Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Mart 2020 Cumartesi

Cemaatle Namazı İptal Eden Sapık Fetva Sahiplerine!

Malum olduğu üzere virüs salgını gerekçesiyle Suud'da ve başka ülkelerde sapık rejimlerin resmî din kurumları cemaatle namazları ve cumaları iptal etme kararı almışlardır. Devlet güçlerinin zorlamaları söz konusu olduğu için ikrah altındaki halka bir vebal olmasa da, bu fetvaları uyduranlar Allah'a ve dinine karşı büyük bir cürüm işlemektedirler.

Öncelikle bilinmesi gerekir ki herşey Allah'ın takdiriyledir. Allah Azze ve Celle tedbir almayı da meşru kılmıştır, lakin Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı tedbirler İblisin adımlarına uymaktır.

Mesela sabah namazını cemaatle kılan kimsenin gün boyu Allah'ın korumasında olacağı bildirilmiş olmasına rağmen, Allah'ın takdiri dışında bulaşması mümkün olmayan bir salgın gerekçesiyle cemaatle namazlar iptal edilmiştir! Şüphesiz böyle bir tedbire başvurmak, Allah'a imanın yok denecek kadar az olduğunun ve hastalığın bizzat kendisinin müessir olduğu şeklindeki cahiliyye inancının bir göstergesidir.

Şeriat sahibi, soğuk ve yağmurlu günlerde müezzinin namazı evlerde kılmak üzere seslenmesine ruhsat vermiştir. Ancak herhangi bir sebeple günlerce cemaat namazlarının ve haftalarca cuma namazlarının iptaline bir ruhsat vermemiştir! Halbuki bunlar İslam'ın en önemli şiarlarındandır. Müslümanların bu meselede inançsız kafirlerle aynı tarzda tedbirlere başvurması, Allah Azze ve Celle'nin emirlerini, azametini, kainat, kullar ve herşey üzerindeki tasarrufunu yok saymaktır!

Diyanetin Başkanı, cuma namazı kıldırıyormuş, lakin cemaatin safları arasında 2şer metre boşluklar olmasını şart koşuyor! Böyle bir fetva, sahibini kâfir yapar! Çünkü bu Allah ve rasulünün beyanlarına aykırı din uydurmaktır! Nitekim aynı başkan sigaraya haram demek suretiyle de büyük bir küfre imza atmıştı! 

Kendisi bilmiyor mu ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem safları sıkılaştırmayı emretmiş ve bunun namazın tamamlayıcısı olduğunu belirtmiştir. Saflar arasında boşluk olursa cemaat söz konusu olmaz ve saftan bağımsız olarak imama uyan fertlerin namazı geçersizdir. Böyle geçersiz bir cuma namazını meşru kılmak Allah'ın izni olmayan din koymaktır! Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: 
"Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldılar? Eğer ayırdedici söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için can yakıcı bir azap vardır." (Şura 21)

Yöneticiler, salgına karşı karantina, şehirler ve ülkeler arasında geçişe mani olmak, hasta olanların sağlam kimselerin yanına çıkarılmaması gibi dinde meşru kılınan tedbirleri uygulamakla yetinilmeli, Allah'ın dininde O'nun izin vermediği şeyleri uygulamaktan kaçınmalıdır. Yine camilerden salâ okumak gibi dinde sonradan uydurulmuş bid'atlere de son vermelidirler. Müşriklerin kabe yanındaki ibadetleri olan alkış ve ıslık merasimlerine çağırmaktan tevbe etmelidirler.
Şayet Allah'a inanıyorlarsa, bu hastalığın Allah'ın takdiriyle olduğuna ve ancak yine Allah'ın takdiriyle bundan korunmanın mümkün olduğuna inanıyorlarsa, Allah'ın ve rasulünün emir ve yasaklarına riayet etmekten başka bir kurtuluş yolu olmadığını da bilmelidirler! Allah'ın vereceği musibetten eldiven, maske ve sabun korumaz, bilakis Allah'a sığınmak, tevbe ve istiğfar etmek, Allah'ın emirlerine dönüş yapıp Allah'ın yasakladığı şeylere ve dinde uydurulan bidatlere son vermelidirler.

İnternette Sünnete Uygun Kıraat Var mıdır?

Soru: Selam aleykum hocam, Allah size merhamet etsin, bir sorum var. Kuran'ı  musiki makamlarla okumanin bidat oldugunu ogrendim lakin kafam karıştı, ben  Yasser al-Dossari dinleyerek kuran ogreniyorum, Yasser al-Dossarinin okuyuş  şekli bidat midir? Çunku o da sesi dalgalandiriyor? Ve Kuran'ı düzgün okuyan 
birisini örnek verebilirmisin? Allah razi olsun.


Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah. Kur'an kıraatindeki bu bidat, ilim ehlinden bazılarının cevaz vermesi, bazı alimlerin ibarelerinin de hevaya göre yorumlanmış olması sebebiyle asırlardır yaygındır. 
Kur'anı düz bir okuyuşla, sesi güzelleştirmeye çalışarak, tecvid esaslarına da riayet ederek okumak matluptur. Lakin hadislerde haber verildiği gibi münafık kârîler çoğalıp bunlar mal ve makam arzusuyla kıraatlerinde azgın hevaların hoşuna gidecek musiki makamlarını asıl haline getirene kadar bid'at okuyuş şekillerini yaygınlaştırınca, sünnete uygun bir kıraat şekli bulmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. 
Bugün her yerde, her ortamda ezanlar ve kıraatler bu bid'at olan musiki makamlarına göre icra edilmektedir. Dolayısıyle internette ses kaydı bulunan bütün kârilerin kıraatleri de istisnasız olarak bid'at üzere kıraatlerdir. Bunları dinlemek caiz değildir.
Sünnete uygun kıraatin mevcut olmaması sebebiyle Kur'an öğrenmek isteyenlere, musiki makamlarına en az benzeyen; Ahmed Amr, Ebu Bekr eş-Şatiri gibi kârilerin kıraatlerini ehveni şer olarak tavsiye ediyorduk. Lakin bunların kıraatleri de bid'atten uzak değildir! Sonra bu makamların alışkanlığından kurtulmak cidden zorlaşıyor.
Suud'lu, Mısır'lı meşhur kârilerin tamamı bu musiki makamlarını kıraatte en çirkin şekilde icra etmektedirler.
Yine el-Elbani'nin bir kaç kıraat kaydı var, onda da musiki makamları vardır lakin, el-Elbani musiki makamlarını kasteden biri olmadığından gayri ihtiyari olarak, bilinç dışı bir kaç makamda geçişler yapmaktadır. Yemen uleması ise bu meselede Şafii mezhebinde olduğu gibi, bâtıl bir tevil üzere oldukları için onların da kıraatlerinde bid'atler mevcuttur.
Size tavsiyem Kur'ân'ı Allah'a karşı samimiyetle, düz bir şekilde okumanızdır. Allah'ın razı olup beğendiği şeyler ile insanlarının çoğunun beğenip razı oldukları şeyler bazen birbirine çok zıt olabilir. Oruçlunun ağız kokusu gibi! Bu hakikati idrak etmeyen bazı gafiller, dinlerinin hükümlerini de insanların çoğunun beğendikleri şeylere göre şekillendirmeye kalkmaktadırlar. Allah yardımcımız olsun. 

26 Mart 2020 Perşembe

Kur'ân İle Tegannî Ne Demektir?

Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَتَغَنَّ بِالْقُرْآنِ قَالَ وَكِيعٌ يَعْنِي يَسْتَغْنِي بِهِ
Kur’ân ile tegannî etmeyen bizden değildir.” Vekî dedi ki: “Yani Kur’ân ile yetinmeyen bizden değildir.”[1]
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah dedi ki: “Sufyan b. Uyeyne rahimehullah bu hadisin anlamının “Kur’ân ile yetinmeyen bizden değildir” demek olduğunu söyler ve hadisi ses ile alakalandırmazdı. Bana göre de bu hadisin bundan başka açıklaması olamaz. Çünkü hadisin diğer rivayet lafzı bunu açıklamaktadır: İbn Ebi Nuheyk rahimehullah, Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’ın yanına girdi, onun yanında ticaret malları vardı. Bunun üzerine Sa’d radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kur’ân ile tegannî etmeyen (onunla yetinmeyen) bizden değildir.” Bu hadis sana kastedilen mananın; az mal ile yetinmek olduğunu açıkça göstermektedir. Hadisin güzel sesle alakası yoktur.” 
Ebu Ubeyd rahimehullah konuyla ilgili delillerini zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Şayet hadiste kastedilen bazılarının açıkladığı gibi kıraatte tercî yapmak (sesi dalgalandırmak) ve güzel ses ile okumak olsaydı elbette bunu terketmekten dolayı bu ifade büyük bir ceza olurdu. O zaman “Kur’ân ile teganni etmeyen bizden değildir” hadisinin manası: “Kur’ân’ı sesini dalgalandırarak okumayan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den değildir” şeklinde olurdu ki böyle bir şey olamaz.“[2]


[1] Sahih. Ahmed (1/172, 175, 179) Tayalisi (198) Abdurrazzak (2/482, 483) İbn Ebî Şeybe (2/257, 6/119) İbn Hibbân (1/327) Hâkim (1/758) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/172) Ebu Avane Mustahrac (3872) Ebû Dâvûd (1469) Dârimî (1531, 3531) Bezzar (4/68) Ebû Ya'lâ (2/93) Humeydi (76) Abd b. Humeyd (151) Devraki Musnedu Sa’d (127-130) Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (1303) Beyhakî Şuab (2/528) el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (1321) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (384, 3847, 4666)
[2] Ebu Ubeyd Garibu’l-Hadis (2/169-171)

