Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Mart 2023 Çarşamba

Cahiliyyede Dahi Düz Dünyaya İman Eden Muvahhid: Zeyd b. Amr b. Nufeyl

 Halkının % 99’u kâfir, müşrik ve sapıklardan oluşan Türkiye’de yaşayanlar için rol model; Zeyd b. Amr b. Nufeyl radıyallahu anh'ın biyografisini İbn Kesir el-Bidaye ve’n-Nihaye’de (2/316-329) şöyle anlatır: (el-Bidaye Tercümesi: 2/380-388 – tercümedeki fahiş hataları tashih ederek aktardım ve düzelttiğim önemli hataların arapça metinlerini verdim.)

Şeceresi şöyledir: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abduluzza b. Rabah (veya: Riyah) b. Abdillah b. Kurz b. Rezah b. Adiyy b. Ka'b b. Lueyy el-Kureyşî el-Adevî.

Ömer radıyallahu anh'ın babası el-Hattab, Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in amcası aynı za­manda ana bir kardeşiydi. Bu şöyle olmuştu: Zeyd'in babası Amr b. Nufeyl, babası Nufeyl'in ölümünden sonra üvey annesiyle evlenmişti. O zamana göre böyle bir evlilik normaldi. Bu kadın, Zeyd'in dedesi Nufeyl ile evliyken el-Hattab'ı doğurmuştu. Bu rivayet, Zubeyr b. Bekkar ile Muhammed b. İshak'a aittir.

Zeyd b. Amr, putlara ibadet etmeyi bırakmış ve putperestlikten ay­rılmıştı. Yalnız Allah’ın adına kesilmiş olmayan hayvanların etini yemezdi.

Yunus b. Bukeyr, Ebu Bekr radıyallahu anh'ın kızı Esma radıyallahu anha’nın şöyle dediğini riva­yet eder: “Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in -sırtını Ka'be'nin duvarına yaslanmış vaziyette- şöyle dediğini işittim:

يا معشر قريش والذي نفس زيد بيده ما أصبح أحد منكم على دين إبراهيم غيري ثم يقول اللهم إني لو أعلم أحب الوجوه إليك عبدتك به ولكني لا أعلم ثم يسجد على راحلته

“Ey Kureyş topluluğu! Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, aranızda benden başka İbrahim'in dinin­de bulunan hiç kimse yoktur. Allah’ım! Hangi yolu daha çok sevdiğini bilseydim onunla sana ibadet ederdim. Ama bilmiyorum.” Sonra bineği üzerinde secde ediyordu.

Ebu Usame de Hişam'dan böyle bir rivayette bulunmuş ve rivayeti­ne şunları eklemiştir: “Ka'be'ye doğru namaz kılar ve şöyle derdi:

“Benim rabbim, İbrahim'in rabbidir. Benim dinim, İbrahim'in dinidir.”

Zeyd b. Amr b. Nufeyl, diri diri toprağa gömülecek olan kızların gö­mülmelerine engel olup hayatta kalmalarına çabalardı. Bir kimse, ken­di kızını toprağa diri diri gömüp öldürmek istediğinde ona şöyle derdi:

“Bunu öldürme. Bana ver, ben kendisine bakarım, büyüdüğünde ister­sen geri alırsın, istersen bırakırsın.”

Yunus b. Bukeyr, Muhammed b. İshak'tan şöyle bir rivayette bulu­nur: “Şu bir kaç kişi Kureyş’lilerden kaçıp gitmişlerdi:

Zeyd b. Amr b. Nufeyl,

Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdiluzza,

Osman b. Huveyris b. Esed b. Abdiluzza,

Ubeydullah b. Cahş b. Riab b. Ya'mur b. Sabre b. Murre b. Kebîr b. Ğunm b. Dudan b. Esed b. Huzeyme,

Annesi Umeyye bt. Abdilmuttalib,

Kızkardeşi Zeynep bt. Cahş -ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, azat­lısı Zeyd'in boşamasından sonra kendisiyle evlenmişti.-

İşte bunlar, bayramlarda önünde kurban kesilen ve Kureyş'e ait olan bir putun ya­nında toplanan Kureyşli bir topluluğun yanına vardılar. Bunlar, cema­atten ayrılıp bir kenara çekilerek birbirlerine şöyle dediler:

تصادقوا وليكتم بعضكم على بعض فقال قائلهم تعلمن والله ما قومكم على شيء لقد أخطئوا دين إبراهيم وخالفوه ما وثن يعبد لا يضر ولا ينفع؟! فابتغوا لأنفسكم

“Samimi olun ve birbirinizi saklayın.” Sözcüleri şöyle dedi:

“Vallahi, kavminizin bir şey üzerinde olmadığını biliyorsunuz, İbrahim'in dininden sapmış, zarar veya fayda veremeyen putlara ibadet ederek İbrahim aleyhi's-selâm’a muhalefet etmişlerdir. Kendiniz için hakkı arayın.”

Bunun üzerine yola koyulup yeryüzünde dolaşmaya ve İbra­him aleyhi's-selâm'ın dini olan Hanîf dinini aramaya başladılar. Bunlardan Varaka b. Nevfel, Hristiyanlığı seçti, o dinin sağlam bir mensubu oldu. Hristiyanlardan, o dinle ilgili kitapları istedi. Ehl-i Kitap’tan çok ilimler elde etti. Bunlardan Zeyd b. Amr b. Nufeyl'den daha müstakim ve daha sebatlı bi­ri yoktu. Putlarla ilgisini kesti. Hristiyanlıktan, Yahudilikten ve diğer dinlerden uzaklaştı. Sadece İbrahim aleyhi's-selâm'ın dini olan Hanîf dinine bağ­landı. Diğer ilahlardan kopup sıyrılarak Allah’ı birledi.

Kendi kavminden insanların kestiği hayvanları yemiyordu. Onların içinde bu­lunduğu yaşantıdan uzaklaşarak kendilerini protesto ediyordu. El-Hat­tab, ona çok eziyet etmişti. Mekke'nin yukarı taraflarına götürüp Kureyş'in ayak takımı ve beyinsizlerine teslim ederek:

“Sakın, bunun Mek­ke'ye girmesine müsaade etmeyin!” demişti. Zeyd, ancak onlardan gizli olarak Mekke'ye giriyor, farkedilince de dışarı çıkarılıyordu. Dinlerini bozmasından veya kendilerinden birinin ona uymasından korkulduğu için, ona çok eziyet ediyorlardı.

Musa b. Ukbe dedi ki: “Takdir ettiğim bir adam, Zeyd b. Amr b. Nufeyl'den bahsederken onun, Kureyş’lilerin kurban kesişlerini beğen­mediğini ve onlara şöyle dediğini anlatıyordu:

الشاة خلقها الله وأنزل لها من السماء ماء وأنبت لها من الأرض لم تذبحوها على غير اسم الله؟

“Koyunu, Allah yarattı, gökten onun için su indirdi, yerden onun için ot bitirdi. Böyleyken onu keserken, ne diye üzerine Allah'tan baş­kasının adını anıyorsunuz?”

İşin önemine dikkat çekmek ve bu yaptıkla­rından ötürü onları protesto etmek için böyle konuşmuştu.

Yunus b. Bukeyr, İbn İshak'ın şöyle dediğini rivayet eder: “Zeyd b. Amr b. Nufeyl, İbrahim aleyhi's-selâm'ın dini olan Hanîf dinini aramak maksadıy­la yeryüzünde dolaşmaya niyetlenmişti. Karısı Safiye bt. Hadramî, onun yola çıkmaya hazırlandığını her gördükçe, koşup durumu el-Hattab b. Nufeyl'e haber veriyordu. Nihayet bir gün Zeyd, ilk kitap ehli birisin­den olan İbrahim'in dinini arayıp sorarak Musul ve Cezire'ye geldi. Son­ra Şam'a vardı. Orada dolaşırken Belka mıntıkasındaki bir kilisede Hristiyanlıkla ilgili bilgilerin kaynağı durumunda olan bir rahibin yanı­na gitti. Ona, İbrahim aleyhi's-selâm'ın dini olan Hanif dinini sordu. Rahip ona dedi ki:

“Öyle bir dini soruyorsun ki, bu gün seni ona ulaştıracak bir kimseyi bulamazsın. Onu bilenler çürümüş, onu tanıyanlar yok olup gitmiştir. Yalnız sana şunu derim ki, bir nebî ortaya çıkmak üzeredir.”

