Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Ocak 2018 Çarşamba

Sarıksız ve Baş Açık Namaz Kılmayı Caiz Görenlerin Şüpheleri


el-Elbani, Temamu’l-Minne Fi’t-Ta’liki Ala Fikhi’s-Sunne’de şöyle demiştir:

“Seyyid Sabık’ın: “Başı açık namaz kılmak: İbn Asakir, İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bazen takkesini çıkarır ve önüne koyarak sütre yapardı.” Sözüne gelince derim ki:

“Hadisin baş açık namaz kılmanın cevazına delil getirilmesi iki açıdan doğru değildir:

Birincisi: Hadis zayıftır. İbn Asakir’in bunu rivayette tek kalması yeterli olmakla beraber, illetini ed-Daife (no:2538) açıkladım.

İkincisi: Şayet sahih olsaydı bile mutlak olarak başı açmaya delil olmazdı. Zira rivayetin zahiri, bunu sütre bulamadığında yaptığını gösteriyor. Nitekim sütre edinmek, bu konuda gelen hadislerden dolayı daha önemlidir. Ben bu meselede başı açık namaz kılmayı mekruh görüyorum. Çünkü müslümanın, kitapda daha önce geçen hadisten dolayı namaza en mükemmel İslami görünümde girmesinin müstehap olduğu kabul edilen bir husustur: “Muhakkak ki Allah, kendisi için süslenilmesine daha layıktır.” Selefin örfünde başı açık olmak, bu şekilde yürümek, yollara ve ibadet mekanlarına başı açık girmek güzel görünümden değildir.  Bilakis bu Kafirlerin girdikleri birçok İslamî ülkelere yabancılardan geçmiş bir adettir. Bu bozuk adetlerini benimsemişlerdir. Müslümanlar onları taklit etmişler, bu onların İslam şahsiyetlerini yitirmelerine sebep olmuştur. İslam örfüne muhalefet etmeye müsaade edilmesi uygun değildir ve namaza başı açık girmenin cevazına bu zayıf hadis gerekçe olamaz.

Mısırda Sünnetin yardımcısı olan bazı kardeşlerimizin, Hac’da ihramlı kimselerin başlarının açık olmasına kıyaslayarak bunun cevazına delil getirmelerine gelince, bu kardeşlerin bu kıyaslarından daha batıl bir şey okumadım! Bu nasıl olur ki, hacda başı açmak İslam şiarıdır ve başka ibadetlerin ona katılmadığı menasiklerdendir. Şayet zikredilen kıyas sahih olsaydı, namazda başı açmanın vacip olduğunun söylenmesi gerekirdi! Çünkü hacda bu vaciptir. Bu, onların bu kıyastan vazgeçmek dışında asla kaçamayacakları bir ilzamdır. Umulur ki bunu yaparlar. Yine Ali radiyallahu anh’den merfu olarak gelen şu hadisi delil getirmelerine gelince:

“Mescidlere başı açık olarak ve sarıklı olarak gelin. Zira sarıklar müslümanların taçlarıdır” Bu çok zayıf bir istidlaldir. Çünkü hadis çok zayıftır. Ben bunun uydurma olduğuna inanıyorum. Çünkü ravilerinden Meysera b. Abdirabbih, kendi itirafıyla, hadis uyduran birisidir. El-Iraki onun metruk olduğunu söylemiştir. El-Munavi, Şerhu’l-Camii’s-Sagir’de dedi ki: “Müellif zayıf olduğu için böyle işaret koydu. Lakin İbn Asakir’in şu lafızla rivayeti buna şahittir: “Mescidlere başı açık ve örtülü olarak gelin. Zira bu Müslümanların görünüşüdür.”

Derim ki:  Munavi, bu hadis şahit olmaya uygun mu, değil mi diye bakılabilecek bir isnadını zikretmemiştir.  Özetle hadis, en düşük ihtimalle çok zayıftır. Bu hadisle delil getirmek caiz değildir ve böyle bir hadise uyarmadan sükut etmek günahtır. Sonra bu lafızla hadisi İbn Adiy’de gördüm. O lafız da yine aynı uydurucu ravi yoluyla geliyor! İbn Asakir de onun tarikinden, farklı lafızla rivayet etmiş! Suyuti Cami’us-Sagir’de önceki lafızla zikretmiştir. İbn Adiy’in rivayetini ise Cami’ul-Kebir’de diğer lafızla zikretmiştir.  Münavi “Hadisin diğer bir isnadı var” diyerek yanılmış ve birincisini ikincisine şahit kılmıştır! Görünen o ki, İbn Asakir’in isnadını kendisi görmemiştir. Aksi halde bu karışıklığa düşmez ve Mısırdaki İslami Araştırmalar heyeti, Cami’ul-Kebir’i tahkik ederken, Munavi’yi taklid ederek (1/31-33) bu düşüklüğe düşmezdi. Şayet bu ikinci lafızın adı geçen uydurucu raviden salim olduğunu farzetseydik, yine ilk lafıza şahit olmazdı. Çünkü şahit rivayet, ne mevzu hadisi ne de çok zayıf hadisi tamir eder! Nitekim Munavi’nin kendisi başka bir hadis hakkında bu hususu zikretmiştir. Unutmayan insan çok azdır! Hadisin tahricini ed-Daife’de (no:1296) yaptım.

Huşu niyetiyle başı açık namaz kılmayı müstahap görmeye gekince, bu dinde delilsiz olarak, ancak şahsi görüşle bir bid’at uydurmaktır! Şayet bu doğru olsaydı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu yapardı. Şayet yapmış olsaydı mutlaka bize ondan rivayet edilirdi. Böyle bir şey nakledilmediğine göre bu bir bid’attir ve sakınmak gerekir. Geçen açıklamalardan anlaşıldı ki, müellif (Seyyid Sabık) namazda başı örtmenin daha faziletli olduğuna dair bir şey bulunmadığını söylüyor. Bu, mutlak olarak doğru değildir. Ancak özel bir delili kastediyor olabilir. Bu kabul edilebilir. Lakin az önce açıkladığımız umumi delilleri inkar edemez. Bu da, namaz için bu asırdan önce yaşayanlar tarafından bilinen, İslam’i görünüm ile süslenmektir. Umumi (genel kapsamlı) delil, buna aykırı bir delil olmadığında herkesin katında hüccettir. Bunu iyi düşünün!

Erkeklerin Başı Açık Gezmeleri Mürüvvetsizliktir


Erkeklerin başlarını örtmesinin hükmü nedir?

Şeyh Rebi b. Hadi’nin cevabı: Hac esnasında erkeklerin başlarını örtmeleri caiz değildir. Ama hac dışında başı örtmeye gelince mürüvvet (erdemlikik) kişinin başı açık yürümemesini gerektirir. Eğer başını açması kâfirlere benzemek oluyorsa bu da kötü bir durumdur.

Ben inanıyorum ki gençlerin çoğu bunu kâfirleri taklid ederek yapıyorlar. Aksi halde araplardan başını açan da vardır. Lakin onlar saçlarını toplarlar. Biz erkeklerin başlarını açmasının haram olduğunu söylemiyoruz, lakin başını örtmesinin mürüvvet olduğunu söylüyoruz.

Özellikle namazda insanın başını örtmesi gerekir. Nitekim İbn Ömer radiyallahu anhuma, azatlısı olan kölesinin – ki zannediyorum o Nafi’ rahimehullah idi - başı açık namaz kılarken görünce ona karşı çıkmıştır. Şöyle demiştir:

هذه الهيأة تقابل بها العظماء ؟ قال له : لا ,قال : فربّك أولى بالتعظيم (يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ )

“İleri gelenler seni bu şekilde kabul ederler mi?” O da:

“Hayır” dedi. İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Rabbin bu tazime daha layıktır. “Ey ademoğulları! Her secde yerinde ziynetlerinizi kuşanın” (Araf 31)  Başı örtmenin zinetlerden olduğunda şüphe yoktur. Allah size bereket versin.