25 Mart 2020 Çarşamba

Cuma Namazından Kaçmak İçin Yolculuğu Adet Haline Getiren Kimse


Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ
Münafıklar, hilelerini Allah bozduğu halde, Allah'a hile yapmaya kalkışırlar.” (Nisa 142)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cumartesi ashabının yaptıkları hakkında şöyle buyurmuştur:
لَا تَرْتَكِبُوا مَا ارْتَكَبَتِ الْيَهُودُ فَتَسْتَحِلُّوا مَحَارِمَ اللَّهِ بِأَدْنَى الْحِيَلِ
Yahudilerin işlediği şeyi işlemeyin! Onlar en düşük hilelerle Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal saydılar.”[1]
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Hakkında lanet edilen konulardaki hadisler iyi düşünülürse bunların genelinin hileler yoluyla Allah’ın haramlarının helal sayılması ve farzların düşürülmesi hakkında olduğu görülür.”[2]
Allah Teâlâ münafıkları şöyle nitelemektedir:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنِينَ * يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ * فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ * وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ * أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لَا يَشْعُرُونَ * وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاءُ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَكِنْ لَا يَعْلَمُونَ * وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ * اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ * أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
İnsanlardan öyleleri de vardır ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik!” derler, hâlbuki onlar mü’min değillerdir. Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışıyorlar; oysa kendilerinden başkasını aldatmıyorlar da farkında değiller… Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Yalanlamalarından ötürü onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın!” denildiği zaman: “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Dikkat edin! Doğrusu onlar fesat çıkaranların ta kendileridir; ne var ki farkında değiller… Onlara: “İnsanların iman ettiği gibi iman edin!” denildiğinde: “Biz o akılsızların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Dikkat edin! Doğrusu onlar akılsızların ta kendileridir; lakin bilmiyorlar… İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik.” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise: “Şüphesiz biz sizinle beraberiz; biz sadece alay edicileriz!” derler. Allah onlarla alay eder ve azgınlıklarını artırarak onları tereddüt içinde bırakır. İşte onlar, hidayete karşı sapıklığı satın almış kimselerdir. Alış verişleri kar getirmedi ve doğru yolu bulanlardan olmadılar.” (Bakara 8-16)
Şüphesiz sırf Cuma namazı kılmamak için sefere çıkmayı adet edinmek Cuma namazını hafife almaktır ve şu hadislerin tehdidi kapsamındadır:
Yahya (b. Es’ad b. Zurare) radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَرَكَ الْجُمْعَةَ ثَلَاثًا تَهَاوُنًا بِهَا مِنْ غَيْرِ عُذْرٍ طُبِعَ عَلَى قَلْبِهِ وَجُعِلَ قَلْبُهُ قَلْبَ مُنَافِقٍ
Kim hafife alarak, mazeretsiz olarak üç Cuma’yı terk ederse kalbi üzerine mühür vurulur ve kalbi münafık kalbi kılınır.”[3]
Yezid b. Ebi Meryem dedi ki: “Ben yürüyerek Cuma’ya giderken Abaye b. Rifaa rahimehullah bana yetişti, o binekli idi. Dedi ki: “Müjdelen, ben Ebu Abs radiyallahu anh’ın şöyle dediğini işittim: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَرَكَ الْجُمُعَةَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ تَهَاوُنًا بِهَا طَبَعَ اللهُ عَلَى قَلْبِهِ
Kim hafife alarak üç Cuma’yı terk ederse Allah onun kalbini mühürler.”[4]
Ebu Katade radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَرَكَ الْجُمُعَةَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ غَيْرِ ضَرُورَةٍ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قَلْبِهِ
Kim bir zorunluluk olmadan üç defa Cuma’yı terk ederse Allah onun kalbini mühürler.”[5]
Halid b. Suud el-Buleyhid şöyle demiştir: “Müslümanın dinlenmek veya avlanmak için şehir dışına çıkarak Cuma namazını terk etmesinde sakınca yoktur. Zira o takdirde Cuma namazının muhatabı olmaz. Bunun geçici bir durum olması gerekir ve sürekli bu şekilde yapmayı adet edinmek, hatta hayatı boyunca hayra ve müslümanların davetine katılmamak çirkindir.  Ama bundan kastı Cuma namazını eda etmekten kaçmak ise bu helal olmayan haram olan hilelerdendir.”
Cuma namazını geçersiz bir sebeple terk eden kimsenin öğle namazı kılması geçersizdir. Çünkü ona farz olan Cuma namazına katılmasıdır.
İmamların fasık olması Cuma namazının terkine mazeret değildir. Ancak imamların akidesi (Haricilik, Mürcielik, Rafizilik, Sufilik, Kaderîlik, Mu’tezilelik, Cehmîlik gibi) küfür olan akidelerden ise ve bu şekilde olmayan bir imam bulunamıyorsa veya iki müslümanın bir araya gelip Cuma namazı kılmalarına imkân yoksa bu durumda kişi Cuma namazının yerine öğle namazı kılabilir.
Ebu Abdilmuiz Muhammed Ferkus’a şöyle soruldu: “Yaşadığı karyedeki mescidde bidatler bulunuyorsa kişi namazı evinde kılabilir mi?”
Şöyle cevap verdi: “İmamın bid’ati küfür olan bir bidatse mesela kabirlerden yardım istemek, büyü yapmak gibi, böyle bir imamın arkasında namaz sahih değildir. Başka bir imamla onun değiştirilmesi gerekir.
Eğer bid’ati tekfiri gerektiren bidatlerden değilse Ehl-i Sünnetin görüşü her iyi veya günahkâr imamın arkasında namazın caiz olmasıdır. İçinde bidat bulunmayan mescidler yok gibidir. Ya süslenmiştir, ya minberi üç basamaktan fazladır… İmam gelir sabah namazında kunut yapar, hizipler okur… Bu gibi durumlarda namazı cemaatle mescidde kılmak gerekir. Sünnet üzere olan başka bir mescid bulunuyorsa orada kılmalıdır.”



[1] Hasen. İbn Batta, İbtalu’l-Hiyel (s.46) Tefsiru İbn Kesir (2/157) el-Elbani Sıfatu’l-Fetva (s.28) İrvau’l-Galil (1535)
[2] İ’lamu’l-Muvakkiin (3/171-172)
[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Hallal es-Sunne (1597) Ebu Bekr el-Mervezi Kitabu’l-Cuma (61, 63) Ebû Ya'lâ (13/110) İbn Ebî Âsım el-Âhad ve'l-Mesânî (2197) Beyhakî Şuab (3/102)
[4] Buhârî'nin şartına göre sahih. Ebu Nuaym Ma’rife (6930) Ebu Ahmed el-Hâkim el-Esami ve’l-Kuna (5/378)
[5] Sahih. Ahmed (5/300) Hâkim (2/530)

24 Mart 2020 Salı

Nebilerin Varisleri Olan Ulemaya Dil Uzatmanın Hükmü


Soru: Sünnet davetçisi olan alimlere dil uzatmanın hükmü nedir?
Şeyh Rebi b. Hadi hafizehullah şöyle cevap verdi: 
“Hak ehlini tenkit etmek çok tehlikeli bir meseledir. Onlara dil uzatmak Allah’ın dini hakkında tenkide yol açar ve bu Allah’ın yolundan alıkoymaktır. Çünkü dil uzattığı hak ehli, hakka davet ve tevhide eden, şirk, bidat ve sapıklıklarla harbe davet eden bir kimsedir.  Onlara dil uzatan kişi Allah Tebarek ve Teâlâ’nın yolundan uzaklaştırmaktadır. Bildiğiniz gibi Allah Teâlâ, nebilere dil uzatan ve onların davetlerini tenkit edenlerin onların şahıslarına değil davetlerine dil uzatmış olduklarını bildirmiştir. Onlar hakkında “Yalancı, sihirbaz, deli (psikolojisi bozuk, cinli)” ve daha başka sözlerle dil uzatıyorlardı. Onların şahsiyetlerine dil uzatmak davetlerine dil uzatmak olduğuna göre şu an nebilerin varisleri olan alimlere dil uzatmak da böyledir. Selefî menhece, Allah’ın kitabına, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine, nebilerin akidedeki menhecine, nebilerin menheci üzere şirke harp etmeye davet eden kimseler olunca, onlara dil uzatan insanların gelmesinin manası onların Allah’ın yolundan engellemeleri demektir. Allah’tan bu kimseleri tevbeyle, hakka dönmekle, hak ehlinin kıymetini takdir etmekle, hakka yönelenlerin önünden çekilmekle, Allah’ın yolundan engelemeyi terk etmekle rızıklandırmasını dileriz.” (Vucubu’l-İttiba Le’l-İbtida adlı kasetten.)

