Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bereket Neden Gitti?

Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbanî rahimehullah
Tercüme: Ebu Muaz
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biriniz yemek yediği zaman elini yalamadan veya yalatmadan silmesin. Tabağını yalamadan veya yalatmadan kaldırmasın. Zira bereket yemeğin sonundadır.” Sahihtir. Bkz.: es-Sahiha (391)
Bu hadiste yemek yemenin farz olan edeplerinden güzel bir edep vardır. Dikkat edin, o parmakları yalamak ve tabağı bunlarla sıyırmaktır. Nitekim bugün Müslümanların çoğu yaratıcılarını itiraf edip O’nun nimetlerine şükretmeyen kafir Avrupalıların adetlerinden ve onların maddeciliğe dayalı edeplerinden etkilenerek buna karşı çıkmaktadırlar. Müslümanların onları bu konuda taklit etmekten sakınmaları gerekir. Aksi halde onlardan olurlar. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa onlardandır” buyurmuştur. Yemek esnasında ağzını ve parmaklarını silmek için peçete kullanmamalısın!
Ben bunun ancak farz olduğunu söylüyorum! Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in emri ve bunun terk edilmesini yasaklaması bu hükmü gerektirir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine uy, yasaklarından sakın ve mü’min ol! Bilerek veya bilmeyerek Allah’ın yolundan çevirmeye çalışanların alay etmelerine aldırma!
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biriniz yemek yerken lokması elinden düşerse onu temizlesin ve yesin. Şeytana bırakmasın. Elini yalamadıkça mendil ile silmesin. Zira kişi yemeğinin hangi kısmının kendisine bereketli olacağını bilemez. Şüphesiz şeytan insanları – veya insanı – her konuda gözetler. Hatta yiyeceğinde ve yemek yemesinde dahi gözetler. Tabağı yalamadıkça veya yalatmadıkça kaldırmayın. Zira yemeğin sonunda bereket vardır.” Sahihtir. Bkz.: es-Sahiha (1404)
Bugün Müslümanların çoğunun, özellikle de batı adetlerinden etkilenen ve Avrupayı taklit edenlerin şeytanın sırtını mallarının bir kısmıyla sıvazladıklarını, bunu düşmanlıkla da değil, bilakis kendi tercihleriyle yaptıklarını görmek gerçekten çok üzücüdür! Bunu ancak sünneti bilmemelerinden
veya ihmalkârlıklarından yapmaktadırlar. Sofralarında nasıl ayrı ayrı durduklarını görmüyor musun? Onlardan her biri  - zaruret olmadığı halde – kendisine özel ayrı tabaklarda yemek yiyorlar. En azından yan komşusuyla bile ortak yemiyorlar. Bu ise hadise aykırıdır. (Hadiste: “Yemeğinizi birleşerek yeyin, üzerine Allah Teala’nın ismini zikredin ki Allah size bereketli kılsın” buyrulmuştur. Bkz. Es-Sahiha 664)
Yine onlardan birinin lokması düşse onu alıp temizlemesi ve yemesi gerekir. Nitekim onların arasında bulunan, laik geçinen felsefeciler, o lokmanın mikroplarla kirlendiği iddiasıyla onu yemenin caiz olmadığını söylerler! Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ona bulaşanı temizleyip yesin, şeytana bırakmasın” hadisine muhalefet ederler!
Sonra onlar parmaklarını yalamazlar! Bilakis onların çoğu bunu zevksizlik ve yemek yeme edebini çiğnemek olarak kabul ederler! Bu yüzden sofralarına ince kağıtlardan yapılmış ve peçete denilen mendiller koyarlar! Onlardan biri parmağında veya ağzında iğrenç bir şey gördüğünde bu hadise muhalefet ederek hemen bu mendillere sarılır!
Tabağı yalamaya gelince, burada yalamakla kastedilen, tabağın üzerindekileri parmaklarla sıyırıp yalamaktır. Şüphesiz onlar bunu son derece ayıplarlar. Bunu yapana cimrilik, yemekte açgözlülük gibi sıfatlar nispet ederler. Bu hadisi işitmeyen kimselere şaşılmaz. Onlar cahillerdir. Asıl şaşılacak olanı, bu hadisi bildikleri halde onlara uyum sağlayan ve onlara yağcılık edenlerin durumudur!
Sonra da herkes kazançlarından ve rızıklarından bereketin kalktığını şikâyet ediyor! Kendilerine bolluk gelse dahi farkına varamıyorlar! Bunun sebebi peygamberlerinin sünnetine tabi olmaktan yüz çevirmeleri ve dinlerinin düşmanlarını hayat tarzlarında ve yaşantılarında taklit etmiş olmalarıdır! Ey Müslümanlar! Sünnete uyun sünnete!
Ey îman edenler! Sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde Allah'a ve Rasûlüne icabet edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O'na varıp toplanacaksınız.” (Enfal 24)