Zeyd, Yahudiliğe ve Hristiyanlığa bakmış, ama onları beğenmemişti. Rahibin sözlerini tamamlamasından hemen sonra Mekke'ye doğru ale­lacele yola koyuldu. Lahm mıntıkasına vardığında üzerine saldırıp onu öldürdüler. Varaka, onun ölümü üzerine şu mersiyeyi söylemişti:

“Ey İbn Amr, doğruyu buldun, güzel yaptın. Benzersiz Rabb'e inandığından ve dahi, Tağutlarını putlarını terk ettiğinden dolayı, Kızgın ateşli tandırdan uzak durdun. İnsan, yerin altında yetmiş derede de olsa, Rabb'inin rahmeti kendisine ulaşabilir.”

Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe'nin, İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan rivayet ettiği­ne göre, Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Cahiliye döneminde de dindar bir kimseymiş. Allah'a bağlanmanın yollarını ararmış. Hatta bir defasında sefere çıktığında bir Yahudiye uğrayıp ona:

“Beni de kendinle birlikte dinine sokmanı arzu ediyorum” demiş. Yahudi, ona şöyle demiş:

“Allah'ın ga­zabından hisseni alıncaya kadar seni dinime sokmam!” Zeyd ise:

“Ben zaten Allah'ın gazabından kaçıyorum” demiş ve tekrar yola koyularak bir Hristiyana uğramış, ona da:

“Beni de kendinle birlikte dinine sokma­nı arzu ediyorum” demiş. Hristiyan ise, ona şöyle demiş:

“Sapıklıktan payını alıncaya kadar seni dinime sokmam” Zeyd ise:

“Ben zaten sapık­lıktan kaçıyorum” demiş. Hristiyan:

“Sana öyle bir din göstereceğim ki, ona tabi olursan doğru yolu bulursun” deyince, Zeyd:

“O hangi dindir?” diye sormuş. O da:

“İbrahim'in dini” diye cevap vermiş. Bu defa Zeyd şöyle şahadet getirmiş:

“Allah’ım! Şahid ol. Ben, İbrahim'in dinindeyim. O din üzerine yaşayacak ve o din üzerine öleceğim.”

Zeyd b. Amr'ın bu durumu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e anlatıldığında şöyle bu­yurdu:

Kıyamet gününde o, tek başına bir ümmet olacaktır.”

Muhammed b. Sa'd, Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Yahudilik ve Hristiyanlığı inceledim. İkisinden de aradığımı bulamadım. Bir zamanlar Şam ve yöresinde bulunuyordum. Orada bu­lunan bir manastıra uğrayıp rahiple görüştüm. Ona gurbette olduğu­mu, kavmimden uzaklaştığımı, putperestlikten, Yahudilik ve Hristiyanlıktan hoşlanmadığımı anlattım. Bana şu cevabı verdi:

“Ey Mekke’lilerin kardeşi! Öyle sanıyorum ki, sen İbrahim'in dinini arıyor­sun. Aslmda sen, bu güne kadar hiç kimsenin bağlanmadığı bir dini isti­yorsun. O da baban İbrahim'in dinidir. O Hanif idi. Yahudi ya da Hristi­yan değildi. Memleketindeki Ka'be'ye yönelerek namaz kılıp secde eder­di. Memleketine dön. Allah, memleketinde, kavminden birini nebî olarak gönderecektir. O, İbrahim'in dinini getirecektir. O, Allah ka­tında yaratıkların en hayırlısıdır.”

Yunus, İbn İshak'ın şöyle dediğini rivayet eder: “Zeyd b. Amr b. Nufeyl ailesinden birinden bana şunu anlattılar:

“Zeyd, Ka'be'ye girdiğin­de ayakta durarak şöyle demişti:

“Senin buyruğuna âmâdeyim Allah'ım! Sana ibadet eder, sana kul olurum. Sen, gerçek rabsin. İbrahim'in sığındığına sığındım. Hani o şöyle demişti: “Burnumu senin huzurunda yere sürüyorum. Beni ne kadar zora sürsen de katlanırım. Kibir değil, iyilik isterim. Çok sıcak zamanda yürüyen kişi, rahat rahat konuşan kimse gibi değildir.”

Ebu Davud et-Tayalisî'nin anlattığına göre Zeyd b. Amr ile Varaka b. Nevfel, din aramak maksadıyla yola koyularak Musul'daki bir rahibe uğramışlar. Rahip, Zeyd b. Amr'a sormuş:

“Ey deve sahibi! Nereden geliyorsun?”

“İbrahim oğullarının (Mekke’lilerin) yanından.”

“Aradığın nedir?”

“Din arıyorum.”

“Geri dön. Çünkü aradığın din, yakında senin toprağında ortaya çı­kacaktır! Varaka, Hristiyanlığa girdi. Ama ben, gerçek bir Hristiyan olmaya azmettim. Ne var ki o bana uymadı. Geri döndü. Dönerken de şöyle diyordu:

“Senin buyruğuna âmâdeyim Allah'ım! Sana ibadet eder, sana kul olurum. Sen, gerçek rabsin. Kibir değil, iyilik isterim. Çok sı­cak zamanda yürüyen, rahat rahat konuşan gibi değildir. İbrahim'in inandığına inandım. Hani o şöyle diyordu: “Burnumu senin huzurunda yere sürüyorum. Beni, ne kadar zora sürsen de katlanırım.” Sonra yere kapanıp secde ediyordu.

Zeyd'in on oğlundan biri olan Said, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gele­rek:

“Ey Allah’ın rasulü! Babam, sana anlatıldığı ve senin de bildiğin gibidir. O'nun için bağışlanma dile” dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de şu cevabı vermişti:

Evet, kıyamet gününde o, tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır."

Zeyd b. Amr, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in -peygamberliğinden önce - yanına gelmişti. O esnada Zeyd b. Harise de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunmak­taydı. İkisi, önlerindeki sofradan yemekteydiler. Ona da buyur ettilerse de Zeyd b. Amr şöyle cevap verdi:

“Ey kardeşim oğlu! Ben, putlar adına kesilen hayvanların etinden yemem.”

Muhammed b. Sa'd, (isnadıyla) Hacir b. Ebi İhab'ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Şam'dan dönüşünden sonra Zeyd b. Amr'ı, Buvane putunun yanında iken gördüm. Güneşi araştırıyordu. Zeval vakti olunca, Ka'be'ye yönelip iki secdeli bir rek’at namaz kıldı. Sonra şöyle dedi:

“Bu, İbrahim ile İsma­il'in kıblesidir. Taşa ibadet etmem ve ona namaz kılmam. Putlar adına kesilen hayvanların etlerini yemem. Fal oklarıyla kısmet aramam. Ölünceye kadar ancak bu Beyt'e yönelerek namaz kılarım.” Zeyd b. Amr b. Nufeyl, hac eder, arafede vakfe yapar, telbiye getirir ve şöyle derdi:

“Buyur Allah’ım buyur. Senin ortağın ve dengin yoktur.” Böyle de­dikten sonra yaya olarak Arafat dağından inip Müzdelife'ye gider. Gi­derken şöyle derdi:

“Buyur Allah'ım buyur. Sana kul, sana köle olur ve sana ibadet ede­rim.”

Vakidî, Amir b. Rebia'nın şöyle dediğini rivayet eder: “Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in şöyle dediğini işittim:

“İsmail neslinden, Abdulmuttalib evladından bir nebinin gelmesini bekliyorum. Ama onun zamanı­na ulaşabileceğimi sanmıyorum. Ona inanıyor, onu tasdik ediyor ve onun nebi olduğuna tanıklık ediyorum. Eğer ömrün vefa eder de onu görürsen, benden ona selam söyle. Onun özelliklerini sana anlatacağını ki, onu görünce tanımakta güçlük çekmeyesin.” Ben de:

“Öyleyse anlat” dedim. Anlatmaya başladı ve dedi ki:

“O öyle bir adam­dır ki boyu ne uzun, ne de kısadır. Saçı ne çoktur, ne de azdır. Gözünde hep kızarıklık vardır. İki omuzu arasında nübüvvet mührü bulu­nur. Adı Ahmed'dir. Bu şehirde doğacak ve yine bu şehirde nebî ola­caktır. Sonra kavmi, getirdiği dinden hoşlanmayıp onu buradan çıkara­caktır. Nihayet o da Medine'ye hicret edecek ve dini orada zuhur edecek­tir. Sakın ona karşı aldatılmayasın. Çünkü ben, İbrahim'in dinini ara­mak amacıyla birçok beldeleri dolaştım. Kendilerine bu konuda soru sorduğum Yahudi, Hristiyan, Mecusi herkes, bana:

“Aradığın bu din, ileride gelecektir” dediler. Bu dinin peygamberiyle ilgili olarak sana an­lattığım vasıfları, ayniyle bana anlatarak:

“Ondan başka gelecek bir nebî yoktur” dediler.