22 Mart 2020 Pazar

Kıyas ve Re'yle Helal ve Haram Belirlemek Şirkten de Büyük Haramdır

İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir:
“Haramlar dört mertebededir:
Allah Subhanehu fetva ve hükümde kendisi hakkında ilimsiz konuşmayı haram kılmış ve bunu en büyük haramlardan saymıştır. Hatta bu haramların en üst mertebesindendir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَنْ تُشْرِكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
De ki: “Rabbim ancak hayâsızlıkları, onlardan hem açık olanı, hem de gizli olanı, her türlü günahı, haksız yere isyanı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’raf 33)
Bu ayette haramları dört mertebede zikretmiş, bunların en hafifi olan hayasızlıkları zikretmekle başlamış, sonra ikinci mertebede daha şiddetli bir haram olan günah ve zulmü zikretmiş, sonra bunlardan daha büyük haram olan kendisine şirk koşulmasını zikretmiş, sonra dördüncü olarak bunlardan daha şiddetli bir haram olan kendisi adına ilimsizce konuşmayı zikretmiştir!
Allah Subhanehu adına ilimsizce konuşmak; isimleri, sıfatları, fiilleri, dini ve kuralları hakkında genel bir ifadedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلالٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ لا يُفْلِحُونَ
Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak: “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan iftirada bulunmuş olursunuz. Şüphesiz ki Allah'a karşı yalan iftirada bulunanlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl 116)
مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Pek az bir menfaat! Hâlbuki onlar için elem verici bir azap vardır.” (Nahl 117)
Allah Subhanehu onlara kendisi adına hükümlerinde yalan söylemelerinden, kendisi haram kılmadığı halde “Şu haramdır” demelerinden ve helal kılmadığı şey hakkında: “Şu helaldir” demelerinden dolayı tehdit sunmaktadır. Bu Allah Subhanehu’dan, kulun ilimsiz olarak “şu helaldir”, “şu haramdır” demesinin caiz olmadığına dair açık bir beyandir. Helal ve haram kılan Allah Subhanehu’dur. Seleften birisi şöyle demiştir: “Her biriniz “Allah şunu helal kıldı, şunu haram kıldı” demekten sakınsın. Allah da ona: “Yalan söyledin, şunu helal kılmadım, şunu da haram kılmadım” der. Kişinin vahiyde açıkça helal veya haram olduğuna dair delil bilmediği şey hakkında taklid veya te’vil ile konuşmaması gerekir.” (İ’lamu’l-Muvakki’in 1/31)
* Kur'ân ve sünnetten delil olmadığını itiraf ettikleri halde, bu konuda kıyas ve re'y ile haramlık fetvası uyduran alimleri rab edinerek sigaranın haram olduğunu söyleyenler, Dernekler açmanın helal olduğunu, demokratik sistemde oy kullanmanın helal olduğunu, video ve fotoğraf kayıtlarıyla suretlerin çekilmesinin helal olduğunu vb. söyleyenler şirkten de büyük bir haramı işlemektedirler!

Alimlerin Hakkını Tanımak İle Taklid ve Taassubun Arasında!

Şeyh İbn Useymin Fethu Zi’l-Celali’l-İkram Şerhu Bulugi’l-Meram’da (6/72) şöyle demiştir: “Biz Şeyh Abdurrahman es-Sa’dî rahimehullah’ın yanında talebe iken ona hareketlerinde bile uyardık. Hatta ben ondan ders görmeye başlamadan önce yazım güzeldi, derslere başlayınca onun kötü yazısını da taklid etmeye başladım, kendi yazış şeklimi terk ettim. Bütün bunlar ona muhabbetimiz sebebiyle idi. Onu yazı şeklinde, yürüyüş şeklinde bile, herşeyde uyduğumuz bir önder edinmiştik. Zira insan hocasına bu şekilde itikad beslemezse ondan faydalanamaz. Öğrenci, ilim öğrenmek için yanında oturduğu hocasına karşı itiraz ederek “Ben de derim ki” derse ondan faydalanamaz. Faydalansa bile çok az faydalanır.”
Ebu Hamze Muhammed b. Hasen es-Surî dedi ki: “İbn Useymin rahimehullah’ın bu güzel sözlerini görünce hemen aklıma davetimize ve alimlerimize düşmanlık eden Beramike ve Sa’âfika geldi. Kendi kendime dedim ki: “Şayet bu sözleri bizim imamımız Mukbil el-Vadiî rahimehullah ve Şeyh Yahya el-Hacuri gibi alimlerimiz hakkında kullandığımızı işitseler elbette bizi Haddadîlik, aşırılık, taassup, akide bozukluğu ve tevhidde gedik açmakla itham ederlerdi. Onlara göre alimlerimize saygı göstermemiz, onları övmemiz, onların hayır ve iyiliklerinden bahsetmemiz ve onları savunmamız; aşırılık ve Haddadîliktir!!
Bununla berbaer bazı şairler ve başkalarının kullandıkları bazı lafızlara alimlerimiz uyarı yapmakta, bunları söyleyenlere nasihat ederek bu sözleri çıkarmalarını nasihat etmekte, bu hatalı sözlerin sahipleri de bundan döndüklerini ilan etmektedirler. Bermekiler ve Saâfika ise kendi şeyhleri hakkında aşırılık yaparak bunu her yerde yaymaktadırlar ve şeyhleri de buna karşı çıkmamaktadırlar! Hamd alemlerin rabbinedir.”
Ebu Muaz der ki: “Şeytan ve orduları her tarafta tevhid davetinin imamlarına karşı aynı tuzakları kurmakta, etkileri altına aldıkları kimselerin dilinden: “Şeyhi taklid ve taassup gösteriyorlar” dedirtmektedir. Böylece âlimlere saygısızlık ile onları taklidin arasındaki orta yolu bulamıyorlar, “Taklid etmeme” iddiasıyla alimlerden yüzçeviriyor ve onlara itiraz ediyorlar, sonra da “delille hareket ettikleri” zannıyla hevalarına uydurdukları cahilleri önder edinerek taklid ediyorlar!

Davetin Menhecî Özellikleri / İmam Mukbil b. Hadi Rahimehullah

Davetin Özelliği

Şeyh Mukbil rahimehullah’ın şu sözü meşhur olmuştur: “Bizim davetimiz ancak temyiz (bid’at ehlinden ayrışmak) ile zuhur etmiştir.”

Bid’at Ehlini Reddetmek Cihadın En Üstünlerindendir

Şeyhimiz İmam el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir. “Şimdi sözlerimiz kötü alimlerden sakındırmak içindir. “Ey iman edenler! Doğrusu âlimlerden ve âbidlerden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.” (Tevbe 34)
Ey kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Al-i İmran 71)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki ümmetim adına en çok korktuğum şey dili âlim olan münafıktır.” Yine şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki sizin için en çok korktuğum şey saptırıcı imamlardır.”
Bilakis Allah Azze ve Celle Kerim kitabında, Kitap ehlinin durumu hakkında şöyle buyurmuştur:
Hâlâ size inanacaklarını ümit eder misiniz? Hâlbuki onlardan bir grup var ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra onu akıl erdirmelerinin ardından bildikleri halde onu tahrif etmekteydiler.” (Bakara 75)
Muhakkak ki onlardan öyle bir grup vardır ki siz onu kitaptan sanasınız diye dillerini kitap ile eğerler. Hâlbuki o kitaptan değildir. O, Allah katından olmadığı halde ‘Allah katındandır.’ derler. Onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Al-i İmran 78)
Sen onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisine uydurduğu ve nihayet azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Biz dileseydik onu bunlarla yükseltirdik, ama o yere meyletti de hevasına uydu. Onun durumu o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da solur. Ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu işte budur.” (A’raf 175-176)
Allah, alimleri ve menzilelerini yücelttiği gibi, kötü alimleri de rezil eder. Kötü alimler fetvayı toplumun veya hükümetlerin arzularına göre tahrif ederler. Onlardan sakındırmak ve uzaklaşmak gerekir. Resmî alimler hükümetlerin arzularına göre fetva verirler. Resmî alimlerin hepsi de böyle değildir lakin çoğunluğu böyledir. Bizler Allah Azze ve Celle’ye hamd ederiz ki, bizi bâtıl ehlinin karşısına dikilmeye muvaffak kılmıştır. Biz de bunu en üstün yakınlık sebebi olarak görmekteyiz.
İmam Ahmed’den, Şeyhulislam İbn Teymiyye’den ve başka bir çok kimseden şöyle dedikleri gelmiştir: “Bid’at ehline reddiye vermek Allah yolunda cihadın en üstünüdür.” Emir es-San’ânî ishal hastalığına yakalanmıştı. İlaç fayda etmedi. Onun yanında sapıklık ehlinin kitaplarından biri vardı. ailesine dedi ki: “Şu kitabı yakın, onun ateşi üzerinde bana bir ekmek yapın” Sonra bu ekmeği yedi ve Allah Teâlâ’nın izniyle karnı şifa buldu.
Bid’at ehline reddiye vermek en üstün yakınlık vesilelerinden sayılır. Eğer onlar sünnete dönerlerse kardeşlerimizdirler…” (Tuhfetu’l-Mucib s.420)

