Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

19 Ağustos 2018 Pazar

Tekfirci Bid’at Ehlinin Bir Şüphesine Cevap


 

Şüphe şöyle dile getiriliyor: “Biz bu toplumda işlediği şirk hakkında kendisine hüccet ulaşmış kimseye müşrik derken sizler böylelerine müşrik veya kâfir denmesine karşı çıkıyor, münafık diyorsunuz. Sünnette şirk işleyene münafık denildiğine dair deliliniz var mıdır? Şirk işleyene müşrik denir!”

Cevap: Bu şüpheyi dile getiren kimseler ne yaptıklarının farkında olmayan, sünneti, uydurmuş oldukları hevâlarına delil getirmek isterken ellerine yüzlerine bulaştırmış kimselerdir. Öncelikle bilmeleri gereken şu ki; la ilahe illallah kelimesini ikrar etmiş, kıblemize yönelmiş bir kimseye “müşrik” ya da “kâfir” denilmesinin sünnette yeri yoktur.

Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ صَلَّى صَلاَتَنَا وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا فَذَلِكَ المُسْلِمُ الَّذِي لَهُ ذِمَّةُ اللَّهِ وَذِمَّةُ رَسُولِهِ، فَلاَ تُخْفِرُوا اللَّهَ فِي ذِمَّتِهِ

Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerinedir. Allah’ın zimmetini gözetmemezlik etmeyin.”[1]

Cundub b. Abdillah radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَنْ صَلَّى صَلاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا فَذَلِك الْمُسلم، لَهُ ذمَّة الله، وَذمَّة رَسُولِهِ

Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o Müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerindedir.”[2]

Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem el-Munzir b. Sâvâ’ya şöyle yazdı:

مَنْ صَلَّى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا، فَذَاكُمُ الْمُسْلِمُ، لَهُ ذِمَّةُ اللهِ وَذِمَّةُ الرَّسُولِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kestğimizi yerse işte o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasul sallallahu aleyhi ve sellem’in zimmeti onun üzerinedir.[3]

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ صَلَّى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا، وَصَامَ شَهْرَنَا، فَذَلِكَ الْمُسْلِمُ، لَهُ ذِمَّةُ اللَّهِ وَذِمَّةُ رَسُولِهِ

Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve (Ramazan) ayımızın orucunu tutarsa o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerinedir.”[4]

 Bu hadisler açıkça göstermektedir ki, la ilahe illallah dedikten sonra kıblemize yönelen ve beş vakit namazı kılan kimse dünya hükümleri bakımından müslüman muamelesi görürler. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti bunu gerektirir.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehadeti getiren ve kıblemize yönelip beş vakit namaza devam eden Abdullah b. Ubey b. Selul ve daha başka münafıklara, kendilerinden küfür ve şirk olan sözler sâdır olsa da, İslam otoritesi karşısında yalan söyleyerek ve tevbe izhar ederek ikiyüzlülük yapan kimselere dünya hükmü bakımından müslüman muamelesi yapmıştır. Onlar otorite karşısında bu kaypaklığa başvurup, suçlandıkları sözleri söylemediklerine dair yalan söyleyip İslam’ı izhar ettikleri sürece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları öldürmemiştir. Halbuki onların tevbelerinde yalancı olduklarına dair ayetler dahi inmişti.

Nafi rahimehullah dedi ki:

قَالَ رَجُلٌ لابْنِ عُمَرَ: إِنَّ لِي جَارًا يَشْهَدُ عَلَيَّ بِالشِّرْكِ، فَقَالَ ابْنُ عُمَرَ: أَفَلا تَقُولُ: لَا إِلَهَ إِلا اللَّهُ فَتُكَذِّبَهُ

“Bir adam İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya:

“Benim bir komşum var, benim aleyhimde şirk ile şahitlik ediyor (yani: müşrik olduğumu söylüyor)” dedi. İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:

“La ilahe illallah diyerek onu yalanlamadın mı?”[5]

