Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Kasım 2020 Pazartesi

Musnedi Haris Tercümesindeki Hadislerin Sıhhat Dereceleri

 İ'TİSAM YAYINLARINDAN ÇIKAN HARİS B. EBİ USAME MUSNEDİ TERCÜMESİNDEKİ HADİSLERİN SIHHAT DERECELERİ

Hazırlayan: Fevzi Altay

* Kitabın tercümesinin takdiminde "Eser çoğunluğu itibariyle sahih ve hasen hadislerden meydana gelmiş olup..." şeklinde geçen ifadeye aldanılmaması için kitapta geçen hadislerin sıhhat dereceleri Mes'ad Abdilhamid es-Sa'danî'nin tahkikinden istifadeyle hazırlanmıştır.

Link: Buraya Tıklayın

29 Kasım 2020 Pazar

Maske Takmak Küfre Teslimiyetin Sembolüdür

 Huzeyfe radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ

Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır.[1] Nitekim hadis bu lafızla birçok sahabeden gelmiş olup mütevatirdir.

Rivayetin diğer lafzı şu şekildedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لَا يشبه الزي بالزي حَتَّى يشبه الْخلق بالخلق وَمن تشبه بِقوم فَهُوَ مِنْهُم

Huy, huya benzemedikçe, görünüş de görünüşe benzemez. Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır.”[2]

İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:

لاَ يُشْبِهُ الزِّيُّ الزِّيَّ حَتَّى تَشْتَبِهَ الْقُلُوبُ الْقُلُوبُ

“Kalpler birbirine benzeşmedikçe dış görünüşler birbirine benzeşmez.”[3]

Paganist din düşmanları tapmış oldukları şeytandan aldıkları emirle maske takmayı mecburi yapmışlardır. Böylece şeytanın emrine itaat eden küfür sistemlerine itaat eden kemiyeti tespit ettiler, hes kodunu zorunlu kılmaya başladılar, bu adımlarda şeytana itaat edenler, genetik yapıya müdahale eden MRNA aşılarına ve hatta beyinlerine çip taktırmaya da hazır hale gelecekler.

Nitekim corona yalanlarına, bulaşıcı hastalığa inanmayan biri, sadece bir gün eldivenli ve maskeli olarak dışarı çıktığını, psikolojisinin bozularak hastalığın varlığına dair vesveselere düştüğünü anlatmıştır.

Şüphesiz din düşmanı paganistlere zahirdeki bu benzeşmeye göz yuman kimseler, inançlarında da onlara benzeşmeye başlamışlar ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’în “Bulaşıcı hastalık yoktur” hadisini dahi ya inkar etmişler yahut geçmişte şeytanın vesvesesiyle bu hadisi çarpık bir şekilde tevil eden alimlerin zellelerine tabi olarak içeriğini işlevsiz bırakmışlar, “Evet hastalık bulaşmaz, ama Allah dilerse bulaşır” demişlerdir. Bu söz bana sufilerin sapmasının mukaddimelerini hatırlatıyor: onlara Allah’tan gayrından manevi yardım istemenin ve istigasede bulunmanın şirk olduğu anlatıldığında: “Allah dilerse evliya yardıma koşamaz mı?” şeklinde garip mukabelelerde bulunuyorlardı. Allah neleri dileyip emrettiğini ve neleri dilemeyip yasakladığını kitabında ve nebisinin dili üzerinden açıklamıştır. Dünyadaki bütün ispat malzemeleri hastalığın bulaştığını ve virüs diye bir şeyin var olduğunu iddia etseydi bile Allaha ve İman ve Rasulüne imanın gereği, “Hastalık bulaşması yoktur” hadisine teslim olmayı gerektirirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem isra ve mirac hadisesini anlattığında o günün insanları bu olayı “bilimsel(!) gerçeklerine” aykırı bularak inkar ettiler, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik edenler ise sıddıklardan oldular.

Tarih araştırılırsa buna benzer iman imtihanları her dönemde olagelmiştir. Her bir fitnede (imtihanda) haktan sapan fırkalar türemiştir. Haricilik, Şia, Mu’tezile, Cehmiyye, Mürcie, Sufilik, Maturidilik, Eş’arilik gibi fırkalar hep bu türden, ümmetin büyük kesimini akidelerinde şüpheye düşüren fitnelerden sonra kalıcı bir iz olarak devam etmişlerdir.