Eğer başı açmak sıradan bir işse ve kafirleri taklid ve onlara benzemek söz konusu değilse bunun haram olduğunu söyleyemeyiz. Lakin daha layık ve daha şerefli olanın başını örtmen olduğunu söyleriz. Özellikle çarşılarda başı açık yürümek! Bu hiç yakışmaz!

Bu durumda bazı ülkelerde ortaya çıkan hali hatırladım. Ürdün’de ve başka ülkelerde… Ürdün’ün ilk kralı Abdullah, güzel bir risale yazmıştı. Ben onu okudum lakin kaybettim. Başı açmak hakkında, kafirleri taklit ettikleri açısından konuşuyor ve şiddetli sözler ediyordu. Bu konuda haklıdır da. Erkeklerin başlarını açmaları, kravat takmaları, pantolon giymeleri, kadınların giyim ve süslenmelerinde Allah’ın düşmanlarını taklid etmeleri gibi konulardan bahsediyordu. Vallahi bu müslümanlar adına büyük bir utançtır!

Vallahi müslümanlar yalnız kamil değil, en mükemmel akideye sahiptirler. Bunun manası kafirlerde akide bulunması değildir. Bilakis onlarda ancak şirk vardır. Lakin biz deriz ki: Müslümanlar en sahih akideye sahiptirler. Akideleri haktır. Onlar ise ahlaklarını İslam’dan taklid ederek miras almışlardır. Maalesef bütün diğer milletlerin müslümanların arkasından gelmeleri, müslümanların ahlaklarını taklid etmeleri, müslümanların adetlerine uymaları gerekirken, müslümanlar onları taklid ederek durum tersine dönmüştür. Zira müslümanların en önemli ahlakları ve en şerefli adetleri islam’dan kaynaklanmıştır. Arapların Cahiliyye’de nitelendikleri ahlaklarına gelince, onlarda sapıklık bulunmasına rağmen elbiseleri en hayırlı elbiseler idi, kadınlarına karşı – Allah’ın dilediği şekilde - kıskanç idiler. Hatta kişi kıskançlığında ileri giderek utancından kız çocuklarını gömüyordu. Bu kıskançlıkta aşırılıktır! Övülen kıskançlık ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Sa’d’ın kıskaçlığına hayret mi ediyorsunuz? Vallahi ben ondan daha kıskancım ve Allah da benden daha kıskançtır. Kıskançlığından dolayı Allah çirkinliklerin açığını da, gizlisini de haram kılmıştır.”  

Şu an çirkinlikler batıyı taklid eden müslümanların ortasında yaygınlaşmıştır ey kardeşlerim! Kadınlar hayasızlaşmış, erkeklerin elbiseleri Yahudi ve Hristiyanların elbiseleri gibidir. Hatta bazı ülkelerde Yahudi, hristiyan, Komunist ve müslüman arasında fark göremez, bunları birbirinden ayırt edemezsin. Herkesin elbisesi eşittir! Maalesefi’ş-şedid erkeklerle kadınlar arasında da fark yok! Yemelerinde, içmelerinde, uykularında, oturuşlarında, kalkışlarında, giyimlerinde ve her konuda müslümanların ayrıcalıklı olmaları, kafirlerden ayırt edilmeleri gerekir.  Hatta Ömer radiyallahu anh ve beraberindeki ashab zimmet ehliyle anlaşma yaptıkları zaman, onlara müslümanlardan ayrışmaları için birçok şartlar koşuyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yahudi ve Hristiyanlara siz selamla başlamayın! Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız onu yolun dar yerine sıkıştırın.”

Nasıl? Yani onlar hâkir bir şekilde kendi elleriyle cizye vermek zorunda kalacaklar. Niçin bu şekilde aşağılanıyorlar? Onlara karşı büyüklük taslamak için mi? Hayır, çünkü bu işler onlardan şerefli olanlarını İslam’a girmelerine iten birer sebep olur. Bu yüzden o zamanda Arap ülkelerinde bulunan Yahudilerin ve Hristiyanların birçoğu İslam’a girmişlerdir. Çünkü bazı insanlar zillet üzere kalmayı kabullenemezler ve bundan bir çıkış yolu ararlar. İzzetin, saadetin ve saygınlığın yolunu ararlar. Dünyada ve ahirette izzet İslam’a girmektedir. Kafirin bozuk akidesi bu zilleti yüklenmiştir. Düşünür, düşünür ve İslam’ın hak olduğunu anlar. Müslümanlar bu muameleyi yaptıkları için anlar ve bu kötü durumdan kurtulmak ister.”

22 Ocak 2018 Pazartesi

Akide Kitabı Tavsiyesi


Soru: Selamun Aleykum hocam İbn Useymin'in şerhi ile birlikte "Akidetu'l Vasıtıyye" isimli eseri almak istiyorum. Guraba yy. basmış, güvenilir mi? Veya başka basan var mı?
Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah. İbn Useymin’in Vasitiyye Akidesi şerhinin tercümesini daha önce ben de başka bir yayınevi için yapmıştım. İbn Useymin’in şerhinde Selef’in menhecine uymayan birçok problemli meseleler var.  Dolayısıyla eserin kendisi tavsiye edilmeyecek bir eserdir, hangi yayınevi olursa olsun. Böyle kitapları, akide ve menhec konusunda sahih bir menhec ve temkin sahibi olmayan ilim talebelerinin okumasını asla uygun görmem.
Sahih akideyi öğrenmek isteyenlere, Kur’an-ı Kerim’den sonra Buhari ve Muslim’in sahihleri ile hadislerinin sıhhati bilinebilen diğer hadis kitaplarından hadis okumalarını tavsiye ederim.

Bu hadis kitaplarını okurken, İbn Hacer el-Askalani, Zehebî, İbn Receb el-Hanbeli, İbn Kudame, Nevevî, Hattabî, Suyuti, İbn Hacer el-Heytemi, Azimabadi, Mubarekfurî, el-Leknevî, Seharenfuri, Dehlevî, Abdulmuhsin el-Abbad, Salih el-Fevzan, Rebi b. Hadi vb. gibi akidesinde bozukluk olan kimselerin şerhlerinden uzak durmalıdır.
Akide konusunda Hicri 300’lü yıllardan sonraki müelliflerin eserlerini tavsiye etmem. İbn Batta, el-Hallal, el-Lalekai, İbn Ebi Asım, İbn Huzeyme, el-Âcurrî, Abdullah b. Ahmed, Kıvamu’s-Sunne İsmail el-Asbahani gibi alimlerin menhece dair eserlerini tavsiye etmemiz ise, bu eserlerin seleften rivayetleri isnadlarıyla bize aktarıyor olmaları sebebiyledir.
İbn Hazm, İbn Abdilberr, İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Muhammed b. Abdilvehhab, Sıddık Hasen Han, Şevkani, İbn Baz, el-Elbani vb. (Allah hepsine rahmet etsin) gibi itikatlarında şaibeler bulunan âlimler’den ancak doğru menhec sahibi ilim ehlinin, onların isabet ettiklerini tespit ettikleri noktalarda faydalanılır, yine güvenilir ilim ehlinin tespit ettikleri hatalarından sakınmak gerekir. Diğer ifadeyle seleften aktardıkları alınır, kendi görüşleriyle ortaya attıkları yeni fikirlerinden sakınılır. Zira adı geçen alimlerin gerek isim ve sıfatlar tevhidinde, gerek akidenin iman/küfür meselelerinde ve gerekse vela ve berâ menhecinde selefe muhalif düştükleri hataları bulunmaktadır.  
Sonrakilerin eserleriyle akide öğrenilmez. Bilakis Selef’in doğru akidesi öğrenildikten sonra, sonrakilerin izahları, hadis ilminde uzman olan, ilmine ve takvasına güvenilen alimler tarafından Kitap ve Sünnetten ibaret vahye arz edilir, isabetli olan alınır, hatalı olan atılır.

