Malumdur ki mut’a evliliği haramdır ve bu konuda savaş halindeki zarurete dayalı olarak verilen ruhsat da nesh edilmiştir.
Lakin mut’anın haram kılınmasından önce bunun ne şekilde
yapıldığı, şahitsiz ve veli izni olmadan mı yapıldığı sorgulanmakta, şayet
bu bir zina ise nasıl bir dönem buna ruhsat verildiği hakkında şüpheler ortaya
atılmaktadır.
Ebu Bekr el-Cassas rahimehullah şöyle demiştir: “Şayet: “Mut’a’ya
zina denilmesi caiz değildir. Çünkü nakil ehli, mutanın bir dönem mubah olduğu
hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın
hiçbir zaman mubah kılmadığı zinayı mubah kılmamıştır” denilirse, denilir
ki:
Mut’a mubah olduğu zamanda zina değildi. Allah Teâlâ onu
haram kılınca ona zina denilmesi caiz oldu…
Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gözler
zina edeler, ayaklar zina ederler, gözün zinası bakmak, ayakların zinası yürümektir.
Cinsel organ bunları ya tasdik eder, ya da yalanlar.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunlara, haram oldukları
için zina ismini mecaz yoluyla kullanmıştır. Aynı şekilde mut’a hakkında da haramlığını
ifade için mecac yoluyla zina ismi kullanılır.” (Ahkamu’l-Kur’ân 3/96)
Mut’a nikâhı, kolaylaştırma türünden idi. Bu yüzden şehirlerde
değil, ancak savaş ortamında mubah kılınmıştı.
Ebu Bekr el-Hazimî rahimehullah dedi ki: “Kays b. Ebi Hazım
dedi ki: İbn Mes’ud radıyallahu anh’ı şöyle derken işittim: “Biz Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber savaşıyorduk, yanımızda kadınlar yoktu.
Hadım olmak istedik, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi bundan
yasakladı. Sonra bize bir şey karşılığında belli bir süreye kadar kadını nikâhlamaya
ruhsat verdi.” Bu tarik hasen sahihtir. İslam’ın ilk yıllarında bu hüküm mubah
ve meşru idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ancak İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın
zikrettiği sebeple bunu mubah kılmıştı. Bu ancak savaşlarda olmuştu. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in şehirlerde bunu mubah kıldığına dair bir şey bize
ulaşmamıştır.” Hazimi, en-Nasih ve’l-Mensuh (s.176)
Bu kolaylaştırmadan dolayı mut’a nikâhında, örfi nikahtaki
şartlar koşulmamıştır. Sebra b. Ma’bed radıyallahu anh hadisi buna işaret
etmektedir:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Mekke Fethi yılında ashabına
kadınlarla mut’a yapmalarını emretmişti. Ben ve Suleymoğullarından bir
arkadaşım çıktık, Amiroğularından bakire bir cariye bulduk, onu kendisinden
isteyerek talip olduk ve bürdelerimizi teklif ettik. Bana baktı ve benim
arkadaşımdan daha yakışıklı olduğumu gördü. Arkadaşımın ise bürdesi benimkinden
daha güzeldi. Bir süre düşündü ve beni arkadaşıma tercih etti. Onunla üç gün
beraber oldum. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize onlardan (mut’a
yaptığımız kadınlardan) ayrılmamızı emretti.” (Muslim 1406)
Bu rivayet, mut’a nikâhının şahitsiz ve veli izni olmadan
yapıldığını göstermektedir.
İbn Abdilber rahimehullah dedi ki: “Mut’a nikâhının şahitsiz
ve veli izni olmadan yapıldığında icma ettiler. O belli bir süreye kadar olan nikâhtır.
(Süre bitince) talak söz konusu olmaksızın ayrılık gerçekleşir. Eşler arasında
miras söz konusu olmaz. Bu ise Allah’ın kitabında ve Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in sünnetindeki evlilik hükümlerinden değildir!” (et-Temhid 10/116)
Şekil bakımından mut’a, meşru olan nikâha benzememektedir.
Ancak mut’a, zinadan ayrıntılarda ayrılır: nesebin korunması ve akrabalık mut’a
ile sabit olur. Zina da ise nesebin karışması söz konusudur. Yine mut’a’da
istibrâ vardır.
El-Mevsuatu’l-Fikhiyeti’l-Kuveytiye’de (14/341) şöyle
denilir: “Fakihler mut’a nikâhıyla hamile kalan kadın hakkında, çocuğun
ilişkiye girmiş olduğu kimsenin nesebine katılacağı hususunda ittifak ettiler. Nikâh
akdinin sahih olup olmaması fark etmez. Nikâh akdinde şüphe olsa bile, kadın,
döşek sahibidir…
Yine mut’a nikâhında meydana gelen ilişki sebebiyle erkek
ile kadının akrabaları arasında hurmetu musaharet (evlilik akrabalığı) meydana
geleceğinde ittifak ettiler.”
Bu açıklamalardan sonra anlaşılmıştır ki, Ömer radıyallahu
anh’ın mut’a nikâhı ile ilgili uyguladığı yasak, mut’a’nın şehirlerde
uygulanması hakkındadır. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in mut’a
hakkında daha önce vermiş olduğu ruhsat da şehirlerdekiler hakkında değil, ancak
savaş anındaki zaruret halinde idi. Bazı sahabeler bu ruhsatı genel anlamış ve
şehirlerde uygulamışlar, bunun üzerine Ömer radıyallahu anh, bu yanlış anlamaya
dayalı uygulamayı iptal etmiştir.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın mut’a hakkında verdiği
cevaz da ancak savaştaki zaruret hali ile ilgilidir. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in savaş ortamında ruhsat verdiği mut’ayı daha sonra yasaklamasını, İbn
Abbas radıyallahu anhuma yalnız şehir ortamı hakkında geçerli bir yasak olarak
yorumlamış ve savaş ortamındaki zaruret halinde ruhsatın devam ettiği görüşünde
olmuştur. Ancak sahabenin çoğunluğu, savaş ortamında dahi mut’anın nesh edilmiş
olduğu kanaatindedirler.
Özetle, şehirlerde mut’a yapmanın haram olduğu hususunda
hiçbir ihtilaf veya şüphe yoktur. İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya nispet edilen
mut’aya cevaz verdiği görüşü ise yine kendisinden sabit olduğuna göre savaş
ortamındaki zaruret haliyle kayıtlıdır. Ehl-i Sünnetin geneli, savaş halindeki
zaruret halinde de olsa mut’anın mutlak olarak yasaklandığı, bu konudaki
ruhsatın nesh edildiği görüşündedirler.
Şia’nın şehirlerde uygulamakta olduğu mut’a ise haram
oluşunda hiçbir şüphe bulunmayan bir uygulamadır. İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın
görüşü de onlara bir delil değildir!