Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

6 Kasım 2018 Salı

Yine Ebu Hanife Meselesi


Satılmış bazıları tarafından yalan yanlış bilgilerle aleyhimde doldurulmuş bazı kimseler, Ebu Hanife Hakkında Sahih Gerçekler adlı risalemde zikrettiğim bazı rivayetler hakkında yapılan itirazları, mahiyetlerinin de ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri olmaksızın, öne sürerek itiraz ediyorlar. Öyle ki adı geçen risalemi de iyi okumamışlar, kör bir taassup ile, ne kendi söylediklerinin ne olduğunu biliyorlar, ne de verdiğim cevabı anlayabiliyorlar.

Risalede aktardığım her rivayetin isnadlarının geçtiği kaynağı zikrettim ve isnadların sıhhat durumuna dair hükmünü belirttim. Özet bir risale olması amacıyla hazırlandığı için isnadlar ve ricali tek tek zikredilmemiştir. Zira arap dilini bilenler ve ilim dilinden anlayanlar için müracaat kaynaklarını zaten vermiş bulunuyorum. Lakin bana itiraz cüretinde bulunan safdillerin dikkat etmedikleri bir şey var. Hangi hocalardan naklediyorlarsa artık, kendilerine bu malzemeleri verenler hakikati çok iyi biliyorlar, verdiğim kaynaklarda ne olduğunu da iyi biliyorlar, fakat cahilleri kandırmak için ilmi olarak hiçbir değeri olmayan çürük bir takım kelamlar sunuyorlar, cahiller de bunu ilim zannediyor.

Satılmış saptırıcıların, arapça ve hadis usulü bilmeyen kimseleri aldatmak için kullandıkları birkaç argümanı kısaca açıklayayım ki, aldatılmış asalaklar papağan gibi aynı malzemelerle karşıma çıkıp durmasınlar:

1- El-Evzaî rahimehullah’ın Ebu Hanife hakkında söylediği şu sözün zayıf olduğunu iddia etmişler:

Seleme b. Kulsum’den: el-Evzaî rahimehullah, Ebu Hanife vefat edince şöyle demiştir:

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَمَاتَهُ، كَانَ يَنْقُضُ عُرَى الإِسْلاَمِ عُرْوَةً، عُرْوَةً

“Onu öldüren Allah’a hamd olsun. İslam’ın bağlarını ilmek ilmek çözüyordu.”[1]

Saptırıcının birisi, verdiğim kaynaklardan yalnızca muteahhir olanlardan el-Hatib el-Bağdadi’nin isnadını söz konusu etmiş ve bu rivayetin aslu senedinden bahsetmeyip, Hatib el-Bağdadi’ye ulaşan müteahhir bir iki ravi hakkında değerlendirmeler sunmaya çalışmış. Halbuki öncelikle rivayetin aslu senedi olan ricale baklamalıydı. Verdiğim kaynaklarda mesela Abdullah b. Ahmed’in isnadı; İbrahim b. Said (el-Cevherî) – Ebu Tevbe (er-Rabî b. Nafi) – Seleme b. Kulsum şeklindedir.

Seleme b. Kulsum sebebiyle Şeyh Mukbil b. Hadi bu isnada hasen demiştir, ben de hasen dedim.  Diğer ravileri ise sahihin ricalidir.

Hatta bunun sahih ligayrihi olduğunu söylerim, çünkü Seleme b. Kulsum, el-Evzai’den bunu rivayette tek kalmamış, sika bir ravi olan Muhammed b. Kesir es-San’anî el-Masisî ona mutabaat etmiştir. Ukayli’nin ve Abdullah b. Ahmed’in diğer rivayetinde; Muhammed b. Kesir, el-Evzai’den aynısını rivayet etmiştir. Ukaylî’nin isnadı sahihtir. Yine Hatib el-Bağdadi’nin rivayetinde Suleyman el-Halebî, el-Evzai’den ikinci cümleyle aynısını rivayet etmiştir.

Lakin tuhaf olanı, kimliği meçhul saptırıcı, Seleme b. Kulsum hakkında Darekutni’nin “çok yanılır” dediğini, Ebu Muaz’dan başkasının onu güvenilir bulmadığını (!), rivayetin zayıf olduğunu vs. ipe sapa gelmez şeyler iddia etmiş.

