Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Şubat 2017 Salı

Mezhep Mutaassıplarının Hadis Metinlerini Tahrif Etmeleri -5-

Namazda Elleri Göbek Altına Bağlama Hakkındaki Tahrifleri
İmam Hafız Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rahimehullah şöyle rivayet etmiştir:
حَدَّثَنَا وَكِيعٌ ، عَنْ مُوسَى بْنِ عُمَيْرٍ ، عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَائِلِ بْنِ حُجْرٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَضَعَ يَمِينَهُ عَلَى شِمَالِهِ فِي الصَّلاَةِ
“Vail b. Hucr radiyallahu anh dedi ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in namazda sağını solu üzerine koyduğunu gördüm.” (İbn Ebî Şeybe Musannef 1/390 Daru’s-Selefiyye baskısı tarih 1979
Sonra İbrahim en-Nehaî rahimehullah’tan gelen eseri zikrederek şöyle demiştir:
حَدَّثَنَا وَكِيعٌ ، عَنْ رَبِيعٍ ، عَنْ أَبِي مَعْشَرٍ ، عَنْ إبْرَاهِيمَ ، قَالَ : يَضَعُ يَمِينَهُ عَلَى شِمَالِهِ فِي الصَّلاَةِ تَحْتَ السُّرَّةِ.
“İbrahim dedi ki: “Namazda sağını solu üzerine, göbeğin altında koyar” (İbn Ebî Şeybe 1/390)
Burada Vail b. Hucr radiyallahu anh’ın rivayetinde “göbek altında bağlardı” ziyadesi yoktur. Bu ziyade ancak Musannef’te Vail radiyallahu anh hadisinden sonra gelen İbrahim en-Nehai’nin sözüdür.
İbn Ebî Şeybe’nin Musannefinde Vail radiyallahu anh hadisi bu ziyade olmaksızın, Haydarabad 1966 tarihli ilk baskısında ve Bombay 1979 tarihli ikinci tıpkı basımında böylece yer almıştır.

Bu Hadise Yapılan Tahrif

İdaretu’l-Kur’an ve’l-Ulumu’l-İslamiyye’nin Pakistan Karaçi’de bastığı İbn Ebî Şeybe Musannef baskısında önceki iki baskıdan farklı eklemeler olmuş, bazı başlıklar çıkarılmıştır.
Lakin üzücüdür ki yayıncı, bu hadise “göbek altında” cümlesini Vail b. Hucr radiyallahu anh hadisine, açık bir hat ile kasten eklemiştir. Bu hadis Musannef’in üç baskısında da 1. Cild, 390. Sayfasındadır.
İdaretu’l-Kur’an baskısında bu tahriften sonra hadis şu şekilde yer almıştır:
حَدَّثَنَا وَكِيعٌ ، عَنْ مُوسَى بْنِ عُمَيْرٍ ، عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَائِلِ بْنِ حُجْرٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَضَعَ يَمِينَهُ عَلَى شِمَالِهِ فِي الصَّلاَةِ تَحْتَ السُّرَّةِ
“Vail b. Hucr rahimehullah dedi ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in namazda sağını solu üzerine göbeğin altında koyduğunu gördüm.” (1/390)
Bu baskıda “göbek altında” ziyadesi, Vail radiyallahu anh hadisine eklenmiştir. Yayıncısı bu ziyade için herhangi bir nüshayı da kaynak göstermemiş, nüshanın nerede bulunduğunu da belirtmemiştir!
Şereften nasipsiz kılınmış Muhammed Avvame’nin neşrettiği Musannef nüshasında bu şekildedir!
Ocak yayınları tarafından tercüme edilen Musannef'te de (Avvame neşri olan Musannef tercüme edildiği için) bu tahrif edilmiş metin yer almıştır! (no:3959) Yayınevi sahibi Yusuf Özbek'in dikkatine sunarız!
Bu hadis hakkındaki tahriflere dair İrşadu’l-Hak el-Eserî’nin: Lahor’da yayınlanan el-A’sâm adlı haftalık derginin 10 Cemadiyeluhra 1407/20 Şubat 1987 tarihli sayısı, s.9-14 arasında “Hadise hizmet perdesi altında hadis tahrifi” başlıklı makalesinde değinilmiştir.

Bu Tahrifin Tarihi

 Hafız Kasım b. Kutlubuga (v.789 hicri) bu ziyadeyi “Tahricu Ahadisi’l-İhtiyar”da İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’ine nispet ederek zikretmiş, Şeyh Muhammed Kaim es-Sindi, Şeyh Muhammed Haşim es-Sindi ve daha başka Hanefi âlimleri de buna dayanarak bu ziyadenin sıhhatini iddia etmişlerdir.
Hafız Kutlubuğa’nın bu nakli bizatihi delile muhtaç iken, delilsiz olarak buna nasıl dayanılabilmiştir? Buna dayanmalarının tek sebebi sırf mezheplerine uygun düşmüş olmasıdır. Bu büyük bir beladır!

Hindistan’daki Büyük Hanefi Âlimlerinin Bu Tahrife Karşı Çıkışları

 Şeyh Muhammed Enver Şah el-Kaşmirî el-Hanefi, Allame Muhammed Hayyat es-Sindi’nin, Vail b. Hucr hadisine yapılan bu eklemeye karşı çıkmasını destekleyerek şöyle demiştir: “Bunun nasıl olduğuna şaşırmamalıdır! Ben el-Musannef’in üç nüshasına baktım, hiçbirinde bu ziyadeyi göremedim.” (Kaşmiri, Feydu’l-Bari 2/267)
Şeyh Zuheyr Ahsen en-Nimevi el-Hanefi şöyle demiştir: “el-İnsaf! Bu ziyade şayet sahih olsaydı Musannef nüshalarının çoğunda bulunurdu. Lakin bu sikaların rivayetlerine de aykırıdır. Böylece bunun mahfuz (sağlam ezberlenmiş) olmadığı ortaya çıkmıştır.” (en-Nimevi, et-Ta’liku’l-Hasen s.71)
 Şeyh Bedru’l-Alem el-Miyreteheni el-Hanefi dedi ki: “Allame Zuheyr Ahsen rahimehullah buna razı olmamış ve bu ziyadenin illetli olduğuna karar vermiştir.” (et-Ta’lik Ala Feydi’l-Bari 2/267)

Buradaki Tahrifin Diğer Delilleri

Bu asırda Hindistan’da meşhur olan, ömürlerini Hanefi mezhebini savunmaya ve Hanefi mezhebinin nebevi hadislere uygun olup sahih bir mezhep olduğunu ispat etmeye adamış olan Hanefi âlimlerinin, mezheplerini tercih ederek bazı sahihayn hadislerini terk etmeleri veya Arap dilinin müsaade etmeyeceği şekilde tevil etmeleridir.
Buna rağmen bu kimseler, el-Musannef nüshalarında bahsedilen ziyadenin bulunmadığını itiraf etmişler, en azından mahfuz olmayıp illetli olduğunu söylemişlerdir. Büyük âlimlerin bu ziyadenin durumu hakkındaki bu açıklamalarından sonra el-Musannef’i yayınlayanlar, hiçbir delil olmadığı halde sırf dünyada utanca uğramamak için merfu hadise bu eklemeyi yapmakta ısrar etmişler, Nebevi Sünnete hizmet emaneti hususunda şüphelere sebebiyet vermişlerdir.
İmam İbn Ebi Şeybe rahimehullah bu hadisi, yukarıda arapça metinde verilen isnad ile rivayet etmiştir. Sonraki muhaddisler de aynı rivayet yoluyla bahsedilen ziyade olmaksızın rivayet etmişlerdir:
1- İmam Ahmed b. Hanbel, Veki yoluyla bu ziyade olmaksızın rivayet etmiştir. (Musned 4/316)
2- İmam Muslim, Abdulcebbar b. Vail – Alkame b. Vail – babası yoluyla benzerini ayrıntılı olarak ve bahsedilen ziyade olmaksızın rivayet etmiştir. (Muslim 401)
3- İmam Nesâî, Abdullah b. el-Mubarek – Musa b. Umeyr el-Anberî ve Kays b. Selim el-Anberi yoluyla benzerini bu ziyade olmaksızın rivayet etmiştir. (Nesâî 888)
4- İmam Darakutni; Yusuf b. Musa – Veki yoluyla benzerini bahsedilen ziyade olmaksızın rivayet etmiştir. (Darakutni 1/268)
5- İmam Ebu Bekr b. Huzeyme, İbn İdris, İbn Fudayl ve Sufyan, hepsi Asım b. Kuleyb – babası – Vail b. Hucr radiyallahu anh yolula uzun metinle rivayet etmiştir. (Sahihu İbn Huzeyme 1/242-243) yine Muemmel’in Sufyan yoluyla yaptığı rivayette: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber namaz kıldım, sağ elini, sol eli üzerine göğsü üzerinde koydu” lafzı ile rivayet etmiştir. No:479)
Bütün sünnet kitaplarında bu hadis “göbek altında” lafzı olmaksızın yer almıştır. Şu ana kadar sünnet kitaplarının yayıncılarından hiçbiri bu ziyadeyi Vail radiyallahu anh hadisinin metnine eklemeye cüret etmemişlerdir. Musannef yayıncıları ise Musannef’in sonraki baskısına mezheplerini desteklemek için bu ziyadeyi kasten eklemeye cüret etmişlerdir! Bunu da sünnete hizmet adı altında yapıyorlar! Yayın evinin adı da güya “Kur’ân ve İslâmî ilimler idaresi”(!)
Koyun çobanları sürüyü kurttan korumak içindir, peki ya çobanlar kurtlardan olursa ne olur?
Bu sahtekârların Mahmud efendi dedikleri, olsa olsa ancak bidatlerin müceddidi olabilecek bir bunağı “müceddit” ilan etmelerine şaşırıyor musunuz?