Ebû Sufyan Talha b. Nafi rahimehullah şöyle demiştir:

سَأَلْتُ جَابِرًا وَهُوَ مُجَاوِرٌ بِمَكَّةَ وَكَانَ نَازِلًا فِي بَنِي فِهْرٍ فَسَأَلَهُ رَجُلٌ: هَلْ كُنْتُمْ تَدْعُونَ أَحَدًا مِنْ أَهْلِ الْقِبْلَةِ مُشْرِكًا؟ قَالَ: مُعَاذَ اللَّهِ فَفَزِعَ لِذَلِكَ. قَالَ: هَلْ كُنْتُمْ تَدْعُونَ أَحَدًا مِنْكُمْ كَافِرًا؟ قَالَ: لَا

“Mekke'yi ziyaret edip Fihr oğullarına konuk olan Câbir radıyallahu anh'e sordum. Sonra bir adam kendisine:

“Sizler ehl-i kıbleden hiç kimseyi müşrik olarak itham eder miydiniz?” diye sordu. Dedi ki:

“Allah’a sığınırım.” Adam bu cevaptan ürktü, sonra

“Onlardan hiç kimseye “kâfir” diye hitap eder miydiniz?” diye sordu.

“Hayır” dedi.”[6]

El-Ca’d b. Ebi Osman dedi ki:

حَدَّثَ سُلَيْمَانُ بْنُ قَيْسٍ الْيَشْكُرِيُّ، وَكَانَ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ قَالَ: " قُلْتُ لِجَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ: أَفِي أَهْلِ الْقِبْلَةِ طَوَاغِيتٌ؟ قَالَ: لَا، قُلْتُ: أَكُنْتُمْ تَدْعُونَ أَحَدًا مِنْ أَهْلِ الْقِبْلَةِ مُشْرِكًا؟ قَالَ: لَا

“Ehlu Beyt’ten olan Suleyman b. Kays el-Yeşkurî şöyle anlattı: “Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma’ya: “Kıble ehlinde tagutlar var mıdır?” dedim. “Hayır” dedi. Dedim ki: “Sizler kıble ehlinden birine müşrik der miydiniz?” Yine: “Hayır” dedi.”[7]

Vehb b. Munebbih rahimehullah dedi ki:

وَسَأَلْتُ جَابِرًا هَلْ فِي الْمُصَلِّينَ مِنْ طَوَاغِيتَ؟ قَالَ: لاَ، وَسَأَلْتُهُ هَلْ مِنْهُمْ مُشْرِكٌ؟ قَالَ: لاَ

“Cabir radiyallahu anh’e: “Namaz kılanlar arasında tagutlar var mıdır?” diye sordum, “Hayır” dedi. “Onlardan müşrik olan var mıdır?” dedim. Yine “Hayır” dedi.”[8]

Günümüzde ise şehadet getiren, kıblemize yönelip namaz kılan bazı insanlar, şirk koşmaya, küfür sözler ve fiiller işlemeye devam ediyorlar, bazılarına bu konudaki hüccet ulaşmış olmasına rağmen İslam otoritesinin bulunmayışı sebebiyle şirk ve küfür eylemlerinde ısrar ediyor ve müslümanlık iddia ediyorlar. İşte böylelerine münafık demek ve onlara münafık muamelesi yapmak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ve ashabının menhecidir. La ilahe illallah diyen, kıblemize yönelip beş vakit namazı kılan kimselere “kâfir/mürted” veya “müşrik” demek ise haricilerin ve onların yolunda giden diğer bid’at ehlinin menhecidir:

Humeyd b. Hilal rahimehullah dedi ki: 