Bidatçilerin Camilerine Gitmemek

Şeyhimiz Mukbil el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Ben bidatçilerle zıtlaşmamak için Ehl-i Sünnet mescidlerine gitmenizi veya Ehl-i Sünnet mescidleri inşa etmenizi nasihat ediyorum. Bid’atçiler seni sünneti yayman için serbest bırakmazlar.
Ben çok şaşırıyorum ey kardeşler! Biz insanları babalarımızı üzerinde bulduğumuz bir sünnete çağırmıyoruz ki insanlar bundan dolayı kibirlensinler! Biz bütün insanları bizim de sevdiğimiz, onların da sevdikleri, bizim de şefaatçimiz, onların da şefaatçisi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine çağırıyoruz.
Eğer gücün yetiyorsa fitne çıkarmadan bidatçilerden uzaklaşmanı öğütlerim. Aksi halde ehli sünnet mescidlerinden bir mescide gidersin. Yani bu nasihat babındandır. Yoksa bid’atçinin bidati küfür derecesine ulaşmamışsa onların arkasında kılınan namaz sahihtir.
Yine bu şekilde gücün yetiyorsa bayram namazında dahi bid’atçilerden ayrışmak gerekir. Sünnetleri ikame etmek ve sünnetlerle amel etmek için bayram namazlarını tek başlarına kılsınlar. Sünnet ehli fitne davetçileri değildir. Nice zaman dövüldük ve mescidlerden çıkarıldık ve “La havle ve la kuvvete illa billah” dedik. Kardeşlerimizin elinden mescidleri alındı ve biz “la havle ve la kuvvete illa billah” dedik. Çünkü bizler fitneleri istemiyoruz.
Eğer gücün yetiyorsa kendine bir mescid yap veya sünnet mescidlerine git. Aksi halde namaz sahihtir. Seni mescidin bir köşesine çekillip de müslümanlar namaz kılarlarken: “İmam bidatçidir” demekten sakındırırım. Sen evindeyken (namazı cemaatle kılmadığın halde), insanlar namaz kılarlarken “İmam bid’atçidir” demekten sakınmalısın. O (bidati küfür derecesine varmamış olan) imamın arkasında kılınan namaz sahihtir. Allah yardımcımız olsun.” (Es’iletu Muhadarati Mescidi’l-İysaî Bitaiz adlı kasetten)
Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Buna göre, eğer uzak durmaya gücün yetiyorsa bidatçinin arkasında veya bir sünnînin arkasında namazı kıl. Eğer uzak durmaya gücün yetmiyorsa başka bir sünnet mescidinde namazı kılmalısın. Buna da imkan yoksa ve elinizde mescid yapma imkanı varsa en üstünü kendinize mescid kurmanızdır. Ta ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini bu sayede ikame etmiş olursunuz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ancak ayrışmak üzerine kuruludur. Bu mümkün olmazsa yani uzaklaşmazsan fitnelerin meydana gelmesinden korkulur. Orada başka bir sünnet mescidi yoksa ve kendine mescid kurmaya da gücün yetmezse, bid’atçinin bidati de küfür derecesine ulaşmamışsa onun arkasında kılınan namaz sahihtir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Namazı kılın. Eğer (imam) isabet eder (namazı doğru kıldırırsa) hem size, hem kendisi lehine kıldırmış olur. Eğer hata ederse, namaz sizin lehinize, o imamların ise aleyhinedir.” (Tuhfetu’l-Mucib s.85)
* Uyarı: Allah’ın sifatlarını inkâr eden muasır Cehmileşmiş Maturidi Hanefiler, ölülerden yardım isteyen sufiler, hadisleri akıllarıyla veya Kur’an’a arz iddiasıyla inkâr edenler, demokrasi ve laiklik taraftarı particiler, müslümanların kanlarını ve mallarını helal sayan hariciler, rafizî şiiler vb. bid’atleri küfür derecesinde olan sapıklık ehlidir.

Cuma, Bayram ve Diğer Namazlarda Bidatçilerden Uzaklaşmak

Şeyhimiz İmam el-Vadiî rahimehullah dedi ki: “Selefî kardeşlere şu hizipçilerden uzaklaşmalarını tavsiye ediyorum. Zira onlar sadece hiziplerinin kalabalığının artmasını isterler.” (Tuhfetu’l-Mucib s.117)
Şeyhimiz İmam el-Vadiî rahimehullah dedi ki: “Tavsiye ettiğimiz şey ayrışmaktır. Sufiliğini yayan bir sufinin arkasında nasıl namaz kılacaksın? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: “Kim bir münker görürse eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu da imanın en zayıfıdır.”
Fitnelerden selamet bulmak bid’atçilerden uzak durmakla, faydalı ilme yönelmekle ve Allah’a davet etmekle olur. Yapılması gereken budur. Allah size bereket versin. Ama onlara gelince, ya sünnet ehli arasında desiseler kuran İhvanu’l-Muslimin’dendirler ya da hizipçilerin desiselerini bilmeyen sünnet ehlindendirler.
Biz sünnet ehlinin tamamına bayram namazlarında, Cuma namazında ve diğer namazlarda bid’at ehlinden ayrışmalarını öğütlüyoruz. Mescidlerde ve başka yerlerde ayrışmak zorunludur. Bundan sonra Allah’ın izniyle insanlara faydalı olacak, hikmetle hareket edecek hatibi seçersiniz, namaz kılanlar gelirler, sizin yanınızda namaz kılarlar ve o sufinin arkasında namaz kılmayı terk ederler. Ben sünnet ehlinden olan bazı kardeşlerimizi Allah’a şikayet ediyorum. Sünnidir, hayrı seven bir kimsedir, lakin bizim bu söylediklerimizi söylemiyorlar! Bırakın onları konuşsunlar! Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Sizinle birlikte çıksalardı sizde şer ve fesadı artırmaktan başka bir şey yapmazlar ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi.” (Tevbe 47) Bizler bid’atçilerden ve kalplerinde hastalık olanlardan uzaklaşırız, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini ikame ederiz.
Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sabah akşam rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte gönülden sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” (Kehf 28)
Bidatçilerin sözlerine aldırmayız. Onlar, biz de onlar gibi bid’atçiler olmadıkça bizden asla razı olmazlar. Bizler işin başında bid’atçilerden uzaklaşırız, sonra bid’atlerden uzaklaşırız. Allah yardımcımız olsun.” (Es’iletu Beyti’l-Fakih kaseti.)

İhvanu’l-Muslimin Sapıkları ve Dernekçiler İle Yardımlaşmamak

Şeyhimiz Mukbil el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Bize bir mescid yapacaklarını söyleseler dahi İhvanu’l-Muslimin ile yardımlaşmayı asla öğütlemeyiz.” (el-Beşair Fi’s-Semai’l-Mubaşir s.69)

Bid’at Ehliyle Yardımlaşanların Akibeti

Şeyhimiz Mukbil el-Vadii rahimehullah şöyle demiştir: “Muhakkak ki bid’at ehliyle yardımlaşmak daveti gevşetmektedir. Afganistan’ı müslümanların katledildiği mezbahaya çeviren şey onların (bid’at ehliyle) karışık bulunmalarıdır. Şu hizipçidir, öteki bir sufidir, diğeri bir ihvanîdir. Ayrışmak ve her bid’atçiden uzaklaşmak zorunludur. Nasihatimiz onlardan uzaklaşmaktır. Onlar Ebu Kılabe’nin şu sözünde belirttiği gibi anlayışı bozuk kimselerdir: “Heva ve bid’at ehliyle oturmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından ve meseleleri size karışık göstermelerinden emin olamam.” (Ebu Remzi, Rihlatu Daviye Li’ş-Şeyh Mukbil 121)
Şeyhimiz Mukbil Rahimehullah Garatu’l-Eşrita’da (2/11) şöyle demiştir: “Onlarla (Bid’at ehliyle) yardımlaşma meselesine gelince ben Ehl-i Sünnet’e Allah’tan yardım istemelerini, Allah’a davet görevlerini yerine getirmelerini öğütlerim. Gerçek şu ki bizler Yemen’de, Sudan’da, Harameyn topraklarında, Necid’de, Mısır’da, Ürdün’de bulunan sünnet ehli kardeşlerimizle dahi yardımlaşmaya güç yetiremiyoruz. Neden gidip de sünnet ehlini düşman görenlerle yardımlaşalım? Sen onlara gittiğinde senden sonra gençleri avlayacaklar, konferans verecekler ve senden gençleri alacaklar.”

Bid’at Ehlinden Ayrışmanın ve Sünnet Mescidleri Kurmanın Zorunluluğu

Şeyhimiz Mukbil el-Vadiî rahimehullah Tuhfetu’l-Mucib’de (s.208) şöyle demiştir: “Ehl-i Sünnete bidat ehlinden ayrışmalarını, kerpiçten veya hurma liflerinden de olsa kendi mescidlerini bina etmelerini öğütleriz. Zira onlar (bid’at ehli) ayrışmadığınız sürece sizin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini yaymaya imkan vermezler. Ayrışmak şarttır. Aksi halde bid’atçiler seni sünnetleri neşretmen için bırakmazlar!”

İhvancıların ve Dernekçilerin Sünnet Ehline Karşı Düşmanlıkları

İmam el-Vadiî rahimehullah Tuhfetu’l-Mucib’de (s.77) şöyle demiştir: “Bundan daha da çirkini, İhvanu’l-Muslimin’in ve Hikmet Derneği ashabının ehl-i sünnet kardeşlerine karşı mallarıyla harp etmeleridir. Ehl-i sünnet gençliğini yok ediyorlar. Allah’ın islama ve müslümanlara faydalı kılması umulan bir genç bulursun, lakin azmi zayıftır. Onda sebat yoktur. Ona derler ki: “Yanımıza gel, biz sana yirmi bin Yemen riyali verelim.” Bu malları Allah’ın faydalı kıldığı, müslümanların ve âlimlerin başarısına şahitlik ettikleri Ehl-i sünnet davetine karşı harp etmek için kullanırlar. Bizler İhvanu’l-Muslimin hakkında sakallarını traş ettikleri için konuşmuyoruz. Yemen halkında onlardan daha şerlileri de vardır. yine onlar pantolon giydikleri için de konuşmuyoruz. Zira Yemen halkında onlardan daha şerlileri de vardır. lakin onlar hakkında konuşmamızın (eleştiri yapmamızın) sebebi, onların İslam adı altında insanlara karıştırma yapmaları ve sünnet ehli kardeşlerine karşı harp etmeleridir. Yine Hikmet derneği davetçileri de sünnet ehli gençlere eziyet etmek üzere ihvanu’l-muslimin ile yardımlaşır hale gelmiştir.”