Mezhep Mutaassıplarının Hadis Metinlerini Tahrif Etmeleri -4-

Ebu Davud’un Hadise Verdiği Hükmü Tahrif Etmeleri
Ebu Davud rahimehullah, “Rükuda elleri kaldırmayı zikretmeyenler” başlığı altında şöyle demiştir:
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَاصِمٍ يَعْنِي ابْنَ كُلَيْبٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْأَسْوَدِ، عَنْ عَلْقَمَةَ، قَالَ: قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْعُودٍ: " أَلَا أُصَلِّي بِكُمْ صَلَاةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: فَصَلَّى فَلَمْ يَرْفَعْ يَدَيْهِ إِلَّا مَرَّةً "، قَالَ أَبُو دَاوُدَ: هَذَا حَدِيثٌ مُخْتَصَرٌ مِنْ حَدِيثٍ طَوِيلٍ وَلَيْسَ هُوَ بِصَحِيحٍ عَلَى هَذَا اللَّفْظِ
“Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki: “Size Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazını kıldırmayayım mı?” Namazı kıldırdı ve ellerini ancak bir defa kaldırdı.” Ebu Davud dedi ki: “Bu hadis uzun bir hadisin muhtasar şeklidir. Bu lafızla sahih değildir.” (Ebû Dâvûd Humus baskısı (1/477-478 no:748) Ebû Dâvûd, Sunen, Avnu’l-Ma’budla beraber, 1388 tarihli ikinci baskı 2/446-448 no: 734)

Tahrifin Sebebi

Şeyh Fahru’l-Hasen el-Hanefi el-Kenkuhi (h.1315) tarihinde Diyubend şehrinde Sunenu Ebi Davud’un Hindistan baskısını neşrettiği zaman Ebu Davud’un bu hadisin zayıf olduğunu belirttiği açıklamasını ve cerhini çıkararak yayınladı ve Hanefi mezhebi için; namazda başlangıç tekbiri dışında elleri kaldırmamanın sahih bir delile dayandığı intibaını vermek istedi.
Bu çıkarmaya diğer bir Diyubend’li alim olan Halil Ahmed es-Seharenfuri, (h.1346) yılında basılan Bezlu’l-Mechud Fi Halli Ebi Davud kitabında (4/471) tabi oldu ve şu sözleriyle bu hükmün Ebu Davud’a nispetinden tereddüt ettirdi:
“…Bir nüshada “Bu lafız ile sahih değildir” cümlesi yerine “bu mana üzere sahih değildir” cümlesi yer almıştır. Bu ibare Hindistan’da basılan nüshalarda ve Mısır nüshasında mevcut değildir. Sadece el-Muctebaiyye nüshasının dipnotunda vardır. Buna göre bu ibare müellife mi yoksa, başkasına mı ait, şüphelidir” (Bezlu’l-Mechud 4/471, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut baskısı. Bahsedilen el-Muctebaiyye baskısı Mahmud el-Hasen ed-Diyubendî neşridir)

Bu Tahrifin Delilleri

1- Alimler kitaplarında Ebû Dâvûd’un Sünen’inden bu hadisi naklederken ardına Ebu Davud’un verdiği hükmü de zikretmişlerdir:
İbn Abdilberr (v.463 hicri), et-Temhid’de (9/220) “Bu lafız ile” cümlesi yerine: “Bu mana üzere sahih değildir” şeklinde zikretmiştir.
Hatib Tebrizi (v.737 hicri) Mişkatu’l-Mesabih’te (1/254 no:809 el-Elbani tahkiki): “Bu mana üzere sahih değildir” şeklinde zikretmiştir.
İbn Hacer el-Askalani (v.852 hicri) Telhisu’l-Habir’de (1/222, kahire 1384 tarihli baskı) bu şekilde zikretmiştir.
Ali el-Kari (v.1014 hicri) Mirkatu’l-Mefatih’te (2/269 Pakistan İmdadiye baskısı) bu şekilde zikretmiştir.
Muhammed b. Ali eş-Şevkani (v.1250 hicri) Neylu’l-Evtar’da (2/194, Beyrut Daru’l-Ceyl 1973 baskısı) bu şekilde zikretmişlerdir.
Ebu Davud’un bu hadise verdiği hükmü Allame Şemsulhak el-Azimabadi, Sunenu Ebi Davud’da (2/448 no:734) bu şekilde tespit etmiş ve şerhinde (Avnu’l-Ma’bud’da 2/449) şöyle demiştir:

“Bil ki, bu ibare yanımdaki iki eski nüshada mevcuttur. Ebu Davud’un elimde olan umumi nüshalarında (galiba Hindistan baskılarını kastediyor) mevcut değildir.”
Yine hadis hakkındaki bu hükmü Şeyh Mahmud el-Hasen ed-Diyubendi, kendisinin tashihi ile basılan el-Muctebaiyye baskısında, Sünenu Ebi Davud haşiyesinde tespit etmiştir.
Allame el-Azimabadi, Ebu Davud’un: “Bu hadis uzun bir hadisin muhtasarıdır ve bu lafız ile sahih değildir” sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir:

“Buhari, Ref’ul-Yedeyn cüzünde dedi ki: Bize el-Hasen b. er-Rebi tahdis etti, dedi ki; bize İbn İdris tahdis etti, o Asım b. Kuleyb’den, o Abdurrahman b. el-Esved’den rivayet etti dedi ki: bize Alkame Abdullah radiyallahu anh’ın şöyle dediğini tahdis etti:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize namazı öğretti, kalktı tekbir aldı ve ellerini kaldırdı. Sonra rüku etti ve ellerini tatbik yaptı; iki elini diz kapaklarının iç tarafına yerleştirdi.” Bu Sa’da ulaşınca: “Kardeşim doğru söyledi. Ancak biz bunu İslam’ın ilk yıllarında yapardık, sonra şu şekilde emrolunduk” dedi. Buhârî dedi ki: Bu araştırma ehli katında Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh hadisinin mahfuz (sağlam ezberlenen) şeklidir.”
İşte musannif’in (Ebu Davud’un) uzun bir hadisin muhtasarıdır derken kastettiği de Buhârî’nin zikrettiği bu hadistir. Allah en iyi bilendir.” (Avnu’l-Ma’bud 2/448)
Bezlu’l-Mechud sahibi es-Seharenfuri’nin (4/471) el-Azimabadi’ye hatta Buhari’ye itirazı şu sözleriyle olmuştur: “Şayet bu uzun hadisin kısa şekli olduğu kabul edilirse, bu muhtasarda, uzun metninde geçmeyen ziyade lafız vardır. Sikanın ziyadesi ise hadis ehli katında makbuldur.” Bu itiraz hiçbir şey ifade etmez, zira iki hadisin isnadı da aynıdır!