2 Ocak 2011 Pazar

Sünnet İnkarcılarının Çelişki İddialarına Cevaplar

Sünnet İnkarcılarının Şüphelerine
Cevaplar

Şüphesiz hamd Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet ettiğini saptıracak yoktur ve O’nun saptırdığını hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasulüdür.
Bundan sonra,
İslam’da başka milletlerde bulunmayan üstünlüklerden birisi isnad sistemidir. Bu ümmetin peygamberine nispet edilen söz, fiil ve takrirler, şahitler zinciri diyebileceğimiz isnad sistemi ile nakledilir. Bu üstünlüğe Kitap ehli mensupları çokça haset etmişler, bu sisteme leke kondurmak için
müsteşrik/oryantalist araştırmacılar yetiştirmişler ve ümmet arasına şüphe virüsleri enjekte etmek üzere görevlendirilmişlerdir. Bu virüsün yayılma alanı ülkemizde daha çok akademik çevreler olmuş, hadis kürsüleri dahi bu mikrobu taşıyan hastalıklı şahsiyetlere tahsis edilerek adete HABİS KÜRSÜSÜ haline getirilmiştir.
Avam’ın akademik üslupla ortaya atılan şüpheleri anlamadıklarını gördüklerinden Ferec Hüdür gibi Süryani misyonerleri aracılığıyla da Kütübü Sitte’nin Kur’an’a Arzı adıyla hiçbir ilmi değeri olmayan zırvaları, nasıl olsa hakkı araştırmaktan uzak gördükleri halka yutturabilmek için yaymışlardır. Yine avamı hedef alması için Mustafa İslamoğlu gibi gizli şii, aleni mutezililer de
bu habis mikrobun yayılmasına hizmet etmektedirler.
Kardeşlerimden birisi bana aşağıdaki şüphelerin bulunduğu bir yazıyı nakleden e-mail gönderdi ve cevap hazırlamamı rica etti. Bunun üzerine ben de kısaca ortaya konulmaya çalışılan şüpheleri gidermeye çalıştım. Mesele hakkında detaylar için Alah’tan Bir Nur ve Kitab-ı Mubin –Sünnet Mudafaası adlı çalışmamı tavsiye ediyorum.
Muvaffakiyet Allah’tandır.
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş 