Amir b. Rebia dedi ki: “Ben Müslüman olunca, Zeyd b. Amr'ın sözle­rini ve selamını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e naklettim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, onun selamını aldı, ona şefkat etti ve:

Onu Cennet'te eteklerini sürüyerek dolaşırken gör­düm” dedi.

Sahihu Buharî'de Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma'dan rivayet edildiğine göre kendisine risalet gelmeden önce Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke'nin batı yakasındaki Beltah vadisinin aşağı taraflarında Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile karşılaşmış. O esnada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e yemek getirilmiş, Zeyd'e de: “Buyur” denilmiş, ama o, bu yemeği yemeyip şöyle demiş:

“Putlarınız adı­na kestiğiniz hayvanların etlerini yemem. Üzerine Allah adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemem!”

Zeyd b. Amr, Kureyşlilerin putlar adına hayvan kesmelerini kına­yarak şöyle derdi:

“Koyunu yaratan Allah'tır. Onun için gökten su indi­rip, yerden ot bitiren de Allah'tır. Sonra kalkıp bu nimetleri inkâr edi­yor, hayvanları Allah'tan başkası adına kesip günaha giriyorsunuz!”

Musa b. Ukbe, İbn Ömer radıyallahu anhuma'nın şöyle dediğini rivayet etti: “Zeyd b. Amr b. Nufeyl dini sorup araştırmak için Şam'a gitmiş. Bir Yahudi bilginine uğrayıp ona Yahudilik dinini sorarak şöyle demiş:

“Ben sizin dininize girmeye karar verdim ve girmeye de hazırım.” Bilgin:

“Allah'ın gazabın­dan payını almadıkça dinimize giremezsin!” deyince Zeyd şu karşılığı vermiş:

“Zaten ben de Allah'ın gazabından kaçıyorum. O'nun gazabını yüklenmem, buna gücüm de yetmez. Bana, başka bir yol gösteremez mi­sin?” deyince bilgin:

“Bilemiyorum. Sen, ancak Hanif dinine girebilir­sin” der. Bunun üzerine Zeyd:

“Haniflik nedir?” diye sormuş, o da şu ce­vabı vermiş:

“Haniflik, İbrahim aleyhi's-selâm’ın dinidir. İbrahim, ne Ya­hudi, ne de Hristiyandı. Sadece Allah'a ibadet ederdi.”

Zeyd, Yahudi bilginin yanından ayrılıp yola devam etti. Hristiyanlardan bir âlimle karşılaştı. Ona da aynı şeyleri anlattı. Bilgin:

“Allah'ın lânetinden payını almadıkça dinimize giremezsin!” deyince Zeyd şöyle dedi:

“Zaten ben, Allah'ın lânetinden kaçıyorum. O'nun lânet ve gaza­bından asla birşey yüklenemem. Buna gücüm de yetmez. Sen, bana baş­ka bir alternatif gösterebilir misin?” Âlim:

“Bilemiyorum. Sen, ancak Hanîf olabilirsin” deyince, Zeyd:

“Haniflik nedir?” diye sordu. Âlim, şu cevabı verdi:

“Haniflik, İbrahim'in dinidir. O, ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Sadece Allah'a ibadet ederdi.” Zeyd, bilginlerin İbrahim aleyhi's-selâm hakkındaki görüş ve düşüncelerini alınca dışarı çıkıp elleri­ni göğe kaldırdı ve:

“Allah’ım, sen şahid ol ki ben, İbrahim'in dinindeyim.”

Hişam b. Urve, Ebu Bekr radıyallahu anh'ın kızı Esma radıyallahu anh'nın şöyle dediğini riva­yet etmiş:

“Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in sırtım Ka'be duvarına dayayarak şöyle dediğini gördüm:

“Ey Kureyş topluluğu! Allah'a and olsun ki, ara­nızda benden başka İbrahim'in dininde kimse yoktur.”

Zeyd b. Amr b. Nufeyl, kızların diri diri toprağa gömülmelerine en­gel olurdu. Bir kimsenin, kendi kızını diri diri toprağa gömmek üzere ol­duğunu gördüğünde ona:

“Kızını öldürme. Onun geçimini ben temin ederim” der ve kız çocuğunu onun elinden alırdı. Çocuk gelişip büyü­yünce babasına:

“İstersen kızını alabilirsin. Yoksa ben, onun geçimini sağlarım” derdi.

Abdurrahman b. Ebi'z-Zinad, Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anhuma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Zeyd b. Amr'ı, sırtını Ka'be'ye yaslayarak şöyle derken gördüm:

“Ey Kureyş topluluğu! Zinadan sakının. Çünkü o, yoksulluğun meydana gelmesine sebeb olur.”

İbn Asakir, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Zeyd b. Amr hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Kıyamet gününde o, tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir.”

Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe, Cabir radıyallahu anh’ın şöyle dediğini ri­vayet eder:

 سئل رسول الله صلى الله عليه وسلم عن زيد بن عمرو بن نفيل أنه كان يستقبل القبلة في الجاهلية ويقول إلهي إله إبراهيم وديني دين إبراهيم ويسجد فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم يحشر ذاك أمة وحده بيني وبين عيسى ابن مريم

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Zeyd b. Amr b. Nufeyl hakkında soruldu. Zeyd Cahiliye döneminde Ka’be’ye yönelerek:

“İlahım, İb­rahim'in ilahıdır. Dinim, İbrahim'in dinidir” der ve secde ederdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Benimle Meryem oğlu İsa arasında o, tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır.”

Vakidî, Said b. El-Museyyeb'in, Zeyd b. Amr b. Nufeyl hakkında şöyle dediğini rivayet eder:

“Vahyin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmeye başlama­sından beş sene önce Kureyş’liler Ka'be'yi yemden inşa ederlerken Zeyd vefat etti. O, kendisinin İbrahim aleyhi's-selâm'ın dinine bağlı olduğunu söylüyor­du. Oğlu Said, Müslüman olup Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmuştu. Said ve Ömer radıyallahu anhuma, birlikte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelerek Zeyd'in duru­munu ondan sormuşlardı. O da şöyle buyurmuştu:

Allah, onu bağışla­sın ve ona rahmet etsin. O, İbrahim'in dini üzere ölmüştür.”

Vakidî der ki: O günden sonra Müslümanlar, onu hep rahmetle an­mış ve kendisi için bağışlanma dilemişlerdir. Sonra Said b. El-Museyyeb de şöyle demiştir:

“Allah onu bağışlasın ve ona rahmet etsin.”

Muhammed b. Sa'd'ın, Vakidî'den naklen anlattığına göre Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Mekke'de vefat etmiş ve Hira dağının eteklerinde bir ye­re defnedilmiştir. Daha önce anlatıldığına göre, Zeyd b. Amr, Şam'a bağ­lı Belka mıntıkasında, Meyfaa denen yerde Lahm oğullarının saldırısı neticesinde ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

El-Bagendî, Aişe radıyallahu anha’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakleder:

Cennet'e girdim. Orada Zeyd b. Amr b. Nufeyl'e ait uzun dallı, iki büyük ağaç gördüm.”

Zeyd b. Amr b. Nufeyl, kendi şiirlerinin birinde şöyle demiş:

إلى الله أهدي مدحتي وثنائيا وقولا رضيا لا يني الدهر باقيا إلى الملك الأعلى الذي ليس فوقه إله ولا رب يكون مدانيا

“Zaman devam ettikçe övgü ve sitayişlerimi, beğenilen sözlerimi, kendisinden daha üst bir melik ve kendisinin üzerinde bir ilah bulunmayan, kendisine denk bir rab bulunmayan Allah'a hediye ve ithaf ediyorum.”

Bu şiirin, Ümeyye b. Ebi's-Salt'a ait olduğunu söyleyenler de olmuş­tur. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak, Zubeyr b. Bekkar ve di­ğerlerinin rivayetlerine göre Zeyd b. Amr, tevhide dair bir şiirinde de şöyle demiştir:

وأسلمت وجهي لمن أسلمت له الأرض تحمل صخرا ثقالا دحاها فلما استوت شدها سواء وأرسى عليها الجبالا وأسلمت وجهي لمن أسلمت له المزن تحمل عذبا زلالا إذا هي سيقت إلى بلدة أطاعت فصبت عليها سجالا وأسلمت وجهي لمن أسلمت له الريح تصرف حالا فحالا 

“Ağır kayalar yüklenen yerin teslim olduğu Allah'a teslim oldum.  O yer ki, onu düzledi, o dümdüz olunca onu, sabitlemek için üzerine dağlar yerleştirdi. Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği Allah'a teslim oldum. O bulutlar ki, her nereye sevk edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. Rüzgârların kendisine teslim olduğu Allah'a teslim oldum. O rüzgârlar ki, halden hale dönüp giderler.”