Mezhep Mutaassıplarının Hadis Metinlerini Tahrif Etmeleri -3-

Ebu Davud’un Bab Başlığını Tahrif Etmeleri
İmam Ebu Davud rahimehullah, Sunen’inde Kitabu’s-Salat’ta şöyle bir başlık zikretmiştir:
بَابُ مَنْ رَأَى الْقِرَاءَةَ إِذَا لَمْ يَجْهَرِ الْإِمَامُ بِقِرَاءَتِهِ
“İmamın Kıraatini Sesli Yapmadığı Namazda (Fatiha) Okunması Görüşünde Olanlar”
Ebu Davud’un Sünen’inin Avnu’l-Ma’budla beraber es-Selefiyye baskısı (3/49), Munziri’nin Ahmed Şakir ve Hamid el-Fakî tahkikiyle basılan Sunenu Ebi Davud Muhtasarı (1/394) Bu başlık, Hindistan’da basılan bütün Sunenu Ebi Davud baskılarında; el-Muhammediyye baskısı hicri 1264, el-Kadiriyye baskısı hicri 1271, - her ikisi de Delhi’de basılmıştır – Kanfur 1346 tarihli el-Mecidiyye baskısı ve eski Mısır baskılarında hep bu şekildedir.
Lakin Şeyh Mahmud el-Hasen ed-Diyubendî, Nisa suresi 59. Ayetini tahrif ettiği gibi, Ebu Davud’un Sünen’indeki, daha önce zikrettiğimiz Ubey b. Kab radiyallahu anh hadisini de tahrif etmişti, burada da Delhi’de el-Muctebaiyye baskısında bu başlığı şu şekilde değiştirerek tahrif etmiştir:
“İmam Sesli Okuduğu Zaman Cemaatin Fatiha Okumasını Çirkin Görenler”
Bu tahrifi ispat etmek, zorunlu olarak dipnotta zikrettiği şu cümledeki tahrifi de ispat etmeye mecbur bırakmıştır: Dipnotunda şöyle diyor: “Bu başlık diğer iki nüshada şu lafızlarla yer alıyor: “İmam sesli okuduğu zaman kıraati terk eden kimse babı” ve “İmam sesli okumadığı zaman Fatiha okunması görüşünde olanlar babı”
Nitekim Şeyh Halil es-Seharenfuri el-Hanefi, Bezlu’l-Mechud’da bu tahrifi açıkça belirtmiştir. Lakin bu başlığı konu hadisine uygun görmüş ve şöyle demiştir: “İmam sesli okuduğu zaman Fatihatu’l-Kitabı okumayı çirkin görenler babı”: Bu başlık yalnızca el-Muctebaiyye baskısında bu şekilde geçer. Dipnotta ise iki ayrı nüsha gösterilmiştir. Birincisinde: “İmam sesli okuduğu zaman kıraati terk eden babı” diye zikrediliyor. Bu başlık, önceki başlık gibi sadece el-Muctebaiyye baskısında bulunmaktadır. İkincisinde ise: “İmam sesli okumadığı zaman kıraat edilmesi görüşünde olanlar babı” diye zikretmiştir. Bütün nüshalarda başlık bu şekilde geçmektedir. Avnu’l-Ma’bud sahibi de bunu tercih etmiş, başka bir şey zikretmemiştir….” (Bezlu’l-Mechud 5/61, Nedvetu’l-Ulema baskısı)
Bezlu’l-Mechud’un ilerleyen sayfalarında (5/67-68) es-Seharenfuri’nin burada tahrif olduğunu belirtmesine rağmen kendisinin düştüğü çelişkiyi görebilirsiniz. Allah’tan selamet dileriz.
Bu maddeyi Bediuddin er-Raşidi rahimehullah, et-Tavammu'l-Mer'işe adlı kitabında, Şeyh Muhammed Eşref'in, Urduca Netaicu’t-Taklid kitabından nakletmiştir.
* Ebu Davud’un Sünen’inin Abdullah Parlayan tarafından yapılan Türkçe tercümesindeki başlıklar ilmî ciddiyetten uzaktır ve Ebu Davud rahimehullah’ın bizzat koyduğu ilmî bab başlıkları tercüme edilmemiş, bunun yerine mütercim tarafından başlıklar uydurulmuştur!   

27 Şubat 2017 Pazartesi

Mezhep Mutaassıplarının Hadis Metinlerini Tahrif Etmeleri -2-

Üç Rekatle Vitir Hakkındaki Hadisin Tahrifi
Hakim, el-Mustedrek’te (1/58) şöyle rivayet etmiştir:
مَا أَخْبَرْنَاهُ أَبُو نَصْرٍ أَحْمَدُ بْنُ سَهْلٍ الْفَقِيهُ بِبُخَارَى، ثنا صَالِحُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ حَبِيبٍ الْحَافِظُ، ثنا شَيْبَانُ بْنُ فَرُّوخَ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ، ثنا أَبَانُ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ زُرَارَةَ بْنِ أَوْفَى، عَنْ سَعْدِ بْنِ هِشَامٍ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ: «كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُوتِرُ بِثَلَاثٍ لَا يُسَلِّمُ إِلَّا فِي آخِرِهِنَّ» وَهَذَا وِتْرُ أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ «وَعَنْهُ أَخَذَهُ أَهْلُ الْمَدِينَةِ»
“Aişe radiyallahu anha dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç rekatle vitir yapar, ancak son rekatte selam verirdi.” Bu, Mü’minlerin emiri Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’ın vitir şeklidir ve Medine halkı bunu ondan almışlardır.”
El-Mustedrek’in, Hindistan, Haydarabad baskısınının tıpkı basımı olan Daru’l-Fikr 1978 tarihli baskısında böyledir.
Bu baskıda: “Ancak son rekatte selam verirdi” lafzıyla geçmiştir. Ancak aslında rivayet “la yak’adu illa fi ahirihinne” (ancak son rekatte otururdu) şeklinde iken, yak’adu kelimesi “yusellimu” şeklinde tahrif edilmiştir.

Buradaki tahrifin delilleri şu şekildedir:

1- Allame muhaddis Avnu’l-Ma’bud sahibi Ebu’t-Tayyib Şemsulhak el-Azimabadî, Tağliku’l-Mugni Ale’d-Darakutni adlı eserinde (2/26) şöyle demiştir: “Mustedrek’te Eban tarikiyle gelen Aişe radiyallahu anha hadisinde “la yusellimu illa fi ahirihinne” lafzı yoktur.” Yine şöyle demiştir:
“Buna uyarı yapmamın sebebi şudur: Ben, Şeyh Abdulaziz el-Muhaddis ed-Dehlevi’nin öğrencilerinden olan Hasen Ali el-Muhaddis el-Leknevî’nin gözü önündeki Mustedrek nüshasına ulaştım.  Bu iyi bir nüsha idi. Bu hadisi yani Yezid b. el-Attar’ın rivayetini orada gördüm. Bir de baktım ki orada “la yak’adu” kelimesi silinmiş veya nüshayı yazan kişi yanılgı sebebiyle bu kısmı boşluk olmaksızın bırakmıştı. Keyfiyetini tam hatırlayamıyorum. Her halukarda, orada “la yak’adu” kelimesi geçmediği gibi, “la yusellimu” kelimesi de yoktu. Hanefi âlimlerinden biri bahsettiğim bu el-Mustedrek nüshasından naklederken böyle naklediyordu. Ben ona nakilde bulunduğu nüshada “la yak’adu” lafzının bulunmadığını haber verdim ve bunun yazarın bir hatası mı, yoksa silinmiş mi olduğunu sordum. O da nüshaya baktı ve benim dediğim gibi olduğunu gördü. Ona dedim ki: “Burada “la yak’adu” lafzı olması gerekir” O da bana: “Bunu neye dayanarak söylüyorsun?” dedi. Ben de: “Âlimler bu şekilde rivayet ediyorlar. Bu rivayette bu lafız, el-Mustedrek’in rivayetiyle meşhurdur” dedim. Sözümle ikna olmadı. Orada rivayetin geçtiği bir kaynak olarak yalnızca Şerhu’z-Zurkani Ale’l-Mevahib kitabı vardı. Ondan bu kitabın sekizinci cildini istedim ve orada bunu gösterdim. Ve dedim ki: “Buradaki boşluğu bırakın ve el-Mustedrek dipnotuna: “nakil yapılan asıl nüshada beyazlık vardır, lakin Şerhu’z-Zurkani’de ibare şu şekildedir…” diye yazın dedim. Lakin söylediğim şeyi yapmadı ve o dipnota: “La yusellimu” lafzıyla yazdı! İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Tağliku’l-Mugni Ale’d-Darekutni 2/27)
2- Bundan daha da çirkini, basılan asıl nüshada “la yusellimu” lafzıyla basılıp, dipnota: “la yak’adu” lafzının yazılmasıdır. Allah’tan selamet dileriz.
3- Yine Hafız İbn Hacer de bu rivayeti nakledip şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç rekatle vitir yapar, ancak son rekatte otururdu” Bunu Ahmed, Nesâî, Beyhaki ve Hakim Aişe radiyallahu anha’dan rivayet ettiler. Ahmed’in lafzı: “Üçüncü rekatte oturur, aralarını ayırmazdı” şeklindedir. Hakim’in lafzı ise: “Ancak son rekatte otururdu” şeklindedir.” (Telhisu’l-Habir 2/15, Fethu’l-Bari 2/481)
4- İmam Beyhaki Marifetu’s-Sunen ve’l-Asar’da bu hadisi; Eban b. Yezid – Katade yoluyla ve şu lafızla rivayet etmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç rekatle vitir yapar, ancak son rekatte otururdu.”  Bu rivayet, İbn Ebi Arube, Hişam ed-Dustuvai, Ma’mer ve Hemmam’ın Katade’den rivayetlerinin hilafınadır.” (bkz.: Tagliku’l-Mugni 2/25)
5- Buradaki tahrifin en büyük delillerinden biri de İmam Zehebi’nin el-Mustesrek’e yaptığı Telhis’inde Aişe radiyallahu anha hadisini Eban tarikiyle zikrederken “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç rekatle vitir yapar ve ancak son rekatte otururdu. Bu Ömer radiyallahu anh’ın vitridir ve Medine’liler ondan almışlardır” lafzıyla rivayeti vermesidir.
Zehebi’nin Telhis’i el-Mustedrek ile beraber basılmıştır. Tuhaf olan şu ki, asıl nüshada lafız “la yusellimu” şeklinde iken onun altında basılan Telhiste “la yak’adu” lafzlyla geçmektedir!
Bu tahrifin sebebi Hanefilik taassubudur! Zira Hanefiler vitri üç rekat kılar ve ikinci rekatte de otururlar. Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vitrin üç rekat kılınması halinde akşam namazına benzetilmesini yasaklamıştır. Ömer radiyallahu anh hadiste belirtildiği gibi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uyarak ikinci rekatte oturmamış ve böylece akşam namazına benzerlik ortadan kalkmıştır.