Şüpheler ve Cevapları

Bilinmeyen şeylerden korkulur. Bilinmeyen şeyler kutsanır. Bilinmeyenlerin çelişkileri
gözükmez. Herkes hadis kitaplarından bahseder, bazıları isimlerini de bilir. Bunlardan en çok bilinen 6 tanesinin isimleri şöyledir: Buhari, Müslim,Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace dir. Bir kitap Allah’tan ise, çelişkili olamaz (4/82). İçlerinde, Kuranla uyan hadisler olduğu gibi, aşağıdaki çelişkili hadisler(sözler) de vardır. Peygamber hakkında söylenen sözler, çok önemlidir. Çünkü Aişe annenin söylediği gibi, Peygambere iftira atan, Allah’a iftira atmış olur.
 Cevap: Allah’tan gelen vahiyde elbette çelişki olmaz. Kur’an-ı Kerim ve onun beyanı olan; Allah rasulünün sahih sünneti de Allah’tan birer vahiydir. Nitekim Allah Teala: “O’nun
konuştukları hevasından değil, ancak kendisine bildirilen vahiy iledir” (Necm 3-4) buyurmuştur. Burada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in konuştukları genel bir ifadeyle, “nataka” fiiliyle bildirilmiştir. Bu fiil onun ağzından çıkan (Kuran veya Kur’an dışı) her sözü kapsar. Ancak Rasulullah ümmetine: “Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz. Ama size dininiz hakkında bir şey söylersem onu alın” (Muslim) buyurarak sadece din ve teşri alanında söylediklerinin bu vahyin kapsamında olduğuna işaret etmiştir.
Allah Teala: “Zikri muhakkak ki biz indirdik ve onun koruyacak olan da elbet biziz” (Hicr 9) buyurmuştur.
Allah Teala Nahl 44. Ayetinde de: “Sana da zikri indirdik ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini beyan edesin” buyurmuştur.
Bu iki ayet zikrin yani Kur’anın beyanı olan sahih sünnetin korunmasının da Allah Teala tarafından üstlenildiğini ifade etmektedir. Çünkü kıyamete kadar korunması vaad edilen zikir (Kur’an), Nahl 44’te belirtildiği gibi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beyanı olmaksızın anlaşılamaz. Bu durumda, beyanı korunmaksızın sadece Kur’anın korunması anlamsız olurdu.
Hadis kitaplarını, Kuran gibi kabul etmek yanlıştır. Onlarda yazanları Allah’ın sözü gibi kabul etmek yanlıştır. İçlerinde, Peygamberin söylemiş olabileceği sözler olduğu gibi, Onun söylememiş olduğu sözler de vardır. Çünkü bu kitaplar, Peygamberden 200 yıl sonra toplanmıştır.
Cevap: Hadis kitaplarında yazılı bulunanları Allah’ın sözü olarak kimse kabul etmemektedir. Sünnetin vahiy kaynaklı olduğunda icma etmiş bulunan Ehl-i sünnete göre sünnet vahy-i gayri metluvdur. Yani vahyi metluv olan Kur’an birebir Allah Teala’nın kelamıdır. Sahih sünnet ise, anlam olarak içeriği Alah tarafından vahyedilen, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bu anlama ifade kalıbı giydirdiği sözlerdir. Yani birebir lafızlar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ait olan, anlam içeriği de vahyedilmiş olan sözlerdir. Yahut Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in tasarrufta bulunup da Allah Teala tarafından ikaz edilmeyen hususlar hükmen vahiy kabul edilir. Çünkü Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in kendiliğinden yaptığı ve söylediği hususlarda hata etmesi halinde Allah Teala tarafından vahiyle uyarılırdır.
