Ebu Hâmid el-Gazalî Faysalu’t-Tefrika’da (s.84) şöyle demiştir:
واعلم أنه لا تكفير
في الفروع أصلاً إلا في مسألة واحدة وهي أن ينكر أصلاً دينياً علم من الرسول
صلى الله عليه وسلم بالتواتر
“Bil ki Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den mütevatir olarak geldiği bilinen dinî bir esası
inkâr söz konusu olmadıkça fer’î bir meseleden dolayı tekfir edilmez.”
Abdulaziz Âlu
Abdillatif, Nevakizu’l-İmani’l-Kavliyye ve’l-İlmiyye kitabında bu sözü naklediyor!
Bu söz kelâmcıların bir bid’atidir!
Bilakis doğrusu, mütevatir
veya âhad olması fark etmeksizin sabit bir nassı inkâr eden kimse hüccet
ikamesinden sonra tekfir edilir.
İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de
(13/407) şöyle demiştir: “İbn Ebi Hatim, Menakibu’ş-Şafii kitabında Yunus b.
Abdila’lâ’dan şöyle dediğini rivayet etti: “Şafiî rahimehullah’ı şöyle derken
işittim:
لِلَّهِ أَسْمَاء وَصِفَات لَا يَسَعُ أَحَدًا رَدُّهَا وَمَنْ خَالَفَ بَعْد ثُبُوت الْحُجَّة
عَلَيْهِ فَقَدْ كَفَرَ وَأَمَّا قَبْل قِيَام الْحُجَّة فَإِنَّهُ يُعْذَر بِالْجَهْلِ لِأَنَّ عِلْم ذَلِكَ لَا
يُدْرَك بِالْعَقْلِ وَلَا
الرُّؤْيَة وَالْفِكْر
“Allah’ın isimleri ve
sıfatları vardır ki hiçkimse bunları reddedemez. Hüccetin sabit olmasından
sonra buna muhalefet eden kâfir olur. Ama hüccetin ikamesinden önce cehalet
sebebiyle mazur görülür. Çünkü bunun bilgisine akıl, görme veya tefekkür
yoluyla ulaşılamaz.”
İmam Şafii’nin bu
sözünü Bedruddin İbn Cemaa da İzahu’d-Delil adlı eserinde (s.35) İbn Ebi Hatim’in
kitbaından naklederek zikretmiştir.
İmam Şafii’nin: “Hüccetin
sabit olmasından sonra buna muhalefet eden kâfir olur” sözünü iyi düşün!
İmam Şafii rahimehullah’ın sözünde hüccet; âhad ya da mütevatir olarak kitap ve
sünnetin tamamıdır.
El-Hallal rahimehullah
es-Sunne’de (1734) dedi ki: “Bize Muhammed b. Ali el-Verrak haber verdi, dedi
ki: bize Muhammed b. İsmail et-Tirmizî tahdis etti, dedi ki: el-Hasen b.
el-Bezzar’ı şöyle derken işittim:
جَاءَ رَجُلٌ إِلَى الْمِرِّيسِيِّ فَقَالَ يَا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ أُذَاكِرُ أَصْحَابَ
الْحَدِيثِ فَكُلَّمَا ذَكَرُوا
الْحَدِيثَ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَدَدْتُهُ
قَالَ يَقُولُونَ أَنْتَ كَافِرٌ قَالَ صَدَقُوا
إِذَا ذَكَرُوا الْحَدِيثَ عَنِ
النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَرَدَدْتَهُ يَقُولُونَ أَنْتَ
كَافِرٌ قَالَ فَكَيْفَ أَصْنَعُ قَالَ إِذَا ذَكَرُوا حَدِيثَ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْ صَدَقْتَ ثُمَّ اضْرِبْهُ بِعِلَّةٍ فَقُلْ لَهُ عِلَّةٌ
“Bir adam el-Merisî’ye
geldi ve dedi ki: “Ey Ebu Abdirrahman! Sana hadis ashabını anlatayım. Onlar Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’den her hadis zikrettiğinde ben reddettim, onlar: “Sen
kâfirsin” dediler.” Dedi ki:
“Doğru söylüyorlar.
Onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis zikrettiklerinde sen onu
reddedersen tabii ki: “Sen kâfirsin” derler.” Dedi ki:
“Peki, ne yapayım?”
el-Merisî dedi ki:
“Onlar Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’den hadis zikrettiklerinde sen: “Doğru söyledin” dersin. Sonra
illetini öne sürerek “Bunun illeti var” dersin.”
Bu rivayet gösteriyor
ki, El-Merisî’nin zamanındaki hadis ehli âhad haberleri reddedenleri tekfir
ediyorlarmış. Hatta sapık Bişr el-Merisî dahi bunu onaylamıştır!
İbn Hazm, el-İhkâm’da
(1/89) şöyle demiştir:
وقد ذكرنا محمد بن نصر المروزي
أن إسحاق بن راهويه كان يقول من بلغه عن رسول الله (ص) خبر يقر بصحته ثم رده
بغير تقية فهو كافر ولم نحتج
في هذا بإسحاق وإنما أوردناه لئلا يظن جاهل أننا منفردون بهذا القول وإنما احتججنا في تكفيرنا من استحل خلاف ما
صح عنده عن رسول الله (ص) بقول
الله تعالى مخاطبا لنبيه (ص) فَلَا
وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا
يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Nitekim Muhammed b.
