Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

11 Eylül 2020 Cuma

Deccal Bir Şeytan mıdır, Yoksa Bir İnsan mıdır?

Daha önceki sohbetlerimde ve yazılarımda Deccal’in cinlerden olduğunu ifade etmem üzerine bazı kardeşler bu konuda şüphe etmişlerdir. Bu yüzden burada meseleyi delilleriyle ispatlamam gerekli olmuştur.

İlim ehli Deccal’in bir insan mı yoksa Suleyman aleyhi's-selâm’ın adalardan birinde bağladığı bir şeytan mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları da babasının bir cine aşık olduğu ve Deccal’in bu cinden meydana geldiğini söylemişlerdir. Şeytanlar onun için çalışıp acaip işler yapardı ve Suleyman aleyhi's-selâm bunun üzerine onu hapsetti demişlerdir. Bazıları da onun kahin Şıkk’ın çocuklarından biri veya Şıkk’ın kendisi olduğu görüşündedir.

Mesele tahkik edildiğinde Deccal’in bir insan değil, bir şeytan olduğu görüşünün sahih delillerin ortaya koyduğu bir gerçek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sahih deliller şu şekildedir:

1- Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

يَخْرُجُ الدَّجَّالُ فِي خَفْقَةٍ مِنَ الدِّينِ وَإِدْبَارٍ مِنَ الْعِلْمِ فَلَهُ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً يَسِيحُهَا فِي الْأَرْضِ الْيَوْمُ مِنْهَا كَالسَّنَةِ وَالْيَوْمُ مِنْهَا كَالشَّهْرِ وَالْيَوْمُ مِنْهَا كَالْجُمُعَةِ ثُمَّ سَائِرُ أَيَّامِهِ كَأَيَّامِكُمْ هَذِهِ وَلَهُ حِمَارٌ يَرْكَبُهُ عَرْضُ مَا بَيْنَ أُذُنَيْهِ أَرْبَعُونَ ذِرَاعًا فَيَقُولُ لِلنَّاسِ أَنَا رَبُّكُمْ وَهُوَ أَعْوَرُ وَإِنَّ رَبَّكُمْ لَيْسَ بِأَعْوَرَ مَكْتُوبٌ بَيْنَ عَيْنَيْهِ كَافِرٌ - ك ف ر مُهَجَّاةٌ - يَقْرَؤُهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ كَاتِبٌ وَغَيْرُ كَاتِبٍ يَرِدُ كُلَّ مَاءٍ وَمَنْهَلٍ إِلَّا الْمَدِينَةَ وَمَكَّةَ حَرَّمَهُمَا اللهُ عَلَيْهِ وَقَامَتِ الْمَلَائِكَةُ بِأَبْوَابِهَا وَمَعَهُ جِبَالٌ مِنْ خُبْزٍ وَالنَّاسُ فِي جَهْدٍ إِلَّا مَنْ تَبِعَهُ وَمَعَهُ نَهْرَانِ أَنَا أَعْلَمُ بِهِمَا مِنْهُ نَهَرٌ يَقُولُ الْجَنَّةُ وَنَهَرٌ يَقُولُ النَّارُ فَمَنْ أُدْخِلَ الَّذِي يُسَمِّيهِ الْجَنَّةَ فَهُوَ النَّارُ وَمَنْ أُدْخِلَ الَّذِي يُسَمِّيهِ النَّارَ فَهُوَ الْجَنَّةُ قَالَ وَيَبْعَثُ اللهُ مَعَهُ شَيَاطِينَ تُكَلِّمُ النَّاسَ وَمَعَهُ فِتْنَةٌ عَظِيمَةٌ يَأْمُرُ السَّمَاءَ فَتُمْطِرُ فِيمَا يَرَى النَّاسُ وَيَقْتُلُ نَفْسًا ثُمَّ يُحْيِيهَا فِيمَا يَرَى النَّاسُ لَا يُسَلَّطُ عَلَى غَيْرِهَا مِنَ النَّاسِ وَيَقُولُ أَيُّهَا النَّاسُ هَلْ يَفْعَلُ مِثْلَ هَذَا إِلَّا الرَّبُّ قَالَ فَيَفِرُّ الْمُسْلِمُونَ إِلَى جَبَلِ الدُّخَانِ بِالشَّامِ فَيَأْتِيهِمْ فَيُحَاصِرُهُمْ فَيَشْتَدُّ حِصَارُهُمْ وَيُجْهِدُهُمْ جَهْدًا شَدِيدًا ثُمَّ يَنْزِلُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ فَيُنَادِي مِنَ السَّحَرِ فَيَقُولُ يَا أَيُّهَا النَّاسُ مَا يَمْنَعُكُمْ أَنْ تَخْرُجُوا إِلَى الْكَذَّابِ الْخَبِيثِ؟ فَيَقُولُونَ هَذَا رَجُلٌ جِنِّيٌّ فَيَنْطَلِقُونَ فَإِذَا هُمْ بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ فَتُقَامُ الصَّلَاةُ فَيُقَالَ لَهُ تَقَدَّمْ يَا رُوحَ اللهِ فَيَقُولُ لِيَتَقَدَّمْ إِمَامُكُمْ فَلْيُصَلِّ بِكُمْ فَإِذَا صَلَّى صَلَاةَ الصُّبْحِ خَرَجُوا إِلَيْهِ قَالَ فَحِينَ يَرَى الْكَذَّابُ يَنْمَاثُ كَمَا يَنْمَاثُ الْمِلْحُ فِي الْمَاءِ فَيَمْشِي إِلَيْهِ فَيَقْتُلُهُ حَتَّى إِنَّ الشَّجَرَةَ وَالْحَجَرَ يُنَادِي يَا رُوحَ اللهِ هَذَا يَهُودِيٌّ فَلَا يَتْرُكُ مِمَّنْ كَانَ يَتْبَعُهُ أَحَدًا إِلَّا قَتَلَهُ

Cabir b. Abdullah radıyallahu anhuma, Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Deccal, dinden gafil olunduğu, ilimden yüz çevrildiği bir zamanda ortaya çıkar ve kırk gece yeryüzünde dolaşır. Onun bir günü bir sene, bir günü bir ay, bir günü bir hafta gibidir. Kalan günleri ise sizin şu günleriniz gibidir. Onun bindiği bir eşeği vardır ki iki kulağının arası, kırk zira genişliğindedir. İnsanlara:

“Ben sizin rabbinizim” der ve bir gözü kördür. Hâlbuki sizin rabbiniz kör değildir. Deccal’in iki gözü arasında “Kef, fe, ra” şeklinde heceli olarak “Kâfir” yazılıdır. Onu okuma yazma bilen ya da bilmeyen her mü’min okur. Her su ve kaynağa ulaşır. Sadece Medine ve Mekke’ye giremez. Zira Allah Teâlâ onun bu iki şehre girmesini yasaklamıştır. Melekler oranın kapılarında nöbet tutarlar. Kendisine tabi olanlar dışındaki insanlar kıtlık yaşarken onun yanında dağlar kadar ekmek bulunur. Yine onun yanında iki nehir vardır ki ben onların mahiyetini ondan daha iyi bilirim. Fakat o bir nehri cennet diye, diğerini de cehennem diye tanıtır. Onun cennet diye adlandırdığı nehre giren için o cehennemdir. Onun cehennem diye adlandırdığı nehre giren için de o cennettir. Onunla beraber şeytanlar da gönderilir. Bunlar insanlara konuşurlar. Deccal olayı büyük bir imtihandır. O, insanların gözleri önünde göğe emreder, yağmur yağdırır. Sonra insanlara:

“Ey insanlar! Bunu rabden başkası yapabilir mi?” der. İnsanlar Şam’daki Duhân (duman) dağına kaçarlar. Deccal onları kuşatır ve kuşatmayı daraltır. Sonra onları şiddetli bir açlığa mahkûm eder. Sonra İsa aleyhi's-selâm iner. Seher vakti:

“Ey insanlar! Niçin şu iğrenç yalancının üzerine yürümüyorsunuz?” diye seslenir. İnsanlar (Deccal hakkında):

“Bu, cinlerden biridir” derler. Sonra yanına çıktıklarında bakarlar ki (sesin sahibi) İsa aleyhi's-selâm! Hemen namaz için kamet getirilir. Kendisine:

“Öne geç ey Ruhullah!” denir. O da: “İmamınız öne geçip namazı kıldırsın” der. Sonra sabah namazını kılınca Deccal’in üzerine yürür. Yalancı (Deccal) onu görünce tuzun suda eridiği gibi erir. İsa aleyhi's-selâm da yanına kadar giderek onu öldürür. Hatta ağaçlar, taşlar:

“İşte bir Yahudi!” diye seslenirler. Böylece İsa aleyhi's-selâm, Deccal’e tabi olanlardan kimseyi sağ bırakmaz, hepsini öldürür."[1]

Hadiste delil olan birinci kısım, “Bu cinlerden biridir” denilmesini İsa aleyhi's-selâm’ın işitmiş olmasına rağmen karşı çıkmamış olmasıdır.

Yine hadiste delil olan ikinci kısım; Deccal’in İsa b. Meryem aleyhime's-selâm’ı görünce sudaki tuz gibi eriyeceğinin ifade edilmiş olmasıdır. İsa aleyhi's-selâm ona tamamen erimeden yetişecek ve harbesiyle öldürecektir. Beşerden olanlar ise tuzun suda erimesi gibi erimekle vasfedilmez. Şeytanların cisimleri ise erimeye müsaittir. Nitekim onlar âdemoğlunun damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşabilirler.

2- Nâfi rahimehullah’tan: İbn Ömer radiyallahu anhuma şöyle demiştir:

لَقِيتُهُ مَرَّتَيْنِ قَالَ فَلَقِيتُهُ فَقُلْتُ لِبَعْضِهِمْ هَلْ تَحَدَّثُونَ أَنَّهُ هُوَ؟ قَالَ لَا وَاللهِ قَالَ قُلْتُ كَذَبْتَنِي وَاللهِ لَقَدْ أَخْبَرَنِي بَعْضُكُمْ أَنَّهُ لَنْ يَمُوتَ حَتَّى يَكُونَ أَكْثَرَكُمْ مَالًا وَوَلَدًا فَكَذَلِكَ هُوَ زَعَمُوا الْيَوْمَ قَالَ فَتَحَدَّثْنَا ثُمَّ فَارَقْتُهُ قَالَ فَلَقِيتُهُ لَقْيَةً أُخْرَى وَقَدْ نَفَرَتْ عَيْنُهُ قَالَ فَقُلْتُ مَتَى فَعَلَتْ عَيْنُكَ مَا أَرَى؟ قَالَ لَا أَدْرِي قَالَ قُلْتُ لَا تَدْرِي وَهِيَ فِي رَأْسِكَ؟ قَالَ إِنْ شَاءَ اللهُ خَلَقَهَا فِي عَصَاكَ هَذِهِ قَالَ فَنَخَرَ كَأَشَدِّ نَخِيرِ حِمَارٍ سَمِعْتُ قَالَ فَزَعَمَ بَعْضُ أَصْحَابِي أَنِّي ضَرَبْتُهُ بِعَصًا كَانَتْ مَعِيَ حَتَّى تَكَسَّرَتْ وَأَمَّا أَنَا فَوَاللهِ مَا شَعَرْتُ قَالَ وَجَاءَ حَتَّى دَخَلَ عَلَى أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ فَحَدَّثَهَا فَقَالَتْ مَا تُرِيدُ إِلَيْهِ؟ أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّهُ قَدْ قَالَ إِنَّ أَوَّلَ مَا يَبْعَثُهُ عَلَى النَّاسِ غَضَبٌ يَغْضَبُهُ

“Ben onunla iki defa karşılaştım. Bir defasında onun yanında bulunanlardan birine:

“İbn Sayyad’ın o olduğunu mu (yani Deccal) konuşuyor musunuz?” dedim. O kişi: “Vallahi hayır” dedi. Ben:

“Sen bana yalan söyledin. Vallahi sizden birisi bana, o hepinizden çok mallı ve çocuklu olmadıkça asla ölmeyecek diye haber vermişti. İşte bugün o, söyledikleri gibidir” dedim. Sonra konuştuk ve ondan ayrıldım. Bir süre sonra bir kere daha İbn Sayyad’a rastladım. Gözü dışarı fırlamış haldeydi. Ben ona:

“Senin gözün bu gördüğüm şeyi ne zaman işledi?” diye sordum. İbn Sayyad: “Bilmiyorum” dedi. Ben:

“Göz senin başında olduğun halde sen onu nasıl bilmiyorsun?” dedim. İbn Sayyad

 “Allah dilerse onu senin şu asândan da yaratır” dedi. Ve eşeğin burnundan çıkardığı sesin en şiddetlisi gibi, genizinden bir ses çıkardı ve ben bunu işittim. Arkadaşlarımdan bazısı benim ona yanımda bulunan bir değnekle vurduğumu hatta değneğin kırıldığını söylediler. Ama ben böyle bir şey hissetmedim.” Nâfi’ rahimehullah dedi ki:

“İbn Ömer radiyallahu anhuma geldi ve mü’minlerin annesi Hafsa radiyallahu anha’nın yanına girdi ve olanları anlattı. Bunun üzerine Hafsa radiyallahu anha dedi ki:

“Sen ondan ne istiyorsun? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Onu insanlar üzerine ilk gönderecek şey, kızdıracak bir şeydir” dediğini bilmiyor musun?” dedi” [2]

Hadiste delil olan kısım, İbn Sayyad’ın beşerin güç yetiremeyeceği şekilde şekil değiştirmesidir. Bu hadisin bir tarikinde (Muslim no:2392/98) İbn Sayyad’ın Sokağı dolduracak kadar büyüdüğü de ifade edilmektedir.

3- İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَعْوَرُ جَعْدٌ هِجَانٌ أَزْهَرُ كَأَنَّ رَأْسَهُ أَصَلَةٌ

"Deccal'in gözü kördür. Ne çok siyah, ne de çok beyazdır. Başı yılan (veya kertenkele) başı gibidir."[3]

Hadiste delil olan kısım; Deccalin başının yılana benzetilmesidir. "El Esale"[4] yılan veya kertenkeledir. Bu cinlerin görünümüdür.