Mezhep Mutaassıplarının Hadis Metinlerini Tahrif Etmeleri -1-

Teravih Namazının Rekat Sayısı Hakkındaki Tahrif
Ebu Davud rahimehullah Sunen’inde şöyle rivayet eder;
حَدَّثَنَا شُجَاعُ بْنُ مَخْلَدٍ، حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ، أَخْبَرَنَا يُونُسُ بْنُ عُبَيْدٍ، عَنِ الْحَسَنِ، أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ جَمَعَ النَّاسَ عَلَى أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ، «فَكَانَ يُصَلِّي لَهُمْ عِشْرِينَ لَيْلَةً، وَلَا يَقْنُتُ بِهِمْ إِلَّا فِي النِّصْفِ الْبَاقِي، فَإِذَا كَانَتِ الْعَشْرُ الْأَوَاخِرُ تَخَلَّفَ فَصَلَّى فِي بَيْتِهِ، فَكَانُوا يَقُولُونَ أَبَقَ أُبَيٌّ»
el-Hasen (el-Basrî) rahimehullah’tan: “Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh insanları Ubey b. Ka’b radiyallahu anh’ın imamlığında bir araya getirdi ve o da onlara yirmi gece (teravih) namazı kıldırdı. Onlara ancak (bu yirmi gecenin) son yarısında kunut yaptırdı. (Ramazan’ın) Son on gününde ise cemaatle kılmayıp evinde kıldı. “Ubey kaçtı” diyorlardı.”
Sunenu Ebi Davud 1/136, no:1429 Humus baskısı.
Hadisin metni böyledir. Fakat mezhep mutaassıpları (ki “Tebliğ Cemaati” diye meşhur olan fırka da bunlardandır) “yirmi gece” lafzını, Ebu Davud’un Sünen’inin Hindistan baskılarından birinde: “Yirmi rekat” olarak tahrif etmişlerdir.
Bazı Hanefi taassupçular da bu tahrif edilmiş kelimeye dayanarak bunu her yerde yaymışlar ve kendilerinin bu gafletleri sebebiyle Hadis Ehlini kınamışlardır.
Bu tahrifin mezheplerini desteklemek isteyen taassupçular tarafından yapıldığının delilleri şu şekildedir:
1- Sunenu Ebi Davud nüshalarında “yirmi rekât” lafzı sadece bahsedilen Hind baskısında vardır, başka nüshalarda “Yirmi gece” olarak geçmektedir.
2- Tarih boyunca âlimler bu hadisi Ebu Davud’un Sünen’inden naklederlerken “yirmi gece” lafzıyla zikretmişler, bu konuda Ebu Davud nüshalarında bir fark olduğuna en ufak bir işarette bulunmamışlardır.
Mesela bkz: Mişkatu’l-Mesabih (no:1293 – el-Elbani tahkiki), Zeylai, Nasbu’r-Raye (2/126 – 1973 tarihli 2. Baskı) İbn Kudame, el-Mugni (2/167)
Uyarı: el-Hedyu’n-Nebeviyi’s-Sahih Fi Salati’t-Teravih kitabının yazarı şeyh Muhammed Ali es-Sabuni, (s.56) “yirmi rekât” lafzıyla İbn Kudame’nin el-Mugni’sinden naklediyor! Fakat bu da bir tahriftir. Zira el-Mugni’de “yirmi gece” lafzıyla nakledilmektedir.” Şeyh Sabuni’nin akide ve hüküm meselelerinde Hadis ve Sünnet ehline düşmanlığı meşhurdur. Bu sebeple birçok âlimler kendisine reddiyeler yazmışlardır. Es-Sabuni’nin tahriflerine diğer bir örneği Şeyh Selim el-Hilali şöyle zikreder: “İbn Cerir, Tefsir’inde (29/14) “Baldırın açıldığı gün” (Kalem 14) ayetinin tefsirinde, Dahhak dedi ki: İbn Abbas radiyallahu anhuma diyordu ki: “Cahiliyye halkı şöyle diyorlardı…” diye rivayet ederken, es-Sabuni: “Dahhak dedi ki: İbn Abbas’ın şöyle dediğini işittim:…” diyerek nakletmiştir. Bu apaçık bir yalan va ahmakça bir tahriftir. Zira Dahhak rahimehullah, İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya yetişmemiş, onunla karşılaşmamıştır. Nasıl olur da “İbn Abbas’tan işittim” diyerek O’ndan işitmediği bir sözü söyleyebilir?”
3- Beyhaki Sünen’inde (2/498), Ebu Davud’un rivayet yoluna dayanarak “Yirmi gece” lafzıyla rivayet etmiştir. Bu da Ebu Davud’un nüshalarına muvafıktır.

Bu Tahrifin Başlangıç Tarihi

Yirmi gece” lafzı, Ebu Davud’un Sünen’inin Hindistan’da hicri 1318 yılına kadar basılan bütün nüshalarında mevcuttur. Bu baskılarda bu konuya dair nüsha veya rivayet farklarına dair bir işaret söz konusu değildir. Lakin Ebu Davud’un Sünen’i, Şeyh Mahmud Hasen tarafından, onun dipnotlarıyla basılınca, kendileri veya istişare ettikleri biri, rivayetteki bu tahrif ile birlikte yayınladılar ve kitabın doğru nüshalarındaki “yirmi gece” kelimesini, dipnottaki tahrife dayanarak “yirmi rekât” şeklinde zikrettiler.
Bu tuzak, insanlara Ebu Davud’daki bu hadisin lafızlarında rivayet veya nüsha farkı olduğu şeklinde bir fikre sebebiyet verdi.  Yine aynı şeyi Ebu Davud şerhi olan Bezlu’l-Mechud baskısının dipnotunda da yaptılar.  Hâlbuki Bezlu’l-Mechud kitabının sahibi olan Şeyh Halil Ahmed es-Seharenfuri el-Hanefi, “rekât” şeklinde lafız farkına işaret etmemiştir. Fakat metnin dipnotunda şöyle geçiyor: “Şeyh Mevlana Muhammed İshak’ın kıraat edilen nüshasında “rekât” şeklinde geçmektedir.” (!) Bu da diğer bir beladır. Zira bunu söyleyen kişi meçhuldür, bu nüshayı nerede gördüğünü ve bu nüshanın nerede bulunduğunu zikretmemiştir!
Sonra Ebu Davud’un Sünen’i Şeyh Fahru’l-Hasen’in dipnotları ile basılınca hadisin metnini: “yirmi rekât” şeklinde yazdılar ve dipnotuna da: “başka nüshada yirmi gece şeklinde” geçtiğine işaret ettiler!
Bütün bu şaibeli çabaların hedefinde hadisin lafızlarıyla oynayıp teravih namazını yirmi rekât olarak tespit etme girişimi vardır. Başka bir şey değil!
Birisi çıkıp: “Büyük âlimler neden bu tahrife karşı çıkmadılar ve Sünen’in önceki baskılarını ortaya koymak için çalışmadılar?” diyebilir. Buna şöyle cevap verilir: “Onlar bundan daha çetin ve daha çirkin olan; bazı ayet tahriflerine dahi sükût etmişlerdir.
Ayet tahrifi ve bu hadisin tahrifi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Şeyh Sultan Mahmud, Ni’me’ş-Şuhud Ala Tahrifi’l-Gâlîn Fi Suneni Ebi Davud; Muhammed Eslem el-Bâkistani, Cemaatu’t-Teblig: Akidetuha ve Efkaru Meşayihiha (s.18-19)
Allah’tan selamet dileriz.    