عَنْ عُبَادَةَ بْنِ قُرْصٍ قَالَ: جَاءَ يَغْزُو حَتَّى بَلَغَ قَرِيبًا مِنَ الْأَهْوَازِ فَسَمِعَ أَذَانًا فَلَمَّا جَاءَ إِلَيْهِمْ فَرَأَوْهُ، قَالُوا: مَا جَاءَ بِكَ يَا عَدُوَّ اللَّهِ؟ قَالَ: مَا أَنْتُمْ بِإِخْوَتِي؟ قَالُوا: أَنْتَ أَخُو الشَّيْطَانِ، قَالُوا: لَنَقْتُلَنَّكَ قَالَ: أَمَا تَرْضَوْنَ مِنِّي مَا رَضِيَ بِهِ مِنِّي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ قَالُوا: وَمَا رَضِيَ مِنْكَ؟ قَالَ: أَتَيْتُهُ وَأَنَا كَافِرٌ فَشَهِدْتُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَخَلَّى سَبِيلِيَ» فَقَتَلُوهُ

“Ubade b. Kurs el-Leysî radiyallahu anh gazveye çıktı ve Ahvaz yakınlarına geldi. Bir ezan işitti, onların yanına gidince kendisini gördüler ve:

“Neden geldin ey Allah’ın düşmanı?” dediler. O da:

“Siz kardeşlerim değil misiniz?” dedi. Onlar: “Sen şeytanın kardeşisin. Seni öldüreceğiz” dediler. Ubade radiyallahu anh:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in benden duyup razı olduğu şeye razı olmaz mısınız?” dedi. Dediler ki:

“Senden ne konuda razı oldu?” Şöyle anlattı:

“Ben kâfir olarak onun yanına gittim. Sonra Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve onun Allah’ın rasulü olduğuna şehadet getirdim. O da beni serbest bıraktı.” Fakat onlar yine de onu yakalayıp öldürdüler.”[9]

Bu rivayetten anlıyoruz ki, o dönemin haricileri de, günümüzdekilere benzer endişeler taşıdıklarından olsalar gerek, La ilahe illallah sözünü yeterli bulmamışlardı ve kendilerine namaz kılmak için gelerek selam verene, toplumu tekfir etmelerinden dolayı, Allahın düşmanı diye hitap etmiş ve öldürmüşlerdi.

Hariciliğin bir başka bariz özelliği de, Kâfirler hakkındaki ayetleri Müslümanlar hakkında tevil ederek tekfir etmeleridir. Nitekim Bukeyr b. Abdillah el-Eşecc rahimehullah, Nafi rahimehullah’a: “İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın Haruri’ler hakkındaki görüşü nasıldı?” diye sorunca şöyle demiştir:

كَانَ يَرَاهُمْ شِرَارَ خَلْقِ اللَّهِ انْطَلَقُوا إِلَى آيَاتِ الْكُفَّارِ فَجَعَلُوهَا فِي الْمُؤْمِنِينَ

“İbn Ömer radiyallahu anhuma onları Allah’ın yarattığı en şerli insanlar olarak görür ve şöyle derdi: “Onlar kâfirler hakkında inen âyetleri mü’minler üzerinde uyguluyorlar.”[10]

Hulasa: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, fiil ve fail ayrımı yapar, ehl-i kıbleden birisi şirk veya küfür fiilinde bulunduğu zaman, yetki sahibi İslam kaza sistemi ona hücceti ikame edip tevbeye çağırır. Tevbe ederse ne ala, etmezse öldürülür. Münafıklar ise böyle bir hüccet ikamesi ve tevbeye çağırma karşısında samimi olmayarak tevbe ettiklerini, müslüman olarak kalmaya devam ettiklerini söylerler. Bu yüzden cezadan kurtulurlar. Yani bugün İslam devleti olsaydı ve günümüz münafıkları tevbeye çağırılsalardı münafıkça tevbe edip yine tekfir ve onun cezasından kurtulmaları söz konusu idi. Yaptırım sahibi bir İslam kaza sisteminin söz konusu olmadığı bu zamanda bazı kimseler nasıl oluyor da, ehl-i kıbleden birilerini, sırf “onlara hüccet ulaşmıştır” iddiasıyla müşrik veya mürtet bir kafir olduklarını söyleyebiliyorlar?