Oturum İzni Alabilmek İçin Bid’atçilerin Üniversitesine Gidilebilir mi?

Şeyhimiz Mukbil rahimehullah Tuhfetu’l-Mucib’de (s.277) şöyle demiştir: “222 nolu soru: “Bazı insanlar gurbetçi kardeşlere ikame alabilmek için Kulliyetu’l-İmanda ders görmesini tavsiye ediyorlar.” Şeyh Mukbil’in cevabı:
“Ben bunu tavsiye etmem. Zira Abdulkerim Zeydan sana gelir, sakalı traşlıdır, kravat takar, pantolon giyer, onunla bir hristiyan arasında ayrım yapamazsın. Diğer hocaları da Abdulkerim Zeydan gibidir. Sünnet ashabından iken Abdullah el-Haşidi gibi (ki bu münafık, Şeyh Mukbil’in damadı idi) bazı insanlar inhiraf ettiler. Ben o üniversiteye katılmayı tavsiye etmiyorum.”

21 Mart 2020 Cumartesi

Cemaat, Hüccet ve İcma; Selefin Menhecinde Olan Hadis Alimidir

İmam İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah şöyle demiştir: 
“Bil ki icma, hüccet ve sevadu’l-a’zam; tek başına dahi olsa ve yeryüzü halkına muhalif olsa dahi hak ehli olan alimdir. Amr b. Meymun el-Evdî rahimehullah şöyle demiştir: “Yemen’de Muaz radiyallahu anh ile arkadaşlık ettim. Şam’da gömülünceye kadar ondan ayrılmadım. Ondan sonra insanların en fakihi olan Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh ile arkadaşlık ettim. Onun: “Size cemaati tavsiye ederim. Allah’ın eli cemaat ile beraberdir” dediğini işittim. Sonra günlerden bir gün şöyle dediğini işittim: “Üzerinize namazı vaktinden erteleyen idareciler gelecek. Siz namazı vakitlerinde kılın, bu farz olandır. Onlarla beraber kıldığınız ise size nafiledir.” Dedim ki:
“Ey Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı! Ne dediğinizi anlamıyorum.” Dedi ki:
“O nedir?” Dedim ki: “Bana cemaati emredip ona teşvik ettin, sonra bana diyorsun ki farz namazı tek başına kıl, cemaatle kıldığın da sana nafile olur!” İbn Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Ey Amr b. Meymun! Ben seni buraların en fakihlerinden zannederdim. Cemaat nedir biliyor musun?” Ben: “Hayır” dedim. Dedi ki:
“Cemaatin çoğunluğu, cemaatten ayrılan kimselerdir. Cemaat, tek başına dahi olsan hakka uygun olandır.” Diğer lafzında: “Dizlerime vurdu ve dedi ki: “Yazık sana! İnsanların çoğunluğu cemaatten ayrıldılar. Zira cemaat Allah Teâlâ’ya itaate uygun olandır.”
Nuaym b. Hammad rahimehullah dedi ki: “Cemaat bozulduğu zaman sana düşen şey, tek başına dahi olsan cemaatin bozulmazdan öndeki durumudur. Zira o zaman cemaat sen olursun.” Bunları Beyhakî ve başkaları rivayet etmişlerdir.
Hadis imamlarından birine sevadu’l-azamdan bahsedilince şöyle demiştir: “Sevadu’l-azamın ne olduğunu bilir misin? O Muhammed b. Eslem et-Tusî ve ashabıdır.” İhtilaf ehli işleri tersine döndürmüşler, sevadu’l-azam, hüccet ve cemaati; cumhur (çoğunluk) diye iddia etmişlerdir. bu çoğunluğu sünnetin ölçüsü saymışlardır. Ehlinin az olması ve asırlarda ve beldelerde tek kalmaları sebebiyle sünneti; bid’at, marufu; münker görür hale gelmişlerdir. “Ayrılanın cehenneme ayrılmış olacağı” cemaati, insanların çoğunluğu zannetmişlerdir.
İhtilaf ehli bilmezler ki; bütün insanlar onun üzerinde olsalar bile şaz; hakka aykırı düşendir. Hak üzere olan tek kişi ise cemaattir. Nitekim Ahmed b. Hanbel’in zamanında küçük bir azınlık dışında bütün insanlar şaz (aykırı) idiler. İmam Ahmed ve onun gibiler ise cemaat idi. O zaman kadılar, müftüler, halife ve onların bütün takipçileri şaz idiler. İmam Ahmed ise tek başına cemaat idi.
İnsanların akılları bunu almayınca halifeye dediler ki: “Ey mü’minlerin emiri! Sen, kadıların, valilerin, fakihler ve müftülerin tamamı batıl üzeresiniz de, tek Ahmed b. Hanbel mi hak üzere?” Halifenin ilmi bunu kavrayabilecek durumda değildi. İmam Ahmed’i uzun süre hapsettikten sonra kamçı cezası vermeye başladı. La ilahe illallah! Dünkü gece bu sabaha ne kadar da benziyor!
İşte bu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin rableriyle karşılaşıncaya kadar yoludur, selefleri bu yoldan geçmiştir, sonrakileri de bu yol beklemektedir:
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde değiştirmemişlerdir.” (Ahzab 23) Hareket ve kuvvet ancak Alî ve Azîm olan Allah iledir.” (İ’lamu’l-Muvakkiin 3/308)
İbn Kayyım İgasetu’l-Lehfan’da (1/70) şöyle der: “Muhammed b. Eslem et-Tusî rahimehullah imamlığında ittifak edilen bir imamdır. Bu rütbesine rağmen kendi zamanında insanların sünnete en çok tabi olanı idi. Hatta şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bana ulaşan her sünnetle mutlaka amel ettim. Nitekim tavafı binekli olarak yapmak istedim, buna imkan bulamadım.” Onun zamanın İlim ehlinden birine “İnsanlar ihtilaf ettiklerinde size düşen sevadu’l-azamdan ayrılmamaktır” hadisinde geçen sevadu’l-azam sorulunca: “Sevadu’l-Azam; Muhammed b. Eslem et-Tusî’dir” demiştir. Vallahi doğru söylemiştir. Zira onun zamanında sünneti en iyi bilen, sünnete davet eden o idi. Hüccet o idi, icmâ o idi ve sevadu’l-azam da o idi. O, ayrılıp da başkasına tabi olanı Allah’ın varacağı yere vardırıp kötü bir yere döndüreceği; mü’minlerin yoludur.”
Yine İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkinde (3/307) şöyle demiştir: “Başta kendi ikrarı olmak üzere bütün ilim ehlinin ilim sahibi olmadığını itiraf ettiği kişiler (taklitçiler) seni ürkütmesin. Nerede, nasıl ve kiminle olursa olsun ilim erbabı delilin peşine düşmüş, delili hakem tayin etmiştir. hakkı arayan bir kişi bulursan yalnızlığın gider, ülfet meydana gelir. sana karşı çıksa da hem muhalefet eder, hem de senden özür diler. Zalim cahil ise delilsiz olarak sana karşı çıkar. Seni tekfir eder, hiçbir delili olmadığı halde seni bidatçilikle suçlar. Senin bütün günahın onun hastalıklı yolundan, kötü gidişatından uzak durmandır. Bu gibi kişilerin çokluğu seni aldatmasın. Zira onlardan binlercesini bir araya getirsen ilim ehlinden bir kişinin yerini dolduramazlar. İlim ehli olan tek bir kişi ise onlardan yeryüzü dolusu bir kalabalığa denktir.”

Seferî Kimsenin Cuma Namazına Katılması Hakkında Bir Düzeltme




Ebû Hureyre radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لَيْسَ عَلَى مُسَافِرٍ جُمُعَةٌ

‘Yolcuya Cuma namazı yoktur.’[1]

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَيْسَ عَلَى مُسَافِرٍ جُمُعَةٌ

Yolcuya Cuma namazı yoktur.”[2]

Zuhrî rahimehullah şöyle demiştir: “Yolcuya Cuma namazı yoktur. Ancak yolcu kimse bir beldede bulunur da Cuma ezanını işitirse onlarla beraber katılır.”[3]

Daha önce yukarıda geçen hadislerden dolayı Sahih İlmihal’de şöyle demiştim: Yolcuya Cuma namazı yoktur. Seferî olanlar kendi aralarında Cuma kılmazlar, ancak öğle namazını kısaltarak kılabilirler. Yine Cuma kılan mukimlere tabi olmaları halinde seferî olanlar, öğle namazına niyet ederek mukim imamın kıldığı Cuma namazına tabi olurlar. Böylece Cuma suresi 9. Ayetinde geçen “Allah’ın zikrine koşma” emrini yerine getirmiş olurlar. Seferî olan kimse, mukim olanlara Cuma namazı niyetiyle bu namazı kıldıramaz. Zira seferî olana Cuma yoktur. Ancak seferî olan, öğle namazı kılmaya niyet eder, mukim olan cemaat ise Cuma namazına niyet ederler. Allah’u a’lem bi’s-savab.