23 Şubat 2017 Perşembe

Hadis Ehlinin Bid'ât ve Hevâ Ehlinden Sakındırmaları

Hadis Ehlinin, Bid’at ve Hevâ Ehlinden Sakındırmaları
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Allah içindir. Salat ve selam Allah’ın rasulü, âli, ashabı ve onun hidayetine tabi olanların üzerine olsun. Bundan sonra :
Şüphesiz yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü dinde sonradan çıkarılanlardır. Dinde her sonradan çıkarılan bidattir, her bidat de sapıklıktır.
Her müslümanın kitap ve sünnete tutunması, o ikisine azı dişleriyle sarılması, bid’atlerden ve bid’at ehliyle karışmak, onlarla beraber oturmak ve onlara sevgi beslemek gibi bidate düşüren şeylerden sakınması vaciptir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22)
وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Bir de zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz” (Hud 113)
Enes radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
المرء مع من أحب
Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[1]
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
الْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلُ
Kişi dostunun dini üzeredir. Her biriniz kiminle dostluk ettiğine baksın.”[2]
الأرواح جنود مجندة، فما تعارف منها ائتلف، وما تناكر منها اختلف
Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar anlaşır, tanışmayan ruhlar ise ihtilaf ederler.”[3]
مثل الجليس الصالح والجليس السوء، كحامل المسك ونافخ الكير، فحامل المسك: إما أن يحذيك، وإما أن تبتاع منه، وإما أن تجد منه ريحا طيبة، ونافخ الكير: إما أن يحرق ثيابك، وإما أن تجد ريحا خبيثة
Salih arkadaş ile kötü arkadaşın misali; misk taşıyan kimse ile ateş körükleyen kimsenin misali gibidir. Misk taşıyana gelince; ya o sana uğrar ondan misk kokusu satın alırsın yahut ondan güzel koku bulursun. Ateş körükleyene gelince ya elbiseni yakar ya da ondan pis koku bulursun.”[4]
İmam Begavi rahimehullah Ka’b b. Malik, Murare b. er-Rebi ve Hilal b. Umeyye radiyallahu anhum’un Tebuk savaşından geri kalmaları ile ilgili kıssasına not olarak şu açıklamayı yapmıştır: “Sahabe, Tabiun, etbâu’t-Tabiun ve sünnet âlimleri bu şekilde; bid’at ehline düşmanlık etmek ve onları terk etmek hususunda icma ile ittifak ederek devam edegelmişlerdir.”[5]
Ebu Hatim b. Hibban rahimehullah “Hayırlı kimselerle arkadaşlık etmeye teşvik ve şerli kimselerle beraber olmaktan sakındırma” diye başlık açmış, salih arkadaş ile kötü arkadaşın misalini anlatan hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir:
 “Akıl sahibi olan kişi hayırlı kimselerle arkadaşlık eder ve şerli kimselerden ayrılır. Çünkü hayırlı kimselere sevgi beslemek ulaşmayı hızlandırır, geri kalmayı önler. Şerli kimselere sevgi beslemek ise ulaşmaktan engeller ve geri bırakır. Kötü kimselerle arkadaşlık; hayırlı kimselere kötü zan beslemeye sebebiyet verir. Şerlilerin sırdaşı onların kapsamına girmekten kurtulamaz. Akıl sahibinin şüphe ehlinden uzaklaşması gerekir ki, kendisi de şüphecilerden olmasın. Hayırlı kimselerle arkadaşlık hayır getirdiği gibi, şerli kimselerle arkadaşlık da şey getirir.”
Yine şöyle demiştir: “Akıl sahibi olan ırzını kirletmez ve şerli kimselerle arkadaşlık etmek suretiyle nefsini şerre sebep olan şeylere arz etmez. Irzını korumaktan geri durmaz ve hayırlı kimselerle arkadaşlık etmek suretiytle nefsini koorur. İmtihan anında insanlardan zahirlerinde olanın zıddı ortaya çıkar.”
Yine şöyle demiştir: “Akıllı kişi şerlilerle arkadaşlık etmez. Çünkü kötü arkadaş ateşten bir parçadır. Geri çevrilip düzeltilmesi mümkün olmayan kinlere sebep olur. Şüphesiz şu dört şey, kişinin saadetindendir: Eşinin uyumlu olması, çocuklarının itaatkâr olmaları, kardeşlerinin salihler olmaları ve rızkının da memleketinde olması. Köpekle arkadaş olmak, kişinin kendisinden hayırla faydalanmadığı kimseyle arkadaşlık etmesinden iyidir. Kötü kimseyle arkadaşlık eden kimse kötülükle itham edilmekten selamette kalamaz.”[6]
İmam Hafız Ebu Abdillah Ubeydullah b. Muhammed b. Muhammed b. Hamdan b. Batta (v.387 h.) el-İbane An Şeriati’l-Firkati’n-Naciye ve Mucanebeti’l-Firaki’l-Mezmume’de, “Kalpleri hastalandıran ve imanı bozan kimselerle arkadaşlıktan sakındırma” başlığında, no: 359 ile 524 arasında birçok naslar zikretmiştir:
Ebu Kılabe rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَصْحَابَ الْأَهْوَاءِ , فَإِنِّي لَا آمَنُ أَنْ يَغْمِسُوكُمْ فِي ضَلَالَتِهِمْ أَوْ يَلْبِسُوا عَلَيْكُمْ بَعْضَ مَا تَعْرِفُونَ
“Heva sahipleri ile oturmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından veya bildiğiniz bazı hususları size karışık göstermelerinden emin olamam.”[7]
Amr b. Kays el-Mulâî rahimehullah dedi ki:
كَانَ يُقَالُ: لَا تُجَالِسْ صَاحِبَ زَيْغٍ فَيُزِيغَ قَلْبَكَ
“Şöyle denilirdi: “Sapmış kimseyle oturma ki kalbini kaydırmasın.”[8]
İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki:
لَا تُجَالِسْ أَهْلَ الْأَهْوَاءِ فَإِنَّ مُجَالَسَتَهُمْ مُمْرِضَةٌ لِلْقُلُوبِ
“Heva sahipleri ile oturma. Zira onların meclisleri kalpleri hastalandırır.”[9]
Hasen el-Basrî rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَهْلَ الْأَهْوَاءِ فَإِنَّ مُجَالَسَتَهُمْ مُمْرِضَةٌ لِلْقُلُوبِ
“Heva ehliyle oturmayın. Zira onların meclisleri kalpleri hastalandırır.”[10]
Hasen el-Basri ve Muhammed b. Sirin rahimehumallah dediler ki:
لَا تُجَالِسُوا أَصْحَابَ الْأَهْوَاءِ , وَلَا تُجَادِلُوهُمْ , وَلَا تَسْمَعُوا مِنْهُمْ
“Heva sahipleri ile oturmayın, onlarla tartışmayın, onları dinlemeyin.”[11]
Said b. Amir rahimehullah dedi ki: “Ninem Esma dedi ki:
دَخَلَ رَجُلَانِ عَلَى مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ مِن أَهْلِ الْأَهْوَاءِ فَقَالَا: يَا أَبَا بَكْرٍ نُحَدِّثُكَ بِحَدِيثٍ قَالَ: لَا, قَالَا: فَنَقْرَأُ عَلَيْكَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ قَالَ: لَا , لِتَقُومَانِ عَنِّي, أَوْ لَأَقُومَنَّ
“Heva ehlinden iki kişi Muhammed b. Sirin rahimehullah’ın yanına girdiler ve dediler ki:
“Ey Ebu Bekr! Sana bir hadis söyleyebilir miyiz?” İbn Sirin rahimehullah:
“Hayır” dedi. Onlar:
“Sana Allah’ın kitabından bir ayet söyleyeceğiz” dediler. İbn Sirin rahimehullah dedi ki:
“Hayır, ya siz yanımdan kalkıp gidin ya da ben kalkıp gideyim.”[12]
Sellâm b. Mutî’ rahimehullah dedi ki:
أَنَّ رَجُلًا مِنْ أَصْحَابِ الْأَهْوَاءِ قَالَ لِأَيُّوبَ السَّخْتِيَانِيِّ: يَا أَبَا بَكْرٍ أَسْأَلُكَ عَنْ كَلِمَةٍ، قَالَ أَيُّوبُ وَجَعَلَ يُشِيرُ بِإِصْبَعَيْهِ: وَلَا نِصْفَ كَلِمَةٍ , وَلَا نِصْفَ كَلِمَةٍ
“Heva sahiplerinden bir kimse Eyyub es-Sahtiyani rahimehullah’a dedi ki:
“Ey Ebu Bekr! Sana bir kelime soracağım.” Eyyub rahimehullah iki parmağı ile işaret ederek dediki:
“Yarım kelime bile olmaz! Yarım kelime bile olmaz!”[13]
Yahya b. Said el-Kattan rahimehullah dedi ki:
يَقُولُ لَمَّا قَدِمَ سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ الْبَصْرَةَ: جَعَلَ يَنْظُرُ إِلَى أَمْرِ الرَّبِيعِ يَعْنِي ابْنَ صُبَيْحٍ , وَقَدْرَهُ عِنْدَ النَّاسِ سَأَلَ: أَيُّ شَيْءٍ مَذْهَبُهُ؟ قَالُوا: مَا مَذْهَبُهُ إِلَّا السُّنَّةُ قَالَ: مَنْ بِطَانَتُهُ؟ قَالُوا: أَهْلُ الْقَدَرِ قَالَ: هُوَ قَدَرِيٌّ.
“Sufyan es-Sevrî rahimehullah Basra’ya geldiği zaman Rebî b. Subayh’ın durumunu ve insanların katında onun mertebesini araştırdı. Onun mezhebinin ne olduğunu sordu. Dediler ki:
“Onun sünnetten başka mezhebi yoktur.” Sufyan rahimehullah:
“Onun yakın dostları kimlerdir?” dedi. Dediler ki:
“Kaderîlerdir.” Sufyan rahimehullah dedi ki:
“O halde o da bir Kaderî’dir.”[14]
İbn Batta rahimehullah bu rivayetin ardından şu açıklamayı yaptı:
“Allah Sufyan es-Sevri’ye rahmet etsin. Hikmetle konuşmuştur, haklıdır, ilimle bunu söylemiştir. Kitap ve sünnete uygun düşmüş, hikmetin gereğini yapmış, ilim ve basiret ehlinin yakalayabilecekleri gerçeği açıklamıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ}
Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin ki, sizi ifsat etmekten geri durmazlar ve sizin sıkıntıda olmanızı arzu ederler.” (Al-i İmran 118)
Fudayl b. Iyad rahimehullah dedi ki:
الْأَرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ, فَمَا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ وَمَا تَنَاكَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ, وَلَا يُمْكِنُ أَنْ يَكُونَ صَاحِبُ سُنَّةٍ يُمَالِي صَاحِبَ بِدْعَةٍ إِلَّا مِنَ النِّفَاقِ
“Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar kaynaşır, tanışmayan ruhlar ihtilaf ederler. Sünnet ehli birinin bid’at ehlinden birine meyletmesi ancak nifak sebebiyledir.”[15]
