Bilinmektedir ki usul âlimleri arasında Davud ez-Zahirî’nin muhalefetlerini (icmayı bozan bir hilaf olarak) geçerli saymak konusunda bir ihtilaf vardır. Hatta bu konuda müstakil eserler yazılmış, bazıları daha da ileri giderek: “Akliyyât konusunda Sofestâîlerin muhalefetleri nasıl geçerli sayılmıyorsa, nakliyyât konusunda da Zahirîlerin muhalefetleri geçerli sayılmaz” demişlerdir.
Lakin bu konuda iki meselenin dikkate alınması
gerekir:
Birincisi:
Davud ez-Zahirî başka, İbn Hazm başkadır. İbn Hazm’ın selef asrının bitmesinden
sonra ortaya attığı görüşler dikkate alınmaz. Çünkü bunlar selefin döneminin sona
ermesinden sonra ortaya çıkmış görüşlerdir. Davud ez-Zahirî ise selef asrında
yaşamıştır. Bu yüzden onun görüşlerinin araştırılması gerekir.
İkincisi:
Görüş sahiplerinin sözleri araştırılırken Zahirî’lerin tek kaldıkları meseleler
iyi araştırılmalıdır. Zahirîlerin veya İbn Hazm’ın tek kaldıkları görüşler
olarak meşhur olan, fakat hakikatte selefte vaki olan, biri fıkıh, diğeri akide
konusunda olmak üzere iki örnek zikredelim:
1-
Gıybet ve yalanın orucu bozduğu görüşü, Zahirî’lere nispet edilen şiddetli bir
görüş olarak bilinir. Hâlbuki bu görüş tabiînden selefi olan zayıf bir
görüştür. İbn Ebî Şeybe, İbrahim en-Nehaî’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
كَانُوا يَقُولُونَ الْكَذِبُ يُفْطِرُ الصَّائِمَ
“Yalanın
orucu bozduğunu söylerlerdi.”[1]
2- ed-Dehr isminin esmau’l-hüsnâ’dan olduğu görüşü. Bu
görüş, İbn Hazm’ın görüşü olarak meşhur olmuştur. Halbuki ondan önce Buhârî’nin
şeyhi Nuaym b. Hammad rahimehullah da bunu söylemiştir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “İkinci görüş;
Nuaym b. Hammad ile beraber Hadis Ehli’nden ve Sufilerden bir tâife şöyle
demişlerdir: “ed-Dehr, Allah Teâlâ’nın güzel isimlerindendir. Manası kadîm ve
ezelî demektir.”[2]
Yine şöyle demiştir: “ed-Dehr, Nuaym b. Hammad’ın dediği
gibi Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Veya onun bir isim olmadığını
söylersek, “Ben ed-Dehrim” sözünün anlamı; dehre nispet edilerek sövülen
şeyleri yapan Ben’im” demektir. Bunu Ebu Ubeyde ve çoğunluk söylemişlerdir.”[3]
Bu iki örnek, Zahirîlerin şaz kaldıkları meseleler hakkında
iddiada bulunmadan önce meselenin güzel araştırılması gerektiğini
göstermektedir.