Bugün hala dünyanın küre olduğuna ve döndüğüne inanan kimselerin olması da Allah ve rasulünün beyanları ile bilim olduğu iddia edilen felsefeleri karşı karşıya getirip sentez yapılmaya çalışılması sapıklığının bir neticesidir.

Her kim Allah ve rasulünün beyanları ile şeytanın beşerden bazılarının dili üzerinden pazarladığı görüşleri sentez yapmaya kalkarsa bulanık bir haktan sapış elde eder.

Mu‘âz b. Cebel radıyallahu anh şöyle demiştir: “Zaman gelecek Kur’ân insanlara açılacak öyle ki onu kadın, çocuk, erkek herkes okuyacak. Derken adam diyecek ki:

“Kur’ân’ı okudum ama bana uyan olmadı. Vallahi onu onların içinde uygulayacağım veya onlara okuyarak içlerinde namaz kılacağım belki bana uyan olur. Bunun üzerine onu onların içinde tatbik eder. Ama yine de kendisine uyan olmaz. O zaman der ki: 

“Kur’ân’ı okudum bana uyan olmadı. Onu içlerine uyguladım bana uyan olmadı. Vallahi evimde bir mescit yeri çevireceğim belki bana uyarlar.” Bu sebeple evinde bir mescit yeri yapar. Ama yine kendisine uyulmaz. O zaman der ki: 

“Kur’ân’ı okudum bana uyan olmadı. Onu içlerine uyguladım bana uyan olmadı. Evimde bir mescit yeri çevirdim bana yine uyan olmadı. Vallahi onlara mutlaka Allah’ın Kitâbı’nda bulamayacakları ve Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’den duymadıkları bir haber getireceğim. Belki bana uyulur.” Mu‘âz radıyallahu anh dedi ki: 

“İşte onun getirdiğinden sakının, çünkü onun getirdiği şey sapıklıktır.”[4]

İbn Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

لَيَأْتِيَنَّ عَلَى أُمَّتِي مَا أَتَى عَلَى بني إسرائيل حَذْوَ النَّعْلِ بِالنَّعْلِ، حَتَّى إِنْ كَانَ مِنْهُمْ مَنْ أَتَى أُمَّهُ عَلَانِيَةً لَكَانَ فِي أُمَّتِي مَنْ يَصْنَعُ ذَلِكَ، وَإِنَّ بني إسرائيل تَفَرَّقَتْ عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا مِلَّةً وَاحِدَةً، قَالُوا: وَمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ: مَا أَنَا عَلَيْهِ الْيَوْمَ وَأَصْحَابِي

İsrailoğullarının başına gelenler, tıpkı bir ayakkabının diğerini takip ettiği gibi ümmetimin başına da gelecektir. Hatta onlardan birisi alenen anasıyla zina etmişse ümmetimden de bunun yapacak olan çıkacaktır. Muhakkak ki İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Dediler ki:

“O (kurtulan) hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu: 

BUGÜN benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olanlardır.[5] 

1328- Enes radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

تَفْتَرِقُ هَذِهِ الأُمَّةُ عَلَى ثَلاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلا وَاحِدَةً قَالُوا وَمَا هِيَ تِلْكَ الْفِرْقَةُ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ الْيَوْمَ وَأَصْحَابِي

Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Dediler ki:

“O (kurtulan) hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu: 

BUGÜN benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olanlardır[6]

 



[1] Hasen. Bezzar (7/368) Taberani Evsat (8/179)  Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1/135, 3/94 no: 1862) Bkz.: İbn Hacer ed-Diraye (2/267) Zeylai Nasbu’r-Raye (4/347).