İbn Batta rahimehullah dedi ki: “Fudayl rahimehullah doğru söylemiştir. Biz bu durumu gözlerimizle gördük.”
Mubeşşir b. İsmail el-Hubulî rahimehullah dedi ki:
قِيلَ لِلْأَوْزَاعِيِّ: إِنَّ رَجُلًا يَقُولُ: أَنَا أُجَالِسُ أَهْلَ السُّنَّةِ , وَأُجَالِسُ أَهْلَ الْبِدَعِ , فَقَالَ الْأَوْزَاعِيُّ: هَذَا رَجُلٌ يُرِيدُ أَنْ يُسَاوِيَ بَيْنَ الْحَقِّ وَالْبَاطِلِ
“el-Evzâî’ye: “Bir adam: “Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyor” denildi. El-Evzâî rahimehullah dedi ki:
“Bu adam hak ile bâtılı eşitlemek istiyor!”[16]
İbn Batta rahimehullah dedi ki: “el-Evzaî doğru söylemiştir. Ben derim ki; bu adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibiler hakkında ayet inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’den sünnet gelmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ
İman edenlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz” derler.” (Bakara 14)”
Muslim b. Yesar rahimehullah dedi ki:
لَا تُمَكِّنُ صَاحِبَ بِدْعَةٍ مِنْ سَمْعِكَ فَيَصُبُّ , فِيهَا مَا لَا تَقْدِرُ أَنْ تُخْرِجَهُ مِنْ قَلْبِكَ
“Bid’at sahibinin sana bir şey işittirmesine imkân verme. Aksi halde kalbinden çıkarmaya güç yetiremediğin şey sana isabet eder.”[17]
İsmail et-Tûsî rahimehullah dedi ki: “İbnu’l-Mubarek bana şöyle söyledi:
يَكُونُ مَجْلِسُكَ مَعَ الْمَسَاكِينِ , وَإِيَّاكَ أَنْ تَجْلِسَ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ
“Meclisin yoksul kimselerle beraber olsun. Seni bid’at sahibi bir kimseyle oturmaktan sakındırırım.”[18]
Kendilerinden bu rivayetlerin aktarıldığı bu âlimlerin hepsi de; bid’at ve heva ehliyle beraber olup onlara sevgi göstermekten yasaklayan nebevî naslara dayanarak; bid’at ehliyle oturup onların arasına karışmaktan sakındıran diğer sünnet imamları ile ittifak halindedirler.
Çünkü onlar bid’at ehlinin kendileriyle oturanlara nasıl tesir ettiklerini tecrübe etmişlerdir ve bu durumu iyi bilmektedirler.
El-Hattabî rahimehullah Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in:
لا تصاحب إلا مؤمناً ولا يأكل طعامك إلا تقي
Ancak mü’min ile arkadaşlık et, yemeğini de ancak takva sahibi bir kimse yesin[19] hadisinin şerhinde şöyle demiştir:
“Burada ancak takva sahibi olmayan kimseyle arkadaşlıktan sakındırılmakta, onunla beraber bulunup birlikte yemek yemek yasaklanmaktadır. Zira yemek yeme kalplerde ülfet ve sevgi meydana getirir. Yani buyruluyor ki: Takva ve vera sahibi olmayana ülfet etme, onu yemek arkadaşı edinme, sonra pişman olursun!”[20]
Yine Hattabi rahimehullah, “Ruhlar derli toplu askerler gibidir…” hadisinin şerhinde şöyle demiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içinde ruhların bulunduğu bedenlerin dünyada karşılaştıkları zaman üzerinde oldukları durumlarına göre tabiaten ülfet edeceklerini veya birbirlerinden uzaklaşacaklarını bildiriyor. Bu yüzden iyi ve hayırlı olan kimselerin kendileri gibi olanları sevip yakınlaştıklarını, zıdlarından ise uzaklaştıklarını görürsün. Yine facir ve kötü kimseler de kendileri gibi olanların yaptıklarını güzel bulup zıdlarından uzaklaşırlar.”[21]
İmam Ebu’l-Kasım Hibetullah b. el-Hasen b. Mansur el-Lâlekâî rahimehullah, Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s-Sunneti ve’l-Cemaa kitabında bir çok sünnet âlimlerinden bu konuya dair naslar (no:23-313 arasında) zikretmiştir:
Ebu’l-Cevzâ’ rahimehullah şöyle demiştir:
لَأَنْ يُجَاوِرَنِي قِرَدَةٌ وَخَنَازِيرُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ أَنْ يُجَاوِرَنِي أَحَدٌ مِنْهُمْ -يَعْنِي أَصْحَابَ الْأَهْوَاءِ
“Muhakkak ki benim için maymunlarla ve domuzlarla komşuluk etmek, heva ehlinden biriyle komşuluk etmemden daha sevimlidir.”[22]
Bakiyye b. el-Velid rahimehullah’tan: “Sabit b. Aclan rahimehullah dedi ki:
أَدْرَكْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ وَابْنَ الْمُسَيِّبِ وَالْحَسَنَ الْبَصْرِيَّ وَسَعِيدَ بْنَ جُبَيْرٍ وَالشَّعْبِيَّ وَإِبْرَاهِيمَ النَّخَعِيَّ وَعَطَاءَ بْنَ أَبِي رَبَاحٍ وَطَاوُسًا وَمُجَاهِدًا وَعَبْدَ اللَّهِ بْنَ أَبِي مُلَيْكَةَ وَالزُّهْرِيَّ وَمَكْحُولًا وَالْقَاسِمَ أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَعَطَاءً الْخُرَاسَانِيَّ وَثَابِتًا الْبُنَانِيَّ وَالْحَكَمَ بْنَ عُتْبَةَ وَأَيُّوبَ السِّخْتِيَانِيَّ وَحَمَّادًا وَمُحَمَّدَ بْنَ سِيرِينَ وَأَبَا عَامِرٍ وَكَانَ قَدْ أَدْرَكَ أَبَا بَكْرٍ الصِّدِّيقَ, وَيَزِيدَ الرَّقَاشِيَّ  وَسُلَيْمَانَ بْنَ مُوسَى كُلُّهُمْ يَأْمُرُونَنِي فِي الْجَمَاعَةِ وَيَنْهَوْنَنِي عَنْ أَصْحَابِ الْأَهْوَاءِ قَالَ بَقِيَّةُ: ثُمَّ بَكَى وَقَالَ: يَا ابْنَ أَخِي مَا مِنْ عَمَلٍ أَرْجَى وَلَا أَوْثَقُ مِنْ مَشْيٍ إِلَى هَذَا الْمَسْجِدِ. يَعْنِي مَسْجِدَ الْبَابِ
Enes b. Mâlik’e, İbnu’l-Museyyeb’e, el-Hasen el-Basrî’ye, Saîd b. Cubeyr’e, eş-Şa’bî’ye, İbrahim en-Nehâî’ye, Atâ b. Ebî Rabâh’a, Tâvus’a, Mucâhid’e, Abdullah b. Ebî Muleyke’ye, ez-Zuhrî’ye, Mekhûl’e, el-Kâsım b. Abdirrahman’a, Atâ el-Horâsânî’ye, Sâbit el-Bunânî’ye, el-Hakem b. Uteybe’ye, Eyyûb es-Sahtiyânî’ye, Hammâd’a, Muhammed b. Sîrîn’e, Ebû Âmir’e – ki o Ebû Bekr es-Sıddîk’a yetişmişti – Yezîd er-Rakkâşî’ye ve Suleymân b. Mûsâ’ya yetiştim. Hepsi de bana cemaatte bulunmamı emrediyor ve hevâ sahiplerinden beni yasaklıyorlardı.” Bakiyye b. el-Velid rahimehullah dedi ki:
“Sonra Sabit ağladı ve dedi ki:
“Ey kardeşimin oğlu! Şu mescide yürümekten daha fazla umut beslediğim ve güvendiğim bir amel yoktur.”[23]
İmam el-Lalekâi rahimehullah bu şekilde selefin bid’at ve heva ehlinden uzaklaşmaya dair menheclerini ortaya koyan nakiller yapmıştır.
İmam Nevevî rahimehullah Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in salih arkadaşın misaline dair hadisine şu açıklamayı yapmıştır:
“Burada salihlerin, hayır, muruvvet, üstün ahlak, verâ, ilim ve edep sahibi kimselerin meclislerinin fazileti söz konusu edilmekte, şer ehlinin, bid’at ehlinin ve insanların gıybetlerini yapanların yahut günahkârlığı ve tembelliği artıranların meclisleri gibi mezmum ortamlardan yasaklanmaktadır.”[24]
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Rafizilere gelince, onunla ancak beraberce nifak üzere çalışmak isteyen kimse beraber olur. Şüphesiz onun kalbindeki din bozuk bir dindir. Kendisini ancak yalan ve hıyanete, insanları aldatmaya, onlara kötülük etmeyi kastetmeye sürükler. Onlara yapabileceği her kötülüğü yapar. Kendisini tanımayan kimseye öfke besler. O kendisini tanımasa da rafizi ona nifak sureti gösterir ve sözlerini süsler. Bu yüzden insanların zayıf olanlarına ve kendisine ihtiyacı olmayan kimselere karşı münafıklık ettiğini görürsün. Çünkü kalbinde, kalbi zayıflatan nifak vardır.
Müminde ise imanın izzeti vardır. Şüphesiz izzet; Allah’a, rasulüne ve müminlere aittir. Sonra onlar yani rafiziler imanın başkalarında değil, kendilerinde olduğunu iddia ederler. Müslümanların grupları arasında en fazla zillet onlardadır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz rasullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mu’min/Gafir 51) Onlar (Rafiziler) İslam fırkaları içinde yardım edilmekten en uzak olanlardır. Yardımsız bırakılmaya en layık olanlardır. İslam grupları içinde nifaka en yakın ve imandan en uzak olanlardır.
Onların hakiki münafıklar olduklarının göstergesi, iman etmemiş olan mülhitlerin diğer fırkalardan daha çok Rafizilere, Rafizilerin de onlara meyletmeleridir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyumuştur: “Ruhlar, derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar anlaşır, tanışmayanlar ihtilaf ederler.” İbn Mes’ud radiyallahu anh de: “İnsanları sırdaşlarıyla değerlendirin” demiştir.
Böylece anlaşılıyor ki, rafizilerin ruhları ile münafıkların ruhları tam bir ittifak içindedir. Ortak yönleri ve benzerlikleri vardır. Çünkü rafizilikte nifak vardır ve nifak şubeler halindedir. Sahihayn’de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi geçer: “Dört şey kimse bulunuyorsa katışıksız bir münafıktır. Kimde de bu hasletlerden bazısı varsa onu terkedinceye kadar onda nifaktan bir şube var demektir: Konuştuğunda yalan söylemesi, kendisine güvenildiğinde ihanet etmesi, söz verdiğinde sözünde durmaması, tartıştığında haddi aşması.”[25]
Yine şöyle demiştir: “Arkadaşlık, akrabalık ve kardeşlik ancak Allah Teâlâ’ya, Allah’ın dilediği şekilde itaat edenler için söz konusudur. Bunun delili Sünen’deki şu hadistir: “Ancak mümin ile arkadaşlık et ve yemeğini ancak takva sahibi yesin.” Yine orada şu hadis geçer: “Kişi dostunun dini üzeredir. Biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.”[26]