Hafız el-Mizzî’nin Tehzibu’l-Kemal’de (no: 2466) Seleme b. Kulsum hakkında söylediği şeyi burada arapça lafzıyla aktarıyorum, - böyle istemişler çünkü –

قال أبو زرعة الدمشقى: قلت لأبى اليمان: ما تقول فى سلمة بن كلثوم ؟ قال ثقة كان يقاس بالأوزاعى  وقال أبو توبة: حدثنا سلمة بن كلثوم و كان من العابدين ولم يكن فى أصحاب الأوزاعى أهيأ منه

“Ebu Zur’a ed-Dimeşki dedi ki: “Ebu’l-Yeman’a: “Seleme b. Kulsum hakkında ne dersin?” dedim. Dedi ki: “Sikadır. O el-Evzai ile kıyaslanırdı.” Ebu Tevbe dedi ki: “Bize Seleme b. Kulsum tahdis etti, o abidlerden idi ve el-Evzai’nin ashabı içinde ondan daha düzenlisi yoktu.” Zehebi Tarihu’l-İslam’da (6/431) aynısını nakleder.

Hafız İbn Hacer et-Tehzib’de “saduk” demiş, Zehebi ise el-Kaşif’te “Sika, nebil” demiştir. Nitekim İbn Hacer, et-Telhisu’l-Habir’de (2/264) isnadında Seleme b. Kulsum’un bulunduğu hadis hakkında: “İsnadın zahiri sahihtir, bütün ravileri sikadır” demiştir.

Alauddin İbn Moğultay, İkmalu Tehzibi’l-Kemal’de (no:2133) şöyle der:

ذكره ابن خلفون في «الثقات»، وقال أبو عمر بن عبد البر: ثقة.

“İbn Halfun, es-Sikat’ta zikretti ve Ebu Ömer İbn Abdilber dedi ki: “Sikadır”

Böylece Seleme b. Kulsum’u zayıf saymaya çalışmaları da çöpe gitmiştir.

Muhtasar olarak hazırladığım risalemde isnadları ve ravileri tek tek zikretmedim. Verdiğim kaynakları incelemekten üşenerek, isnad zincirlerini ve ravi değerlendirmeleri görmek isteyenler, Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah’ın Neşru’s-Sahife adlı kitabına da bakabilirler.

2- Ebu Hanife hakkında Yahya b. Main’in sika dediğini iddia etmeye devam ediyorlar. Halbuki risalemde bu iddianın doğru olmadığını açıklamıştım. Okumamışlar, tekrar edeyim:

Menakıbu Ebi Hanife adıyla yayınlanan ve Türkçeye de tercüme edilen esere gelince, bu eser, yayınlanan şekliyle Zehebi'ye ait değildir. Bildiğim kadarıyla Zehebi'nin aynı isimdeki orijinal eseri kayıptır. Ebul-Vefa Efgani Zehebi'nin eserlerinden derleme yaparak Zehebi'nin verdiği isimle yayınlamış ve Ebu Hanife'ye aşırı taassubuyla bilinen M. Zahid el-Kevserî eserin orijinal olmadığıyla ilgili bir açıklama yapmaksızın tedlis yaparak Efgani'nin derlemesini tahkik etmiştir. Bu derleme risalede yalnızca Ebu Hanife'nin fıkhî re'ylerini, ibadetlerini vs. öven kimselerin nakline yer vermiş, re'yi konusunda onu eleştiren rivayetler ile hadisteki zayıflığı ve akidesinin bozukluğu hakkında nakledilenlere değinmemiştir. Yine Kevseri, tahkikinde Ebu Hanife'yi öven sözlerin isnadlarının sıhhatini tahkike hiç girmemiştir.

Mesela Yahya b. Main'in Ebu Hanife hakkında "sika" dediği ve övdüğüne dair rivayet zayıf bir ravi olan Muhammed b. Sa'd el-Avfî yoluyla gelmiştir.