Kişi hadis alimi değilse veya güvenilir bir hadis aliminin kontrolünde bulunmuyorsa sonrakilerin kitaplarından uzak durmalı, selefin kitaplarına veya seleften sağlam nakiller yapan kitaplara müracaat etmeli, âlim olmayan ve takvasına güvenilmeyen kimselerin saptırıcı tavsiyelerine uymamalı, ilim ehli olmayanlar sınırlarını bilip - bid'at ehlinden oluşunda ittifak olanlar dışında - ilim ehlinin hataları hakkında ileri geri konuşmamalı, ilim ehlinin hatalarını reddetmeyi yine ilim ehline bırakmalı ve halefin şaibelerine bulaşmaktan kendisini korumalıdır.

14 Ocak 2018 Pazar

Tesettürü Terk Eden Kadınlara Bakışın Hükümleri

İslam, müslüman kadınlara tüm vücutlarını örtmelerini emrederek onlara hürmet ve saygınlık tanımış, bu haslet ile eziyete maruz kalmaktan onları korumuştur. Ancak münafık kadınlar, Allah’ın bu emrini terk etmişler, cahiliyyenin teberrücü gibi açılıp saçılmaları yaygınlaşmıştır. Bu asırda, İslam’ın emri olan örtüyle bütün vücutlarını örtenler dışında, müslüman bir kadını,  kâfire ve müşrike bir kadından ayırmak imkânsız hale gelmiştir.
Bunun sonucu olarak da müslüman erkekler, müslüman olduğunu iddia ettikleri halde cahiliyye kadınlarına benzereyek ellerini ve yüzünü açan kadınları, hatta kitapsız kâfirlere benzeyerek saçlarını, bacaklarını ve başka yerlerini açan kadınları alışveriş mekânlarında, toplu taşıma vasıtalarında, iş yerlerinde ve çeşitli ortamlarda görmek zorunda kalır hale gelmişlerdir. Yine İslam dinine mensup olmayıp, tesettürsüz bulunan kadınları da görmektedirler.
Bu yüzden, İslam’ın müslüman hür kadınlara tanıdığı bir saygınlık olan tesettürü terk eden bu kadınların birçok ortamlarda görülüyor olması, Allah’tan sakınan erkeklerin, bu tür kadınlara karşı bakışlarının fıkhî hükmünü bilmelerini zorunlu kılmaktadır.
Kitap ve sünnette, hür olan kitap ehli kadınların veya diğer kâfire kadınların avretinin, hür müslüman kadının avreti gibi olduğuna dair sarih bir nas gelmemiştir.
Bazı âlimler: “Ey nebi! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına cilbablarını üzerlerinden sarkıtmalarını söyle” (Ahzab 59) ayetini delil getirerek, erkeğin bakışlarını sakınmalarının müslüman kadınlar hakkında vacip olduğunu söylemişler ve burada “ve mü’minlerin kadınlarına” ifadesine tutunmuşlardır. Ayetteki cilbab emri mü’min kadınlara hastır.
İslâmî fetihler, sahabe, tabiin ve sonrakilerin zamanlarında artınca oralarda gayri müslimlerden birçok ümmetler bulmuşlar, onların kadınlarına hicab zorunlu kılınmamıştır.
İlk devirlerdeki gayri müslime kadınların örtünmemeleri ve onlara bakmanın hükmü hakkında bazı rivayetler gelmiştir.
1- Enes radıyallahu anh Hayber gazası ile ilgili kıssayı rivayet ederken diyor ki; "Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, esirler arasında kendisi için Safiye'yi seçmişti. Sahabeler dediler ki;
“Onu evlenmek için mi yoksa cariye olarak mı aldığını nasıl bileceğiz?” dediler ki;
“Eğer onu örterse anlarız ki evlenmek için almıştır, örtmezse cariye olarak almış demektir.” Devenin üzerindeki örtülü hevdece bindi ve onu evlenmek için ayırdığını anladılar. Diğer rivayette;
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun üstünü örttü. Terkisine bindirdi, şalını Safiye'nin yüzüne ve beline sardı"[1] şeklinde geçer.
Bu rivayet, gayri muslime kadınların örtülü olmadıkları ve yüzlerini de örtmedikleri hususunda açıktır. Ancak müslüman, hür kadınlar yüzlerini örtüyorlardı.
2- Enes b. Malik radiyallahu anh dedi ki:
كُنَّ إِمَاءُ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ يَخْدِمْنَنَا كَاشِفَاتٍ عَنْ شُعُورِهِنَّ تَضْرِبُ ثُدِيُّهُنَّ
“Ömer radiyallahu anh’ın cariyeleri bize saçları açık ve göğüsleri üzerine saçlarını salmış olarak hizmet ederlerdi.”[2]
Bu rivayet, hür olmayan, gayri müslime cariyelerin sahabe asrında saçlarının ve yüzlerinin açık olduğu hususunda sarihtir. Onlara mücerret bakış yasaklanmış değildir.
3- Ali radiyallahu anh’den şöyle rivayet edilmiştir:
لَيْسَ لِنسَاء أهل الذِّمَّة حُرْمَة لَا بَأْس بِالنّظرِ إلَيْهِنَّ مَا لم يتَعَمَّد
“Zimmet ehli kadınları için hürmet yoktur. Kasıtlı olmadıkça onlara bakmakta da sakınca yoktur.”[3]
Deylemi bunu isnad zinciri olmaksızın rivayet etmiştir. el-Ca’feriyyat kitabında şu isnadla zikredilir:
Abdullah (b. Muhammed İbnu’s-Saka) – Muhammed (b. Muhammed b. Eş’as el-Kufî) – Musa (b. İsmail b. Musa b. Cafer) – o babasından (İsmail b. Musa b. Ca’fer’den) - o da babasından (Musa b. Cafer el-Kazım’dan) – o da dedesi Cafer b. Muhammed’den, o babasından (Muhammed b. Ali el-Bâkır’dan), o da dedesi Ali b. el-Huseyn’den, o da babasından, o da Ali radiyallahu anh’den rivayet etti: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
ليس لنساء أهل الذمّة حرمة، ولا بأس بالنظر الى وجوههنّ وشعورهنّ ونحورهنّ وبدنهنّ، ما لم يتعمد ذلك
Zimmet ehli kadınların hürmeti yoktur. Kasıtlı olmadıkça onların yüzlerine, saçlarına, boyunlarına ve bedenlerine bakmakta sakınca yoktur.”[4]
Ali radıyallahu anh'den bu rivayet sabit olmamıştır. Bu iki rivayetin isnadında geçen Muhammed b. Muhammed b. el-Eş’as el-Kufi hakkında İbn Adiy şöyle demiştir:
“Ondan hadis yazdım. Şiiliğe şiddetli meyli vardı. Bana Musa b. İsmail b. Musa b. Cafer es-Sadık – babası – dedesi – babası yoluyla bin kadar hadis bulunan ve çoğunluğu münker rivayetler olan bir nüsha çıkardı… Bu nüshada metinleri dürüst kimselerin metinlerine benzeyen haberler de vardır. Kendisi bu nüshadan dolayı itham ediliyordu. Ben o nüshanın bir aslını bulamadım. Bize sanki dün yazılmış gibi yeni olan, taze yazılmış bir yazıyla çıkarmıştı.”[5]
Böylece İbn Adiy, el-Ca’feriyyat adıyla bilinen “el-Eş’asiyyat” adlı bu kitabın uydurma olduğuna dikkat çekmiştir.
Şialar ise, el-Caferiyyat kitabının, Ebu Nuaym Muhammed b. İbrahim – Ahmed b. Muzaffer el-Attar – Abdullah b. Muhammed İbnu’s-Saka gibi sünnî raviler yoluyla rivayet edilmiş olduğu gerekçesiyle bu kitabı hüccet görmemektedirler.[6]
4- Ed-Dulabi, Amr b. Ali’den, o da sika olan Mufaddal b. Yunus Ebu Şu’be’den rivayet ediyor: Dedi ki:
“Galib el-Kattan geldi ve dedi ki: “el-Hasen (el-Basri)’ye şöyle sordum:
إِنَّا نَبِيعُ الْقُطْنَ فَيَأْتِينَا نِسَاءُ أَهْلِ الذِّمَّةِ فَنَرَى شُعُورَهُنَّ؟ قَالَ: لَيْسَ بِهِ بَأْسٌ
“Biz pamuk alışverişi yapıyoruz. Bize zimmet ehli kadınlar geliyor ve biz onların saçlarını görüyoruz.” Dedi ki:
“Bunda bir sakınca yoktur.”[7]
Bu rivayet, zimmet ehli kadınların, yani Müslümanların devletinde vergi vererek yaşayan Yahudi ve Hristiyan kadınların çarşılarda saçlarını ve yüzlerini açtıklarını, onlara şehvetsiz olarak bakmanın, tabiinin büyüklerinden, âlimlerinden ve zahidlerinden olan Hasen el-Basrî rahimehullah’a göre caiz olduğunu ifade etmektedir.
“Şehvetsiz olarak” şeklindeki kayıt, rivayet metninin akışından alınmıştır. Çünkü sakınca olmadığı belirtilen bakış, alış veriş esnasındaki bakıştır. Yine fitneye düşürücü şekilde şehvetle bakmanın haram olduğunda icma vardır. Hasen el-Basri rahimehullah’tan gelen bu rivayet, onların zamanındaki durumu anlatmaktadır.
5- Mustagfir el-Becelî dedi ki: “İbrahim (en-Nahâî)’ye şöyle sordum:
إِنَّا نُبَايِع العلوج بِهَذِهِ الكرابيس فنرى بطونهن وأشعارهن فَقَالَ لَيست لَهُنَّ حُرْمَة
“Biz çarşıda şu pamuklu kumaşları satıyoruz. Kadınların karınlarını ve saçlarını görüyoruz.” İbrahim en-Nahaî rahimehullah dedi ki:
“Onların bir hürmeti yoktur.”[8]
6- İbn Kesir rahimehullah, Tefsir’inde şöyle naklediyor: Sufyan es-Sevri’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
لَا بَأْسَ بِالنَّظَرِ إِلَى زِينَةِ نِسَاءِ أَهْلِ الذِّمَّةِ، إِنَّمَا يُنْهَى عَنْ ذَلِكَ لِخَوْفِ الْفِتْنَةِ؛ لَا لِحُرْمَتِهِنَّ، وَاسْتَدَلَّ بِقَوْلِهِ تَعَالَى: {وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ}
“Zimmet ehli kadınların ziynetine bakmakta sakınca yoktur. Bu, onlara bakışın haram olduğundan değil, ancak fitne korkusuyla yasaklanmıştır.” Burada “Mü’minlerin kadınları” (Ahzab 59) kavliyle delil getirmiştir.”[9]
İbn Kesir, Sufyan es-Sevri’ye ulaşan bir isnad zikretmemiştir. Başka bir yerde de isnadını bulamadım.
7- İsmail b. Said’den: “Ahmed b. Hanbel rahimehullah dedi ki:
الزينة الظاهرة الثياب، وكل شيء مِنْهُ اعورة، يعني: المرأة، حتى الظفر ولا نقول فِي نساء أهل الذمة شيئا
“Görünen ziynet elbisedir. Kadının her şeyi avrettir, hatta tırnağı bile. Zimmet ehlinin kadınları hakkında da bir şey söylemeyiz.”[10]
İmam Ahmed, zimmet ehli kadınların avretinin sınırları hususunda bir şey söylemeden tevakkuf etmiştir. Şayet ona göre, kadınlara tesettürü emreden ve yabancı kadına bakışı yasaklayan naslar, kâfire kadınları da kapsıyor olsaydı İmam Ahmed rahimehullah bu şekilde duraklamazdı.
8- İbn Ruşd’un zikrettiğine göre İmam Malik’e zimmet ehli kadınlara bakmak hakkında sorulunca, onlara bakmanın caiz olmadığına fetva vermiştir.[11]
Bu da gösteriyor ki, zimmet ehli kadınlar saçları açık vaziyette idiler. Bu yüzden imam Malik erkeklerin onlara bakmalarını caiz görmemiştir.