Hadislerin Peygamber’den 200 yıl sonra yazılmaya başlandığı iddiası da hasetçi ehl-i kitab müsteşriklerinin iddiasıdır. Bu konuda sahabe asrından beri hadislerin yazılmış olduğuna dair delil belgeler tespit edilmiş durumdadır. Muhammed Hamidullah’ın ve Mustafa el-A’zaminin bu konularda yaptıkları bazı çalışmalar Türkçe’ye de terceme edilmiş bulunuyor.
Hadis kitaplarının her biri, kendi içerisinde çelişkiler barındırdığı gibi, birbiriyle de çelişki içerisinde bulunabilmektedirler. Buhari’nin kabul ettiği pek çok hadisi, Müslim sahih kabul etmeyerek kabul etmediği olmuştur, Tirmizi ve diğerlerinin birbiri arasındaki ilişkiler için de aynı şey geçerlidir.
Cevap: Hadis kitaplarında bulunan çelişkiler kısımlara ayrılır. Mesela bazı hadis kitaplarında zayıf ve asılsız rivayetler bulunmaktadır. Hadis ilimlerinde uzman alimler sahih olmayan hadisleri ve bunların neden sahih olmadıklarını açıklamışlardır. Zayıf ve asılsız rivayetlerin sahih rivayetlere karşı çelişki arz etmesinin önemi yoktur.
Sahih hadisler arasında çelişki gibi görünen hususlar da, ya birinin diğerini nesh etmiş olması, ya birinin umum ifadesine diğerinin tahsiste bulunması, ya birinin mutlak (kayıtsız ve şartsız) bildirdiğini diğerinin takyid etmesi (kayda ve şarta bağlaması) gibi sebeplerden ötürü çelişki değildir. Muhaddislerden birinin sahih kabul ettiği bir hadis hakkında diğer bir muhaddisin itirazda bulunması da iddia sahiplerinin lehine bir delil değildir. Çünkü bütün muhaddisler bir hadisin sahih olabilmesi için beş şartı taşıması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu beş şart: hadisin isnadının muttasıl olması (yani bütün ravilerin birbirine yetişmiş, birbirlerinden hadis almış olmalarının ispatı), adaletu’r-ruvvat (yani bütün ravilerinin adalet sıfatına sahip olmaları, yalan veya daha başka büyük günahları açıktan işlememeleri), zabtu’r-ruvvat (yani rivayet ettikleri şeyi aldıkları gibi muhafaza edebilme yeteneği, ezber dirayeti), isnadında bir illetin (tedlis gibi gizli bir kusurun) bulunmaması, isnadının şaz olmaması (yani ravileri güvenilir olsalar dahi, kendilerinden daha güvenilir olan ravilere aykırı rivayette bulunmamaları)
Bir hadise sahih diyen bu beş şartı tespit ettiğinden sahih demiştir. Ona itiraz eden ise, sahih diyenin ulaşamadığı bir bilgiye sahip olduğundan itiraz etmiş olabilir. Bu sebeple itirazında dayandığı gerekçelerin haklılığı araştırılır.