Yahya b. Main’in Ebu Hanife hakkında sika dediğine dair rivayetlerin isnadını Hatibu’l-Bağdadi Tarih’inde (13/449) zikretmiştir. Bu rivayetler içinde sahih olanı, Yahya b. Main’in yanında Ebu Hanife hakkında “kezzab” denilince, İbn Main Ebu Hanife’nin yalancı olmadığını, saduk olduğunu, fakat hadis şeyhlerinden olmadığını söylemiştir. Yani İbn Main yalnızca Ebu Hanife’nin yalancılıkla nitelenmesine karşı çıkmış, hadiste zayıf oluşunu da belirtmiştir.

İbn Main’in Ebu Hanife hakkında “la be’se bih” dediği sözüne gelince, bunun isnadında Cafer b. Durustuye zayıftır. Hanefi mutaassıpları bu sözü de eksik naklettikleri için bu bir ta’dil zannediliyor! Bu rivayette İbn Main: “Ebu Hanife sıdk ehlindendir, yalanla itham edilmedi”, diğer rivayette: “onda beis yok, yalan söylemezdi ” demiştir. Görüldüğü gibi bu tadil sözü Ebu Hanife’nin adaleti hakkındadır, hıfzı hakkında değildir. Bu da Ebu Hanife’nin zayıf olduğunu, ancak şiddetli zayıflardan, metruk ravilerden olmadığını ifade eder. Lakin belirttiğim gibi Yahya b. Main’e kadar ulaşan isnadı zayıftır.

Yahya b. Main’in Ebu Hanife hakkında “sikatun, sikatun” lafzıyla ta’diline dair rivayet uydurmadır. İsnadında Ahmed b. es-Salt el-Himmani (Ahmed b. Atiyye diye meşhurdur) yalancıdır. Ahmed b. Salt’ın Yahya b. Main’den Ebu Hanife’yi tevsik ettiğine dair birkaç rivayeti de vardır. Bunlar yalandır. Nitekim Hatib el-Bağdadi bu nakillerin ardından: “Ahmed b. es-Salt sika değildir” diyerek uyarmıştır.

Salih b. Muhammed Cezere el-Esedi’nin Yahya b. Main’den nakline dair meçhul sigayla yapılan rivayetin isnadını ise hiçbir yerde bulamadım. Bunu nakleden herkes, İbn Hacer, Zehebi veya Mizzi’nin muallak olarak zikrettiği bu rivayeti isnadsız olarak nakletmekle yetinmişlerdir.

Yahya b. Main'den sahih olarak, isnadıyla gelen rivayet ise Ebu Hanife hakkında "zayıf" diğer bir sahih rivayette: “Ebu Hanife mürcie idi, bidatine davet edenlerden idi ve hadiste bir şey değildir”, diğer bir sahih rivayette de: “Ebu Hanife’den hadis yazılmaz” dediğine dair rivayettir.

Sonuç olarak, Ebu Hanife’yi hadis konusunda hiçbir imam ta’dil etmemiş, bu konuda sahih bir rivayet gelmemiştir. Abdullah b. Suleyman b. el-Eş’as, hadis imamlarının Ebu Hanife’yi cerh etme hususunda icma ettiklerini nakleder. Bunu Şeyh Mukbil b. Hadi Neşru’s-Sahife’de (s.302) zikretmiştir.

Ebu Hanife hadisteki zayıflığını bizzat kendisi de itiraf etmiştir. Tirmizî, İlelulKebir’de (2/447) sahih bir isnad ile Ebu Hanife’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Size rivayet ettiğim hadislerin genelinde hata vardır.”  Hanefi hadis hafızlarından Zeylai de “alışveriş ve şart” ile ilgili hadisten bahsederken Ebu Hanife’nin hadiste zayıf olduğunu itiraf etmiştir.

Maalesef bu meselede yazan yazarlar ya taassup sebebiyle, ya toplumun tepkisinden korkusundan çekindiklerinden, ya da cahilliklerinden, Ebu Hanife hakkında adil davranmıyorlar! Diğer bazıları da: “Ebu Hanife yahudi idi” gibi aşırı, Ebu Hanife’nin cerhi hakkında sahih olmayan rivayetleri de kullanmak suretiyle, bazen “Ebu Cife” diye hakaret ederek cerh zikretmektedirler. Bu yazarlardan insaflı olanı: “Hanefilerden özür dilemek söylemeliyim ki, hadis imamları Ebu Hanife’nin hadiste zayıf olduğunu söylemiştir” diyor.