4- Enes b. Malik radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor;

لَيْسَ مِنْ بَلَدٍ إِلَّا سَيَطَؤُهُ الدَّجَّالُ إِلَّا مَكَّةَ وَالمَدِينَةَ لَيْسَ لَهُ مِنْ نِقَابِهَا نَقْبٌ إِلَّا عَلَيْهِ المَلاَئِكَةُ صَافِّينَ يَحْرُسُونَهَا ثُمَّ تَرْجُفُ المَدِينَةُ بِأَهْلِهَا ثَلاَثَ رَجَفَاتٍ فَيُخْرِجُ اللَّهُ كُلَّ كَافِرٍ وَمُنَافِقٍ

"Deccal'in, Mekke ve Medine haricinde giremeyeceği belde yoktur. Bu iki şehrin hiçbir giriş yeri yoktur ki, Meleklerin oluşturduğu saflarla korunuyor olmasın. Sonra Medine üç sarsıntı geçirir. Bu sarsıntılar ile Allah oradaki bütün kâfir ve münafıkları çıkarır."[5]

* Fatıma bt. Kays radıyallahu anha, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den -Deccal'in lisanı ile- şöyle buyurduğunu rivayet eder:

وَإِنِّي أُوشِكُ أَنْ يُؤْذَنَ لِي فِي الْخُرُوجِ فَأَخْرُجَ فَأَسِيرَ فِي الْأَرْضِ فَلَا أَدَعَ قَرْيَةً إِلَّا هَبَطْتُهَا فِي أَرْبَعِينَ لَيْلَةً غَيْرَ مَكَّةَ وَطَيْبَةَ فَهُمَا مُحَرَّمَتَانِ عَلَيَّ كِلْتَاهُمَا كُلَّمَا أَرَدْتُ أَنْ أَدْخُلَ وَاحِدَةً أَوْ وَاحِدًا مِنْهُمَا اسْتَقْبَلَنِي مَلَكٌ بِيَدِهِ السَّيْفُ صَلْتًا يَصُدُّنِي عَنْهَا وَإِنَّ عَلَى كُلِّ نَقْبٍ مِنْهَا مَلَائِكَةً يَحْرُسُونَهَا

"Benim çıkmama izin verilmesine az kaldı. Çıkarım ve yeryüzünü dolaşırım. Kırk gecede Mekke ve Taybe (Medine) dışında adımlamadık bir yer bırakmam. Bu iki şehre girmem ise yasaktır. Bu iki şehirden birine girmeye kalksam bir Melek elinde kınından çıkmış kılıcıyla beni karşılar, bana mani olur. Bu iki şehrin her kapısında koruyucu melekler vardır."[6]

* Mihcen b. el-Edra radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet ediyor:

فَيَأْتِيهَا الدَّجَّالُ فَيَجِدُ عَلَى كُلِّ بَابٍ مِنْ أَبْوَابِهَا مَلَكًا مُصْلِتًا بِجَنَاحِهِ فَلَا يَدْخُلُهَا

"Deccal, Medine'ye gelir ve her kapısından, kanatlarını germiş ikişer Melek görür, giremez."[7]

Hadisin delil olan kısmı: Deccalin Mekke ve Medine’ye girmek istediğinde melekler tarafından geri çevirilmesidir. Yani Deccal melekleri hakiki suretlerinde görür. Böyle bir görme ise ancak bir nebî veya bir şeytan için mümkündür. Deccal ise nebi değildir. Geriye onun bir şeytan olduğu ihtimali kalıyor. Hatta bazı âlimler, Musa aleyhi's-selâm’ın kıssasında geçen Samiri’nin Cibril aleyhi's-selâm’ı görmesi sebebiyle Samiri’nin de Deccal olduğunu söylemişlerdir.

Yine Deccal’in kırk gecede Mekke ve Medine dışında dünyanın heryerini adımlaması beşer üstü bir iştir. Nitekim diğer hadislerde onun rüzgârdan hızlı hareket ettiği de ifade edilmiştir.

 5- Nuaym b. Hammad eFiten’de; Cubeyr b. nufeyr, Şureyh b. Ubeyd, Amr b. el-Esved ve Kesir b. Murre rahimehumullah’ın şöyle dediklerini rivayet etti:

الدَّجَّالُ لَيْسَ هُوَ إِنْسَانٌ وَإِنَّمَا هُوَ شَيْطَانٌ مُوثَقٌ بِسَبْعِينَ حَلْقَةٍ فِي بَعْضِ جَزَائِرِ الْيَمَنِ لَا يَعْلَمُ مَنْ أَوْثَقَهُ سُلَيْمَانُ النَّبِيُّ أَوْ غَيْرُهُ فَإِذَا آنَ ظُهُورُهُ فَكَّ اللَّهُ عَنْهُ كُلَّ عَامٍ حَلْقَةً فَإِذَا بَرَزَ أَتَتْهُ أَتَانُ عَرْضُ مَا بَيْنَ أُذُنَيْهَا أَرْبَعُونَ ذِرَاعًا فَيَضَعُ عَلَى ظَهْرِهَا مِنْبَرًا مِنْ نُحَاسٍ وَيَقْعُدُ عَلَيْهِ وَيَتْبَعُهُ قَبَائِلُ الْجِنِّ يُخْرِجُونَ لَهُ خَزَائِنَ الْأَرْضِ ويقتلون له الناس

“Deccal bir insan değildir. O ancak yetmiş halka ile Yemen adalarından birinde bağlanmış olan bir şeytandır. Onu Suleyman aleyhi's-selâm mı yoksa başkası mı bağladı bilinmez. Ortaya çıkacağı zaman Allah ondan her sene bir halka çözer. Ortaya çıktığı zaman ona bir eşek gelir, onun iki kulağının arası kırk zira’ genişliğindedir. Onun sırtına bakırdan bir minber koyacak ve üzerine oturacaktır. Cinlerden kabileler ona tabi olacak ve yeryüzünün hazinelerini ona çıkaracaklar ve onun için insanları öldüreceklerdir.” Bunu İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de zikretmiştir.[8]

6- Cabir radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

وَيَبْعَثُ اللهُ مَعَهُ شَيَاطِينَ تُكَلِّمُ النَّاسَ

"Allah, Deccal'in yanında insanlara konuşan şeytanlar gönderir"[9].

Ebu Umame radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

وَإِنَّ مِنْ فِتْنَتِهِ أَنْ يَقُولَ لأَعْرَابِىٍّ أَرَأَيْتَ إِنْ بَعَثْتُ لَكَ أَبَاكَ وَأُمَّكَ أَتَشْهَدُ أَنِّى رَبُّكَ فَيَقُولُ نَعَمْ فَيَتَمَثَّلُ لَهُ شَيْطَانَانِ فِى صُورَةِ أَبِيهِ وَأُمِّهِ فَيَقُولاَنِ يَا بُنَىَّ اتَّبِعْهُ فَإِنَّهُ رَبُّكَ

"Şüphesiz Deccal'in fitnelerinden birisi de, bir bedeviye şöyle demesidir;

"Senin için babanı ve anneni dirilttiğimi görürsen, rabbin olduğuma şahadet eder misin?" Bedevi de; "evet" der. Bunun üzerine iki şeytan babasının ve annesinin suretlerinde görünerek derler ki;

"Ey oğulcuğum! Ona tabi ol. Zira şüphesiz o senin rabbindir"[10]

Bu hadislerde delil olan kısım; şeytanların deccal ile yardımlaşması ve onun emirlerini yerine getirmeleridir.