“Yolcuya Cuma namazı yoktur” lafzının zahiri yolcu kimsenin Cuma namazı niyetiyle bu namazı kılmasının meşru olmadığına delalet eder. Lakin aşağıda aktaracağım hadisi de tefekkür ettiğimde, “Yolcuya Cuma namazı yoktur” lafzının mutlak nefiy değil, yolcuya yalnızca Cuma namazının farz oluşunun nefyedildiği zahir oldu. Zira aktaracağım hadiste, gelen heyet seferî olmalarına rağmen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Cuma namazına katılmışlardır. Şayet onların öğle namazı niyetiyle katılmaları icap etseydi, bu hususun belirtilmesi gerekirdi:

Şuayb b. Ruzeyk et-Tâifî rahimehullah'tan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sohbeti olan bir adamın yanına oturdum. Ona el-Hakem b. Hazn el-Kulefî denilir. Bu zat, bize şöyle anlatmaya başladı:

وَفَدْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَابِعَ سَبْعَةٍ أَوْ تَاسِعَ تِسْعَةٍ فَدَخَلْنَا عَلَيْهِ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ زُرْنَاكَ فَادْعُ اللَّهَ لَنَا بِخَيْرٍ فَأَمَرَ بِنَا أَوْ أَمَرَ لَنَا بِشَيْءٍ مِنَ التَّمْرِ وَالشَّأْنُ إِذْ ذَاكَ دُونٌ فَأَقَمْنَا بِهَا أَيَّامًا شَهِدْنَا فِيهَا الْجُمُعَةَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَامَ مُتَوَكِّئًا عَلَى عَصًا أَوْ قَوْسٍ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ كَلِمَاتٍ خَفِيفَاتٍ طَيِّبَاتٍ مُبَارَكَاتٍ ثُمَّ قَالَ أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّكُمْ لَنْ تُطِيقُوا أَوْ لَنْ تَفْعَلُوا كُلَّ مَا أُمِرْتُمْ بِهِ وَلَكِنْ سَدِّدُوا وَأَبْشِرُوا

“Yedi veya dokuz kişiden biri olarak Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e elçi ola­rak geldim. Onun huzuruna girip:

“Ey Allah’ın rasulü! Biz seni ziyaret et­tik, sen de bizim için hayır duâ et” dedik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizim için duâ etti ve bize birazcık hurma getirilmesini emretti. O zaman gelir azdı. Biz Medine'de günlerce kaldık. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Cuma namazı kıldık. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir bastona veya yaya dayanarak kalktı. Kısa, güzel, mübarek kelimelerle Al­lah'a hamd ve sena etti. Sonra şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Siz emrolunduğunuz herşeyi yapamazsınız veya güç yetiremezsiniz, ama doğru olunuz, müjdeleyiniz!”[4]

Buna göre yolcuya Cuma namazı farz değildir, lakin yolcu Cuma namazı kılınan bir yerde bulunursa cumaya iştirak etmek zorundadır. Bu iştirakinde Cuma namazına niyet etmesinde ve mukim kimselere Cuma namazı kıldırmasında sakınca yoktur.



[1] Sahih ligayrihi. Taberani Evsat (Mecmau’l-Bahreyn, 942) el-İrvâ (592, 594)
[2] Sahih ligayrihi. Taberani Evsat (1/249) Darekutni (1564) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5405)
[3] Sahih maktu. İbnu’l-Munzir, el-Evsat (4/20) Abdurrazzak (3/174)
[4] Hasen. Ebû Dâvûd (1096) Ahmed (4/212) İbn Huzeyme (1452) Ebû Ya'lâ (12/206) Taberânî (3/213) İbn Kani Mu’cemu’s-Sahabe (1/351) Beyhakî (3/206) İbn Asakir Tarih (23/209) el-Elbani İrvau’l-Galil (616) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (1106, 1554, 2717, 3656, 3937)

20 Mart 2020 Cuma

Fitneye Sebep Olacak Sözleri Aktarmaktan Yasaklama

Amr b. Ebi Kurra rahimehullah dedi ki:
كَانَ حُذَيْفَةُ بِالْمَدَائِنِ فَكَانَ يَذْكُرُ أَشْيَاءَ قَالَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِأُنَاسٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فِي الْغَضَبِ فَيَنْطَلِقُ نَاسٌ مِمَّنْ سَمِعَ ذَلِكَ مِنْ حُذَيْفَةَ فَيَأْتُونَ سَلْمَانَ فَيَذْكُرُونَ لَهُ قَوْلَ حُذَيْفَةَ فَيَقُولُ سَلْمَانُ حُذَيْفَةُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُ فَيَرْجِعُونَ إِلَى حُذَيْفَةَ فَيَقُولُونَ لَهُ قَدْ ذَكَرْنَا قَوْلَكَ لِسَلْمَانَ فَمَا صَدَّقَكَ وَلَا كَذَّبَكَ فَأَتَى حُذَيْفَةُ سَلْمَانَ وَهُوَ فِي مَبْقَلَةٍ فَقَالَ يَا سَلْمَانُ مَا يَمْنَعُكَ أَنْ تُصَدِّقَنِي بِمَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَقَالَ سَلْمَانُ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَغْضَبُ فَيَقُولُ فِي الْغَضَبِ لِنَاسٍ مِنْ أَصْحَابِهِ وَيَرْضَى فَيَقُولُ فِي الرِّضَا لِنَاسٍ مِنْ أَصْحَابِهِ أَمَا تَنْتَهِي حَتَّى تُوَرِّثَ رِجَالًا حُبَّ رِجَالٍ وَرِجَالًا بُغْضَ رِجَالٍ وَحَتَّى تُوقِعَ اخْتِلَافًا وَفُرْقَةً؟ وَلَقَدْ عَلِمْتَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَطَبَ فَقَالَ أَيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِي سَبَبْتُهُ سَبَّةً أَوْ لَعَنْتُهُ لَعْنَةً فِي غَضَبِي فَإِنَّمَا أَنَا مِنْ وَلَدِ آدَمَ أَغْضَبُ كَمَا يَغْضَبُونَ وَإِنَّمَا بَعَثَنِي رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ فَاجْعَلْهَا عَلَيْهِمْ صَلَاةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللَّهِ لَتَنْتَهِيَنَّ أَوْ لَأَكْتُبَنَّ إِلَى عُمَرَ
“Huzeyfe radiyallahu anh Medayin'de idi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öfke halinde sahabilerinden bazı kimseler için sarfetmiş olduğu sözleri halka aktardı. Bunları Huzeyfe radiyallahu anh'den dinleyenlerden bazıları da gider, Selman radiyallahu anh'e haber verir ve Huzeyfe radiyallahu anh'den duyduklarını ona anlatırlardı. Selman radiyallahu anh de:
“Huzeyfe söylediğini daha iyi bilir” derdi. Sonra da Huzeyfe radiyallahu anh'e gelip:
“Senin sözlerini Selman radiyallahu anh'e anlattık. Seni ne tasdik etti ne de tekzib et­ti.” derlerdi. Huzeyfe radiyallahu anh bir gün sebze tarlasında bulunan Selman radiyallahu anh’e gidip dedi ki:
“Ey Selman! Benim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduklarımı tasdik etmekten seni engelleyen sebep nedir?” dedi. Selman radiyallahu anh de ona şöyle cevap verdi:
“Gerçekten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazen öfkelenirdi ve öfkeli iken sahabi­lerinden bazıları hakkında bazı ağır sözler söylerdi. Bazen de hoşnut olur ve hoşnutluk halinde sahabilerinden bazıları hakkında sitayişkâr sözler söylerdi. Artık sen Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den her duyduğun sözü nakletmeye bir son vermiyor musun? Eğer sen bu rivayetlerine devam edersen bazı kimselerin kalbine bazı kimselerin sevgisini, bazı kimse­lerin kalbinde bazılarının nefretini aşılarsın ve neticede bazı anlaşmaz­lıkların ve bölünmelerin meydana gelmesine sebep olursun. Oysa sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir hutbesinde:
Ben, öfkeli iken ümmetimden herhangi bir kimseye sitem ya da beddua edersem bu bir insanlık halidir. Çünkü ben de Âdemoğullarından biriyim. Binaenaleyh onların öfkelendiği gibi ben de öfkelenirim. Fakat Allah beni âlemlere sadece rahmet için gönder­miştir. Bu sebeple ben rabbime: “Ey Allah'ım, ben ancak bir beşerim, Müslümanlardan herhangi birisine, hak etmediği halde beddua ya da si­tem edersem kıyamet gününde bunu onun için bir rahmet kıl” diye dua ettim. Rabbim de bu duamı kabul etti” dediğini bilmektesin. Allah'a yemin olsun ki ya bu sözlerine son verirsin ya da bunu Ömer radiyallahu anh'e mektup­la bildireceğim.”[1]


[1] Hasen. Ebû Dâvûd (4659) Ahmed (5/437) Taberânî (6/259) Ebu Nuaym Tesbitu’l-İmame (259) el-Elbani es-Sahiha (1758) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (1606, 2142, 2151, 2428, 3643)

16 Mart 2020 Pazartesi

Velâ ve Berâ Kaidesinden Ürken Hastalıklı Nefislere!