Devamı ve öncesi için adı geçen risaleme bakınız.
Bu da asalaklara (üzerine uyan herkes alınabilir):
Eşşek olursanız semer vuran çok olur! Ben uyarmaktan bıktım, siz aldatılmaktan bıkmadınız! Risalem, okumak isteyenler için ortada, indiriyorsunuz, ama okumuyorsunuz, size kim ne hedef göstermişse kör kör saldırıyorsunuz! Güya Ebu Hanife'ye kafir demişim, daha neler neler… Önce okuyun, ne dediğimi kendiniz görün, siz de anlayabilirsiniz merak etmeyin, yazdıklarımı anlamak için aldatıcıların tefsirlerine ihtiyacınız yok. Sonra kendiniz pişman ve rezil olursunuz. Bilin ki, Ebu Hanife hakkında işlerine gelmeyen bir çok gerçekleri sizden gizleyenler, akidevî ve amelî bir çok konuları da gizleyip saptıran yalancı kimselerdir.



[1] Hasen. Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/207) İbn Hibban Mecruhin (3/66) Hatib Tarih (13/418) İbn Adiy el-Kamil (7/8) Ukayli ed-Duafa (4/268) Mukbil b. Hadi Neşru’s-Sahife (s.309)

4 Kasım 2018 Pazar

Hicret'i İnkâr Edenlere el-Elbani'nin Cevabı

Daha önce el-Elbani rahimehullah’ın “Fetihten sonra hicret yoktur” hadisini öne sürerek hicreti inkâr eden bazı muasır bid’atçilere verdiği cevabın tercümesini aktarmıştım. Ne hikmettir ki, selefin “Bid’ate sapanlardan anlayış alınır” sözünü doğrular şekilde bazı geri zekalılar el-Elbani’nin bu fetvasını tam aksi istikamette yorumlayarak, hicret gibi, nas ve icma ile sabit olan önemli bir din esasını inkara kalkışarak zındıklaşmışlardır! Konu hakkındaki nas ve icma gayet açık olmakla beraber, şeytanın askerlerinin Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın adını da bu batıl hevalarına uydurmalarına mani olmak adına, el-Elbani rahimehullah’ın bu konudaki başka bir ifadesini kısaca özetleyerek aktaracağım:
El-Elbani es-Sahiha’da şöyle demiştir: “Hafız İbn Kesir Tefsir’inde (1/542 Nisa suresi 97-100 ayetleri) dedi ki: “Bu ayeti kerime müşriklerin arasında yaşayan herkes hakkında geneldir. Bu, hicrete gücü yeten ve (bulunduğu beldede) dini ikame etmeye imkânı olmayan her kes, hicret etmediği takdirde nefsine zulmetmiştir ve bu ayetin nassı ile onun haram işlediğinde icma vardır.”
Alim ve fakih olan kimse bu ayetin umumi ifadesinin küfür beldelerinden hicret etmekten daha fazlasına delalet ettiği hususunda da şüphe etmez. Nitekim İmam Kurtubî rahimehullah Tefsirinde (5/346) açıkça bunu belirtmiş ve şöyle demiştir: “Bu ayette günah işlenen yerlerden de hicret etmek gerektirine delil vardır. Said b. Cubeyr rahimehullah dedi ki:
إذا عمل بالمعاصي في أرض فاخرج منها، وتلا: (ألم تكن أرض الله واسعة فتهاجروا فيها؟
“Bir yerde günahla amel ediliyorsa oradan çık.” Sonra “Allah’ın arzı geniş değil miydi, ordadan hicret etseydiniz ya” (Nisa 97) ayetini okudu.
Bu eseri İbn Ebî Hâtim Tefsir’inde (2/174) sahih isnadla Said b. Cubeyr rahimehullah’tan rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (8/263) buna işaret ederek diyor ki: “Said b. Cubeyr rahimehullah bu ayetten günah işlenen yerden hicret etmenin vacip olduğunu istinbat etmiştir.”