Sonuçlar

1- Geçen nakillerden anlaşıldığı üzere hür olan kâfire kadınların avret sınırlaması hususunda muteber bir hilaf vardır. Gayri müslime kadınlara bakışın hükmü şehvetle kayıtlıdır. Şehvetle bakış haramdır.
2- Kâfire kadınlara şehvetsiz bakışı haram kılan sarih bir nas yoktur.
3- Tesettürlü, hür müslüman kadına ise şehvetsiz olarak dahi bakmak caiz değildir. Zira kadın tesettürlü olsa dahi, ona bakışı devam ettirmek yasaklanmıştır. Bu, tesettürlü müslüman kadının hürmetinden dolayıdır. Yine münafık ve kafire kadınlara bakışı devam ettirmek de şehvete sebep olacağı için yasaktır.
Cerir radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e aniden (yabancı kadına) bakışın hükmünü sordum; “Yüzünü derhal başka tarafa çevir” buyurdu.” Diğer lafzında: “gözümü çevirmemi emretti” şeklindedir[12]
Burayde radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
يَا عَلِىُّ لاَ تُتْبِعِ النَّظْرَةَ النَّظْرَةَ فَإِنَّ لَكَ الأُولَى وَلَيْسَتْ لَكَ الآخِرَةُ
"Ey Ali! Bir bakışına bakış ekleme, zira birincisi lehine ise de ikincisi lehine değildir."[13]
Ali radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا تُتْبِعِ النَّظْرَةَ النَّظْرَةَ فَإِنَّ لَكَ الأُولَى وَلَيْسَتْ لَكَ الآخِرَةُ
Bir bakışına diğer bir bakış ekleme. Zira birincisi lehine ise de diğeri lehine değildir.”[14]
Bu hadislerde karşı cinse bakma yasağı erkekleri de, kadınları da kapsamaktadır ve bakışın şehvetli ya da şehvetsiz olması arasında fark yoktur. Nitekim Nur suresinde erkeklere de, kadınlara da bakışlarını kısmaları emredilmiştir. Bu rivayetler, tesettürlü müslüman kadınlara bakmayı da yasaklamaktadır. Bu da ev ya da dersane gibi ortamlarda kadının hicaba bürünerek erkeklerin yanına çıkmasının yeterli olmadığını, arada her iki tarafın birbirlerini görmesini engelleyen bir perdenin ya da duvarın bulunması gerektiğini gösterir.
el-A’la b. Ziyad rahimehullah der ki; “Şöyle denilirdi: “Kadının elbisesinin güzelliğine bakmaya devam etme! Zira bakış kalpte şehvete sebep olur”[15]
4- Kâfire veya tesettürü terk etmiş münafık kadınların ise böyle bir hürmeti yoktur. Dolayısıyla onlara şehvetsiz olarak bakmakta sakınca yoktur.
Hanefi fıkıh kitaplarında şöyle zikredilir: “Ömer radiyallahu anh ağıt yakılan bir eve girerek ağıt yakan bir kadına, örtüsü düşene kadar kamçıyla vurmuş, ona bu durum söylenince:
لا حرمةَ لها بعد اشتغالها بالمحرم، والتحقت بالإماء
“Haram ile meşgul olmasından sonra hürmet yoktur. O cariyeler gibidir” demiştir.[16]
İsnadsız olarak böylece zikredilmiştir. Bu kıssayı İbn Şebbe, El-Evzai rahimehullah’tan şöyle rivayet etmiştir: “Bana ulaştığına göre Ömer radiyallahu anh bir evde ağlama sesi işitmiş ve yanında biriyle oraya girmiş. Ağıtçı kadının örtüsü düşene kadar ona vurmuş Bir adam araya girip onu düzeltmiş ve şöyle demiş:
“Ona vur, zira ağıtçı bir kadındır. Onun hürmeti yoktur…”[17] Evzai’ye kadar isnadı sahihtir, lakin el-Evzai muallak olarak rivayet etmiştir. Dolayısıyla bu mu’dal/çok zayıf bir isnaddır.
Buna benzer bir kıssa sahih isnadla Enes b. Malik radiyallahu anh’den şu şekilde rivayet edilmiştir:
دَخَلَتْ عَلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ أَمَةٌ قَدْ كَانَ يُعَرِّفُهَا لِبَعْضِ الْمُهَاجِرِينَ أَوِ الأَنْصَارِ وَعَلَيْهَا جِلْبَابٌ مُتَقَنِّعَةً بِهِ فَسَأَلَهَا: عَتَقَتِ؟ قَالَتْ: لاَ  قَالَ: فَمَا بَالُ الْجِلْبَابِ؟ ضَعِيهِ عَنْ رَأْسِكَ إِنَّمَا الْجِلْبَابُ عَلَى الْحَرَائِرِ مِنْ نِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ فَتَلَكَّأَتْ فَقَامَ إِلَيْهَا بِالدَّرَّةِ، فَضَرَبَ بِهَا رَأْسَهَا حَتَّى أَلْقَتْهُ عَنْ رَأْسِهَا.
“Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’ın yanına bir cariye girdi. Onu, muhacirlerden veya Ensar’dan birine ait bir cariye olarak biliyordu. Üzerine yüzünü de örttüğü bir başörtüsü vardı. Ona:
“Azat mı edildin?” dedi. Cariye:
“Hayır” dedi. Ömer radiyallahu anh:
“Üzerindeki bu cilbab nedir? Onu başından çıkar. Cilbab ancak müminlerin hür kadınları içindir” dedi. Kadın ağır davranınca Ömer radiyallahu anh kalkıp kamçısını aldı, onu başından çıkarana kadar vurdu.”[18]
Fakih Ebu Bekr el-Belhî, nehir kenarında başları ve kolları açık kadınlar görünce ona: “Bunu nasıl yaptın?” denilmiş, o da şöyle demiştir:
لا حرمةَ لَهُنَّ إنّما أشكُّ في إيمانهنَّ كأنَّهنَّ حَرْبيّات
“Onların hürmeti yoktur. Ancak onların imanlarından şüphe edilir. Sanki onlar harp ehli (kâfire) kadınlar gibidirler.”[19]
5- Şehvetli bakışa gelince, bakılan kadın ister tesettürlü müslüman kadın olsun, ister tesettürsüz Müslüman kadın olsun yahut kâfire bir kadın olsun bu yasaktır. Çünkü Allah Azze ve Celle, zinaya yaklaşmayı yasaklamıştır. Şehvetli bakış ise fitneye düşürücüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَا إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا
Zinâya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ 32)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَلَى كُلِّ نَفْسٍ مِنِ ابْنِ آدَمَ كُتِبَ حَظٌّ مِنَ الزِّنَا أَدْرَكَ ذَلِكَ لَا مَحَالَةَ، فَالْعَيْنُ زِنَاهَا النَّظَرُ، وَالرِّجْلُ زِنَاهَا الْمَشْيُ، وَالْأُذُنُ زِنَاهَا السَّمَاعُ، وَالْيَدُ زِنَاهَا الْبَطْشُ، وَاللِّسَانُ زِنَاهُ الْكَلَامُ، وَالْقَلْبُ يَتَمَنَّى وَيَشْتَهِي وَيُصَدِّقُ ذَلِكَ أَوْ يُكَذِّبُهُ الْفَرْجُ
Âdemoğullarından her kişiye zinadan mutlaka erişeceği nasibi yazılmıştır. Gözün zinası bakmak, ayağın zinası yürümek, kulağın zinası dinlemek, elin zinası tutmak, dilin zinası konuşmak, kalbin zinası arzu etmektir. Cinsel organ bunu ya doğrular, ya da yalanlar.”[20]
İbn Mes’ud radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
الْعَيْنَانِ تَزْنِيَانِ وَالْيَدَانِ تَزْنِيَانِ، وَالرِّجْلَانِ تَزْنِيَانِ، وَالْفَرْجُ يَزْنِي
“Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, cinsiyet uzvu zina eder.’[21] Ebu Musa radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
أَيُّمَا امْرَأَةٍ اسْتَعْطَرَتْ فَمَرَّتْ عَلَى قَوْمٍ لِيَجِدُوا رِيحَهَا فَهِيَ زَانِيَةٌ، وَكُلُّ عَيْنٍ زَانِيَةٌ
 "Herhangi bir kadın koku sürünür de dışarı çıkarsa ve erkekler de bu kokuyu duyarsa o kadın zina etmiştir. Her göz de zina edicidir."[22]
6- Yahudi ve Hristiyanların dinlerinde de tesettür hükmü vardır. Hatta fıtrat, kitapsız olan bazı kavimlerde dahi kadınların örtünmesine çağırdığından tesettüre riayet eden kâfire kadınlar da görmek mümkündür. Yine Rafızi İran’lılar gibi bazı zındık kadınlar da tesettüre riayet etmektedirler. Suud devleti de, ülkede çalışan gayri müslime kadınlara hicabı zorunlu kılmaktadır. Tesettürlü olan kâfire kadına bakışı devam ettirmeye gelince – şehvet söz konusu olmadıkça - bunda da sakınca yoktur. Zira onun müslüman kadın gibi bir hürmeti yoktur.




[1] Sahih. İbn Sad (8/87)
[2] Sahih. Beyhakî Sunen (3222) Ma’rife (3/146) el-Elbani İrvau’l-Galil (6/204)
[3] Çok Zayıf. Deylemi (5264) el-Caferiyyat (82) Mustedreku’l-Vesail (14/276 no: 16706)
[4] Çok zayıf. El-Caferiyyat (s.218) Mustedreku’l-Vesail (14/277 no:16707)

[5] İbn Adiy, el-Kamil (7/565)

[7] Sahih. Ed-Dulabî el-Kuna (2/638 no:1139)

[8] Sahih. Ed-Devrî, Tarihu İbn Main (4/331 no: 4649)
[9] İbn Kesir, Tefsir (6/482)
[10] Hallal, Ahkamu Ehli’z-Zimme (1081)

[11] İbn Ruşd, el-Beyan ve’t-Tahsil (4/187, 18/310)
[12] Sahih. Müslim (2159) Ebu Davud (2148) Tirmizi (2776) Hâkim (2/396) Beyhaki (7/90) Ahmed (4/358, 361) Tayalisi (672) Taberani (2/337) Darimi (2/361) Veki Zühd (474) İbn Katan İhkâmu’n-Nazar (s.71) İbn Ebi Şeybe (3/409)
[13] Hasen. Ebu Davud (2149) Tirmizi (2777) Ahmed (5/351, 353, 357) İbn Ebi Şeybe (4/6) Hâkim (2/212) Bezzar (10/285) Ru’yani (22) el-Elbanî Sahihu’t-Tergib (2/189)
[14] Hasen. İbn Hibbân (12/381) Hâkim (3/133) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (2/108-109) Ahmed (1/159) Darimi (2/386) Bezzar (2/280, 3/121) Taberani Evsat (1/209)

[15] Sahih. İbn Ebi Şeybe (3/409)
[16] Zayıf. İbn Nuceym Bahru’r-Raik (8/142) Fetava’l-Bezzaziye (6/440) Allame Dede Efendi, Siyasetname (s.52) Haşiyetu Reddi’l-Muhtar (4/233)

[17] Zayıf. İbn Şebbe, Tarihu’l-Medine (3/799)
[18] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (2/135) el-Elbani İrvau’l-Galil (6/204)
[19] Fetava’l-Bezzaziye (6/440) İbn Nuceym Bahru’r-Raik (8/142) Allame Dede Efendi, Siyasetname (s.52)

[20] Hasen. İbn Hibban (10/269) Hâkim (2/511) Ahmed (2/379) Ebû Dâvûd (2154)
[21] Sahih. Ahmed, (1/412) İbn Ebî Şeybe Musned (384) Ebû Ya'lâ (9/246) Bezzar (5/332) Taberânî (10/155) Tahavî Şerhu Muşkili’l-Âsâr (2711) eş-Şâşî Musned (371-373) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (2/98) İbn Bişran Emali (148) el-Elbânî Sahîhu’l-Câmi‘ (4126).