[2] Hasen ligayrihi. Deylemi (7824, 7845) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 3018)

[3] Hasen mevkuf. İbn Ebi Şeybe (7/105) Vekî Zuhd (324) Hennad Zuhd (862)

[4] Sahih. Ebû Dâvud (4611) Hâkim (4/466) Beyhakî (10/210) Şu‘abu’lİmân (6/484) Firyâbî Sıfâtu’l-Munafık (s. 58) Lalekâ’î İ‘tikâd (1/88) Abdurrezzâk,(11/363) Darimî, (199) Âcurrî, eş-Şerî‘a (s. 45) İbn Asakir, Târîhu Dımaşk, (65/337) Ebû Nu‘aym, Hilyetu’l-Evliyâ (1/230)

[5] Hasen. Hâkim (1/218) Tirmizi (2641) Taberânî (13/30) Mervezi esSunne (59) Acurri eş-Şeria (24)

[6] Hasen. Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (7/277) Taberânî Evsat (5/137, 8/22) Eslem b. Sehl Bahşel Tarihu Vasıt (s.196)

* Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Deylemi (2361) 

Hadis Ehlinin “Hastalık Bulaşır” Diyenlere Reddiyesi 2

 

İmam Taberî Rahimehullah’ın Açıklamaları

Hafız, müfessirler imamı, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî rahimehullah Tehzibu’l-Asar’da (4/15) şöyle demiştir:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Advâ (hastalık bulaşması) yoktur” sözüyle kastedilen şudur: Hastalık sahibi olan hastalığı yakınında olan bir başkasına bulaştırmaz. Cahiliyye halkı hastalık sahibiyle beraber oturmaktan, onlarla yemek yemekten, içmekten sakınırlar ve sağlıklı olanın hastalıklı olana yaklaşması halinde hastalığı ona bulaştıracağını iddia ederlerdi. Nitekim Lebid b. Rebia, en-Nu’man b. el-Munzir’e, er-Rebî’ b. Ziyad el-Absî hakkında böyle demişti. En-Nu’man, er-Rebî b. Ziyad el-Absî ile arkadaşlık ediyordu. Lebid Nu’man’ı ondan tiksindirmek için er-Rebi’de baras hastalığı olduğunu söyledi ve Nu’man onunla arkadaşlığı terk etti:

مَهْلًا أَبَيْتَ اللَّعْنَ، لَا تَأْكُلْ مَعَهْ ... إِنَّ اسْتَهُ مِنْ بَرَصٍ مُلَمَّعَهْ

وَإِنَّهُ يُولِجُ فِيهَا إِصْبَعَهْ

“Yavaş! Lanetlenecek bir şey yapmadın, onunla beraber yemek yeme, onun kıçı baras ile cilalanmıştır, muhakkak ki o parmağını oraya sokar!”

Bunun üzerine Nu’man onunla arkadaşlık etmekten sakındı. Er-Rebî dedi ki: “Lanetlenecek bir şey yapmadın. Muhakkak ki Lebid söylediği şeyde yalancıdır.” En-Nu’man ona dedi ki:

قَدْ قِيلَ ذَلِكَ إِنْ حَقًّا، وَإنْ كَذِبَا ... فَمَا اعْتِذَارُكَ مِنْ شَيْءٍ إِذَا قِيلَا؟

“Doğru da olsa, yalan da olsa bu söylenmiştir! Söylenmiş bir şeye karşı savunman nedir?

Nitekim Zuheyr b. Ebi Selma şöyle demiştir:

جَانِيكَ مَنْ يَجْنِي عَلَيْكَ وَقَدْ ... يُعْدِي الصِّحَاحَ مَبَارِكُ الْجُرْبِ

“Yanındaki seni kötüledi, sağlıklı deveye uyuz bulaştı.”

Cahiliyye şairlerinin bu şekilde kullanımları ve hastalık bulaşmasını tasdiklemelerinin örnekleri çoktur. Nitekim bu tabirler İslam’da da şairler tarafından çokça kullanılmıştır. El-Ferazdak İslam’da iken şöyle demiştir:

أَلَا لَيْتَنَا كُنَّا بَعِيرَيْنِ لَا نَرِدْ ... عَلَى حَاضِرٍ إِلَّا نُشَلُّ وَنُقْذَفُ

كِلَانَا بِهِ عَرٌّ يُخَافُ قِرَافُهُ ... عَلَى النَّاسِ، مَطْلِيُّ الْمَسَاعِرِ أَخْشَفُ

“Keşke ikimiz sürüye ancak çalınarak atılan iki deve olsaydık, insanlara hastalık bulaştırma korkusuyla katrana bulanmamız her birimiz için bir utançtır”