Günümüzdeki ehl-i sünnet ilim ehli, hüccetin ulaştığına kanaat ettiği muayyen/belirli şahıslara ancak “zındık/münafık” diye hükmeder, onların kanlarını, mallarını helal saymaz, mürtet olduğuna hükmetmez. Kıble ehlinden birinin irtidatına hükmetmek ancak İslam kadısının mevcut olduğu, istitâbe uygulamaya ve bunun neticesinde tevbe edilmediği takdirde ölüm cezası vermeye yetkisinin bulunduğu durumlar hakkında geçerlidir. İnşaallah bu açıklamalar, zamanımızda kıble ehlini mürtet sayan Haricî ekolü veya "Müslümanlar arasında münafık yoktur" diyen Mürcie ekolü üzerinde hareket eden pekçok kimselerin - hatta Arap aleminde aralarında âlim olanlar da vardır - yanlışlarını fark etmenize vesile olur.




[1] Sahih. Buhari (391) Nesâî (4997) İbn Mende el-İman (195) el-Muhallisiyyat (1825) Beyhakî (2/3)
[2] Sahih. Taberani (2/162) Ru’yani (954) el-Muhallisiyyat (1393) İbn Adiy (2/454) El-Esbehani el-Hucce (442)
[3] Sahih ligayrihi. Taberânî (10/152, 20/355) Ebu Nuaym Ma’rife (6100) Bkz.: Ebu Ubeyd el-Emval (51) Ebu Yusuf el-Harac (268)
[4] Hasen ligayrihi. İshak b. Rahuye (407) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (2363) Ebu Yusuf el-Harac (270) isnadında Kulsum b. Muhammed vardır. “Ramazan ayımızın orunu tutarsa” kısmı sadece onun tarikinden geldiği için bu kısım zayıftır.
[5] Hasen mevkuf. El-Esbehani el-Hucce (443) Buhari Tarihu’l-Kebir (7/99) İbnu’l-Mukri Mu’cem (729)
[6] Muslim'in şartına göre sahih. Ebu Ya’la (4/207) Taberani el-Evsat (Mecmau’l-Bahreyn 162) İbnu’l-Buhteri Musannefat (678) Şeceri Emali (60) el-Esbehani el-Hucce (439) İbn Tahir el-Makdisi el-Hucce (2/596) İbn Hacer el-Metalibu’l-Aliye (2998) Heysemi Mecma’da (1/107): ricali sahihin ricalidir dedi. Hafız İbn Hacer Metalibu’l-Aliye’de sahih demiştir. Ebu Ubeyd, Kitabu’l-İman’da rivayet etmiş, muhakkiki Şeyh el-Elbani rahimehullah (s.98) “İsnadı, Muslim’in şartına göre sahihtir” demiştir.
* Aynısını Süleyman b. Kays el-Yeşkuri, Cabir radıyallahu anh’den rivayet etmiştir. Isnadı sahihtir:
[7] Sahih mevkuf. El-Lalekai İtikad (2008)
[8] Hasen mevkuf. Haris b. Ebi Usame Musned (35) Mervezi Ta’zimu Kadri’s-Salat (889) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (2997)
[9] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Kani Mu’cem (2/192) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/370) Buhârî Tarih (6/93) Ebu Arube el-Harrani Munteka Min Tabakat (s.47) Taberani Evsat (8/255)
[10] Fethu’l-Bari (12/286) İbn Hacer: “Senedi sahihtir” demiştir.