Ayakta mı su içmeli, oturarak mı??

Resûlullah’a zemzemden sundum ayakta olduğu halde içti. (Buhâri,Müslim,Tirmizi,Nesâi).
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Resûlullah şöyle buyurdular: Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen kussun.(Müslim)
Cevap:  Ayakta su içmeme yasağı genel bir yasaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zemzemi ayakta içmiş olması ayakta içmenin ya zemzeme ait bir özellik, yahut da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait bir özellik olmasına delalet eder. Rasulullah’ın ümmetine sözlü olarak bildirdiği şeylere uymak, kendisinin fiili olarak yaptıklarına uymaktan
önceliklidir.  Bu iki sahih hadis arasında çelişki söz konusu değildir.
Gümüş kap kullanabilir miyiz, kullanamaz mıyız?
Rasûlullah şöyle buyurdu: Gümüş kaptan bir şey içen kişi var ya, muhakkak o kişi karnına ancak cehennem ateşini göndermektedir . (Buhâri)
Enes ibn Mâlik(r.a.)’ten: Peygamber’in su bardağı kırıldı, akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve ondan su içtim, demiştir. (Buhâri)
 Cevap: Altın ve gümüş kaplardan yeme ve içme yasaklanarak haram kılınmıştır. Enes b. Malik radıyallahu anh’ın hadisinde ise iddia sahibi, aklısıra çelişki ispat edebilmek için kasten
çarpıtma yapmıştır. Çünkü rivayetin aslı şöyledir:
عَنْ عَاصِمٍ الأَحْوَلِ
قَالَ رَأَيْتُ قَدَحَ النَّبِىِّ - صلى الله عليه وسلم - عِنْدَ أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ ، وَكَانَ قَدِ انْصَدَعَ فَسَلْسَلَهُ بِفِضَّةٍ قَالَ وَهْوَ قَدَحٌ
جَيِّدٌ عَرِيضٌ مِنْ نُضَارٍ . قَالَ قَالَ أَنَسٌ لَقَدْ سَقَيْتُ رَسُولَ
اللَّهِ - صلى الله عليه وسلم - فِى هَذَا الْقَدَحِ أَكْثَرَ مِنْ كَذَا وَكَذَا
. قَالَ وَقَالَ ابْنُ سِيرِينَ إِنَّهُ كَانَ فِيهِ حَلْقَةٌ مِنْ حَدِيدٍ
فَأَرَادَ أَنَسٌ أَنْ يَجْعَلَ مَكَانَهَا حَلْقَةً مِنْ ذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ
فَقَالَ لَهُ أَبُو طَلْحَةَ لاَ تُغَيِّرَنَّ شَيْئًا صَنَعَهُ رَسُولُ اللَّهِ -
صلى الله عليه وسلم - فَتَرَكَهُ
Asım el-Ahvel’den: Enes b. Malik’te Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bardağını gördüm. Bardak çatlamıştı ve gümüşten bir telle bağlanmıştı. Bu, güzel, geniş ve Nudar ağacından yapılmış bir bardaktı. Enes dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu bardaktan şu kadar çok su verdim. İbni Sirin dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Enes’de bulunan bardağında demir bir halka vardı. Enes r.a. onu altın veya gümüş bir halka ile değiştirmek istedi. Ebu Talha radıyallahu anh dedi ki; “Sakın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı nesneyi değiştirme!” bunun üzerine Enes radıyallahu anh bundan vazgeçti.[1] 
Görüldüğü gibi, iddia sahibi yalan değil, yalanlar uydurarak çarpıtmıştır. Birincisi
çatlayan bardağı değiştirme fiilini peygambere nispet etmiştir. İkincisi bunun gerçekleştiğini, gümüş kap kullandığını söylemiştir. Halbuki Buhari’nin rivayetinde bu fiil Enes radıyallahu anh’e aittir fakat olay, iddia sahibinin ifitra ettiği şekilde gerçekleşmemiştir. Çatlayan bardakta demirden bir halka vardı ve Enes radıyallahu anh bunu altın veya gümüş bir halka ile değiştirmek istemişti. Ebu Talha uyarınca bundan vazgeçmiş ve Asım el-Ahvel’in bildirdiğine göre (bardağın dış kısmına giydirilen) gümüş halka yerine gümüşten bir tel ile onu bağlamıştır. 
İddia edilen çelişkiden eser dahi yoktur. Bilakis iddia sahibinin yalanıyla, niyetindeki habislik ortaya çıkmıştır.
Kabın içine solunmalı mı, solunmamalı mı?
Peygamber kabın içine solumaktan nehiy buyurmuştur. (Müslim)
Enes’ten Rasûlullah, kabın içine üç defa solurmuş. (Müslim).
 Enes şöyle demiş: Resûlullah içtiği şeyin içine üç defa solar ve: Bu daha kandırıcı, daha sâlim
ve afiyetlidir. buyururdu. Enes: İşte bende içilen şeyin içine üç defa soluyorum. demiş.(Müslim)
Cevap: İddia sahibi yine habis bir yalan söylemektedir. Kabın içine nefes vermek yasaklanmış, Rasulullah’ın içeceği üç nefeste içtiği bildirilmiştir. Hadisin metni şöyledir:

إِذَا شَرِبَ أَحَدُكُمْ فَلاَ
يَتَنَفَّسْ فِى الإِنَاءِ
“Biriniz bir şey içtiğinde kabın içine solumasın.”
كَانَ أَنَسٌ يَتَنَفَّسُ فِى
الإِنَاءِ مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا ، وَزَعَمَ أَنَّ النَّبِىَّ - صلى الله عليه
وسلم - كَانَ يَتَنَفَّسُ ثَلاَثًا
“Enes bir kaptan içerken iki veya üç defa nefes alır ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin üç nefeste içtiğini söylerdi.”
Kabın içine nefes vermek başka bir şey, içeceği üç nefeste/solukta içmek başka bir şeydir. Peki ya zıtlık nerede?
Nitekim Ebu Hureyre’nin şu rivayeti durumu açıklamaktadır:

لا يتنفس أحدكم فى الإناء إذا شرب ،
ولكن إذا أراد أن يتنفس فليؤخره عن فيه ، ثم يتنفس
“Biriniz bir kaptan içeceği zaman nefes vermesin. Lakin nefes almak istediğinde kabı ağzından uzaklaştırıp öyle nefes versin” (Hakim Müstedrek 4/155)

Çekirge yenilir mi, yenilmez mi?

Resûlullah ile beraber gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Rasul ile birlikte çekirge yedik. (Buhâri,Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvud,Nesâi).
Resûlullah’a çekirgeler sorulmuştu: Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım buyurdular. (Ebû Dâvud)
Cevap:  İddia sahibi çelişki bulabilmek için kendini yırtsa da bu hadislerde bir çelişki yoktur. Birinci hadiste ravi, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerinin çekirge yediklerine karşı çıkmadığını ifade etmektedir. İkinci hadiste de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in çekirge
yemekten tabiaten hoşlanmadığını ama ümmetine haram kılmadığını belirtmiştir.
عَنْ أَبِى يَعْفُورٍ قَالَ
سَمِعْتُ ابْنَ أَبِى أَوْفَى - رضى الله عنهما - قَالَ غَزَوْنَا مَعَ النَّبِىِّ
- صلى الله عليه وسلم - سَبْعَ غَزَوَاتٍ أَوْ سِتًّا ، كُنَّا نَأْكُلُ مَعَهُ
الْجَرَادَ
Ebu Ya’fur’dan: İbn Ebi Evfa radıyallahu anhuma’nın şöyle dediğini işittim: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yedi veya altı savaşa katıldık. Biz onun yanında çekirgeleri yerdik”
Bu hadiste Allah rasulünün çekirge yediğine dair bir tasrih yoktur. “maahu” kelimesi, Peygamberin de onlarla birlikte yediğine yorumlansa dahi yine çelişki yoktur. Çünkü peygamber çekirgeyi haram kılmamış, kendisi hoşlanmadığı için yememiştir. Ancak zor durumda kalındığında herkes hoşlanmadığı bazı şeyleri yemek durumunda kalabilir. “Yemem” dediği vakit ise yemek zorunda olmadığı bir vakittir. Hülasa, burada da çelişki söz konusu değildir.

At ve eşek eti yenilebilir mi
yenilemez mi?

Biz, Resûlullah zamanında bir at kestik. O zaman Medine’de idik. Hepimiz onu yedik. (Buhari,Müslim,Nesâi).
 Heyber(in fethi) zamanında at ve vahşi eşek(eti) yedik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ehli eşek(etin)i yasakladı ve ata müsaade etti. (EbûDâvud, Nesâi,Tirmizi).  
Resûlullah, at ve eşek etini yemeyi yasakladı. (Ebû Dâvud, Nesai)
Cevap: bu rivayetlerden sadece ehlî eşek etinin yasaklanması sahihtir. At ve vahşi eşek (zebra) etinin yasaklandığını ifade eden sahih bir rivayet yoktur. İddia sahibinin Ebu Davud ve Nesai’ye atfettiği hadis zayıftır ve sahih hadis karşısında bunlar çelişki olarak sunulamaz.

Yemek yerken, ortadan mı kendi
tarafımızdan mı yemeli?

Bir gün Rasûlullah’in berâberinde bir yemek yedim ve yemek tabağının her tarafından yemeğe başladım. Bunun üzerine Rasûlullah bana: Sana yakın olan yerden ye! buyurdu. (Buhâri)
 Bir terzi, hazırladığı bir yemeğe Rasûlullah’ı davet etti. Enes dedi ki: Ben de Rasûlullah’ın berâberinde gittim. Yemek sırasında ben Rasûlullah’ın tabağın etrafında kabakları araştırırken gördüm. Yine Enes: Artık o günden itibâren ben kabağı sevmekten ayrılmadım, dedi. (Buhâri)
Cevap: Yemeği önünden yemek genel emirdir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin yemeğin içindeki kabak tanelerini araştırması da, kabağa olan sevgisini göstermektedir. İddia sahibi Buhari’nin ikinci hadise koyduğu başlığa baksaydı çelişki diye bunu ortaya koymazdı. Gerçi kendisi bakmıştır lakin insanlar nasıl olsa bakmazlar, ben de şüpheye düşürmüş olurum düşüncesiyle hareket etmiştir. Buhari ikinci hadis için şu başlığı atmıştır:
باب مَنْ تَتَبَّعَ
حَوَالَىِ الْقَصْعَةِ مَعَ صَاحِبِهِ ، إِذَا لَمْ يَعْرِفْ مِنْهُ كَرَاهِيَةً
“Arkadaşının hoşnutsuzluk göstermeyeceğini bildiği zaman tabağın etrafından yemek babı”
Böylece ilk hadiste geçen yasağın mutlak olup, bu hadisin onu kayda bağladığını anlarız ve aralarında çelişki olmadığını görmüş oluruz.

Peygamber soğan yer miydi, yemez
miydi?