7- Dahhak b. Kays radiyallahu anh’ın kızkardeşi, ilk muhacirlerden olan Fatıma bt. Kays radiyallahu anha dedi ki:

سَمِعْتُ نِدَاءَ الْمُنَادِي، مُنَادِي رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، يُنَادِي: الصَّلَاةَ جَامِعَةً، فَخَرَجْتُ إِلَى الْمَسْجِدِ، فَصَلَّيْتُ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَكُنْتُ فِي صَفِّ النِّسَاءِ الَّتِي تَلِي ظُهُورَ الْقَوْمِفَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَاتَهُ جَلَسَ عَلَى الْمِنْبَرِ، وَهُوَ يَضْحَكُ، فَقَالَ: لِيَلْزَمْ كُلُّ إِنْسَانٍ مُصَلَّاهُ، ثُمَّ قَالَ: أَتَدْرُونَ لِمَ جَمَعْتُكُمْ؟ قَالُوا: اللهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ، قَالَ: إِنِّي وَاللهِ مَا جَمَعْتُكُمْ لِرَغْبَةٍ وَلَا لِرَهْبَةٍ، وَلَكِنْ جَمَعْتُكُمْ، لِأَنَّ تَمِيمًا الدَّارِيَّ كَانَ رَجُلًا نَصْرَانِيًّا، فَجَاءَ فَبَايَعَ وَأَسْلَمَ، وَحَدَّثَنِي حَدِيثًا وَافَقَ الَّذِي كُنْتُ أُحَدِّثُكُمْ عَنْ مَسِيحِ الدَّجَّالِ، حَدَّثَنِي أَنَّهُ رَكِبَ فِي سَفِينَةٍ بَحْرِيَّةٍ، مَعَ ثَلَاثِينَ رَجُلًا مِنْ لَخْمٍ وَجُذَامَ، فَلَعِبَ بِهِمِ الْمَوْجُ شَهْرًا فِي الْبَحْرِ، ثُمَّ أَرْفَئُوا إِلَى جَزِيرَةٍ فِي الْبَحْرِ حَتَّى مَغْرِبِ الشَّمْسِ، فَجَلَسُوا فِي أَقْرُبِ السَّفِينَةِ فَدَخَلُوا الْجَزِيرَةَ فَلَقِيَتْهُمْ دَابَّةٌ أَهْلَبُ كَثِيرُ الشَّعَرِ، لَا يَدْرُونَ مَا قُبُلُهُ مِنْ دُبُرِهِ، مِنْ كَثْرَةِ الشَّعَرِ، فَقَالُوا: وَيْلَكِ مَا أَنْتِ؟ فَقَالَتْ: أَنَا الْجَسَّاسَةُ، قَالُوا: وَمَا الْجَسَّاسَةُ؟ قَالَتْ: أَيُّهَا الْقَوْمُ انْطَلِقُوا إِلَى هَذَا الرَّجُلِ فِي الدَّيْرِ، فَإِنَّهُ إِلَى خَبَرِكُمْ بِالْأَشْوَاقِ، قَالَ: لَمَّا سَمَّتْ لَنَا رَجُلًا فَرِقْنَا مِنْهَا أَنْ تَكُونَ شَيْطَانَةً، قَالَ: فَانْطَلَقْنَا سِرَاعًا، حَتَّى دَخَلْنَا الدَّيْرَ، فَإِذَا فِيهِ أَعْظَمُ إِنْسَانٍ رَأَيْنَاهُ قَطُّ خَلْقًا، وَأَشَدُّهُ وِثَاقًا، مَجْمُوعَةٌ يَدَاهُ إِلَى عُنُقِهِ، مَا بَيْنَ رُكْبَتَيْهِ إِلَى كَعْبَيْهِ بِالْحَدِيدِ، قُلْنَا: وَيْلَكَ مَا أَنْتَ؟ قَالَ: قَدْ قَدَرْتُمْ عَلَى خَبَرِي، فَأَخْبِرُونِي مَا أَنْتُمْ؟ قَالُوا: نَحْنُ أُنَاسٌ مِنَ الْعَرَبِ رَكِبْنَا فِي سَفِينَةٍ بَحْرِيَّةٍ، فَصَادَفْنَا الْبَحْرَ حِينَ اغْتَلَمَ فَلَعِبَ بِنَا الْمَوْجُ شَهْرًا، ثُمَّ أَرْفَأْنَا إِلَى جَزِيرَتِكَ هَذِهِ، فَجَلَسْنَا فِي أَقْرُبِهَا، فَدَخَلْنَا الْجَزِيرَةَ، فَلَقِيَتْنَا دَابَّةٌ أَهْلَبُ كَثِيرُ الشَّعَرِ، لَا يُدْرَى مَا قُبُلُهُ مِنْ دُبُرِهِ مِنْ كَثْرَةِ الشَّعَرِ، فَقُلْنَا: وَيْلَكِ مَا أَنْتِ؟ فَقَالَتْ: أَنَا الْجَسَّاسَةُ، قُلْنَا: وَمَا الْجَسَّاسَةُ؟ قَالَتْ: اعْمِدُوا إِلَى هَذَا الرَّجُلِ فِي الدَّيْرِ، فَإِنَّهُ إِلَى خَبَرِكُمْ بِالْأَشْوَاقِ، فَأَقْبَلْنَا إِلَيْكَ سِرَاعًا، وَفَزِعْنَا مِنْهَا، وَلَمْ نَأْمَنْ أَنْ تَكُونَ شَيْطَانَةً، فَقَالَ: أَخْبِرُونِي عَنْ نَخْلِ بَيْسَانَ، قُلْنَا: عَنْ أَيِّ شَأْنِهَا تَسْتَخْبِرُ؟ قَالَ: أَسْأَلُكُمْ عَنْ نَخْلِهَا، هَلْ يُثْمِرُ؟ قُلْنَا لَهُ: نَعَمْ، قَالَ: أَمَا إِنَّهُ يُوشِكُ أَنْ لَا تُثْمِرَ، قَالَ: أَخْبِرُونِي عَنْ بُحَيْرَةِ الطَّبَرِيَّةِ، قُلْنَا: عَنْ أَيِّ شَأْنِهَا تَسْتَخْبِرُ؟ قَالَ: هَلْ فِيهَا مَاءٌ؟ قَالُوا: هِيَ كَثِيرَةُ الْمَاءِ، قَالَ: أَمَا إِنَّ مَاءَهَا يُوشِكُ أَنْ يَذْهَبَ، قَالَ: أَخْبِرُونِي عَنْ عَيْنِ زُغَرَ، قَالُوا: عَنْ أَيِّ شَأْنِهَا تَسْتَخْبِرُ؟ قَالَ: هَلْ فِي الْعَيْنِ مَاءٌ؟ وَهَلْ يَزْرَعُ أَهْلُهَا بِمَاءِ الْعَيْنِ؟ قُلْنَا لَهُ: نَعَمْ، هِيَ كَثِيرَةُ الْمَاءِ، وَأَهْلُهَا يَزْرَعُونَ مِنْ مَائِهَا، قَالَ: أَخْبِرُونِي عَنْ نَبِيِّ الْأُمِّيِّينَ مَا فَعَلَ؟ قَالُوا: قَدْ خَرَجَ مِنْ مَكَّةَ وَنَزَلَ يَثْرِبَ، قَالَ: أَقَاتَلَهُ الْعَرَبُ؟ قُلْنَا: نَعَمْ، قَالَ: كَيْفَ صَنَعَ بِهِمْ؟ فَأَخْبَرْنَاهُ أَنَّهُ قَدْ ظَهَرَ عَلَى مَنْ يَلِيهِ مِنَ الْعَرَبِ وَأَطَاعُوهُ، قَالَ لَهُمْ: قَدْ كَانَ ذَلِكَ؟ قُلْنَا: نَعَمْ، قَالَ: أَمَا إِنَّ ذَاكَ خَيْرٌ لَهُمْ أَنْ يُطِيعُوهُ، وَإِنِّي مُخْبِرُكُمْ عَنِّي، إِنِّي أَنَا الْمَسِيحُ، وَإِنِّي أُوشِكُ أَنْ يُؤْذَنَ لِي فِي الْخُرُوجِ، فَأَخْرُجَ فَأَسِيرَ فِي الْأَرْضِ فَلَا أَدَعَ قَرْيَةً إِلَّا هَبَطْتُهَا فِي أَرْبَعِينَ لَيْلَةً غَيْرَ مَكَّةَ وَطَيْبَةَ، فَهُمَا مُحَرَّمَتَانِ عَلَيَّ كِلْتَاهُمَا، كُلَّمَا أَرَدْتُ أَنْ أَدْخُلَ وَاحِدَةً - أَوْ وَاحِدًا - مِنْهُمَا اسْتَقْبَلَنِي مَلَكٌ بِيَدِهِ السَّيْفُ صَلْتًا، يَصُدُّنِي عَنْهَا، وَإِنَّ عَلَى كُلِّ نَقْبٍ مِنْهَا مَلَائِكَةً يَحْرُسُونَهَا، قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَطَعَنَ بِمِخْصَرَتِهِ فِي الْمِنْبَرِ: هَذِهِ طَيْبَةُ، هَذِهِ طَيْبَةُ، هَذِهِ طَيْبَةُ» يَعْنِي الْمَدِينَةَ «أَلَا هَلْ كُنْتُ حَدَّثْتُكُمْ ذَلِكَ؟ فَقَالَ النَّاسُ: نَعَمْ، فَإِنَّهُ أَعْجَبَنِي حَدِيثُ تَمِيمٍ، أَنَّهُ وَافَقَ الَّذِي كُنْتُ أُحَدِّثُكُمْ عَنْهُ، وَعَنِ الْمَدِينَةِ وَمَكَّةَ، أَلَا إِنَّهُ فِي بَحْرِ الشَّأْمِ، أَوْ بَحْرِ الْيَمَنِ، لَا بَلْ مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ مَا هُوَ، مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ مَا هُوَ مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ، مَا هُوَ وَأَوْمَأَ بِيَدِهِ إِلَى الْمَشْرِقِ، قَالَتْ: فَحَفِظْتُ هَذَا مِنْ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dellâlinin sesini işittim: “Haydi, toplayıcı olduğu halde namaza!” diye sesleniyordu. Hemen mescide çıktım ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte namazı kıldım. Cemaatin arkalarına gelen kadın safındaydım. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince gülerek minberin üzerine oturdu ve:

Herkes namaz kıldığı yerde kalsın!” buyurdu. Sonra:

Biliyor musunuz sizi niçin topladım?” dedi. Ashab:

“Allah ve rasulü bilir” dediler. Buyurdu ki:

Ben vallahi sizi bir istek veya korkudan dolayı toplamadım. Lâkin şunun için topladım ki, Temim ed-Dârî Hristiyan bir adamdı. Sonra gelerek bi'at etti ve müslüman oldu. Bana bir söz rivayet etti ki, Mesih Deccal için size anlattıklarıma uygun düştü. Bana anlattığına göre kendisi Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi ile birlikte bir deniz gemisine binmiş de dalga onlarla denizde bir ay oynamış. Sonra tâ güneşin battığı yerde de­nizde bir adaya yanaşmışlar ve geminin kayıklarına binerek adaya gir­mişler. Derken karşılarına çok saçlı, kıllı bir hayvan çıkmış. Kılın çokluğun­dan önünü ardından ayıramamışlar ve:

“Vay sana! Sen kimsin?” demişler. Hayvan:

“Ben Cessâseyim!” cevabını vermiş. Oradakiler:

“Cessâse nedir?” diye sormuşlar. O:

“Ey cemaat! Manastırdaki şu adama gidin, çünkü o sizin haberinize müştakdır” demiş. Temîm dedi ki:

“Cessâse bize bir adam ismi verince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk ve hemen süratle gittik, manastıra girdik. Bir de ne görelim! Orada hilkat itibariyle gördüklerimizin en büyüğü ve en şiddetli şekilde bağlanmış bir insan! Elleri boynuna, iki dizinin arası topuklarına demirle bağlanmış!

“Vay sana! Sen kimsin?” dedik.

“Siz benim haberimi almışsınızdır. Şimdi bana haber verin, siz kim­siniz?” dedi. Oradakiler:

“Biz Araplardan bir takım insanlarız. Bir deniz gemisine bindik de denize coştuğu anda rastladık. Dalga bizimle bir ay oynadı. Sonra senin şu adana yanaştık ve geminin kayıklarına binerek adaya girdik. Derken karşımıza kıllı, çok saçlı bir hayvan çıktı. Saçın çokluğundan önü arkasın­dan farkedilemiyordu.

“Vay sana! Sen kimsin?” dedik.

“Ben Cessâseyim” cevâbını verdi.

“Cessâse nedir?” diye sorduk.

“Manastırdaki şu adama gidin, çünkü o sizin haberinize müştaktır” dedi. Biz de koşarak sana geldik. Ondan korktuk. Bir şeytan olmayacağından emin değildik” dedik. Bunun üze­rine (o adam):

“Bana Beysan hurmalığından haber verin!” dedi.

“Onun nesinden haber almak istiyorsun?” dedik.

“Size onun hurmasını soruyorum. Yemiş veriyor mu?” dedi. Kendisine:

“Evet!” cevâbını verdik.

“Dikkat edin ki, onun yemiş vermemesi yakındır. Bana Taberiye gö­lünden haber verin!” dedi.

“Onun nesinden haber almak istiyorsun?” dedik.

“İçinde su var mı?” dedi. Oradakiler:

“Onun suyu çoktur!” dediler.

“Dikkat edin, gerçekten onun suyu çekilmek üzeredir. Bana Zügar pınarından haber verin!” dedi. Oradakiler:

“Onun nesinden haber almak istiyorsun?” dediler.

“Pınarda su var mı? Sahipleri pınarın suyuyla ekin yetiştiriyorlar mı?” dedi. Kendisine:

“Evet, onun suyu çoktur. Sahipleri de suyundan ekin yetiştirirler!” ce­vâbını verdik.

“Bana Ummîlerin peygamberinden haber verin, ne yaptı?” dedi. Ora­dakiler:

“Mekke'den çıktı, Yesrib'e yerleşti” dediler.

“Araplar onunla harb ettiler mi?” diye sordu. Biz:

“Evet!” cevâbını verdik.

“Onlarla ne yaptı?” diye sordu. Kendisine onun peşinden gelen Araplara galip geldiğini ve Arapların ona itaat ettiğini haber verdik.

“Bu oldu mu?” dedi.

“Evet!” cevâbını verdik.

“Dikkat edin ki, bu halleri ona itaat etmiş olmalarından daha hayır­lıdır. Ben size kendimi haber vereyim. Ben gerçekten Mesih'im ve bana çıkış için izin verilmesi yakındır. Çıkıp yeryüzünde sefer edeceğim. Mekke ile Taybe'den başka kırk gecede inmediğim belde bırakmıyacağım. Bunla­rın ise ikisi de bana haram kılınmıştır. Her ne zaman bunlardan birine gir­mek istersem, elinde çekilmiş bir kılıç olduğu halde bir melek karşıma çı­kacak, beni ondan men edecektir. O yerin her yolunun üzerinde orasını koruyacak melekler vardır”  dedi.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem asâsıyla min­bere dokunarak:

İşte Taybe budur! İşte Taybe budur! İşte Taybe budur!” buyurdu. Medine'yi kastediyordu. Sözüne devamla:

Dikkat edin! Bunu size söylemiş miydim?” dedi. Cemaat:

“Evet!” cevâbını verdiler.