Kitap ve sünnete salih selefin menheci üzere davetimizin kendilerine ulaşıp da yüz çevirenlere zillet ve küçüklük vardır. Zira bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisinin varisleriyiz:
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
 Kıyametin önünde, kılıçla gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve küçüklük yazıldı. Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”[1]
Sahip olduğumuz Kur’ân ve hadis ilimlerimiz kılıcımız ve mızrağımızdır. Davetimizden hoşlanmayanlar hevâlarına uymak istedikleri, selefî daveti mıncıklamış bozuk menhecli, bid’at meşrepli kimselere meyletmekte, ihyâ edilmeye çalışılan velâ ve berâ vacibinden nefret etmektedirler.
Selefî menhecin aleyhince gelişigüzel eleştiriler yapan hevâ ehlinden hastalık kapan bazı kimseler şu korkuyu nefislere üflemektedirler: “Bir gün senin de aleyhinde berâ uygulanırsa o zaman gününü görürsün!”
Evet, nefislerini hakka karşı kibirle büyüten kimseler burunlarından kıl alınmasından asla razı olmuyorlar ve kendilerine bir şekilde berâ uygulandığında, kibirli nefisler şahlanarak kendisine berâ uygulayanlara bir nevi harbe giriyor, nefsini hatalı bulmuyor!
Hakka karşı kibir hastalığına yakalanmış olanlara şifa olması ümidiyle bazı hususları hatırlatacağım.
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, herbirimizin Allah’ın dini karşısında boynumuzun kıldan ince olması gerekir. Her birimizin nefsi, Allah’ın vahyine karşı zilletle boyun eğmek zorundadır. Bu boyun eğiş bize hakkı ulaştıran kimse için değil, o hakkın sahibi içindir. Hakkı ulaştıran kimsede bulunan eksiklikleri ön plana çıkararak kendi nefislerimizin savunucusu olmak, haine arka çıkmaktır!
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki biz sana kitabı hak ile indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Hainlerin savunucusu olma!” (Nisa 105)
Vahyin naslarının tehdidine hepimizin nefisleri muhataptır ve nefislerimizi vahye boyun eğdirme konusunda hayat boyunca mücadelemiz devam etmektedir, edecektir.
Allah’ın rasulü sallallahu aleyhi ve sellem dahi, kendisinin bilgisi dışında torunlarının ev içinde oynamakta oldukları köpek yavruları sebebiyle, Cibril aleyhi's-selâm’ın bir süre kendisine gelmekten uzak durmasına muhatap olmuş, dışarıda Cibril aleyhi's-selâm ile karşılaştığında bunun sebebini sormuş, Cibril aleyhi's-selâm da meleklerin içinde suret ve köpek bulunan eve girmediklerini beyan edince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem derhal evden o köpek yavrularının çıkarılmasını emretmiştir.
Amâ bir sahabiye karşı tavrı sebebiyle Allah Azze ve Celle, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i eleştiren ayetler indirmiş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ayetleri ümmetinden saklama yolunu tutmamış, bilakis vahye teslim olmuştur. Enfal suresinde, Tevbe suresinde ve daha başka surelerde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i eleştiren ayetler nazil olmuş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem asla Allah Azze ve Celle’ye karşı kendisini “eleştirilemez” bir konumda görmemiştir.
Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, hanımlarına bir ay hecir uygulamış, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri bu tavırdan dolayı kibirlenmeye kalkmamış, bilakis nefislerini rasulün fiili ve hakkın takdirine boyun eğdirmek için mücadele etmişlerdir.
Aişe radiyallahu anha’nın azatlısı Zekvan rahimehullah’tan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanında bir esirle beraber Aişe radiyallahu anha’nın yanına gitti. Aişe radiyallahu anha, yanındaki kadınlarla meşgul olduğu için onunla ilgilenmeyince esir çıkıp gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelince ona bunu haber verdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Ona ne oluyor! Allah elini koparsın!” Müslümanlar onu aramaya çıktılar ve esiri getirdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelince Aişe radiyallahu anha ellerini yokluyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Onun neyi var? Delirdi mi?” buyurdu. Aişe radiyallahu anha dedi ki:  “Ey Allah’ın rasulü! Elimi koparması için Allah’a dua ettin. Ben de elim koptu mu diye bakıyorum.” Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini semaya kaldırdı ve şöyle dua etti:
 Allah’ım! Ben ancak bir beşerim. Diğer insanlar gibi üzülür ve öfkelenirim. Hangi mü’min erkek veya mü’mine kadına beddua edersem, bu bedduayı onun için günahlarından temizlenme vesilesi kıl.”[2]
Enes b. Malik radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hafsa bt. Ömer radiyallahu anha’ya bir adamı teslim etti ve:
Bunu muhafaza et” dedi. Hafsa radiyallahu anha gafil kaldı ve adam gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem girdi ve dedi ki:
Ey Hafsa! Adamı ne yaptın?” O da: “Ondan gafil kaldım ey Allah’ın rasulü!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini şöylece kaldırıp:
Allah ellerini koparsın” diyerek çıktı. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem girdiğinde:
Neyin var ey Hafsa!” dedi. O da dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Önce bana şöyle ve şöyle dedin.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Ellerin hakkında rahat ol. Ben Allah Azze ve Celle’den; ümmetimden herhangi bir kimse için Allah’a beddua edersem, onu kendisine bir bağışlama kılmasını istedim.”[3]
Ağır bir bedduaya muhatap olmasına rağmen Hafsa radiyallahu anha’nın bu teslimiyeti ibret ve örnek alınması gereken bir husustur. Sahabe, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in öfkelendiği anlarda hakaretine maruz kaldıklarında haşa "Rasulullah'ın psikolojisi bozuk" gibi abuk subuk iftiralar atmıyor, nefislerindeki kusuru itiraf ediyorlardı!
Bu konuyla ilgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı dönemiyle ilgili sayılamayacak kadar çok örnekler vardır. Lakin burada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra meydana gelmiş bir örnek zikredelim ki, hak cemaat unsurunun sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı dönemiyle sınırlı olmadığı iyi anlaşılsın:
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Ömer radiyallahu anh bana şöyle dedi: “Ey Allah’ın ve İslam’ın düşmanı! Allah’ın malına hıyanet ettin!” Ben ona dedim ki:
“Allah’ın da, İslam’ın da düşmanı değilim. Aksine ikisine düşman olana düşmanım. Allah’ın malına hıyanet etmiş değilim. Bunlar da develerimin bedeli ile payıma düşen mallardır.” Ömer radiyallahu anh aynı sözleri bana bir daha söyleyince ben de aynı cevabı verdim. Bunun üzerine on iki bin (dirhem) ödememe hükmetti. Sabah namazına kalktığımda: “Allah’ım! Mü’minlerin emirini bağışla” diye dua ettim. Daha sonraları Ömer radiyallahu anh bana görev vermek istedi, ancak görevi kabul etmedim. Ömer radiyallahu anh bana:
“Neden? Oysa senden daha hayırlı biri olmasına rağmen Yusuf aleyhi's-selâm görev istemişti” dedi. Ben de dedim ki:
“Yusuf aleyhi's-selâm nebi oğlu nebî oğlu nebî oğlu nebî idi. Ben ise Umeyme’nin oğluyum ve üç ile iki şeyden korkarım.” Ömer radiyallahu anh:
“Neden beş demiyorsun?” dedi. Ben: “Hayır” dedim. Bana:
“Bunlar nelerdir?” diye sorunca dedim ki: “Bilmediğim bir konuda konuşmaktan, bilgim olmadan fetva vermekten, ceza olarak sırtıma vurulmasından, onuruma dil uzatılmasından ve zorla malımın alınmasından korkuyorum.”[4]
Bu kıssada görüldüğü üzere Ömer radiyallahu anh, hatalı bir bilgiden dolayı Ebu Hureyre radiyallahu anh aleyhinde şiddetli sözler sarf etmiş, lakin Ebu Hureyre radiyallahu anh, haksız gördüğü bu itham ve hakaret sebebiyle cemaati terk etmemiş, Ömer radiyallahu anh’ın saygın konumunu ve itibarını zedeliyici hiçbir işe girişmemiş, bilakis nefsini zelil etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh, nefsini haklı çıkarmak için Ömer radıyallahu anh hakkında "zan ile" veya "yanlı davrandığı" gibi bir suçlama da yapmamıştır. 
Yine Ömer radıyallahu anh, Halid b. el-Velid radıyallahu anh'ı görevden azlettiğinde bunu teslimiyetle karşılamış, cihadına asker olarak devam etmiştir. Zamanımızdaki hevâ ehlinin nefislerini yücelterek, cemaatten ayrılmaları ve fitneler yaymaları gibi davranmamış, "Şahsî bir garazından dolayı böyle yaptı" gibi iftiralar atmamıştır. 
Sabig, Ömer radıyallahu anh tarafından sürgün edilip, kimsenin onunla konuşmaması emredildiğinde, Ömer radıyallahu anh hakkında "aşırılık yapıyor, benim sorularım neden zararlı olsun?" gibi itirazlarda bulunmamıştır. Zamanımızın hevâ ehli ise çok büyük çamlar devirip, koca koca fitneler çıkardıkları halde kendilerinin masum olduklarını, kendilerinin zararlarını def eden ilim ehlinin ise zalim olduklarını, taraflı davrandıklarını vs. savunuyorlar! 
Şunu unutmayalım ki, hiçbirimizin nefsi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının nefsinden daha aziz değildir!
İlim talebi yıllarında ve ilmin tebliği zamanlarında haklı ya da haksız çeşitli ithamlara, şiddetli eleştirilere maruz kalmak, bizleri pes ettirirse sabır emrini yerine getirmemiş oluruz:
Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lukman 17)
Cemaatten ayrılmama ve Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılma emri, nefislere en zor gelen emirlerdendir. Hain nefislerin destekçisi, en büyük düşmanımız İblis ve taifesi ise cemaat bağlarının zayıfladığı anlarda öldürücü darbesini yapar ve şöyle der:
“Tek başına dahi olsan kitap ve sünnet üzere olduğun zaman sen cemaatsin.” Bu, kendisiyle bâtılın kastedildiği hak bir sözdür! Buradaki yanlış istidlal, kişinin kendisinin hak üzere olduğuna hükmetmesidir! Kişi tek başına kitap ve sünnete sarılmakla hak üzere olmaz!
Bilakis, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde bulunduğu yolda olan, nerede olursa olsun, tek başına dahi olsa hak üzeredir. Lakin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde olduğu yolda, kitap ve sünnet menheci üzere hareket eden ilim ehlinin bulunduğu ortamda, ilim ehlinden ve cemaatten ayrılmak yoktur!
Kitap ve sünnet ile hidayet bulmak ancak ve ancak, selefin menhecine tabi olan alimlerle birlikte olmakla mümkündür. Böyle alimler bulunduğu zaman cemaat onlardır, onlardan ayrılan cemaatten ayrılmış olur. İlim ancak ilim ehliyle birlikte kâimdir. Allah ilmi, alimlerin canlarını almakla kaldırır!
Ziyad b. Lebid el-Ensârî radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey anlattı, sonra şöyle buyurdu:
Bunlar ilmin gittiği anlarda olacaktır.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! İlim nasıl gider? Biz Kur’ân’ı okuduk, çocuklarımıza okuttuk, onlar da çocuklarına okuturlar” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Annen seni düşüreydi ey İbn Ummi Lebid! Şu Yahudiler ve Hristiyanlar Tevratı ve İncil’i okudukları halde ondan bir şeyle faydalanabiliyorlar mı?”[5]
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
Muhakkak ki Allah ilmi, insanlara verdikten sonra çekip almak suretiyle kaldırmaz. Lakin aralarından âlimlerin canlarını ilimleriyle beraber almak suretiyle kaldırır. Geriye cahil insanlar kalır ve fetva sorarlar. Onlar da kendi görüşleriyle fetva verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.”[6]
Salim b. Ebi’l-Ca’d rahimehullah’tan: “Ebu’d-Derdâ radiyallahu anh dedi ki:
“Kaldırılmasından önce ilmi öğrenin. Zira ilmin kaldırılması, âlimlerin vefat etmeleridir. Öğreten ve öğrenen ecirde eşittirler.”[7]
Kitap ve sünnet menheci üzere olan, rasulün varisi hadis ehli bir alim bulunmadığı zaman, işte o zaman cemaat yok, fırkalar vardır. o zaman tek başına kalıp kitap ve sünneti selefin menheci üzere anlayıp uygulamaya çalışman, heva ve re’ylerle hareket eden fırkalardan uzaklaşman gerekir.
Selefin menhecinde olan ilim ehli etrafında Tevhid, Hadis ve Sünnet ehli bir cemaat mevcutken, cemaati terk eden ancak şeytanın igvâlarıyla kendisini hak üzerinde zanneder, lakin o hiçbir şey üzerinde değildir. Zira hadiste bildirildiği gibi, şeytan, bir kişiye, iki kişiden daha yakındır. Cemaatten uzak duran kişi ya ebedî olarak ateşe düşer, ya ateşten nasibini alır yahut cennete girse dahi iyi bir mevkide olamaz.
 İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan; Ömer radıyallahu anh Cabiye'de hitap ederken şöyle dedi; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem aramızda şöyle hutbe verdi;
"Sizden her kim cennetin ortasını istiyorsa cemaate sarılsın. Şüphesiz şeytan tek kişi ile beraberdir ve o, iki kişiden daha uzaktır."[8]
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah'ın eli cemaat ile beraberdir. Şeytan ise Cemaat'e muhalefet edenlerle birliktedir.”[9]
Ebu Şureyk radıyallahu anh'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim;
"Allah'ın eli Cemaat üzeredir. Birisi ondan ayrılırsa, tıpkı kurdun sürüden ayrılan koyunu kapması gibi şeytan o kimseyi kapar."[10]
Muhammed ed-Dabbî'den; "Bizimle beraber İbrahim (en-Nehaî)nin sohbetine katılan biri vardı. İbrahim'e onun mürcie mezhebine girdiği haberi geldi. İbrahim bunun üzerine dedi ki;
"Bizim yanımızdan ayrılırsan bir daha dönemezsin."[11]
Muhammed b. Davud el-Harranî dedi ki; "Süfyan b. Uyeyne'ye;
"Şu – yani İbrahim b. Ebi Yahya – kader hakkında konuşuyor" dedim. Bunun üzerine Süfyan dedi ki;
"İnsanlara onun durumunu bildirin ve Rabbinizden afiyet isteyin."[12]