Muhammed b. İshak, Hişam b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Babam rivayet etti ki, Zeyd b. Amr, bir şiirinde şöyle demiştir:

“İşler taksim edilirken bin rabbe mi yoksa bir rabbe mi tapacağım?

Lat ile Uzza'yı tamamen bıraktım. Dayanıklı ve sabırlı kimse işte böyle yapar.

Ne Uzza'ya, ne de iki kızına tapmam.

Amr oğullarının putlarını da ziyaret etmem.

Daha önce uzun zaman tanrımız olan Ganem'e de tap­mam.

Çünkü o zaman aklım az idi. Şaşkındım.

Gecelerde ve gündüz­lerde hayret edilecek haller vardır.

Basiret sahibi kimseler bunu görür ve bilirler ki,

Allah, günahkâr birçok kimseyi yok etmiştir.

Kav­min iyiliği sebebiyle diğerlerine ilişmemiştir.

Onlardan küçük çocuklar çoğalır.

Bir ara adam tökezleyip kayar ve bir gün döner.

Parlak ve yeşil dalın gelişip büyümesi gibi.

Ama ben, bağışlayıcı rabbimin günahımı bağışlaması için,

Rabbim olan Rahman'a ibadet ediyorum.

Rabbinizden sakının. Takvayı muhafaza edin,

Muhafaza ettiğiniz sürece helak olmazsınız.

İyi kimselerin diyarlarının Cennet olduğunu görür­sün.

Kâfirler için çılgın alevli kızgın bir ateş vardır.

Dünyada rüsvay ola­cak, ölünce de kalpleri sıkıştıran zorluklarla karşılaşacaktır.”

Hişam b. Urve, Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anhuma’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zeyd b. Amr b. Nufeyl, bir şiirinde şöyle demişti:

عزلت الجن والجنان عني كذلك يفعل الجلد الصبور

فلا العزى أدين ولا ابنتيها  ولا صنمي بني طسم أدير

ولا غنما أدين وكان ربا لنا في الدهر إذ حلمي صغير

أربا واحدا أم ألف رب   أدين إذا تقسمت الأمور 

ألم تعلم بأن الله أفنى رجالا كان شأنهم الفجور   

وأبقى آخرين ببر قوم  فيربو منهم الطفل الصغير    

 وبينا المرء يعثر ثاب يوما كما يتروح الغصن النضير

“Cinleri ve deliliği kendimden uzaklaştırdım. Dayanıklı ve sabırlı kimse, işte böyle ya­par.

Ne Uzza'ya taparım ne de iki kızına. Tasem oğullarının da putu­nun etrafında dolaşmam.

Daha önce aklımız az iken uzun zaman ilah edinmiş olduğumuz Ganem'e de tapmam.  

İşler taksim edildiği za­man bin rabbe mi, yoksa bir rabbe mi tapacağım?

Bilmez misin ki Al­lah, günahkâr adamları helâk etmiştir

Diğerlerine de kavmin iyiliği sebebiyle ilişmemiştir de onlardan küçük bir çocuk yetişir

Sonra kişi tö­kezler de parlak ve yeşil dalın gelişip büyü­mesi gibi döner gelir.”

Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anhuma, Varaka b. Nevfel'in şöyle dediğini riva­yet eder:

“Ey İbn Amr, doğruyu buldun, iyi ettin,

Kızgın ateşli tandırdan uzaklaştın

Çünkü sen, benzersiz rabbe taptın,

Dağların cinlerini de olduğu gibi bıraktın.

Korkulu bir yere indiğimde derim ki:

Bana acı, acı, çünkü cinlerin umudu sensin.

İlahım, rabbimiz ve umudum sensin!

Kişi, yetmiş dere yerin altında olsa bile,

Rabbinin rahmeti yine ulaşır.

Dualara icabet edene taparım, hiç işitmeyene tapmam.

Her mabedde namaz kılarken ben derim ki:

Mübareksin, senin adını anıp dua edenleri çoğalttım.”

Daha önce de belirtildiği gibi Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris ve Ubeydullah b. Cahş birlikte Şam'a gitmişler­di. Zeyd hariç diğerleri Hristiyanlığa girmişler. Zeyd, hiç bir dine girmeyip fitrat üzere kalmakta devam etmiş, bir ve ortaksız olan Allah'a ibadet etmiş, önce de anlattığımız gibi İbrahim aleyhi's-selâm’ın dinine elden geldi­ğince uymaya çalışmıştı.

Varaka b. Nevfel'e gelince, onunla ilgili bilgileri, bi'set konusunun baş kısmında nakledeceğiz. Osman b. Huveyris, Kayser’in yanında ölünceye dek Şam'da ikamet etmişti.

Umevî’nin onunla ilgili olarak an­lattığı tuhaf bir haber vardır. Özet olarak şöyledir: Osman b. Huveyris, Kayser’in yanına geldiğinde kendi kavminden gördüğü eziyetleri anlatıp şikâyette bulundu.

Bunun üzerine Kayser, Şam Araplarının meliki İbn Cefne'ye mek­tup yazarak, Kureyş’lilerle savaşmak üzere Osman'ı takviye için bir or­du göndermesini emretti. Araplar, Mekke'nin önemli ve azametli bir yer olduğunu, Allah'ın fil sahiplerine neler yaptığını bildiklerinden dolayı, bu işten vazgeçmesi için İbn Cefne'ye mektup yazdılar. Bunun üzerine İbn Cefne, boyalı ve zehirli bir gömleği Osman'a giydirip öldürdü. Zeyd b. Amr b. Nufeyl de Osman için bir mersiye söyledi. Vefatı, bi'setten otuz yıl ka­dar öncedir. Doğruyu Allah Subhanehu daha iyi bilir.

28 Mart 2023 Salı

Kovid, Türkiyedeki Yapay Depremler ve İklim Değişikliği Tuzağı Hakkında

 Gazeteci Ali Osman Önder'in konuyla ilgili önemli konuşmasını indirip dinlemek ve tanıdıklarınızla paylaşmak için buraya tıklayın.



13 Mart 2023 Pazartesi

Kader İnkârı ve Bunun Deizm Ya da Ateizme Götüren Bir Yol Olması Hakkında

 

Kader inkârcılarından birçoğu Allah Azze ve Celle’nin ezelde herkesin hidayet ve sapıklığını, kıyamete kadar olacak herşeyi yazmış olduğunu yani hadiseler meydana gelmeden önce bunları biliyor olduğunu inkâr etmektedirler. Bu Allah Azze ve Celle’nin ilim sıfatını inkâr olduğundan apaçık bir küfürdür.

Bu küfürlerine insanları davet için zulüm kavramı üzerinden tahrifler yaparak, kaderi kabul etmenin Allah’a zulüm isnat etmek manasına geldiğini iddia ediyor, güya masum bebeklerin yahut bazı hayvanların acı bir şekilde can verdiği bazı hadiseleri de duygusal malzeme olarak kullanıyorlar. Bu konuda saptırdıklarıyla birlikte de dinin inkârına (deizme) veya Allah’ın inkârına (Ateizme) doğru yol alıyorlar.

Öncelikle bilinmesi gerekir ki onlar, zulüm kavramını öne sürerken Allah Azze ve Celle ile beşeri eşitleyen bir saptırma yapıyorlar. Zulüm sözlükte bir şeyi ona ait olmayan bir yere koymak anlamındadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi âyette zulüm kelimesi, 269 defa da türevleri yer alır. 200’den fazla yerde zulüm kavramı “küfür, şirk” veya “Allah’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme”, yirmiyi aşkın âyette “beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma” anlamında kullanılmıştır. Yetmişten fazla âyette Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, insanların dünyada uğradıkları zararların ve âhirette uğrayacakları cezaların kendi kötülüklerinin karşılığı olduğu, inkârcıların ve kötülük işleyenlerin sonuçta kendilerine zulmettikleri belirtilir (M. F. Abdulbâkī, el-Muʿcem, “ẓlm” maddesi).