Nasr el-Mervezî’den şöyle dediğini zikretmiştik: “İshâk b. Rahuye şöyle derdi:
“Kendisine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir haber ulaşıp da
katında sahih olan, sonra takiyye yapmadan onu reddeden kimse bir kâfirdir.” Bu
konuda İshâk’ın sözüyle hüccet getirmedik. Ancak bunu câhilin bizleri bu
görüşte tek kalan kimseler olarak zannetmemesi için zikrettik. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak geldiğini kabul ettiği bir
rivâyetin aksine göre hareketi helâl sayanı tekfir etmemizde hüccet
getirdiğimiz delil, Allah Teâlâ’nın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben
şu âyetidir:
“Fakat hayır;
Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni
hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı
duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îmân etmiş olmazlar” (Nisa 65)”
İshak b. Rahuye rahimehullah:
“Katında sahih olan…” sözüyle hadis ehlinin kâidelerini
kastediyor. Yoksa herhangi bir zındık kendi nefsinden sıhhat ve zayıflığa
hükmetme kaideleri uydurur ve “Benim kaideme göre sahih değildir” diye iddia
eder. Hadisleri Kur’ân’a arz ederek sıhhatini tespit edeceklerini iddia eden
zındıkların yaptıkları gibi!
Şeyhulislam İbn
Teymiyye Der’u’t-Tearuz’da (5/297) şöyle demiştir:
“Malumdur ki bu
risaletin doğruluğunu ikrar değildir. Zira rasulün haktan bir şeye muhalefet
etmesi ve aklen imkânsız bir şeyi haber vermesi mümkün değildir. Lakin aklen
imkânsız olmadığı halde aklın anlamaktan aciz kaldığı bir şeyi haber verebilir.
Bu yüzden İmam Ahmed rahimehullah, Abdus b. Malik el-Attar’ın rivayet ettiği
es-Sunne risalesinde şöyle demiştir:
“Sünnette kıyas
yoktur, ona misal getirilmez ve akıllarla idrak edilmez.” Bu, müslümanların
diğer imamlarının da görüşüdür. Zira onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den gelenleri bütün insanların akıllarıyla idrak edemeyeceklerinde
ittifak etmişlerdir. Şayet herkes akıllarıyla idrak edebilselerdi elbette rasule
gerek olmazdı. Ona misaller vererek itiraz etmek caiz değildir. Akıllarıyla
idrak edemeyen insanların ona akıllarıyla itiraz etmeleri caiz değildir. Rasule
karşı kimse: “Söylediklerin aklıma uyarsa seni tasdik ederim” veya: “Aklî bir
delile aykırı düşmediğin takdirde sen doğru söylüyorsun” diyemez! Şayet rasulün
sahih bir aklî delile muhalif olması mümkün olsaydı, ona iman sahih olmazdı.
Ona iman eden kimsenin de bu şartla beraber rasul sallallahu aleyhi ve sellem’e
imanını doğrulaması mümkün olmazdı.”
Hüccet ikamesi
meselesine gelince, bu da yine mütevatir ile alakalıdır. Bunu inkâr eden kimse
onun mütevatir olduğunu bilmiyor olabilir. Böylece anlaşılır ki, onu inkâr eden
kişi ilimsiz olarak buna cür’et etmiştir. Onun cahilliği sürekli olarak
kendisine mazeret olmaz. Bilakis bilmediği konu kendisine açıklanarak sorumlu
tutulur. Bu zamanda ve önceki zamanlarda sünnet hadislerini inkâr edenlerin
genelinin hâli budur.
Mazeret olan cehalet;
giderilmesinden aciz kalınan cehalettir. Cehalet giderildiği zaman sorumluluk
başlar. Cehaleti gidermekten yüzçeviren de sorumludur.
Yine bilinmesi gerekir
ki, el-Gazali aslen bu konularda kendisine itimad edilecek birisi değildir.
Bazı yazarlar Ehl-i Sünnetin sözleriyle beraber Eş’arî’lerin görüşlerini de bu
tehlikeli konularda aynı konumdayımış gibi zikretme hatasına düşüyorlar!
El-Gazali’nin tekfiri terk etmenin daha
ihtiyatlı ve selametli olduğuna dair sözlerini nakledip duruyorlar! Bu söz
mutlak değildir! Bilakis delil ve burhana dayalı olan tekfir, Haricîlerin
şuurşuzca öne atıldıkları tekfir gibi değildir!
Hatta tekfiri hak
edeni tekfir etmemekte birçok kötülükler vardır. Bunların en önemlileri; kâfirleri
müslümanların hükmüne katmak, haram bir kadını ona helal saymak, layık olmadığı
halde onu müslümanların kabristanına gömmek, hak etmediği halde müslümana
gösterilmesi gereken hürmeti ona göstermek ve daha başka birçok kötülükler
vardır!
Aşağılanıp hakaret
edilmesi gereken nice müşrik ihtiyar, sakallı piri faniler vardır ki, ömürlerini
boş şeylerle geçirmişlerdir, Allah’ın rasulüyle gönderdiği dini hiç
araştırmamıştır, taklid ederek kalabalığıa uymuştur, sapık Mürcie akidesinin
yol işaretlerinden biri haline gelmiştir, gençlere sapıkça yönlendirmeler
yapmaktadır, camiye gidip geliyor diye, yaşlıdır diye hürmet görüyor!
Yine mutemed biri
olmayan el-Cuveyni’nin, kendisine Haricilerin tekfiri hakkında sorulunca
söylediği şu manadaki söz, Gazali’nin sözünden daha iyidir: “Müslümanın kafir
olduğuna hükmetmek şiddetli olduğu gibi, kâfirin müslüman olduğuna hükmetmek de
aynı şekilde şiddetlidir.” Böylece tevakkufu tercih etmiştir.