Gerçekten Temîm'in sözü, bu sözün Deccal ve Medine ile Mekke hak­kında söylediklerime uyması hoşuma gitti. Dikkat edin ki, o Şam denizinde yahut Yemen denizindedir. Hayır! Doğu tarafından. Evet! O, doğu tara­fından! Evet! O, doğu tarafından zuhur edecektir” buyurdu ve eliyle do­ğu tarafına işaret etti. Ben de bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ezberledim.”[11]

Bu hadiste delil olan kısım, sahabenin Cessase hakkında “Onun dişi bir şeytan olmasından korktuk” demesidir. Nitekim bazı alimler Temim ed-Dari radiyallahu anh’ın anlattığı bu hadisede geçen Deccal’in denizde bir adada bağlı olarak kendilerini karşılaması hakkında; onun değişik şekillerde yeryüzünde dolaştığını, bazen Samirî suretinde, bazen İbn Sayyad şekline girdiğini söylemişlerdir.

İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (13/328) şöyle demiştir: “İbn Sayyad, Temim ed-Dari’nin adada bağlı olarak gördüğü Deccal’in kendisidir. Deccal bir müddet İbn Sayyad’ın suretinde görünmüş olan bir şeytandır…”

Şeyh Allame Muhaddis Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî rahimehullah, el-Envaru’l-Kaşife’de (s.134) Temim ed-Dari radiyallahu anh’ın Cessase hakkındaki hadisi ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Cessase bir şeytandır. Deccal’e gelince bazıları onun da bir şeytan olduğunu söylemişlerdir. Buna göre ortada bir çelişki yoktur. Allah Teâlâ Temim radiyallahu anh ve arkadaşlarına onu açmış ve Deccal ile Cessase’yi görmüşler, onlarla konuşmuşlardır. Sonra onları şeytanî tabiatlerine döndürüp gizlemiştir. Şayet Deccal bir insan olsaydı ancak şeytanın deccal suretinde görünmüş olduğunu söyleyebilirdik. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ne dersiniz şu gecenize! Muhakkak ki yüz senenin başında yeryüzünde bulunanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır.” Bunu Buhârî rivayet etmiştir…”

8- Zeyd b. Vehb rahimehullah’tan: “Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki:

أَوَّلُ الْفِتَنِ قَتْلُ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَحْمَةُ اللهِ عَلَيْهِ وَآخِرُ الْفِتَنِ خُرُوجُ الدَّجَّالِ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَا يَمُوتُ رَجُلٌ وَفِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ حُبِّ قَتْلِ عُثْمَانَ إِلَّا تَبِعَ الدَّجَّالَ إِنْ أَدْرَكَهُ وَإِنْ لَمْ يُدْرِكْهُ آمَنَ بِهِ فِي قَبْرِهِ

“Fitnelerin ilki Osman b. Affan radiyallahu anh’ın öldürülmesi üzerine, fitnelerin sonuncusu da Deccal’in çıkışıdır. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kalbinde Osman radıyallahu anh’ın öldürülmesine tanecik ağırlığında istek duyan kimse, eğer ona yetişirse Deccal’e tabi olmadan ölmez. Eğer Deccal’e yetişemezse kabrinde ona iman eder.”[12]

Hadiste delil olan kısım; Deccal’e kabrinde iman edecek kimselerden bahsedilmesidir. Şeytanlardan bir şeytan olan deccal kişiye kabrinde temessül edebilir ve kişi ona iman eder.

Özetle, yukarıda zikrettiğim hadisler ve diğer birçok hadisler dikkatli tedebbür edilirse Deccal’in bir şeytan olduğu değişik bedenlere girdiği ve değişik suretlerde ortaya çıktığı, güneşin battığı yerden doğmasından sonra ise zincirlere bağlı bulunan aslî bedeninin çözülüp o surette ortaya çıkacağı, bundan sonra da yeryüzünde ancak kırk gece kalacağı anlaşılır.

Şüphesiz cinlerden bir şeytan olan deccal değişik suretlerde faaliyetlerine devam etmektedir. İlluminati örgütü, masonik örgütler, Dünya Sağlık Örgütü vb. karanlık yapılaşmaların arkasında da – bazılarının “üst akıl” dediği – Deccal vardır.



[1] Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed (3/367) Hâkim (4/575) İbn Huzeyme et-Tevhid (1/102) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (5694) Ebu’l-Mehasin el-Baci Mu'tasaru’l-Muhtasar (2/219) İbn Abdilberr et-Temhid (16/180)

[2] Sahih. Muslim (2932)

[3] Sahih. Ahmed (1/240, 313) Taberani (11/273) İbn Hibban (1/468, 7/337-38) Dumeyri Hayatu’l-Hayevan (s.772)

[4] Kemaleddin Dumeyri, Esale hakkında şu bilgiyi veriyor; “Başı büyük, boyu kısa bir yılan cinsidir. Atlı bir kimsenin üzerine atılıp onu öldürecek kadar çevik, güçlü ve zehirlidir. Bu İbnu’l-Enbari’nin görüşüdür. Bazıları esale denilen yılanın ayakları olduğunu, ayaklarının üzerine dikilip durduğunu söylemişlerdir. Korkunç bir görünümü vardır. Bu konuda şair Asmai şöyle diyor; “Allah’ım! Eğer Yezid hainine yedireceksen esale yılanı yedir ki, derdine derman bulamasın, ciğerleri doğransın. Susuz bıraktığı Hüseyin’i (radıyallahu anh) yemek nasılmış, anlasın.” Büyük edip ve dil bilgini Cahız diyor ki; “Gödek yılan (esale) öyle bir yılandır ki, bir tarafa giderken üzerine gelen canlıyı zehriyle yakar, yok eder. Ağzı ile tuttuğu bitkiyi kökünden koparır.” Bazı hayvan bilimcileri esale yılanının yüzünün insan yüzüne benzediğini, başının çok büyük olduğunu, bakanın korkudan ölebileceğini söylemişlerdir.” (Hayatu’l-Hayevan (s.772)

[5] Sahih. Buhari (1881) Muslim (2943) İbn Hibban (15/214)

[6] Sahih. Muslim (2942) Taberani (24/289) İbn Mende el-İman (2/954) ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (6/1148)

[7] Sahih. Ahmed (4/338, 5/32) Buhari Edebu’l-Mufred (1/124) İbn Ebi Şeybe (7/492) Tayalisi (1/183) Taberani (20/296) İbn Ebi Asım el-Ahadu ve’l-Mesani (4/349) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (97160)

[8] Nuaym b. Hammad el-Fiten (1525) Fethu’l-Bari (13/328)

[9] Sahih. Ahmed (3/367) Tahavi Müşkilu’l-Asar (4983) İbn Huzeyme (1/102) Hâkim (4/575) Mecmau’z-Zevaid (7/344) Ebu’l-Mehasin Mu'tasar (2/219) Bkz. Nuaym b. Hammad Fiten (s. 331) Şuayb el-Arnaut isnadının Muslim’in şartına göre sahih olduğunu söylemiştir.

[10] Hasen ligayrihi. İbn Mace (4077) İbn Ebî Âsım el-Âhad ve'l-Mesânî (1249) Hâkim (4/581) Ru’yani (1239) Taberânî (8/147) Ziyau’l-Makdisi Fadailu Beyti’l-Makdis (37) İbn Ebi Asım es-Sunne (1/172) Abdullah b. Ahmed es-Sünne (2/449) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (2/28) Nuaym b. Hammad (2/536) el-Elbani es-Sahiha (2457)

[11] Sahih. Muslim (2942)

[12] Muslim'in şartına göre sahih. Ed-Dineveri, el-Mucalese (286) İbn Ebi Şeybe (7/264) Fesevi, Marife (3/85-87) İbn Asakir, Tarihu Dımeşk (39/447) 

9 Eylül 2020 Çarşamba

Hastalıkların Bulaştığı İspat Edilememiştir!