Bu gösteriyor ki, duygusal malzemeler olarak sapkınların Allah’a zulüm isnad ederek öne sürdükleri şeyler asla Allah Azze ve Celle hakkında zulüm olarak isnad edilemez. Bu öne sürülen konularda ancak yaratılmışların birbirlerine veya kendi nefislerine karşı zulmünden söz edilebilir. Allah Azze ve Celle sorumlu tutulamaz.

Zira Allah Azze ve Celle kâmil ilim sahibidir, olaylar meydana gelmeden önce olacakları bilir. Meydana gelmemiş olayların da meydana gelseydi nasıl olacağını bilir.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى خَلَقَ خَلْقَهُ فِي ظُلْمَةٍ ثُمَّ أَلْقَى عَلَيْهِمْ مِنْ نُورِهِ فَمَنْ أَصَابَهُ مِنْ نُورِ ذَلِكَ الْيَوْمِ شَيْءٌ فَقَدِ اهْتَدَى وَمَنْ أَخْطَأَهُ فَقَدْ ضَلَّ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو فَمِنْ ثَمَّ أَقُولُ جَفَّ الْقَلَمُ عَلَى عِلْمِ اللَّهِ تَعَالَى

Muhakkak ki Allah Teâlâ mahlûkatı karanlıkta yarattı, sonra onların üzerine nurundan saçtı. Bu nur o gün kime isabet etti ise hidayet buldu, kime de isabet etmediyse sapıttı.” Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki:

“Bundan dolayı diyorum ki; kalem, Allah Teâlâ’nın ilmi üzere kurumuştur.”[1]

Kehf Suresinde Hızır ile Musa aleyhime's-selâm kıssası içerisinde kendisine Allah katından bir ilim verilmiş olan Hızır aleyhi's-selâm’ın buluğa ermemiş bir çocuğu öldürmesi geçer. Musa aleyhi's-selâm bu duruma itiraz edince Hızır aleyhi's-selâm’ın şöyle dediği bildirilir:

Erkek çocuğa gelince, onun ana babası, mümin kimselerdi. Bunun için onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.” (Kehf 80)

Elbette Allah Azze ve Celle henüz olmamış olanların da olsaydı nasıl olacağını bilendir. Bu ayet Allah Azze ve Celle’nin ezelî ilminin delillerindendir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

Yeryüzünde ve kendinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır.” (Hadid 22)

Allah Azze ve Celle kendi kâmil ilmiyle kullarını sorumlu tutmamış, bilakis kulların kendi fiilleriyle Allah’ın ezelde takdir etmiş olduğu şeyleri dünyada meydana getirmeleri ve onların da ancak bu şekilde öğrenmelerinden sonra onları sorumlu tutmuştur. Yoksa Allah Azze ve Celle dileseydi kullarını hiç dünyada imtihan yurduna getirmeden dilediğini cehenneme atar, dilediğini cennete koyardı ve bunda asla zulmetmiş olmazdı. Zira bu kendisinin hakkıdır. Ancak Allah Azze ve Celle kullarının da kendi bildiği şeye şahit olmalarını dilediğinden onları dünyada çeşitli hadiselerle karşı karşıya bırakmış, rasul göndererek hatırlatma yapmış, böylece kullar üzerinde hüccet ikâme olmuştur. Fıtratlar ve rasullerin beyanı ile kula tebliğ edilen hüccetlerden sonra hakka uyanları ödüllendirmiş ve bâtıla sapanları cezalandırmıştır. Halbuki kimlerin hakka, kimlerin de bâtıla uyacağını önceden bilmesine rağmen, kullarını kendi bildiğiyle sorumlu tutmamış, bilakis onların da kendi fiilleriyle Allah’ın ilminde olanı ortaya koyarak hüccetin kullar tarafından da bilinmesini dilemiştir.

Buluğa ermeden ölenlere gelince, kullar gaybi bilmediklerinden dünyada zahir olan durumlarına göre bunlara muamelede bulunurlar. Müslüman bir ebeveynden doğan ve buluğa ermeden ölenlere müslüman muamelesi yapılır, kafir bir ebeveynden doğanlara ise kâfir muamelesi yapılır. Hakikatteki hallerini ise Allah bilir, bu çocuklar cennete mi girecek, cehenneme mi gidecek bu Allah’ın ilminde olan bir durumdur. Biz kullar olarak şuna itikad ederiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirdiği gibi, cahiliye döneminde diri diri gömülen kız çocukları da, onları gömenler de ateştedir. Kader inkarcıları ve diğer kâfirler burada itiraz ederek: “Gömeni anladık da, gömülen neden ateşte?” diyorlar. Hatta bu konuda: “Gömülen kıza “Hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda” (Tekvir 8-9) ayetleri de öne sürülmektedir.

Deriz ki: Allah Azze ve Celle ezelî ilmiyle, gömülen bu kız çocuklarının yaşıyacak olsalardı cehennemliklerin amellerini işleyecek olduklarını bilmektedir, bu yüzden onları cahiliyye ehlinden kendilerini gömecek ana babadan dünyaya getirmiştir.

Gömülen kıza hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulması ise beşerin ilmine göre ortada bir suç gerçekleşmemiştir, bu yüzden onları gömenler suçludurlar. Bu ayet, gömülen kız çocuklarının Allah’ın ilminde de masum olduklarını ifade etmemektedir! Allah yaptıklarından sorgulanmaz, kullar ise sorgulanırlar! (Bkz.: Enbiya 23)

Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَوْ يُؤَاخِذُنِي اللَّهُ وَابْنَ مَرْيَمَ بِمَا جَنَتْ هَاتَانِ يَعْنِي الإِبْهَامَ وَالَّتِي تَلِيهَا لَعَذَّبَنَا ثُمَّ لَمْ يَظْلِمْنَا شَيْئًا

Şayet Allah beni ve Meryem oğlunu şu ikisi kadar işlediğinden dolayı (işaret parmağı ve yanındaki parmağı gösterdi) azaplandıracak olsaydı bize hiçbir şekilde zulmetmiş olmazdı.”[2]

Nevf el-Bikâlî rahimehullah’tan:

قَالَ عُزَيْرٌ فِيمَا يُنَاجِي بِهِ رَبَّهُ يَا رَبِّ تَخْلِقُ خَلْقًا فَتُضِلُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُهْدِي مَنْ تَشَاءُ قَالَ قِيلَ لَهُ يَا عُزَيْرُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا قَالَ فَعَادَ فَقَالَ يَا رَبِّ تَخْلِقُ خَلْقًا فَتُضِلُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُهْدِي مَنْ تَشَاءُ قَالَ قِيلَ لَهُ يَا عُزَيْرُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا {وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا} فَعَادَ فَقَالَ يَا عُزَيْرُ لَتُعْرِضَنَّ عَنْ هَذَا أَوْ لَمَحَوْتُكَ مِنَ النُّبُوَّةِ إِنِّي لَا أُسْأَلُ عَمَّا أَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ

“Uzeyr aleyhi's-selâm rabbine yalvarırken şöyle dedi: “Ey rabbim! Halkı yarattın ve dilediklerini saptırıyor, dilediklerini hidayet ediyorsun.” Ona denildi ki:

“Ey Uzeyr! Bu konuya girme.” Uzeyr aleyhi's-selâm yine dönüp dedi ki: “Ey rabbim! Halkı yarattın ve dilediklerini saptırıyor, dilediklerini hidayet ediyorsun.” Ona denildi ki:

“Ey Uzeyr! Bu konuya girme. “İnsan gerçekten çok tartışmacıdır.” (Kehf 54) Uzeyr aleyhi's-selâm tekrar aynı konuya dönünce buyruldu ki:

“Ey Uzeyr! Ya bu konuya dalmayı bırakırsın ya da seni nebîlikten silerim. Muhakkak ki ben yaptıklarımdan sorgulanmam. Kullar ise sorgulanırlar.”[3]

Şu halde bu kader inkârcıları, beşerin ilmiyle Allah’ın ilmini bir tutmakla da şirk koşmaktadırlar!