Nitekim bazı cahil hatipler, doktorlar ve prof.lar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Fetihten sonra hicret yoktur” hadisinin hicreti mutlak olarak nesh ettiğini zannetmişlerdir. Bu kitap, sünnet ve imamların sözleri hakkında utanç verici bir cahilliktir. Nitekim ilim iddia eden bir prof. ile aramda geçen bir münakaşada onun bunu zikrettiğini işittim! Az önce işaret ettiğim hatip, tevbenin kesilmeyeceğini açıkça bildiren hadisi “Hicret tevbe kesilmedikçe devam eder, tevbe kapısı da kıyamet gününe kadar açıktır…” şeklinde zikredince cevabı yeterli bulmadı. Bu yüzden değerli okuyuculara Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin zikredilen iki hadis arasında çelişki olmadığı hakkında söylediklerini aktaracağım. Mecmuu’l-Fetava’da (18/281) diyor ki:
“Her ikisi de haktır. Birincisi belli bir zamanla sınırlı hicretin kastedildiği hadistir. Bu da Mekke’den ve başka arap bölgelerinden Medine’ye hicret hakkındadır. Zira bu hicret, Mekke ve diğer küfür diyarı olan bölgelerde yaşayanlar hakkında meşru idi. O zamanlar iman Medine’de idi. Daru’l-Küfürden, Daru’l-İslam’a hicret, gücü yeten herkese farzdır. Mekke feth edilince orası Daru’l-İslam halinde geldi ve araplar İslama girdiler. Bu bölge de tamamen daru’l-islam haline geldi.
Fetihten sonra hicret yoktur” hadisi, bir yerin daru’l-küfür veya daru’l-iman olmasıyla alakalıdır. Bu ayrılmaz bir sıfat değildir. Bilakis orada yaşayanların durumuna göre değişken bir sıfattır. Sakinleri takvalı mü’minler olan bir yer, o vakit Allah dostlarının diyarıdır. Sakinleri belli bir vakitte kafirler olan yerler daru’l-küfürdür. Sakinleri fasıklardan oluşan bir dönemde bu yer daru’l-fısk /günah diyarıdır. Eğer bu yerin halkının durumları değişirse, diyarın hükmü de buna göre olur. Yine mescidin halkı sarhoşlara dönüşürse orası daru’l-fısk, daru’z-Zulm veya Allah’a ortak koşulan bir kiliseye dönüşür.  Yine meyhane daru’l-fısk iken Allah’a ibadet edilen bir mescide dönüştürülürse durum buna göre olur. Yine salih bir adam bir fasıka veya mü’min bir adam bir kafire dönüşebildiği gibi bunun aksi de söz konusu olabilir. Her biri duruma göre değişir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah iman etmiş ve mutmain bir karyeyi misal verdi…” Ayet Mekke’de nazil olmuştur. O zamanlar orası küfür diyarı iken bu belde en üstün ve Allah’ın en sevdiği bölge olmaya devam ediyordu. Ancak küfür diyarı derken orada yaşayanlar kastedilmektedir. Nitekim Tirmizî merfuan rivayet ediyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi kastederek şöyle buyurdu: “Vallahi sen Allah’ın en üstün arzısın ve Allah’ın en sevdiği yersin. Şayet beni kavmim senden çıkarmasaydı ben çıkmazdım.” (İsnadı sahihtir. Bkz.: Tahricu’l-Mişkat 2725)
Diğer rivayette: “Allah’ın en hayırlı arzı ve Allah’ın bana en sevimli olan arzı” lafzıyla gelmiştir. Böylece Allah’a ve rasulüne en sevimli yerin Mekke olduğu ortadadır. Medine’de kaldığı yer ve onunla beraber kalan müm’inlerin hicret diyarı olduğu için Medine Mekke’den daha üstündü. Bu yüzden sınırlarda nöbet tutmak, Mekke ve Medine’de yaşamaktan da üstündür. Nitekim Sahih’te sabit olduğu üzere: “Allah yolunda bir gün ve bir gece nöbet tutmak, bir aylık oruç ve gece kıyamından üstündür. Kim nöbette iken ölürse mücahid olarak ölmüş olur. Ameli ve cennetten rızkı ona devam eder ve fettandan (kabir azabından) emin olur.” (Muslim ve başkaları rivayet etti. Bkz.: İrva (1200)