[22]  Sahih. İbn Huzeyme (1681) İbn Hibbân (10/270) Müslim (salat,143) Ahmed (4/400, 413, 418) Hakim (2/396) Ebu Davud (4173) Tirmizi (2786) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9558) Darimi (2649) Deylemi (6133) Beyhaki (3/133) İbn Asakir (4/199)

12 Ocak 2018 Cuma

Sahih Tefsir'in Diğer Tefsirlerden Farkı ve Üstünlüğüne Örnek

İbrahim Aleyhisselam’ın “Bu benim rabbimdir” sözü hakkında
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Biz İbrahim’e yakîn sahiplerinden olsun diye göklerin ve yerin melekûtunu böylece gösteriyorduk. Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu rabbimdir” O kaybolunca da: “Ben kaybolanları sevmem” demişti. Ardından ayı doğarken görünce: “Bu rabbimdir” demişti. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapanlardan olurdum.” demişti. Sonra güneşi doğarken görünce: “Bu rabbimdir, bu daha büyük” demişti. O da batınca: “Ey kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuzdan uzağım.” demişti. “Muhakkak ki ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 75-79)

Ayetlerin Tefsirinde Selefin İttifak Etmeleri

İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Melekût’tan kastedilen; güneş, ay ve yıldızlardır. İbrahim aleyhi's-selâm yıldızı görünce
“Bu rabbimdir” dedi ve yıldız kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Yıldız kaybolunca:
“Ben sönenleri sevmem” dedi. Sonra ayı gördü ve
“Bu rabbimdir” deyip, kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Ay kaybolunca:
“Eğer rabbim beni hidayet etmeszse elbette sapan topluluktan olurum” dedi. Güneşi görünce:
“Bu rabbimdir, bu daha büyük” dedi ve kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Güneş de kaybolunca:
“Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi.”[1]
Mucahid rahimehullah dedi ki: “Melekût’tan kasıt göklerin ve yerlerin ayetleridir. İbrahim aleyhi's-selâm’a yedi kat gök yarıldı ve bakışları Arş’a varıncaya kadar semaya, semadakilere baktı. Yedi kat yer kendisine yarıldı ve içindekilere baktı.”[2]
Katade rahimehullah dedi ki: “Bize anlatıldığına göre İbrahim aleyhi's-selâm zorba bir idareciden kaçırılıp yerin altında bir mahzene konuldu. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim aleyhi's-selâm mahzenden dışarı çıkınca Allah ona, göklerin melekûtunu gösterdi. İbrahim aleyhi's-selâm dağları, denizleri, nehirleri, ağaçları, bütün hayvanları ve yaratıkları gördü.
Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve “İşte bu benim rabbim!” demişti. Yıldız batınca: “Kaybolanları sevmem” dedi.” (En’am 76) Yıldız yatsı vakti çıkmıştı ve batınca, Rabbinin daim olduğunu ve yok olmayacağını bildi.
Ardından ayı doğarken görünce “İşte bu benim rabbim” dedi. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmezse elbette sapanlardan olurdum” dedi. Güneşi doğarken görünce
İşte bu benim rabbim! Bu daha büyük” dedi.” (En’am 77-78) Yani güneş yıldızdan ve aydan daha büyük ve daha parlaktır dedi.”[3]
Es-Suddî rahimehullah dedi ki: “İbrahim aleyhi's-selâm yeryüzünün doğusuna hükmeden Nemrud b. Kenan b. Kuş b. Sam b. Nuh zamanında yaşamıştır. Nemrud rüyasında güneşin ve ayın ışığını bastıran bir yıldız görünce bundan korktu ve sihirbazlarla kâhinleri çağırıp onlara bunun yorumunu sordu. Ona:
“Senin idaren altında olan yerden seni ve mülkünü yok edecek biri çıkacak” dediler. Nemrud o zaman Babil’de idi ve kadınları orada bırakıp erkekleri yanına alarak başka bir şehire gitti. Doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Şehirde bir işi çıkınca bu işi için sadece Azer’e güvendi ve onu şehre göndererek:
“Sakın ailenle birlikte olma” dedi. O da:
“Ben dinimi bu yolda feda edemeyecek kadar kuvvetliyim” dedi. Azer şehre gidip hanımını görünce, nefsine hâkim olamadı ve onunla birlikte oldu. Hanımıyla Kufe ile Basra arasında Ur denilen şehre kaçtı. Hanımını bir mahzene koyup belli aralıklarla ihtiyaçlarını giderdi. Uzun zaman geçip de Nemrud’a bir şey olmayınca Nemrud:
“Sihirbazlar yalan söyledi, memleketinize geri dönün” dedi. Herkes geri dönünce İbrahim aleyhi's-selâm doğdu. O büyüyüp geliştiğinde Nemrud olanları unutmuştu. İbrahim aleyhi's-selâm’ı anne ve babasından başka kimse görmedi. Azer arkadaşlarına:
“Benim gizlediğim bir oğlum var, onu getirsem krala haber verir misiniz?” dedi. Onlar:
“Hayır” dediler. Azer gidip İbrahim aleyhi's-selâm’ı mahzenden çıkardı. İbrahim babasına gördüğü yaratıkların isimlerini soruyor, o da söylüyordu. İbrahim:
“Bu yaratıkların muhakkak bir rabbi olmalı” dedi. Mahzenden güneş battıktan sonra çıkmıştı. Başını semaya kaldırınca yıldızı gördü ve:
Bu benim rabbim” dedi. Yıldız kaybolunca
Ben kaybolanları sevmem” dedi. İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki:
“İbrahim mahzenden ayın sonunda çıktığı için yıldızdan önce ayı göremedi. Gecenin sonunda ayın doğduğunu görünce
Bu benim rabbim” dedi. Ay kaybolunca:
Rabbim beni hidayet etmezse and olsun ki sapanlardan olurum” dedi. Sabah olup güneşi doğarken görünce
Bu benim rabbimdir, bu daha büyük” dedi. Güneş kaybolunca:
Ey kavmim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi. Allah Teâlâ ona:
Teslim ol buyurduğunda, o: “âlemlerin rabbine teslim oldum” dedi. (Bakara 131) Bundan sonra İbrahim aleyhi's-selâm kavmini İslam’a davet edip uyarmaya başladı. Babası put yapar ve satması için onları oğluna verirdi. İbrahim aleyhi's-selâm bunları satarken:
“Hiçbir zararı ve faydası olmayan şeyleri kim satın alır?” diye bağırırdı. Diğer kardeşleri putları satıp dönerken, İbrahim satamadan dönerdi. Sonra İbrahim Aleyhi's-selâm babasını:
Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (Meryem 42) diyerek İslam’a davet etti. Sonra putların bulunduğu eve gidip onların büyük bir salonda olduğunu, büyük bir putun da salonun kapısına doğru döndürülmüş olduğunu gördü. Büyük putun yanında ondan daha küçük bir put ve diğerleri de aynı şekilde büyükten küçüğe yan yana kapının yanına kadar dizilmişti. Putperestler, putların önünde bayramdan dönüşleri sırasında yemek maksadıyla yemek bırakırlar ve:
“Döndüğümüzde ilahlarımızın bereketi yemeğimize geçer ve yemeği böyle yeriz” derlerdi. İbrahim aleyhi's-selâm putlara ve önlerindeki yemeğe bakıp:
“Yemez misiniz?” dedi. Putlar cevap vermeyince:
Size ne oldu da konuşmuyorsunuz?” (Saffat 92) diye sordu. Sonra gidip kavmini davet ederek uyarmaya başlayınca onu eve hapsettiler ve onu yakmak için çokça odun topladılar. Yakılan odun yığını o kadar çoktu ki yakınından uçan kuşların kanatları ateşin hararetinden yanıyordu. İbrahim aleyhi's-selâm’ı alıp ateşe atacakları yapının üzerine çıkardılar. İbrahim aleyhi's-selâm başını semaya kaldırınca, sema, yer, dağlar ve melekler:
“Ey rabbimiz! İbrahim senin için yakılacak mı?” dediler. Allah Teâlâ:
“Ben onun durumunu sizden daha iyi bilirim. Eğer sizden yardım isterse ona yardım edin” buyurdu. İbrahim aleyhi's-selâm başını semaya kaldırınca:
“Allah’ım! Semada sen teksin, ben de yerde (iman eden) tek kişiyim. Yerde sana benden başka ibadet eden yoktur. Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” dedi. Onu ateşe attıklarında Cibril aleyhi's-selâm ateşe:
Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol” (Enbiya 69) buyurdu. İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
“Eğer Cibril ona sadece serin olmasını söyleyip zararsız da olmasını söylemeseydi İbrahim aleyhi's-selâm soğuktan ölürdü. O gün yeryüzünde sönmeyen hiçbir ateş kalmadı. Bütün ateşler kendisinin sönmesinin emredildiğini zannetti. Ateş sönünce İbrahim aleyhi's-selâm’a baktılar ve yanında başka bir adamın da olduğunu gördüler. İbrahim aleyhi's-selâm’ın başı o adamın kucağında ve bu kişi İbrahim aleyhi's-selâm’ın yüzündeki teri siliyordu. Söylendiğine göre o adam gölgelerle görevli olan melekti. Sonra Allah yeryüzüne yeniden ateş indirdi ve insanlar o ateşten faydalandılar. İbrahim aleyhi's-selâm’ı ateşe atanlar onu çıkarıp kralın yanına götürdüler. İbrahim aleyhi's-selâm daha önce kralın yanına girip konuşmamıştı.”[4]
Selef’in bu ayetler hakkındaki tefsirleri bu şekildedir ve aralarında bir ihtilaf yoktur. İbrahim aleyhi's-selâm Allah Azze ve Celle’den hidayete yönlendirilme talebinde bulunduğu sırada bunları söylemiştir.
İbn Abbas radiyallahu anhuma, “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur 35) ayetinin tefsirinde de şöyle demiştir:
“Allah yer ve gök ehlinin hidayet edicisidir. Müminin kalbindeki hidayeti kandil ışığı gibidir. Müminin kalbi, daha kendisine ateş değmeden parlayan saf yağlı kandil gibidir. Ona ateş değdiği zaman ışığı daha da artar. O daha kendisine ilim verilmeden hidayetle iş yapar. İlim verildiği zaman da hidayet üstüne hidayet, nur üstüne nur olur. Nitekim İbrahim aleyhi's-selâm da kendisine bilgi gelmeden önce yıldızı görünce:
Bu benim rabbimdir” demişti. Daha önce hiçkimse ona bir rabbi olduğunu söylememişti. Allah ona rabbi olduğunu haber verince hidayeti daha da arttı.”[5]