5 Ağustos 2018 Pazar

İslam'da Münafıklara Muamele Şekli

İslam'da Münafıklara Muamele Şekli
okumak için tıklayın

3 Ağustos 2018 Cuma

Âlimlerin Bid’atlerine Uyarmak Hakkında

İlmin kokusundan dahi koklamamış bazı düşük şahsiyetler, kendilerini “İslam Davetçisi” olarak tanıtarak mal mal konuşmalar yapıyorlar. O kadar saçmalıyorlar ki, kulu oldukları; “halkın teveccühü”nü kazanabilmek için toplumun yücelttiği “Ebu Hanife” gibi bazı isimlerin arkasına sığınıyor, bir taraftan Ebu Hanife’nin haktan saptığı hususlara uyarı yapanları “âlimlere hakaret edenler” diye lanse ederken, diğer taraftan, aslında Ebu Hanife’yi eleştirenlerin bu ümmetin büyük imamlarının ta kendileri olduğu gerçeğini gizleyerek, Ebu Hanife’yi cerh eden âlimlere olmadık hakaretler yapıyorlar.
Eceli gelen köpek cami duvarına işer!
Ebu Hanife putunun arkasına saklanıp; onu eleştirenlere ağıza alınmayacak hakaretler yapanlar aslında; Ehl-i Sünnet’in büyük imamlarına hakaret ediyorlar: Sufyan es-Sevri, Sufyan b. Uyeyne, Malik b. Enes, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şureyk b. Abdillah, el-Evzai, Veki b. el-Cerrah, Ebu Zur’a, Yahya b. Main, Abdullah b. Mubarek, İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye, İbn Kuteybe, Ukayli, İbn Hibban ve Ebu Hanife'yi cerh etmekte icma ve ittifak etmiş olan daha birçok imamlara!
Alimlerin aslında Ebu Hanife’yi eleştirmedikleri, bilakis öven bir çok alimin de bulunduğu yalanını da sözlerine ekliyorlar. Halbuki Ebu Hanife’nin lehinde ve aleyhinde nakledilen sözlerin hangisi sahih, hangisi asılsız, bir bilgileri de yoktur. Sahihi sakimden ayıramayan eblehler davetçi edasıyla ortaya atlayıp tribünlerden alkış toplama derdine düşünce bu olanlar oluyor.
Ehl-i Sünnet’in Bid’atçi Ravi ve Alimlerden Nakilde Bulunma Metodu
İslam’ın ilk yıllarında insanlar tek bir kişinin kalbi üzere idiler. Tek kaynaktan faydalanıyorlardı. Kişi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu” dediği zaman kulaklar ve gözler hemen ona yönelirdi. Fitneler meydana gelip de insanlar zorluk ve zilletlerle karşılaşınca hevâ ve bid’at ehli ortaya çıktı. İnsanlar o zaman isnad sormaya başladılar ve: “Ricalinizin isimlerini bize söyleyin” dediler. Ehl-i Sünnet’e baktılar ve onların hadisini aldılar, bid’at ehlinin ise hadislerini almadılar.
Sonra bid’atler çoğaldı ve yayıldı, bidat ehlinin sayısı arttı, onlar da ilim aldılar ve onlardan çoğu hadis ravilerinden ve hafızlarından oldular. Ehl-i Sünnet bu vaka karşısında, sünnetin korunması maslahatını, onlara hecr uygulama ve onlardan rivayet almamadaki maslahatın önüne geçirerek, onlardan rivayette bulunma mecburiyetinde kaldı. Şayet onlardaki hadisleri terk etselerdi elbette Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok sünnetleri kaybolacaktı.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Basra halkı arasında Kaderîlik çoğaldığı zaman şayet onlardan hadis rivayeti terk edilecek olsaydı elbette, onların ezberlemiş oldukları ilim, sünnetler ve eserler yok olacaktı. İlim ve cihad vaciplerini yerine getirmek, ancak kendisinde bid’at bulunan birisi vasıtasıyla mümkün oluyorsa, onun zararı, bu vacibi terk etmenin zararından daha düşüktür.” (Mecmuu’l-Fetava 28/212)