İmam Şatıbî rahimehullah bid’at ehlinden sakındırma hususunda bir çok naslar zikretmiştir:
Yahya b. Ebi Kesir rahimehullah dedi ki:
إِذَا لَقِيتَ صَاحِبَ بِدْعَةٍ فِي طَرِيقٍ; فَخُذْ فِي طَرِيقٍ آخَرَ "
“Bid’at sahibiyle yolda karşılaşırsan, yolunu değiştir.”
Ebu Kılabe rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَهْلَ الْأَهْوَاءِ، وَلَا تُجَادِلُوهُمْ; فَإِنِّي لَا آمَنُ أَنْ يَغْمُرُوكُمْ فِي ضَلَالَتِهِمْ، وَيُلَبِّسُوا عَلَيْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْرِفُونَ
“Heva ehliyle oturmayın, onlarla tartışmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından ve bildiğiniz şeyler hususunda sizi şüpheye düşürmelerinden emin olamam.”
İbrahim en-Nehai rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَصْحَابَ الْأَهْوَاءِ، وَلَا تُكَلِّمُوهُمْ; فَإِنِّي أَخَافُ أَنْ تَرْتَدَّ قُلُوبُكُمْ
“Heva ehliyle oturmayın ve onlarla konuşmayın. Zira ben kalplerinizi geri döndürmelerinden korkuyorum.”
Bu konuda rivayetler çoktur. Bunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilmiş olan şu hadis pekiştirmektedir: “Kişi dostunun dini üzeredir. Biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” Ebu Kılabe rahimehullah’ın sözündeki uyarı bu hadiste ortaya çıkmaktadır. Zira kişi sünnetin esaslarından bir mesele üzerinde yakin üzere iken, heva sahibi olan bir kimse, lafzen ihtimali olmayan veya kendişinin görüşünü destekleyen bir şüphe atabilir, kişinin kalbi de bunu kabul eder. Bildiği şeylere döndüğünde onu karanlık olarak bulur, ya onu fark edip ilimle reddetmeye güç yetiremez ya da onu fark edemez ve helak olur gider.”[27]
Hafız İbn Hacer rahimehullah, Ebu Musa radiyallahu anh’ın rivayet ettiği, salih arkadaşın misali ile ilgili hadisin şerhinde şöyle demiştir:
“Hadiste sohbeti din ve dünya konusunda eziyet veren kimselerle oturmaktan yasaklama ve sohbeti din ve dünya hususunda fayda veren kimselerle oturmaya teşvik söz konusudur.”[28]
Es-San’ânî rahimehullah, aynı hadisin şerhinde şöyle demiştir: “Veya ondan kötü bir koku hissedersin” kavline gelince; kötü arkadaş böyledir. Ya dinine isabet eder ve ateşiyle seni yakar veya seni sıkıntıya sokar. Bu hadiste kötü arkadaştan uzaklaşmaya ve salih kimselere yakınlaşmaya teşvik vardır. Ali aleyhi's-selâm dedi ki (O böyle diyor lakin uygun olanı ona radiyallahu anh  (Allah ondan razı olsun) demektir.)
“Facir (günahkâr) kimseyle arkadaşlık etme! Zira yaptığı şeyleri sana süslü gösterir, senin de kendisi gibi olmanı sağlar.” Denilmiştir ki: “Seni şerli kimselerin arkadaşlığından sakındırırım. Zira sen farkında olmadan senin tabiatini çalarlar.”[29]
El-Azimabadî rahimehullah aynı hadisin şerhinde dedi ki: “Hadiste salihlerin ve âlimlerin sohbetine, meslislerine katılmaya teşvik vardır. Zira bu dünya ve ahirete fayda verir. Şerli kimselerin ve fasıkların sohbetlerinden ise uzaklaşmaya yönlendirme vardır. Zira bu din ve dünyaya zarar verir.”[30]
El-Azimabadî rahimehullah diğer hadisin şerhinde de şöyle diyor: “Ruhlar yani insanların ruhları, derli toplu asklerler gibidir. Bu, karşı karşıya gelen, Allah’ın hizbi ile şeytanın hizbi olmak üzere iki orduyu ifade etmektedir. Bunlardan tanışanlar yani, tanışma iki veya daha fazla kimse arasında olur. Bunun zıddı olan tanışmama da böyledir. Yani ruhlar bedenlere girmeden önce birbirlerini tanımışlarsa anlaşırlar. Bedenler dünyada bir araya geldiğinde aralarında ülfet ve şefkat oluşur. Ruhlar aleminde tanışmayanlar ise ihtilaf ederler. Nevevi dedi ki: “Ruhlar derli toplu askerler gibidir” kavlinin manası; farklı türlerden bir araya gelmiş topluluk demektir. Tanışmaları ile kastedilen; Allah’ın onları birarada kılmasıdır. Denildi ki: Allah’ın kendilerini yarattığı özelliğe göre uyumlu olmaları kastedilmiştir. Yine denildi ki: Yaratılıp bir araya getirildiler, sonra bedenlere ayrıldılar. Kimin tabiati birbirine uygunsa anlaşır, uygun değilse uzaklaşıp muhalefet ederler.” El-Hattabi ve başkaları dediler ki: “Allah onları başlangıçta cennetlikler ve cehennemlikler olarak yaratmıştır. Ruhlar karşılıklı iki sınıf idi. Dünyada da bendenler karşılaştığı zaman yaratıldıkları asla göre ülfet eder veya ihtilaf ederler. Hayırlı kimseler hayırlılara, şerli kimseler de şerlilere meyleder.” El-Munzirî dedi ki: “Bunu Muslim de Suheyl b. Ebi Salih – Ebu Hureyre radiyallahu anh yoluyla rivayet etmiştir.”[31]
Bizler de bu âlimlere uyarak, onların delillerine dayanarak selefî gençleri, heva ehliyle beraber olmaktan sakındırırız. Nefsine güverek sapıklık ehlinin yolunu tutan, onların sapıklıklarını reddederken birden kendilerini bid’at ehlinin kucaklarında bulan geçmişlerden ibret alsınlar!
İslam tarihindeki tecrübeler göstermiştir ki, sahabelerin çocuklarından olan bazı insanlar İbn Sebe’ye meyletmişler ve sapıklığa düşmüşlerdir.
Sahabe ve tabiinin çocuklarından olan bazı insanlar Muhtar b. Ebi Ubeyd’e meyletmişler ve sapıklığa düşmüşlerdir.
Bu asırda bazı insanlar sapık siyasetçilere ve bid’at önderlerine meyletmişler ve sapıklığın ağlarına düşmüşlerdir.
Bunların örnekleri sayılamayacak kadar çoktur! Lakin İmran b. Hittan’ın kıssasını zikretmekle yetineceğiz. Bu zat sünnet ehlinden idi. Haricilerden bir kadına aşık oldu. Onunla evlenip, onu sünnete hidayet etmek istedi. Fakat kadın onu kendisinin bid’atine düşürdü.
Selefî menhece kendisini nispet eden ve: “Ben heva ehlinin yanına gidip onları doğru yola çağıracağım” diyerek onların tuzağına düşen çoktur. Abdurrahman b. Mulcem ve İmran b. Hittan, bunların ikisi de kendilerini sünnete nispet ederlerdi. Sonra sapıklığa düştüler. Abdurrahman b. Mulcem’in sapması, kendisini Ali radiyallahu anh’ı katletmeye kadar götürdü. İmran b. Hittan’ın sapması ise, Ali radiyallahu anh’ı katleden İbn Mulcem’i şu sözlerle övmeye kadar götürdü:
Ey takva sahibinin darbesi! Bununla ancak Arş’ın sahibinin rızasına ulaşmayı diledin!
Ben ise bunu zikrettiğim zaman Allah katında, mizanda iyilik olmasını umuyorum…”
O mücrimi meth ettiği beyitleri böylece devam etmektedir. Allah’tan afiyet dileriz.
Hadis imamlarından Abdurrazzak b. Hemmam, Cafer b. Suleyman ed-Dabaî’nin ibadet ve zühdüne aldandı, ona ülfet etti ve şiilik tuzaklarına düştü.
Ebu Zerr el-Herevî sahih hadislerin ravilerinden, hadis âlimlerinden biri idi. Darekutni’nin Bakillani’yi öven bir sözüne aldandı, Bakillani’yi öven bu söz kendisini Eşari’lik bid’atine düşmeye götürdü ve Eş’ârilik davetçilerinden biri haline geldi. Onun vesilesiyle Magrib’de Eşari mezhebi yayıldı. Magrib’liler ona ünsiyet ettiler, ona gelip ziyaret ettiler, o da onlara eşari menhecini ekti. Hâlbuki onlar daha önce selefilikten başka bir menhec bilmezlerdi. Herevi kötü bir yol başlattı. Allah’tan afiyet dileriz.
Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir hidayete davet ederse ona, kendisine tabi olanların kadar ecir vardır ve onların ecirlerinden eksilme olmaz. Kim de bir sapıklığa davet ederse ona kendisine tabi olanların vebali kadar vebal vardır ve onların veballerinden bir eksilme olmaz.” Allah’tan afiyet dileriz.
Beyhaki, İbn Furek ve benzerleri gibi bazı sapıklık ehline aldandı. Kendisi hadis imamlarından biri iken Eşariliğe düştü.
Burada ise bir cahil nefsine güvenip aldanabilir ve kendisini koruyacak bir ilmi de yoktur. Böyle birinin o kimselerin bidatlerine düşmesi yüz kat daha müsaittir.
 Bu asırda selefî menhec üzere olduklarını bildiğimiz, fakat bid’at ehliyle beraber olmaları sebebiyle sapıtan birçok tanıdığımız kimseler olmuştur. Çünkü bu asırda bid’at ehlinin değişik üslupları vardır, aktiftirler. Onların geçmiş zamanda şeytanın öğretmiş olduğu yolları vardır. Şu an bu üslupları ve yolları kullanarak insanları kandırmaktadırlar. Muasır heva ehlinin üsluplarından birisi: “Sen hepsini oku, dinle, hakkı al, bâtıl olanı terk et” demeleridir. Gençlerin çoğu ise hakkı ve bâtılı bilmemektedir. İşler ters yüz edilip sunulmaktadır. Hak, bâtıldan ayırt edilemez olmuştur. Bu sebeple bu genç hak zannederek bâtıla düşer. Batıl zannettiği için hakkı terk eder. Huzeyfe radiyallahu anh’ın dediği gibi: “Bütün sapıklıkların başı, daha önce iyi bildiğin şeye karşı çıkmaya ve daha önce karşı çıktığın şeyi kabul etmeye başlamandır.” Kişinin Selefîlik iddiası altında sünnet ehline harp ettiğini görürsün. Ona göre daha önce iyi bildiği şeylere artık karşı çıkmakta ve daha önce çirkin gördüğü şeyleri kabul etmektedir. İşte bu her sapanın sapıklığıdır!
Selefî gençleri bid’at ehline aldanmaktan ve onlara meyletmekten sakındırırız.