Halefin Selefe Muhalefet Edip İhtilaf Etmeleri

Halefe gelince, onlar bu tefsiri reddetmişler ve bu durumun nebilerin makamına yakışmadığını iddia etmişlerdir! Sanki onlar Allahı, nebilerini ve rasullerini, onlara layık olanları ve olmayanları sahabe ve tabiin’den daha iyi biliyorlarmış gibi bu iddiada bulunuyorlar!
Es-Sem’ânî şöyle dedi: “Bu benim rabbimdir” dedi” kavli hakkında denildi ki:
Bunu küçüklüğünde, sözünün nereye vardığını bilmediği sıralarda söylemişti.” Yine denildi ki:
Bununla ancak delil getirdi. Delil getirme sırasında bu sözleri söylemenin ona bir zararı olmadı.”
Bu iki görüş zayıftırlar. Bu konuda bilinen üç görüş vardır: Birincisi: Kutrub dedi ki: “Bu benim rabbimdir” sözü, anlamaya çalışma (istifham) sözüdür. Takdiri: “Bu benim rabbim midir?” şeklindedir...
ez-Zeccac ve başkaları bu açıklamayı kabul etmemişler ve demişlerdir ki: “Arap kelamında “haza” kelimesinin istifham manasında kullanılması söz konusu değildir.” Zeccac iki görüş daha zikretmiştir.
Bunlardan birisi; “Bu benim rabbimdir” sözü, kavminin iddiasına göre söylenmiş bir sözdür.
Eğer denilirse ki: “Onlar yıldızlara ibadet etmiyorlardı. Nasıl olur da onların iddiasına göre bu söylenmiş olabilir?” denilir ki: “Onlardan Nücum ehli olanlar vardı. Yıldızlardan meselelere dair görüş çıkarıyorlardı. Sanki yıldızlara tapıyor gibiydiler.”
İkinci görüş, bu sözde gizli zamir vadır. Takdiri: “Bu benim rabbimdir” dediler” şeklindedir.”
Begavi dedi ki: “Bu söz hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları zahirine göre kabul ettiler ve dediler ki:
“İbrahim aleyhi's-selâm tevhidi arayış esnasında bunu söyledi. Ta ki Allah onu muvaffak kıldı, ona rüşdünü verdi. İstidlal esnasında söylediği bu söz de ona bir zarar vermedi.” Yine
bu sözler İbrahim aleyhi's-selâm’ın çocukluk zamanında, kendisine hüccet ikame olmasından önce olmuştu bu sebeple küfre girmedi.” Diğerleri bu görüşe karşı çıktılar ve dediler ki:
Allah’ın, herhangi bir vakitte kendisini birlemeyen, bilmeyen, Allah’ın dışındaki bütün mabudlardan berî olmayan birini rasul kılması caiz değildir. Allah onu korumuş ve temizlemişken, öncesinde ona rüşdünü vermişken bu nasıl düşünülebilir? Onun hakkında: “Rabbine selim bir kalple geldiğinde” buyurmuştur. Yine: “İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk” buyurmuştur. Görmez misiniz, ona yakin sahibi olması için melekût gösterilmiş, yakin sahibi olunca da, yıldızı görmüş ve böyle bir itikatla: “Bu benim rabbimdir” demiş olabilir mi? Bu asla olamaz.” Sonra dediler ki:
Burada yorum bakımından dört açı vardır.
Birincisi: İbrahim aleyhi's-selâm bu sözle derece derece, bunlara tazimdeki hatalarını ve cahilliklerini göstermek istedi. Onlar yıldızlara tazim ve ibadet ediyorlardı. Bütün işleri yıldızlardan biliyorlardı. İbrahim aleyhi's-selâm da onlara en büyük tazim ettikleri şeyi ve hidayetin nasıl aranacağını gösterdi. Yıldız kaybolunca onlara yıldızlar hakkındaki iddialarında hatalarını ispat etti. Putlara tapan bir kavme gelip onları reddeden havarinin durumu da bunun gibidir. Önce onlara tazimini göstermiş, birçok işin başına geçinceye kadar putlara saygı göstermiş, o kavim bütün işlerini ve düşmana karşı ne yapacaklarını kendisiyle istişare eder hale gelince: “Şu putu çağıralım da bizim başımıza gelen bu işi bizden kaldırsın” demiş, bunun üzerine etrafında toplanmışlar ve yalvarmaya başlamışlar. O putun fayda ve zarar veremeyecek bir şey olduğu ortaya çıkınca onları Allah’a dua etmeye çağırmış, onlar da dua etmişler ve sakındıkları şey onlardan savuşturulmuştur. Böylece müslüman olmuşlardır.
İkinci açısı, bu sözü istifham vechiyle söylemiştir. Takdiri: “Bu benim rabbim midir?” şeklindedir. Tıpkı: “Sen ölürsen onlar kalıcı mıdırlar?” kavli gibidir. İbrahim aleyhi's-selâm da bu sözü, onların fiillerini çirkin görmesi sebebiyle zikretmiştir. Yani “Böyle bir şey rab olabilir mi?” demektir. Yani Bu benim rabbim değildir demektir.
Üçüncü açı: Onlara karşı hüccet getirmek için söylenen bir sözdür. Yani: “İddianıza göre benim rabbim bu mudur?” demektir. O kaybolunca: “Şayet bir ilah olsaydı kaybolmazdı” demiştir…
Dördüncü açısı: Burada gizli zamir vardır. Takdiri: “Dediler ki: Bu benim rabbimdir” şeklindedir. Tıpkı “İbrahim beytin direklerini İsmail ile birlikte yükseltirken: “Rabbimiz bizden kabul et” kavlinde anlamının: “Dediler ki: Rabbimiz bizden kabul et” demek olması gibi.”
 İbn Atiyye dedi ki: “Şayet “Ey kavmim ben şirk koşmaktan uzağım” deseydi bu yorum doğru ve kuvvetli olurdu. Eğer bazı müfessirlerin söyledikleri gibi, bu kıssanın çocukluk döneminde, mağarada, mükellef olmadan önce gerçekleştiğini söylersek, lafız buna muhtemeldir. Bu yüzden iki kısma ayrılmıştır. Ya “Bu benim rabbimdir” sözü samimi ve inanarak söylenmiş bir sözdür ki bu batıldır. Çünkü nebilerden böyle bir şey vaki olmaz. Ama araştırma ve istidlal yoluyla bunu söylemişse, bu delilleri destekler. İbrahim aleyhi's-selâm, Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Seni sapmış bulup da hidayet etmedi mi” sözü gibi bir durumdadır. Yani itikad olmaksızın böyledir. Eğer bu kıssanın küfür halinde, mükellef iken meydana geldiğini söylersek “Bu benim rabbimdir” sözünü samimi bir şekilde söylemesi caiz değildir. Çünkü bu cehalet ve tereddüt mertebesidir. İbrahim aleyhi's-selâm ise bundan münezzeh ve masumdur. Geriye bunu ancak kavmine gerçeği kabul ettirmek, onları kınamak ve putlara ibadet hususunda onlara hücceti ikame etmek için söylemiş olması kalıyor…”
Kurtubi tefsirinde de bu minval üzere sonrakilerin bu ayetlerin yorumuna dair ihtilafları genişçe anlatılmaktadır. İbn Kesir de tefsirinde, bu ayetin tefsiri hakkında seleften gelen bazı rivayetleri zikretmiş, sonra halefin yorumlarından etkilenerek bâtıl yorumlara meyletmiştir. Bu iki tefsirin türkçe tercümesi mevcut ve internetten de ulaşılması mümkün olduğundan burada ilgili bölümleri terceme edip sözü uzatmak istemiyorum.
Reşid Rıda şöyle der: “İbn Cerir (et-Taberi’)nin, en güzel yorumu ikrar etmesine karşın bu görüşü tercih etmesi şaşırtıcıdır. Bu diğer görüş, cumhurun kesin karar verdiği görüştür. Bu da, kavmine karşı tartışmak için, onları inkara giriş olması için bu sözü söylemiş olduğudur…” Reşid Rıda böylece batıl yorumlarını devam ettirir.
Es-Sa’dî: “Bu benim rabbimdir” sözü, hasımın seviyesine inmek için söylenmiştir. Yani “Bu benim rabbimdir, öyleyse hadi bakalım, rabliğe hak sahibi midir? Buna bir delil bulabilir miyiz?” demektir. Çünkü akıl sahibinin hüccet ve burhan olmadan hevasını ilah edinmesi yakışmaz. Bu ayetlerin tefsiri hakkında isabetli olan bu zikrettiğimizdir. Bu da İbrahim’in kavmiyle münazara makamında olması, yüce alemlerdeki varlıkların ilahlığının batıllığını onlara açıklamak için bunu söylemiş olmasıdır. Ama çocukluk çağında hakkı araştırma makamında olduğu görüşünün delili yoktur.”
Es-Sa’di, selefin bu ayetlere yaptığı tefsir hakkındaki cehaletini böylece ortaya koyuyor yahut kasıtlı olarak gizliyor!
Eş-Şankiti de selefin tefsirine işaret etmiş, sonra halefin yorumlarına işaret etmiş ve kelâmî yorumlarla selefin ittifakından, halefin ihtilafına meyletmiştir.