Sünen’de Osman radiyallahu anh’den, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Bir gün Allah yolunda nöbet tutmak, bin gün başka bölgelerde durmaktan üstündür.” (Tirmizî hasen dedi, Hakim ve Zehebi sahih dediler. El-Muhtare ta’likimde (no:307) tahric ettim)
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Alah yolunda bir gece nöbet tutmam benim için kadr gecesini Haceru’l-Esved’in yanında ikame etmemden daha sevimlidir.” (Bilakis bu merfudur. İbn Hibbân ve başkaları sahih isnadla rivayet ettiler es-Sahiha (1068)’de tahric ettim)
Bu yüzden yerin en üstünü her insanın içinde Allah’a ve rasulüne en iyi itaat ettiği yerdir. Bu durumlara göre değişir. İnsan için belli bir yer tayin edilmez. Ancak her insan hakkında, takva, itaat, huşu, hudû ve huzura göre farklı yerler daha üstün olabilir. Nitekim Ebu’d-Derda radiyallahu anh, Selman radiyallahu anh’e:
“Mukaddes arza gel” diye mektup yazınca, Selman radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:
“Muhakkak ki arz mukaddes olmaz, ancak kul ameliyle mukaddes olur.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Selman ile Ebu’d-Derda radiyallahu anhuma’yı kardeş kılmıştı. Selman radiyallahu anh Ebu’d-Derda’dan genel olarak bir çok konuda daha fakih idi. Bu husus da bunlardan birisidir. Nitekim Allah Teâlâ, Musa aleyhi's-selâm’a şöyle buyurmuştur: “Sana fasıkların diyarını göstereceğiz.” Bu diyar Amalika halkının diyarı idi. Sonra mü’minlerin diyarı haline geldi. Burası, Kur’an’ın arz-ı mukaddese diye gösterdiği, Allah’ın İsrailoğullarını varis kıldığı Mısır diyarıdır. Beldelerin durumları, kulların durumları gibidir. Kişi bazen müslüman, bazen kâfir olur. Bazen mü’min, bazen münafık olur. Bazen iyi ve takva sahibi, bazen fasık, facir ve şakî olur. Aynı şekilde mekânlar da sakinlerine göredir. İnsanın küfür ve günah mekanından iman ve taat mekanına hicret etmesi küfür ve isyandan tevbe ederek iman ve taate dönmesi gibidir. Bu emir kıyamet gününe kadar devam eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İman edenler ve bundan sonra hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler, işte bunlar sizdendir.” (Enfal 75) Seleften bir topluluk dediler ki: “Kıyamet gününe kadar iman edip hicret ve cihad eden herkes buna dahildir.”
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sonra Rabbin, zulme uğradıktan sonra hicret eden, sonra savaşan ve sabreden kimseler için, evet Rabbin, onların bu fiillerinden sonra çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir” (Nahl 110) Şeytanın dini hakkında fitneye düşürdüğü veya günaha düşürdüğü, sonra kötülükleri terk ederek nefsiyle ve diğer düşmanlarla cihad eden, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama ile münafıklarla cihad eden, başına gelen sözlü ve fiillere sabreden herkes bu ayetin kapsamına dahildir. Allah Subhanehu ve Teâlâ en iyi bilendir.”
Diyorum ki (el-Elbanî): “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın ilminden olan bu hakikat incileri, Allah’ın dinini inkar eden o cahil hatipler, yazarlar ve doktorların ne kadar cahil olduklarını göstermektedir.” (el-Elbani es-Sahiha 6/849-855)

1 Kasım 2018 Perşembe

Muhtaç Olduğumuz "Adamlık"

Muhtaç Olduğumuz "Adamlık"

Kitabı okumak için buraya tıklayın

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)