Bazen Resûlullah içerisinde yeşil sebzeler bulunan tencere getirilirdi de onda koku bulunur ve (ne olduğunu) sorardı. Kendisine sebze nev’inden ne olduğu haber verilince, tencereyi, beraberindeki arkadaşlarından birin göstererek ona vermelerini söylerdi.Peygamber, onun yemekten çekindiğini görünce: Sen bana bakma, ye! Zira ben senin gibi değilim, senin konuşmadığın (meleklerle) konuşuyorum derdi. (Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizi,Nesâi)
 Hz. Aişe (r.a.) soğan hususunda sordum. Şu cevabı verdi: Resulullah en son yediği yemekte soğan vardı. (Ebu Davut)
 Cevap: İddia sahibi yine kasıtlı olarak çarpıtma yapmaktadır. Çelişki olarak sunmaya çalıştığı ikinci hadisin kaynağı olan Ebu Davud’un süneninde şu rivayet sahih bir isnadla gelmiştir:
عَنْ عَلِىٍّ عَلَيْهِ
السَّلاَمُ قَالَ نُهِىَ عَنْ أَكْلِ الثُّومِ إِلاَّ مَطْبُوخًا.
Ali aleyhisselam’dan: “Pişirilmiş olması haricinde soğan yemekten yasaklandı”
Bu hadis pişirilmiş soğanda Allah rasulünün hiçbir sakınca görmediğini ifade etmektedir. Aişe radıyallahu anha hadisine gelince, onun da isnadı zayıftır!
Netice de Aişe hadisi sahih olsaydı dahi çelişki sözkonusu olmayacaktı. Allaha hamd olsun.
Saç beyazlığı iyi mi kötü mü?
Hz. İbrahim, misafir ağırlayan ilk kimse idi. Keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görünenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce: Ya Rabbi bu nedir? diye sormuş; Rabbi de: Bu vakardır ey İbrahim! demiş. O da Rabbim! Öyleyse vakarımı artır! diyerek duada bulunmuştur.(Muvatta,Buhâri,Müslim)
 Enes (r.a.) anlattığına göre, Resûlullah saçında ki aklardan sorulunca (Enes) şöyle cevap vermiştir: Allah O’ nu beyazla çirkinleştirmemiştir. Bir rivayette de şöyle demiştir: O, kişinin başında ve
sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Beyaz kıl (onda nâdirdi ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir nebzecik vardı derdi. (Müslim)
 Cevap: Burada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çelişkili bir şey söylediğine dair hiçbir delil yoktur. İkinci rivayette “Beyazla çirkinleştirmemiştir” sözü Enes radıyallahu anh’e aittir.

Sakalları uzatmalı mı, kısaltmalı
mı?

Resûlullah buyurdular ki: Bıyıkları kazıyın, sakalları serbest bırakın. (Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizi, ,Nesâi) Resûlullah sakalından enine ve boyuna alırdı. (Tirmizi)
 Cevap: “Rasulullahın sakalları serbest bırakma emri sahihtir, kendisinin sakalından enine ve boyuna aldığına dair rivayet ise uydurma bir rivayettir. Çelişki söz konusu değildir. Allaha hamd olsun.

Sarı kıyafet giyilmeli mi
giyilmemeli mi?

 İbnu Ömer, sakalını sufre denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: Ben, Resûlullah’ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu. (Ebû Dâvud,Nesâi)
İbnu Amr İbni’l-As anlatıyor: Resûlullah üzerimde sarıya boyanmış iki giysi görmüştü. Derhal: Bunu giymeni annen mi sana emretti? diye sordu. Ben: Bunları yıkayayım mı, ey Allah’ın Resulü dedim. Hatta yak onları! buyurdular. Bir rivayette: Bu, kâfirlerin kıyâfetidir, sakın bunları giyme! buyurdular denmiştir. (Müslim, Ebû DâvudNesâi)
Cevap: İbn Ömer radıyallahu anhuma sakalını sufreyle boyar, bu boya elbisesine de işlerdi. Elbisesini sufre ile boyama fiili Allah rasulüne değil, İbn Ömere ait bir fiildir. Yukarıdaki terceme hatalıdır. Hadisin metni şöyle:
أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ
يَصْبُغُ لِحْيَتَهُ بِالصُّفْرَةِ حَتَّى تَمْتَلِئَ ثِيَابُهُ مِنْ الصُّفْرَةِ
فَقِيلَ لَهُ لِمَ تَصْبُغُ بِالصُّفْرَةِ فَقَالَ إِنِّي رَأَيْتُ رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصْبُغُ بِهَا وَلَمْ يَكُنْ شَيْءٌ
أَحَبُّ إِلَيْهِ مِنْهَا وَقَدْ كَانَ يَصْبُغُ ثِيَابَهُ كُلَّهَا حَتَّى عِمَامَتَهُ
İbn Ömer sakalını sufre ile boyar, hatta elbisesine dahi bu boya sinerdi. Ona denildi ki: “Neden sufre ile boyuyorsun?” dedi ki: “Ben Rasulullah’ın bununla (sakalını) boyadığını gördüm”. İbn Ömer için bundan sevimli bir şey yoktu. Hatta bütün elbiseleri ve sarığı dahi (saç ve sakalına
sürdüğü sufre sebebiyle) boya olurdu”
Görüldüğü gibi çelişki yoktur.