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Kelabazi Meaniyu’l-Ahbar (s.96) İbn Ebî Hâtim Tefsir (17932) İbn Hibbân (14/45) Hâkim (1/84) Ahmed (2/176) Tayalisi (2291) Tirmizî (2642) Taberânî (13/633) Firyabi Kader (68) İbn Batta el-İbane (4/28) Beyhakî (9/4) Beyhaki el-Esma ve’s-Sifat (229) Beyhakî el-Kaza ve’l-Kader (59) İbn Asakir Tarih (64/272) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (805)

[2] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Hibbân (2/432, 435) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/132) Bezzar (16/116) el-Elbani es-Sahiha (3200)

[3] Muslim'in şartına göre sahih. el-Acurri eş-Şeria (534) Ebu Bekr el-Firyabi el-Kader (334) el-Lalekai İtikad (1343) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (369) İbn Asakir Tarih (40/334-45) İbn Kesir el-Bidaye ve’n-Nihaye (2/55)

Kadınlar ve Cuma Namazı Hakkında Zındıkların Attıkları Şüphelere Cevap

 

Kadınlara Cuma Namazının Farz Olduğu İddiasına Reddiye

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

İlim talebi ve tedrisi ile bilinmeyen ancak bazı kitapların tahkik ve tahriç çalışmalarında bir heyete iştirak etmiş olmasıyla adı geçen Ebu Cihad Mahmud b. Muhammed b. Halil es-Saidî adında bir zındık, Cuma namazının ahkâmıyla ilgili olarak müslümanların imamlarının üzerinde icma ettikleri hususlara aykırı bir takım iddialarla bir risale yazmış ve maalesef bu risale Türkçe’ye de tercüme edilerek bu saptırıcı görüşlerin memleketimizde de yayılması söz konusu olmuştur.

Bahsi geçen sapık görüşler, öncelikle kadınlara Cuma namazının farz olmadığını açıkça belirten sahih hadisin sıhhatini inkâr etmek için hiçbir tutarlı tarafı olmayan şüpheler atmayı amaçlıyor, böylece Cum’a suresi 9. Ayetinin zahir hükmüne kadınları da katmak istiyorlar. Bu, Allah ve rasulünün kadınlara farz kılmadığı bir şeyi kadınlara farz kılmak olduğundan bir şirktir. Bu bir.

Sonra Cum’a namazını mazereti sebebiyle kılamayanın dört rekât öğle namazı kılmak zorunda olduğunu inkar ediyorlar ve ister erkek, ister kadın, kim Cuma namazını kılamazsa sesli kıraat yaparak iki rekat namaz kılar diyorlar. Bu da Allah’ın dininde tebdildir. Bu iki.

Kadınlar mescidde Cuma namazı kılamazlarsa evlerini mescid edinip orada sesli kıraatle Cuma namazını kılarlar diyorlar, hiçbir delile dayanmayan böyle bir din uydurmakla bir şirk daha ortaya atıyorlar, bu da üç.

Şirk ve Küfre Düşüren Bu Üç Meselenin Delillerinin Açıklanması:

1- Cum’a Namazının Kadınlara Farz Olmadığının Delilleri

Tarık b. Şihab radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

الْجُمُعَةُ حَقٌّ وَاجِبٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ فِي جَمَاعَةٍ إِلَّا أَرْبَعَةً عَبْدٌ مَمْلُوكٌ أَوِ امْرَأَةٌ أَوْ صَبِيٌّ أَوْ مَرِيضٌ

Cum’a namazını cemaatle kılmak her müslümana vacip bir haktır. Ancak şu dördü hariç: Mülkiyet altında olan köle, kadın, çocuk veya hasta olan kimse.”[1]

Bu hadisin sıhhatini inkâr etmek için öne sürdükleri şüphe şu: “Tarık b. Şihab, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmüş olsa da O’ndan bir şey işitmemiştir. Sahabe mürseli hüccet olsa da, Tarik b. Şihab’ın sahabeliği sabit olmadığından bu rivayet sahbi mürseli değil, tabiinin büyüklerinin mürseli konumundadır.”  

Bu iddia münafıkça öne sürdükleri bir iddiadır. Çünkü malum olduğu üzere sahabe mürselinin hüccet olduğunda ittifak vardır. Sahabe mürseli, sahabenin bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmeyip, başka bir sahabiden işittiği hadisi, işitmiş olduğu kimsenin adını zikretmeden doğrudan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmesidir. Sahabenin tamamının adalet sahibi olduğunda ittifak bulunduğundan sahabinin böyle bir rivayeti hüccettir. Hatta tabiinden bilinen biri, sahabinin adını zikretmeksizin: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından biri bana rivayet etti” dediğinde de durum böyledir, sahabinin adının zikredilmemesi hadisin sıhhatine hiçbir zarar vermez.

Hatta aralarında İmam Şafii’nin de bulunduğu âlimlerden büyük bir çoğunluk tabiinin büyük imamlarından olan Said b. El-Museyyeb rahimehullah’ın doğrudan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayette bulunarak yaptığı mürsel rivayetleri de hüccet görme eğilimindedirler. Ancak Said b. El-Museyyeb hem sahabeden, hem de tabiinin büyüklerinden rivayette bulumuş olduğu için, rivayeti kimden aldığını tasrih etmedikçe böyle bir mürseli kabul etmemek daha sağlıklıdır. Çünkü arada biri sahabeden, diğeri tabiinden olmak üzere iki ravinin iskat edilmiş olması ihtimali vardır.

Tarık b. Şihab’a gelince, onun Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüğü hususunda ittifak vardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmiş olduğunda ise ihtilaf edilmiştir.

İbn Ebi Hatim, babası Ebu Hatim’den naklen dedi ki: “Tarık b. Şihab’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den: “Hangi cihad en üstündür?” diye sorulduğu zaman: “Zalim sultan yanında hak sözü söylemektir” buyurduğuna dair rivayeti mürsel bir hadistir. Bunu ancak musnedu’l-vuhdan’a dahil ettim. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüğü nakledilmiştir.” Hafız el-A’laî bunu naklettikten sonra dedi ki: “Derim ki: Tarık b. Şihab’ın hadisi sahabe mürsellerine katılır.”[2]

El-A’laî haklıdır, çünkü Tarık b. Şihab yalnızca sahabelerden rivayette bulunmuştur, şeyhleri arasında tabiinden kimse yoktur.

Nitekim Hakim’in el-Mustedrek’te (1/425) rivayetine göre Cuma namazının kadınlara farz olmadığına dair bu rivayeti Ubeyd b. Muhammed el-İclî – el-Abbas b. Abdilazim el-Anberî – İshak b. Mansur – Hureym b. Sufyan -  İbrahim b. Muhammed b. El-Munteşir – Kays b. Muslim - Tarik b. Şihab radıyallahu anh - Ebu Musa radıyallahu anh – Nebî sallallahu aleyhi ve sellem isnadıyla rivayet etmiştir. Ricali sahihayn ricalidir.

Ancak Beyhakî de Fadailu’l-Evkat’ta (263) bu isnad ile rivayet edip: “Bunu bu şekilde mevsul olarak rivayette Ubeyd el-İcli tek kaldı” demiştir.

İbn Mulakkin ise Bedru’l-Munir’de (4/640) dedi ki: “Ubeyd b. Muhammed sikadır, şu halde onun tek kalmasının zararı olmaz. Böylece bunun mürsel veya mevsul olarak rivayet edilmesinde bir çelişki olmadığı anlaşılmıştır.”

Üstelik hadisin başka sahabilerden de şahitleri vardır. Beyhakî Sunenu’s-Sagir’de (608) bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: “Hadisin şahidlerinin isnadlarını Sünen(u’l-Kebir) kitabında zikrettik. Cabir ve Temim ed-Darî radıyallahu anhuma hadisleri de bunlardandır.”[3]

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den de şahidi şu şekildedir: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

خَمْسَةٌ لَا جُمُعَةَ عَلَيْهِمْ الْمَرْأَةُ وَالْمُسَافِرُ وَالْعَبْدُ وَالصَّبِيُّ وَأَهْلُ الْبَادِيَةِ

Şu beş kişiye Cum’a namazı (farz) değildir: Kadın, yolcu, köle, çocuk ve bâdiye (köy ve yayla) halkı[4]

Bu hadisin isnadına İbrahim b. Hammad b. Ebi Hazım’ı Darekutni ed-Duafa’da zikretmiştir. Mesleme b. Kasım dedi ki: “İbrahim b. Hammad b. Ebi Hazım, İmam Malik b. Enes’in ashabından olup sikadır.”[5]

Umm Atiyye radıyallahu anha, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınlardan biat alırken kadınlara Cuma namazının farz olmadığını söylediğini de belirtmiştir.[6]

Sahabenin uygulamaları da buna göredir: Ebu Amr eş-Şeybânî rahimehullah’tan:

رَأَيْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يُخْرِجُ النِّسَاءَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ مِنَ الْمَسْجِدِ وَيَقُولُ اخْرُجْنَ إِلَى بُيُوتِكُنَّ خَيْرٌ لَكُنَّ

“İbn Mes’ud radiyallahu anh’ın Cum’a günü kadınları mescidden çıkardığını gördüm. Diyordu ki:

“Evlerinize dönmeniz sizin için daha hayırlıdır.”[7]

İmam Buhârî Sahih’inde (2/5) şu bab başlığını koymuştur:

بَابُ هَلْ عَلَى مَنْ لَمْ يَشْهَدِ الجُمُعَةَ غُسْلٌ مِنَ النِّسَاءِ وَالصِّبْيَانِ وَغَيْرِهِمْ؟ وَقَالَ ابْنُ عُمَرَ إِنَّمَا الغُسْلُ عَلَى مَنْ تَجِبُ عَلَيْهِ الجُمُعَةُ

“Kadınlar, çocuklar ve diğer Cuma namazına katılmayan kimselere Cuma günü gusletmek gerekir mi? İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki: “Gusül ancak kendisine Cuma namazının farz olduğu kimseye gerekir.”

