.
Böylece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan sahih hadislerden
dolayı Ehl-i Sünnet’in işi fitnede savaşmayı terk etmek üzerinde kararlaşmış,
bu esası akidelerinde zikreder olmuşlar, ilim ve din ehlinden birçok kimse
fitnelerde savaşmış olsalar da yöneticilerin zulümlerine sabretmeyi ve onlarla
savaşmamayı emretmişlerdir.”