Altın yüzük takılabilir mi,
takılamaz mı?

Ömer Süheyb’e Niye parmağında altın yüzük görüyorum ? dedi. Beriki: Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı deyince, Hz. Ömer: O da kimmiş? dedi. Süheyb: Resûlullah! cevabını verdi. (Nesâi)
Peygamber evvelâ altından bir mühür yaptırdı. Bunu takındığı zamân yazılı kaşını avucunun içine alırdı. Peygamber’in elinde altın yüzük gören insanlar da altından yüzükler yaptırdılar. Bunun üzerine Peygamber minbere çıktı da hamd ve senâ etti ve akabinde: - Ben bu altından mühür
yüzüğü yaptırmıştım. Fakat ben onu bundan sonra takmayacağım buyurdu da, parmağından
onu çıkarıp attı. Bunun üzerine insanlar da altın yüzüklerini ellerinden çıkarıp kırdılar
. Râvi Cüveyriye: Ben Nâfi’nin Yüzüğü sağ eline takardı dediğini kuvvetle sanıyorum, demiştir. (Buhari)
Resûlullah’ın yanına, parmağında demir yüzük bulunan bir adam uğramıştı. (Yüzüğü görünce) Niye bazılarının üzerinde ateş ehlinin süsünü görüyorum! buyurdu. Adam derhal onu çıkarıp attı. Sonra parmağında sarı renkli (pirinç) yüzük taşıyor olduğu halde geldi. Bu seferde: Niye sende putların kokusunu hissediyorum? dedi. Bilahare adam altın yüzük takmış olarak geldi. Bu sefer de: Sende niye cennet ehlinin süsünü görüyorum? dedi. Bunun üzerine adam: Öyleyse yüzüğüm neden olsun? diye sordu. Gümüşten dedi. Ancak ağırlığı bir miskale ulaşmasın. (Tirmizi,Ebû Dâvud,Nesâi)
Resûlullah bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve: Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor! buyurdu.: Resûlullah gidince adama:Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan dediler. O: Hayır! Vallâhi ebediyen almayacağım, onu: Resûlullah attı dedi.( Müslim)
Resûlullah’a Habeş kralı Necâşi’den hediyeler geldi. İçerisinde Habeşi kaşlı bir de altın yüzük vardı. Resûlullah onu bir çöple veya tiksinerek bir parmağıyla aldı. Kızı Zeyneb’in kızı Ümâme Bintu Ebi’l-Âs’ı çağırıp: Yavrucağım al şunu, takın! dedi. (Ebû Dâvud)
Resûlullah buyurdular ki: Dünyada ipeği, ahrette nasibi olmayanlar giyer. ( Buhâri, Müslim,Nesâi)
Cevap: Bu hadislerde çelişki yoktur. Altın takmak önce müsaade edilen bir şey iken erkeklere yasaklanmış ve sahabeler de bu yasağa uymuşlardır. Suheyb'in yasaktan haberdar olamamış olması problem teşkil etmez.
Ama iddia sahibinin maksadı, altın ve ipeği ahirette nasibi olmayan giyerse neden kadınlar giyiyor? demek ise, buna da şöyle deriz: dünyada altın ve ipeği giyerek ahirette nasipsiz kalacak olanlar erkeklerdir. Çünkü bunların kadınlar için meşru olduğunu ifade eden hadisler vardır. Altın ve ipek yalnız erkeklere haram kılınmıştır.
[1] Buhari(eşribe 30, humus 5)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)