[1] Sahih. Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd b. Humeyd (848). El-Elbani, el-İrva (1269) Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel’in isnadlarında hakkında ihtilaf edilen Abdurrahman b. Sabit b. Sevban bulunmasından dolayı Şuayb el-Arnaut zayıf demiştir. Lakin Ahmed b. Hazlem’in, Hadisu’l-Evzai cüzünde (s.31 no:30) ve Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar adlı eserinde (1/238) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde İbn Sabit yerinde el-Evzai vardır. Bu mutabi ile hadis sahihtir. Ayrıca hadisin şahitleri de vardır. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz.: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)
[2] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İshak b. Rahuye (1125) Ahmed (6/52) Vakıdî el-Megazi (s.220) Beyhakî (9/89) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1560)
[3] Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed (3/141) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (5/19) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (56)
[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Hâkim (2/378)
[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ebu Hayseme Zuheyr b. Harb Kitabu’l-İlm (52) Hâkim (1/180, 3/681) Ahmed (4/160, 218, 219) Tayalisi (1292) İbn Ebî Şeybe (6/145) İbn Mâce (4048) Taberânî (5/265) İbn Ebi Hayseme Tarih (815) Ebu Ahmed Hâkim el-Esâmi ve’l-Kunâ (5/303) Begavi Mu’cem (885) İbn Ebi Asım el-Âhâd ve’l-Mesânî (1999) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (305)
[6] Sahih. Buhârî (100) lafız ona aittir; Muslim (2673).
[7] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. el-Cevherî Musnedu’l-Muvatta (18) Dârimî (327) İbn Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm (1036)
[8] Sahih. Tirmizi (2091) Ahmed (1/18, 26) Ebu Ya'la (1/131-133) Lalkai (1/106) Humeydi (1/19-20) Tayalisi (s.7) İbn Mace (363) Abd b. Humeyd (23) Şafii er-Risale (1315) Şafii Müsned (1836) Buhari Tarihu'l-Kebir (1/102) Tarihu's-Sagir (1/97) Acurri Şeriat (s.7-8) Hatib (2/187, 4/319, 6/57) Taberani Evsat (3/441) Ma'mer Cami (11/341) Deylemi (222) İbn Ebi Hatem İlel (2/355, 371) Hâkim (1/376) İbn Hibban (19/156) Ziya el-Muhtare (96) Elbani es-Sahiha (430)
[9] Sahih. Nesai (3954) Taberani (17/145) Hatib; el-Fakih ve'l-Mutefekkih (1/162) Beyhaki Şuab (7253) İbn Hibban (19/158) İbnu'l-Cevzi; Telbisu İblis (s.6) el-Elbani; sahih demiştir.
İmam Tirmizi (4/467) bu hadislerde geçen "cemaat" kelimesini; fıkıh, ilim ve hadis ehlinin cemaati şeklinde açıklamıştır. İbn Kayyım da İgasetu'l-Lehfan'da (1/69) şöyle der:
"Cemaate sarılmayı emreden hadiste kastedilen hakka sarılmak ve ona temessük edenler az, muhalifleri çok olsa bile ona tabi olmaya devam etmektir. Zira hak; ilk cemaat olan Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)'in zamanında üzerinde bulunulan şeydir. Bidat ehlinin ve sonrakilerin çok oluşuna bakılmaz."
[10] Şahitleriyle sahihtir. Taberani (1/206) İbn Ebi Asım es-Sunne (1/40) Lalkai (1/99) İbn Kani Mu'cem (1/3) İbnu'l-Cevzi Telbisu İblis (s.6) Ebu Nuaym Marifetus Sahabe (2/375) Mekasıdul Hasene (s.96) Mecma (5/218) isnadında Abdula'la b. Ebi’l-Musavir vardır. O zayıf bir ravidir. Lakin hadis şahidleriyle sahihtir.
[11] Hilye (4/223) İbn Vaddah el-Bid'a (s.52) İbnul Cevzi Telbis (s.12)
[12] İbnul Cevzi Telbis (s.12) Zehebi Siyeru A'lam (8/452)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)