Halef’în İftira ve Yalanları

Halefin yorumları genel olarak zikrettiğimiz minval üzeredir. Bu yüzden onların görüşlerini cumhura nispet ettiklerini görüyoruz. Onlar ancak muhalif düşenlerdir. İki açıdan yalan söylemekte ve iftira etmektedirler.
Birincisi: Ayetin tefsirinde ihtilaf olduğunu iddia ediyorlar.
İkincisi: Selefin, İbrahim aleyhi's-selâm’ın bu sözü münazara için değil, araştırma esnasında söylediğine dair tefsirlerine muhalefet ediyorlar. Onların en yakın delilleri re’y ve istihsandır!
İbn Cerir et-Taberi rahimehullah onların sözlerini şöyle niteliyor:
“Rivayet ehli olmayan bir topluluk İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan ve ondan rivayet edenlerden rivayet edilen bu görüşe karşı çıktılar. İbrahim aleyhi's-selâm’ın yıldıza veya aya: “Bu benim rabbimdir” demesini hakkında:
Allah’ın, buluğa erdiği halde herhangi bir vakitte böyle bir söz söylemiş birini risaletle göndermesi caiz/mümkün değildir, risaletle gönderilen birisi her vakit Allah’ı birleyen, bilen bir kimse olmalıdır. Allah’ın dışında ibadet edilenlerden berî olmalıdır” dediler. Yine:
Şayet bazı vakitler bu caiz olsa, o kafir olurdu ve risalet için seçilmezdi çünkü onun diğer küfür ehlinden farkı olmazdı, Allah ile kullarından bir kimse arasında bağlantı olamazdı, ona ikramlar ile tahsis edilmesinin manası olmazdı” dediler…”
Böylece İmam Taberi rahimehullah selefe muhalif yorum yapanlara ve yorumlarına işaret etmiştir, onların görüşlerinin farkındadır. Bu görüşleri zikrettikten sonra sonuç olarak şöyle demiştir: 
“Allah Teâlâ, İbrahim aleyhi's-selâm’ın ay kaybolduktan sonra: “Eğer rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapıtan kimselerden olurdum” dediğini söylemiştir. Bu da bütün bu toplulukların görüşlerinin hatalı olduğuna delildir. İsabetli olan, Allah Teâlâ’nın verdiği haberi O’ndan öylece kabul etmek ve bunun dışındakilerden yüz çevirmektir.”
Taberi rahimehullah: “Rivayet ehli olmayan kimseler” sözüyle, hadis ehli olmayan kimselerin, hatta Allah’ın dini hakkında şahsi görüşleriyle ve hevalarıyla konuşan re’y ehlinin muhalefeteninin bir şey ifade etmediğini belirtmektedir.  Allah Taberi’ye rahmet etsin.


[1] Hasen. Taberî (9/356) İbn Ebî Hâtim (7498, 7511, 7517, 7520) Beyhaki el-Esma ve’s-Sıfat (612)
[2] Sahih. Tefsiru Mucahid (s.324) İbn Ebî Hâtim (7501, 7503) Beyhakî el-Esma ve’s-Sıfat (613)
[3] Sahih. Taberî (9/352, 356) İbn Ebî Hâtim (7505, 7515, 7522)
[4] Sahih. İbn Ebî Hâtim (15689, 7518-19)
[5] Hasen. Taberî (17/295, 296, 299, 301, 303) İbn Ebî Hâtim (8/2593-2595) Beyhaki el-Esmâ ve’s-Sifât (136)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)