 İSPANYOL GRİBİ – ELEKTROMANYETİK ALANIN İNSAN HAYATINA ETKİSİ VE SALGININ BULAŞICILIĞINI İSPAT ETME BAŞARISIZLIĞI

Çeviri : Ali Hakan DUMAN

Dünya çapında büyük çapta, hızlı ve çok sayıda dünyanın elektromanyetik alanını değiştiren bir çok büyük hadise yaşanmıştır.

1889’da yüksek gerilim hatlarının radyasyonu başladı. O yıldan itibaren dünyanın doğal manyetik alanı güç hatlarının frekansının ve harmonisinin izlerini taşımaya başladı. O yıldan itibaren doğal manyetik alan ortamı değişmeye başladı. Bu dünyadaki bütün yaşamı etkilemiştir. Aynı yıl 1889’daki grip salgını yaşanmıştır.

1918’de radyo yayınları başladı. LF ve VLF frekansları taşıyan yüzlerce radyo istasyonlarının yapılmaya başlanmasıyla dünyanın magnetosferini değiştirdi. Aynı yıl 1918 İspanyol gribi salgını yaşandı.

1957’de Radar dönemi başladı. Yüzlerce güçlü erken uyarı radar istasyonları dünyanın kuzey bölgelerinde özellikle yüksek irtifada milyonlarca watt mikro dalga üreten istasyonlar inşa edildi yada yerleştirildi. Aynı yıl Asya’da 1957 grip salgını yaşandı.

1968’de uydu yayını icat edildi. Yüzlerce yer istasyonu ve yüksek irtifa balonu ile yayınlar dünyanın manyetik alanını etkiledi. 1968’de Hong Kong grip salgını yaşandı.

Devamında HAARP ve kablosuz internet üç ge, dört ge ve beş ge’nin sebep olduğu grip hastalığı dünyayı etkilemeye devam etmektedir.

İspanyol Gribi diye adlandırılan hastalık yüzlerce kilowatt kapasiteli yüksek gerilim istasyonlarının mantar gibi inşa edildiği, dünya çapında elektrik akımının hızla arttığı bir dönemde doğmuştur. İspanya’da başlamamıştır. Fakat dünya çapında on milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Eylül 1918’de birden bire çok daha ölümcül hale gelmiştir. Bazı tahminlere göre salgın dünyanın üçte birini en az yarım milyar insanı etkilemiştir. Kara Ölüm diye adlandırılan 14’üncü yüzyıldaki salgın bile bu kadar kısa sürede bu kadar insanı öldürmemiştir. O nedenle salgının tekrar geriye gelmesi korkulu bir rüya olmuştu.

Birkaç sene önce Alaska’da 1918’de donarak ölmüş dört kişinin cesedini buldular. Ve yapılan testlerde güya bu insanların ciğerlerinde 1918’deki salgındaki gribe sebep olduğuna inanılan virüsü bulmuşlardı. Güya bu gizemli canavar virüs dünyayı tekrar yok etmek için her an geri gelebilirdi.

Halbuki 1918’deki İspanyol Gribi salgınının bulaşıcı olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.

İspanyol gribi salgını Amerika Birleşik devletlerinden başlamıştır. 1918’in başlarında Askeri önceleri gemilerle, Denizci üslerinde ve limanlarında görülmeye başlandı. İlk büyük vaka Cambridge Massachusetts’te Denizci Radyo okulunda 400 kişinin hasta olması olayıydı. Mart’ta grip Askeri iletişimi sağlayan kamplarda kablosuz iletişim eğitimi görenlerde görüldü; 1127 kişi Kansas Funston kampında, 2900 kişi Georgia Oglethorpe kampında hasta oldu. Mart sonu Nisan başında dünya çapında sivil yerleşim yerlerinde de görülmeye başlandı.

Önceleri fazla ağır olmayan hastalık halindeyken Eylül’de bir anda ölümlerin yaşandığı bir salgına dönüştü. Hastalığın yayılma hızı insanların seyahat hızından çok daha hızlı bir şekilde okyanusları aşarak dünyanın her yerinde bir anda görülmeye başlandı. Hasta olanlar aylarca tekrar tekrar hasta oluyorlardı. Doktorları en çok düşündüren kanamalı olanlardı. Denizcilerin yüzde kırkı, diğer yerlerde yüzde on beş civarında hastalar burunlarından boşalan bir kanama geçiriyorlardı. Diğerleri diş etleri, kulakları, derileri, mide ve bağırsakları yada böbreklerinden kanama geçiriyorlardı. Ani ölümlerin çoğu ciğerlerinden kanama geçirenlerde oluyordu. Bir çok hasta kendi iç kanaması nedeniyle boğulup ölüyordu. Otopsi raporlarına göre ölenlerin üçte biri beyin kanamasından ölüyordu. Bazı hastalar eğer beyin kanamasından ölmediyse solunum yollarındaki sorundan kurtulup iyileşebiliyordu.

Iowa Cedar Rapids’teki doktor Arthur Erskine ve B.L. Knight’a göre kanda olan bir değişimden dolayı kanamalar görülmekteydi. Bu nedenle bir çok hastadan aldıkları kan örneğini test ettiler. Testlerin tümünde istisnasız kandaki pıhtılaşmanın azaldığını, pıhtılaşma için gerekli olan zaman normalden 2,5 ile 8 dakika arasında artmıştı. Kan testi hastaların hastalığının ikinci gününden itibaren iyileşmeye başladığı yirminci güne kadar yapılmıştı ve sonuç hiç değişmiyordu. Bu durum viral solunum yolu hastalığı tarifine uymuyordu fakat 1779’da Gerhard’ın elektrik ile insanlar üzerinde yaptığı testlerin etkilerine benziyordu. Ayrıca radyo dalgalarının kan pıhtılaşması üzerindeki etkisine benziyordu. Iowa’daki doktorlar enfeksiyonla uğraşmak yerine hastalarına yüksek dozda kalsiyum laktate vererek kan pıhtılaşması sorununu çözerek iyileştirdiler.

Bu salgında diğer önemli nokta ölenlerin bir çok diğer hastalıkta olduğu gibi yaşlı yada bebekler gibi güçsüzler yerine 18 ile 40 yaş aralığında gayet sağlıklı ve genç insanların olmasıydı, ki bulaşıcı bir salgın için bu pek beklenen bir durum değildi, ama 1889 daki salgınla benzeri bir durumdu. Ölenlerin üçte ikisi bu yaş gurubundaydı, çok nadir yaşlılarda görülüyordu. İsviçreden bir doktor şöyle yazıyordu “hasta olan yada ölenler arasında 50 yaşın üzerinde yada bebek yaşta hiç kimseye rastlamadım, fakat akşamüzeri 4 te hasta olup sabah 10 da ölen gayet sağlıklı çok insana rastladım”. Paristeki gazeteler ölenlerin 15 ile 40 yaş arasında olduğunu rapor ediyorlardı.

Eğer fiziksel olarak zayıf, iyi beslenemeyen, kansız, verem hastası yada sakatsanız İspanyol gribine yakalanma yada ölme ihtimaliniz çok düşüktü. Bu çokça görülen bir durumdu diye yazıyordu Dr D.B. Armstrong Boston Medical and Surgical Jurnal’da basılan makalesinde. Makalenin başlığı ‘’Grip: Sağlıklı olmak tehlikeli’’. Doktorlar hastalarına sağlıklı kalın tavsiyesi verip vermemeye çekinir hale gelmişti, çünkü sağlıklı olmak ölüm sabıkasını imzalamak gibiydi. Hamile kadınlar içinde İspanyol gribi çok tehlikeliydi. Doktorları epey şaşırtan bir başka gariplikte hastaların ateşi düşüp normale dönmesinin ardından nabızlarının 60’ın altında kalmasıydı. Bazı durumlarda nabız 36 ile 48 arasında oldukça düşük seviyede kalıyordu buda kalbin tıkandığına işaretti. Bu gibi göstergelerin bu salgının üst solunum yolu hastalığı ile alakası olmadığı radyo dalgaları hastalığıyla alakalı olduğu aşikardır.