Bununla beraber onlar, kendilerinden rivayette bulundukları şahısların durumlarını da beyan ediyorlar, “Bize falan kaderî tahdis etti”, “Bize falan rivayet etti, o kılıçla ayaklanma görüşündeydi”, “falan saduktur, lakin mürciîdir”, “bize falan tahdis etti, o kaderî, mu’tezilî ve cehmî idi” gibi sözlerle durumunu belirtiyorlardı. Bunun örnekleri:
1- Hassan b. Atiyye hakkında: Ahmed b. Hanbel, Osman b. Said ed-Darimi ve Yahya b. Main sika demişlerdir. Ebu Bekr b. Ebi Hayseme, Yahya b. Main’in, onun hakkında: “Kaderî idi” dediğini nakletmiştir. Yunus b. Seyf dedi ki: “Kaderiyyenin iki inatçı keçisi kaldı, onlardan biri de Hassan b. Atiyye’dir” (Tehzibu’l-Kemal 6/36-38)
2- Abdullah et-Teymî hakkında: el-Mervezi dedi ki: “Ahmed b. Hanbel’e Abdullah et-Teymî hakkında sordum, dedi ki: “Saduk’tur, lakin onun hakkında gülme hadisi için: “(Yalan olduğunu ima ederek: “O tohum gibidir” dediği anlatılıyor. Bu cehmiyyenin sözüdür” (el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce 1/383)
3- Abdullah b. Ebi Nuceyh hakkında: el-İclî dedi ki: “Sikadır, onun kaderiyye görüşünde olduğu söylenmiştir. Denildiğine göre onu Amr b. Ubeyd ifsad etmiştir.” (Ma’rifetu’s-Sikat s.281) Bkz.: et-Ta’dil ve’t-Tecrih (2/854)
4- Hammad b. Ebi Suleyman hakkında: Ebu Zur’a dedi ki: “Ebu Nuaym’ın şöyle dediğini işittim: “Hammad b. Ebi Suleyman Murcie idi.” (Ebu Zur’a, Tarihu’d-Dimeşk s.295) Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Hammad ircâ görüşüyle suçlanmıştır.” Nesai dedi ki: “Sika idi, ancak o mürciî idi.” Mugira dedi ki: “İbrahim (en-Nehai) vefat ettiği zaman el-Hakem ve ashabı Hammad’a geldiler ve irca görüşünü ortaya attılar.” (Tarihu’l-İslam 7/348)
5- Şebabe b. Suvvar hakkında: Ahmed b. Hanbel dedi ki: “İrca görüşünden dolayı onu terk ettim ve ondan rivayette bulunmadım.” Ali b. el-Medini dedi ki: “Saduk bir şeyh idi. Ancak o irca görüşünü söylüyordu.” (İbn Adiy, el-Kamil 5/72) Muhammed b. Sa’d dedi ki: “Şebabe b. Suvvar el-Fezari sika, hadis konusunda salih idi ve mürcie idi.” (Tarihu Bağdad 9/289)
6- Ebu İsrail el-Mellâî hakkında: Ebu Zur’a dedi ki: “Saduktur, ancak görüşünde aşırılık vardır.” (Tehzibu’l-Kemal 3/80) el-Ukayli dedi ki: “Hadisinde yanılgı ve ızdırap vardır, bununla beraber kötü bir mezhebi vardı.” (ed-Duafa 1/245)
7- Katada b. Diame es-Sedusî hakkında: Hanzala b. Ebi Sufyan şöyle dedi: “Tavus, Katade’den kaçardı. Katade kaderilik ile suçlanıyordu.” (Tehzibu’l-Kemal 23/509) Tavus’a: “Katade sana geliyor denilince: “O gelirse ben kalkarım” dedi. Ona: “O bir fakihtir” denilince: “İblis ondan daha fakihtir, zira İblis: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık” demiştir” dedi.” (es-Sikat 1/389) Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Katade ve Said kaderilik görüşünü dile getirdiler ve gizlediler.” (Siyeru A’lami’n-Nubela 6/414)
8- Ebu Muaviye ed-Darir hakkında: Yakub b. Şeybe dedi ki: “Sika, bazen tedlis yapar, irca görüşünde idi.” (Siyeru A’lam 9/76) İbn Hibban dedi ki: “Hafız, mutkin idi. Lakin mürcie idi.” (es-Sikat 7/442) Ebu Davud dedi ki: “Kufe’de mürcienin reisi idi.” (Siyeru A’lam 9/76)