Böylece kadınlara Cuma namazını farz kılmaya kalkışan kimselerin bu sapık iddialarına İmam Buhârî’yi de dahil etmeye çalışmaları iptal olmuştur!

İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın bu sözünü Beyhakî (1/297) ve başkaları hasen isnadla rivayet etmişlerdir.

Ebu’l-Mehasin el-Huseynî el-İlmam’da (no:103) dedi ki: “Nesâî, Nafi rahimehullah’tan şöyle rivayet etti: “Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah kendisine: “Kadınlara Cuma günü guslü gerekir mi?” diye sorunca Nafi dedi ki: “İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi:

“Gusül ancak Cuma’nın kendilerine farz olduğu kimselere gerekir.” Ancak Nesâî’nin kitaplarında veya başka bir kaynakta bu rivayeti bulamadım.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınlara Cuma namazının farz olmadığını açıkladığı sabit olmuş, hiçbir yerde kadınlara Cuma namazını emretmemiştir. Bu rivayetler gösteriyor ki, sahabe ve tabiin de kadınlara Cuma namazının farz olmadığı hususunda icma etmişlerdir.

Nitekim Hattabi Mealimu’s-Sunen’de (1/243) İbnu’l-Munzir el-Evsat’ta (4/16) ve el-İcma’da (no:53), Begavi Tefsir’inde ve daha başka imamlar, kadınlara Cuma namazının farz olmadığı hususunda icma edildiğini zikretmişlerdir.

2- Kadınların Cuma Namazına Katılmalarının Meşru Olduğunu Söylemek İçin Delil Gerekir

Bu meselede bilakis kadınların Cuma namazı için mescide çıkmaları meşru mudur, buna delil gerekir. Nitekim Buhârî’de (899) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan gelen rivayette:

ائْذَنُوا لِلنِّسَاءِ بِاللَّيْلِ إِلَى المَسَاجِدِ

Kadınlar geceleyin mescidlere çıkmak istediklerinde onlara izin verin” buyrulmuştur. Diğer rivayette de (Buhârî 900) İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir:

كَانَتِ امْرَأَةٌ لِعُمَرَ تَشْهَدُ صَلاَةَ الصُّبْحِ وَالعِشَاءِ فِي الجَمَاعَةِ فِي المَسْجِدِ، فَقِيلَ لَهَا: لِمَ تَخْرُجِينَ وَقَدْ تَعْلَمِينَ أَنَّ عُمَرَ يَكْرَهُ ذَلِكَ وَيَغَارُ؟ قَالَتْ: وَمَا يَمْنَعُهُ أَنْ يَنْهَانِي؟ قَالَ: يَمْنَعُهُ قَوْلُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لاَ تَمْنَعُوا إِمَاءَ اللَّهِ مَسَاجِدَ اللَّهِ

“Ömer radıyallahu anh’ın bir hanımı sabah ve yatsı namazlarında cemaate katılırdı. Ona denildi ki: “Ömer radıyallahu anh’ın kıskançlığından dolayı bundan hoşlanmadığını bildiğin halde neden namaza çıkıyorsun?” O da dedi ki: “Öyleyse beni neden bundan yasaklamıyor?” Dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Azze ve Celle’nin kadın kullarını mescidlerden yasaklamayın” buyurmuştur.”

İbn Receb Fethu’l-Bari’de (6/179-180) dedi ki: “Bu iki hadisi Buhârî’nin bu babda zikretmekten maksadı şudur: Kadınların mescidlere çıkmaları ancak geceye hastır. Ömer radıyallahu anh hadisi kadınların ancak bu şekilde çıktıklarını açıklamaktadır. Nitekim “Kadınların mescidlere gece karanlığında (yatsı vakti) ve (sabahın) alaca karanlığında çıkmaları” babı daha önce geçmişti. Şu halde kadınların mescide çıkmaları hakkındaki izin Cuma namazı hakkında değildir. Çünkü o gündüz namazlarındandır, gece namazlarından değildir. Cuma guslü emri ancak Cuma namazına geleceklere emredilmiştir. Nitekim daha önce geçen İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde geçmişti. Bu da gösteriyor ki kadınlar Cuma guslüyle emredilmemişlerdir. Çünkü Cuma namazına çıkmalarına izin verilmemiştir.

Cuma günü kadınlar için guslü tasrih eden bir lafız gelmiştir. Bunu İbn Hibban Sahih’inde Osman b. Vakıd el-Umerî – Nafi – İbn Ömer yoluyla rivayet etti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Erkeklerden ve kadınlardan kim Cuma namazına gelirse gusletsin.” Bu hadis diğer lafızla da rivayet edildi: “Cuma guslü ihtilam olmuş her erkeğe ve buluğa ermiş her kadına gerekir.” Bunu Bezzar ilk lafızla rivayet edip dedi ki: “Zannediyorum ki bu lafızla rivayette Osman b. Vakıd yanılmıştır.”

Bu Osman b. Vakıd hakkında İbn Main sika dedi. Ahmed ve ed-Darekutni: “Onda sakınca yok” dediler. Ebû Dâvûd: “Zayıf” dedi bu hadisi onun tek kaldığı bir yanılgısı olarak zikretti. Yani ona bu lafızda kimse mutabaat etmemiştir, onun tek kalması ise bu lafız münkerdir.” İbn Receb’in açıklaması bu şekildedir. Osman b. Vakıd’ın hadisini el-Elbani de tahkik edip zayıf olduğunu açıklamıştır.

3- Zaruretsiz Olarak Mescidin Dışında Cum’a Kılınmaz

Seyyar b. Ma’rur rahimehullah’tan: “Ömer radıyallahu anh hutbede şöyle dedi:

إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَنَى هَذَا الْمَسْجِدَ وَنَحُن مَعَهُ الْمُهَاجِرُونَ وَالأَنْصَارُ فَإِذَا اشْتَدَّ الزِّحَامُ فَلْيَسْجُدِ الرَّجُلُ مِنْكُمْ عَلَى ظَهْرِ أَخِيهِ وَرَأَى قَوْمًا يُصَلُّونَ فِي الطَّرِيقِ فَقَالَ صَلُّوا فِي الْمَسْجِد

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu mescidi bina ettiğinde bizler Muhacirler ve Ensar olarak kalabalık olduğumuzda sizden biri kardeşinin sırtına secde ederdi.” Ömer radiyallahu anh bir topluluğun yollarda namaz kıldığını görünce:

“Namazı mescidde kılın” dedi”[8]

Zeyd b. Vehb rahimehullah’tan: Ömer radiyallahu anh dedi ki:

إِذَا لَمْ يَسْتَطِعِ الرَّجُلُ أَنْ يَسْجُدَ يَوْمَ الْجُمْعَةِ فَلْيَسْجُدْ عَلَى ظَهْرِ أَخِيهِ

“Çok kalabalık olduğunda, sizden biri kardeşinin sırtına secde etsin.”[9]

Zurare b. Ebi Evfa rahimehullah’tan: Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:

مَنْ لِمْ يُصَلِّ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فِي الْمَسْجِدِ فَلَا جُمُعَةَ لَهُ

“Cum’a günü mescidde namaz kılmayanın Cum’a namazı yoktur.”[10]

Kays b. Ubbad rahimehullah dedi ki:

لَا جُمُعَةَ لِمَنْ لَمْ يُصَلِّ فِي الْمَسْجِدِ

“Mescidde kılmayanın Cum’a namazı yoktur.” [11]

Zurare b. Evfa rahimehullah’tan: Ebu Katade radiyallahu anh dedi ki:

