Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

1 Ekim 2024 Salı

Güvenliği Sağlayan Devlet Zalim Olabilir Ama Haramları Delen Devlet Âdil Olamaz!

 Zehebî Siyeru A’lami’n-Nubela’da (6/58) şöyle demiştir: “İşin onlara (Abbasîlere) geçmesiyle ferahladık. Lakin vallahi geçen kötülükleri bize yaptılar. Kanlar aktı, esirler alındı, yağmalar yapıldı. Muhakkak biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz. Kan dökülmesiyle beraber emniyeti sağlayan bir devlet zalim olabilir ama haramları delen bir devlet âdil olamaz. Nasıl adil olsun? Hatta Horasan’lı acemlerin devleti zorba bir devlet olmuştur. Bu gece dünkü geceye ne kadar da benziyor!”

Zehebî’nin sözüne şunu ekleyelim: “Batılıların Demokrasisiyle hükmeden bir devlet nasıl âdil olabilir?”

İbnu’l-Kayyım rahimehullah Zadu’l-Mead’da (4/329) şöyle demiştir: “Allah Teâlâ bu dünyada, hem sâlih hem de fâcir kimselerin amellerini, neticelerini zorunlu olarak gerektirici kılmıştır. Dolayısıyla iyilik yapmama­yı, zekât ve sadaka vermemeyi, gökten yağmurun yağmayışına, kıtlık ve ku­raklığa sebep kılmıştır. Yoksullara zulmü, ölçü ve tartıda hileyi, güçlü­nün zayıfa tecavüzünü idarecilerin zulmüne sebep kılmıştır. Bunlar öyle idarecilerdir ki kendilerinden merhamet dilense merhamet etmezler, acımazlar.

Aslında onlar idareci suretine girmiş, halkın (tebaânın) amelleridirler. Çünkü Allah Teâlâ, hikmet ve adaletiyle insanlara, amellerini münasip kalıp ve şe­killere dökmek suretiyle göstermektedir. Bu bazen kıtlık ve kuraklık şeklin­de, bazen düşman suretinde, bazen zalim idareciler şeklinde, bazen salgın hastalik suretinde, bazen bütün insanları saran korku, endişe, gam, keder şek­linde, bazen göğün ve yerin bereket kapılarını üzerlerine kapatmak şeklinde, bazen azap sebeplerine onları kışkırtmaları ve böylece azabı iyice hak etme­leri için onlar üzerlerine şeytanların musallat kılınması suretinde tezahür eder.

Akıllı kimse yeryüzünde basiretle dolaşır. Allah'ın adalet ve hikmetinin yer tuttuğu yerlere bakar, temaşa eder ve sonunda görür ki, peygamberler ve on­lara uyanlar hassaten kurtuluş yolu üzeredirler; diğerleri ise helâk yolunda yol almaktadırlar ve helâk ve azab yurduna doğru yüz tutmuşlardır. Allah işini bilir, O'nun hükmüne itiraz edecek, emrini geri çevirecek hiçbir kimse yoktur. Tevfik ancak Allah'tandır.”

Bu uzun açıklamayı iyi düşünmek gerekir!

İbn Teymiyye rahimehullah Minhâcu’s-Sunne’de (4/529) şöyle demiştir: “el-Hasen el-Basrî rahimehullah şöyle derdi:

“Muhakkak ki el-Haccac Allah’ın azabıdır. Allah’ın azabını ellerinizle geri çeviremezsiniz. Lakin size düşen boyun eğip Allah’a yalvarmaktır. Muhakkak ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “And olsun, biz onları azab ile yakalamıştık, yine de rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı” (Mu’minun 76)

Talk b. Habib rahimehullah şöyle derdi: “Fitneden takvâ ile sakının!” Ona denildi ki: “Bize takvâyı özetle açıkla.” Dedi ki: “Allah’ın rahmetini umma nuruyla Allah’a taât ameli işlemek ve Allah’ın azabından korku nuruyla Allah’a isyanı terk etmektir.” Bunu Ahmed ve İbn Ebi'd-Dunyâ rivayet etmişlerdir.

Müslümanların fazilet sahipleri yöneticilere ayaklanmaktan ve fitnede savaşmaktan yasaklıyorlardı. Nitekim Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma, Said b. el-Museyyeb, Ali b. el-Huseyn rahimehumullah ve başkaları Harre yılında Yezid’e karşı ayaklanmaktan yasaklamışlardır. Yine el-Hasen el-Basrî, Mucahid ve başkaları İbnu’l-Eş’as fitnesinde ayaklanmaktan yasaklamışlardır. Böylece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan sahih hadislerden dolayı Ehl-i Sünnet’in işi fitnede savaşmayı terk etmek üzerinde kararlaşmış, bu esası akidelerinde zikreder olmuşlar, ilim ve din ehlinden birçok kimse fitnelerde savaşmış olsalar da yöneticilerin zulümlerine sabretmeyi ve onlarla savaşmamayı emretmişlerdir.”

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)