[1] Sahih. Buhari (6169) Muslim (2640)
[2] Hasen. Ahmed (2/303, 334); Ebû Dâvûd (4833); Tirmizî (2378) Hakim (4/188) el-Elbani, es-Sahiha (927)
[3] Sahih. Buhârî (3336) Muslim (2638)
[4] Sahih. Buhârî (5534) Muslim (2628)
[5] Şerhu’s-Sunne (1/227)
[6] Ravzatu’l-Ukala (s.99-103)
[7] El-İbane (369)
[8] El-İbane (371, 395)
[9] El-İbane (376)
[10] El-İbane (378)
[11] El-İbane (400)
[12] El-İbane (403)
[13] El-İbane (407)
[14] El-İbane (426)
[15] El-İbane (434)
[16] El-İbane (435)
[17] El-İbane (441)
[18] El-İbane (457)
[19] Tirmizî (2395) Ebû Dâvûd (4832) İbn Hibbân (554, 560) Ebu Said el-Hudri radiyallahu anh’den. Bkz.: el-Elbani, Sahihu’l-Cami (7341)
[20] Hattabi, Mealimu’s-Sunen (4/115)
[21] Meâlimu’s-Sunen (4/115)
[22] El-Lalekai İtikad (231)
[23] el-Lâlekâî (239) Taberânî, Musnedu’ş-Şâmiyyîn (3/279); İbn Asâkir, Tarih (11/134); Fesevî, el-Ma’rife (3/375)
[24] Nevevi, Şerhu Sahihi Muslim (16/178)
[25] İbn Teymiyye Minhacu’s-Sunne (6/425-427)
[26] İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (15/327)
[27] Şatibi el-İ’tisam (1/172-173)
[28] Fethu’l-Bari (4/324)
[29] Et-Tenvir Şerhu’l-Camii’s-Sagir (9/521)
[30] Avnu’l-Ma’bud (13/178)
[31] Avnu’l-Ma’bud (9/211)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)