Bazı hastaların iyileştikten iki üç ay sonra saçlarını tümüyle kaybettikleri oluyordu. Dermotolog doktor Samuel Ayres’e göre hemen hemen hergün genç yaştaki kadın hastalarının saçlarının döküldüğünü rapor ediyordu. Bu virüs kaynaklı bir hastalık için beklenen bir durum değildi ama radyo dalgaları radyasyonuna maruz kalan insanlarda beklenen ve görülen bir durumdu.

Diğer garip olan gözlem ise grip diye adlandırılan bu 1918 salgınında çok az hastanın solunum yolu hastalığı belirtisi göstermesi ve çok az hastada burun akıntısı, boğaz ağrısı olmasıydı. Aynen 1889’daki salgında olduğu gibi nörolojik belirtiler artmıştı. Uykusuzluk, uyuşukluk, dikkat kaybı, ani algı artışı, kaşıntı, karıncalanma, duyma zorluğu, tat alma zorluğu, göz kapağı, gözler ve bir çok diğer kaslarda zayıflık görülüyordu. Ünlü Karl Menninger üç ay içerisinde 35 tanesi şizofrenik olmak üzere yüzden fazla ruhsal denge bozukluğu gördüğünü rapor etmişti.

Hastalığın bulaşıcı olduğu genel olarak kabul edilen bir inanç olduğu için maske, karantina, ve izolasyon yöntemleri kullanılmasına rağmen hiçbir etkisi görülmüyordu. İzlanda gibi Avrupa kıtasına direk kara bağı olmayan ada ülkelerde bile karantina uygulanmasına rağmen hastalık hızlı bir şekilde yayıldı.

Hastalık müthiş bir hızla yayılıyordu. Amerika ordusunda doktor olan George Soper ‘’Bir insanın seyahat edebileceği hızdan çok daha hızlı yayılması mümkün gözükmese de görünen o ki yayılıyor’’

Ama gerçeği ortaya çıkaran gönüllüler bularak hastalığın bulaşıcı olduğunu kanıtlamak için yapılan girişimlerdi. Bütün bu deneyler 1918’in Kasım, Aralık ayında ve 1919 yılının Şubat ve Mart ayında yapılmıştı. Amerika Sağlık Bakanlığına bağlı Boston’da bir sağlık çalışanı gurubu yaşları 18 ile 25 arasında değişen 100 gönüllüye hastalığı bulaştırmaya çalıştılar. Hapis cezası almış mahkumlardan eğer bu deney için gönüllü olurlarsa hapisten çıkma vaadi ile gönüllü bulmuşlardı. Hastalığın bulaşıcı olduğunu ispat etme girişimleri okumaya değer ilginçlikteydi:

‘’Hastaların burnundaki akıntıdan, bronşlarından, boğazlarından, ağızlarından topladığımız balgam ve her türlü akıntıyı gönüllülere verdik. Topladığımız bu akıntıları hep aynı yöntemle hastalardan aldık. Ateşi olan ve yatakta tedavi gören hastaların burun deliklerinden biri 5 mililitrelik steril tuz çözeltisi ile yıkanır ve burnu tepsiye hızlıca sümkürülür ve mümkün olduğunca akıntı tepside toplanır. Aynı işlem diğer burun deliği için yapılır. Ve hasta bu çözeltiyi gargara yapar. Daha sonra hastanın öksürmesinden gelen bronşit balgamını boğazından burun deliklerinden toplanır. Daha sonra topladığımız bu akıntıları karıştırıp her gönüllüye ayrı ayrı 6 mililitre miktarınca verdik. Gönüllülere bu sıvıdan burun deliklerine, boğazlarına sıktık hatta gözlerine sürdük ta ki 6 mililitreyi tümüyle gönüllüye verene kadar. Gönüllüler bu karışımın bir kısmını yuttular. Bu işlem sonucunda gönüllülerin hiçbiri hasta olmadı.

Yeni gönüllüler bulduk ve deneyi biraz daha agrasif hale getirdik; tuzlu karışımı çıkardık deneyden. Bu sefer pamuklu çubuk kullanarak hastaların burunlarından aldığımız sümüğü gönüllülerin burnuna, boğazından aldığımız balgamı boğazına direk olarak verdik. Hastanın ilk günü, ikinci günü ve üçüncü gününde bunu yaptık. Gönüllülerin tümüne en az ikişer üçer kere bu şekilde transfer yaptık. Bu şekilde direk hastanın balgamını ve sümüğünü verdiğimiz gönüllülerin hiç biri hasta olmadı.

Deneyi biraz daha agrasif hale getirdik ve hastalardan aldığımız 20 mililitrelik kanı gönüllülere enjekte ettik. Yine gönüllülerin hiçbiri hasta olmadı.

Bu sefer üst solunum yolundan aldığımız balgamı yada sümüğü Mandler filtresinden geçirdik. Bu filtrelenen maddeyi gönüllülere enjekte ettik. Her bir gönüllüye 3.5 mililitre verdik. Gönüllülerin hiçbiri hastalığı almadı.

Bu sefer daha değişik bir yöntem kullanarak bir başka deney yaptık. Doğal yöntemler kullanarak hastalığı bulaştırmayı denedik. Yeni gönüllüler ve yeni hastalar bulduk. Gönüllü ile hastayı yanyana getirdik, hasta yatağındayken gönüllü yanında oturdu, el sıkıştılar ve beş dakika konuştular. Beş dakika sonunda hasta gönüllü ile tam karşı karşıya iken arada 5 cm mesafe varken hasta gönüllünün yüzüne mümkün olduğunca kuvvetli şekilde nefesini verdi, aynı anda gönüllü bu nefesi içine çekti. Bu deneyi aynı gönüllü ve hasta ile beş kere daha tekrar ettikten sonra hasta beş kere direk olarak gönüllünün yüzüne öksürdü. Daha sonra bu gönüllüyü bir sonraki hasta ile karşı karşıya getirip aynı deneyi tekrar ettik. Bu gönüllü 10 tane hasta ile aynı deneyi yaptı. Hastalar hastalığın farklı safhalarındaydı, genellikle yeni hasta olmuş olanlardı, hiç biri üç günden çok değildi hastalığı. Bu deneyde başarısız oldu ve gönüllülerden hiç biri hasta olmadı.

‘’Salgına girerken bu hastalığa neyin sebep olduğunu ve insandan insana nasıl geçtiğini bildiğimizi zannederek girdiğimizi düşünüyorduk. Belkide’’ dedi Dr Milton Rosenau ve şöyle devam etti; ‘’Eğer bir şey öğrendiysek bu hastalığa neyin sebep olduğunu bilmediğimizi öğrendik’’

Sonra bulaştırarak hasta etme deneyini atlarda uyguladık, fakat aynı başarısız sonuçla karşılaştık. Sağlıklı atlar hasta atların hastalığının her safhasında yakın temasta tutuldu. Ateşi olan atların ağız ve burunlarına bağladığımız torbalarda topladığımız akıntıyı sağlıklı olanların yiyecekleriyle karıştırdık. Bu deney sonucunda ve daha bir çok girişimde gribin atların birinden öbürüne sıçradığına dair hiçbir delil bulamadık diyordu İngiliz ordusu veterineri Albay Herbert Watkins Pitchford.

The Invisible Rainbow – Arthur Firstenberg

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)