9- İbrahim b. Tahman hakkında: Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Cehmiyye’ye karşı sert davranan bir mürcie idi.” Ebu Hâtim dedi ki: “Horasan’dan iki şeyh mürcie olup sikadırlar: Ebu Hamze es-Sukkerî ve İbrahim b. Tahman” (Tarihu Bağdad 6/104, 108)
10- Abdulaziz b. Ebi Ravvad hakkında: Ebu Asim dedi ki: “İkrime b. Ammar İbn Ebi Ravvad’a gelip kapısını çaldı ve: “Sapık nerede?” diye sordu. Ahmed b. Hanbel dedi ki: “İbn Ebi Ravvad murcie idi ve salih bir kimseydi.” (Zehebi, Tarihu’l-İslam 9/502-505)
11- Eyyub b. Aiz et-Tâî hakkında: Buhari dedi ki: “İrca görüşünde idi, saduktur.” (Ed-Duafa s.25)
12- Said b. Ebi Arube hakkında: Bundar dedi ki: “Bize Abdula’la tahdis etti, o Kaderî idi, o Said’den rivayet etti, o da Kaderî idi. O da Kata’den rivayet etti. O da bir Kaderî idi.” (İbn Adiy, el-Kamil 4/447)
Bu konuda sayılamayacak kadar örnekler vardır. Bu zamandan sonra ilmi yüklenen Selefîler azaldı, bid’at ehli çoğaldı ve onlar ilmi yüklenen ve nakleden kişiler haline geldiler. Ehl-i sünnet de onlardan nakilde bulunmak zorunda kaldılar. Lakin onlar, kendilerinden öncekilerin edindikleri şarttan gafil kaldılar: bu şart bid’at ehlinin durumlarının açıklanması, bid’atlerinin kınanması ve uyarılmasıdır. Bununla beraber onların bu bid’at ehlinde tazim ettiklerini ve onları savunduklarını da görmeyiz. Ancak Zehebî gibi bazıları bundan hariçtir.
Ta ki sonrakiler yeni bir menhec ile ortaya çıktılar. Sapıklık ehli hakkında susmadılar, bid’atlerini de kınamadılar, onlara mazeret bulmakla da yetinmediler, bilakis onları mazur gördüler, yücelttiler, onları kutladılar, durumlarını yücelttiler, onları eleştirenlere hakaret ettiler, hatta genel ve özel herkesin katında onların sünnet imamları, koruyucuları ve savunucuları olduğu düşüncesi yerleşti!
Şeyh Bekr Ebu Zeyd şöyle demiştir: “Biz bu zamanda bu türden topluluklarla müptela olduk. Bid’atçileri tazim ediyor, onların sözlerini yayıyorlar, onları eleştirenlerden ve onlarda bulunan bid’atleri dile getirenlerden sakındırıyorlar! Bid’atin bu Ebu Cehillerinden sakının! Bahtsızlıktan ve ehlinden Allah’a sığınırız.” (Hecru’l-Mubtedi s.28)
Kişinin selefine uyması, kendisinden sonrakilere de onların yolunu bırakması gerekir. Mutlaka nakilde bulunmak zorunda kalmışsa, kendisinden nakilde bulunduğu bid’atçi kimsenin halini beyan etmeli, ondan sakındırmalıdır. Bid’atçileri överek şişirmemeli, selefîn bid’atçi olduğunu açıkladığı kimseleri bid’atçi kabul etmeli, yine selefin asrında bulunmayıp da bid’atçi ismini hak eden kimsenin durumunu beyan etmelidir. Şüphesiz selef daha verâ sahibi idler ve Allah’ın dinini daha iyi bilirlerdi. Onların mezhebi daha selametli, daha hikmetli ve daha ilmîdir. Bize onlara uymak ve yollarına tabi olmak emredilmiştir. El-Berbeharî rahimehullah şöyle demiştir: “Bizden öncekiler bizlere karışıklık bırakmamıştır. Onlara uy ve rahat et.” (Şerhu’s-Sunne s.124)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)