مَنْ لَمْ يُصَلِّ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فِي الْمَسْجِدِ فَلَا جُمُعَةَ لَهُ قَالَ مَعْمَرٌ فَإِنِ اضْطُرَ فَإِنَّ الْحَسَنَ كَانَ لَا يَرَى بَأْسًا أَنْ يُصَلِّيَهَا فِي الطَّرِيقِ أَوْ فِي فِنَاءِ الْمَسْجِدِ حَيْثُمَا اضْطُرَ مِنْ ضِيقٍ أَوْ زِحَامٍ فَلْيُصَلِّ رَكْعَتَيْنِ قَالَ فَنَقُولُ لِلْحَسَنِ إِنَّهَا أَرْوَاثُ الدَّوَابِّ فَيَقُولُ يُصَلِّي

“Cum’a günü namazı mescidde kılmayanın Cum’a namazı geçersizdir.” Ma’mer (b. Raşid) rahimehullah dedi ki:

“el-Hasen (el-Basrî) rahimehullah kalabalık ve sıkışıklık gibi zaruret halinde yolda veya mescidin avlusunda iki rekat namaz kılınmasında sakınca görmezdi. Dedi ki:

“Biz el-Hasen rahimehullah’a: “Yolda hayvanların tezekleri oluyor” dediğimizde: “Namaz kılınır” dedi.”[12]

Cebele b. Ebi Suleyman rahimehullah dedi ki:

رَأَيْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ يُصَلِّي فِي دَارِ أبي عَبْدِ اللهِ فِي الْبَابِ الصَّغِيرِ الَّذِي يُشْرِفُ عَلَى الْمَسْجِدِ وَهُوَ يَرَى رُكُوعَهُمْ وَسُجُودَهُمْ

“Enes b. Malik radiyallahu anh’ı Babu’s-Sagir’de Ebu Abdillah’ın mescidden yüksekte olan evinde namaz kılarken gördüm. Cemaatin rüku ve secdelerini görebiliyordu.”[13]

Humeyd rahimehullah dedi ki:

كان أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ يجمع مع الإمام وهو في دار نافع بن عبد الحارث بيت مشرف عَلَى الْمَسْجِدِ لَهُ بَابٌ إِلَى الْمَسْجِدِ فَكَانَ يُجْمِعُ فِيهِ وَيَأْتَمُّ بِالْإِمَامِ

“Enes b. Malik radiyallahu anh Nafi b. Abdilharis’in mescidden yüksekte ve mescide doğru kapısı olan evinde imama uyarak Cum’a namazı kılardı.”[14]

Hişam b. Urve b. ez-Zubeyr rahimehumullah dedi ki:

جِئْتُ أنا وَأَبِي مَرَّةً فَوَجَدْنَا الْمَسْجِدَ قَدِ امْتَلَأَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فَنُصَلِّي بِصَلَاةِ النَّاسِ فِي بَيْتٍ عِنْدَ الْمَسْجِدِ بَيْنَهُمَا طَرِيقٌ قَالَ حَسِبْتُ أَنَّهُ قَالَ فِي دَارِ حُمَيْدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ

“Ben ve babam bir defasına Cum’agünü mescide geldiğimizde mescidin dolu olduğunu gördük. Mescid ile arasında bir yol bulunan; Humeyd b. Abdirrahman’ın evinde cemaate uyarak namazı kıldık.”[15]

4- Cuma Namazını Kılamayanın Öğle Namazı Kılması Gerektiğine Dair İcma

İbnu’l-Munzir el-Evsat’ta (4/16) şöyle demiştir: “Kendilerinden ilim ezberlediğimiz herkes kadınlara Cuma namazının farz olmadığında icma ettiler. Yine kadınlar eğer imamla beraber Cuma namazını kılarlarsa bu onlar için (öğle namazı yerine) yeterlidir.”

İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

إِذَا أَدْرَكَ الرَّجُلُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ رَكْعَةً صَلَّى إِلَيْهَا رَكْعَةً أُخْرَى فَإِنْ وَجَدَهُمْ جُلُوسًا صَلَّى أَرْبَعًا

“Kişi Cum’a günü bir rekate yetişirse, yetişemediği bir rekatı da kılar. Eğer cemaat oturmuşken yetişirse namazı dört rekat olarak kılar.”[16]

İbn Mes’ûd radiyallahu anh dedi ki:

مَنْ أَدْرَكَ مِنَ الْجُمُعَةِ رَكْعَةً فَلَيُضِفْ إِلَيْهَا أُخْرَى وَمَنْ فَاتَتْهُ الرَّكْعَتَانِ فَلْيُصَلِّ أَرْبَعًا

“Cum’a namazının bir rekatine yetişen, diğer rekati de kılsın. Kim de iki rekatine de yetişemezse dört rekat kılar.”[17]

Enes radiyallahu anh’dan:

إِذَا أَدْرَكَهُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ جُلُوسًا صَلَّى أَرْبَعًا

“Cum’a günü cemaat otururken yetişen dört rekat kılar.”[18]

Bu sahabelerden Sahihayn şartına göre sahih olarak gelen rivayetler onların bu hususta icma ettiklerini göstermektedir. Zira buna muhalif bir sahabe bilmiyoruz.

Dolayısıyla Ebu Cihad Mahmud es-Saidî gibi zındıkların aklî yorumlarla “Nasıl olur da kadınlara farz olmayan Cuma namazı, kendilerine farz olan öğle namazını düşürür?” şeklindeki gevelemelerinin dinde hiçbir geçerliliği yoktur. Din beşerin kusurlu akıllarıyla değil, Rab Azze ve Celle’nin rasulünün dili üzerinden tebliğ ettiği vahiyledir. Nitekim seferî kimseye de Cuma namazı farz değildir, lakin şayet seferi kimse kendisine nafile olan Cuma namazına katılırsa kendisine farz olan öğle namazı sâkıt olur.


"Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldılar? Eğer ayırdedici söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için can yakıcı bir azap vardır." (Şura 21)



[1] Muslim'in şartına göre sahih. Ebû Dâvûd (1067) Hâkim (1/425) Taberânî (8/322) Darekutni (2/3) Beyhaki (3/173, 183) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned Mimma Leyse Fi’s-Sahihayn (517)

[2] Camiu’t-Tahsil (s.200)

[3] Bkz.: Beyhakî Sunenu’l-Kubra (3/183-184)

[4] Sahih ligayrihi. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (202) İbn Hacer Garaibu’l-Multekita (1551) İbn Hacer Muvafaktu’l-Haber (2/42) el-Elbanî el-İrva (592, 594)

[5] Kasım b. Kutlubuğa es-Sikat (1005)

[6] Ahmed (5/85, 408) Ebû Dâvûd (1139) Taberî Tefsir (22/601) İbn Huzeyme (1722) İbn Hibban (7/313) Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (1/403) Ebu Ya’la (1/196) Bezzar (1/374) isnadında Umm Atiyye radıyallahu anha’nın torunu İsmail b. Abdirrahman hakkında Buhârî ve İbn Ebî Hâtim cerh ve ta’dilde bulunmadan zikretmişler, İbn Hibban es-Sikat’ta zikretmiştir.

[7] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Musedded b. Muserhed’in Musned’inden naklen: İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (685) Abdurrazzak (3/173) İbnu’l-Ca’d Musned (427, 429) Taberani (9/294) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1733) Beyhaki (3/186)

[8] Sahih mevkuf. Ahmed (1/32) Ziya el-Muhtare (1/236) Tayalisi (70) Beyhaki (3/182)

[9] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (1/237) Beyhaki (3/182) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1856) el-Elbani Temâmu’l-Minne (s.341)

[10] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Munzir el-Evsat (1869) Ebu Ya’kub ed-Deberi, Hadisu Abdirrazzak (el yazma no: 50)

[11] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Munzir el-Evsat (1870)

[12] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Abdurrazzak (3/230)

[13] Hasen mevkuf. İbnu’l-Munzir el-Evsat (1871) İbn Hazm el-Muhalla (5/77)

[14] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbnu’l-Munzir el-Evsat (1872) İbn Ebî Şeybe (2/35)

[15] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Abdurrazzak (3/82, 230) İbn Hazm el-Muhalla (5/77)

[16] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Abdurrezzâk (5471) İbn Ebî Şeybe (2/461) Beyhakî (3/204) el-Elbani el-İrvâ (3/83)

[17] Muslim'in şartına göre sahih. Taberani (9/308) İbn Ebî Şeybe (2/461) Abdurrezzâk (5477) Beyhakî (3/204)

[18] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (2/463) İbnu’l-Munzîr, el-Evsât (1853).

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)