Bundan dolayı şöyle derler: “Şuna hastalık bulaştırdı, o hastalık bulaştırır, adam ve at kalabalığa girerse hastalık bulaştırırlar, falan atına hastalık bulaştırdı, o hastalık bulaştırıcıdır, falan filana uyuzunu bulaştırdı” Yine haksızlık ve zulüm manasında olarak da “adâ fulanun (falan taşkınlık/düşmanlık etti)” derler… (Burada İmam Taberî rahimehullah, adv kelimesinin, hastalık bulaşmasıyla alakası olmayan kullanımlarından örnekler verir, sonra şöyle devam eder):

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Safer yoktur” sözüne gelince, Ebu Ubeyde Ma’mer b. el-Musenna’dan bana rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

“Yunur el-Cermî’nin şöyle dediğini işittim: Ru’be b. el-Accâc’a safer hakkında sorulunca şöyle dedi:

“O karında bulunan bir yılandır. Otlayan hayvanlara ve insanlara isabet eder.” Dedi ki: “Bu araplara göre uyuzdan daha bulaşıcıdır.” Ebu Ubeyde dedi ki: “Safer yoktur” sözünün, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Cahiliyye’deki Muharrem ayını Safer ayına erteleme uygulamalarını iptal etmesi demek olduğu söylenmiştir. Bana göre isabetli olan görüş, Ru’be b. el-Accac’ın söylediğidir. Onun bu açıklamasını, A’şâ Bahile’nin, bir adamı vasfederken söylediği şu şiir doğrulamaktadır:

لَا يَشْتَكِي السَّاقَ مِنْ أَيْنٍ وَلَا وَصَمٍ ... وَلَا يَعَضُّ عَلَى شُرْسُوفِهِ الصَّفَرُ

“Dizler bulunduğu yerden rahatsız değil, şikâyet etmez, kaburgasını da safer ısırmamıştır”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “el-Hâme yoktur” sözüne gelince, el-Hâme; bir kuştur. Denildi ki araplar küçük kulaklı baykuşu böyle isimlendirirler. Yine denildi ki o erkek baykuştur. Başka şeyler de söylenmiştir. Bana göre isabete en yakını, onun erkek baykuş olduğu görüşüdür. Et-Tirmah b. Hakim’in şu sözü de bundan dolayıdır:

وَفَلَاةٍ يَسْتَفِزُّ الْحَشَا، مِنْ صُوَاهَا ضَبْحُ بُومٍ وَهَامْ

“Dişi ve erkek baykuşların sesleri ıssız arazinin taşlarını ürkütür”

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “el-Hâme yoktur” sözüyle kastedilen de ancak, Cahiliyye’de söyledikleri şu sözü iptal etmektir: Cahiliyye halkı bir adam öldürüldüğü zaman velilerinden kanını talep etmez ve intikamını almazlarsa, onun yerinden el-hâme dedikleri bir kuşun çıkacağını, intikamı alınıncaya kadar kabri başında öteceğini söylerlerdi. Bundan dolayı şair şöyle demiştir:

يَا عَمْرُو، إِلَّا تَدَعْ شَتْمِي، وَمَنْقَصَتِي، أَضْرِبْكَ حَيْثُ تَقُولُ الْهَامَةُ اسْقُونِي

“Ey Amr! Ya bana dil uzatmayı ve hakaret etmeyi bırak, ya da seni baykuşa “beni sula” diyeceğin yere gönderirim.”  

Yine Ebu Davud el-Eyadî de şöyle demiştir:

سُلِّطَ الْمَوْتُ وَالْمَنُونُ عَلَيْهِمْ ... فَلَهُمْ فِي صَدَى الْمَقَابِرِ هَامُ

“Ölüm musallat oldu, ecel üzerlerindedir, onların kabirlerinde baykuş sesi vardır”

Şairlerin çoğu bu manada kullanmışlardır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Gûl yoktur” sözüne gelince, el-Esmaî’den bana rivayet edildiğine göre bu kelime cinin kılık değiştirmesi demektir. Onun bu sözüne Ka’b b. Zuheyr’in şu şiiri delil getirilir:

لَكِنَّهَا خُلَّةٌ قَدْ سِيطَ مِنْ دَمِهَا ... فَجْعٌ وَوَلْعٌ وَإِعْرَاضٌ وَتَبْدِيلُ

فَمَا تَدُومُ عَلَى حَالٍ تَكُونُ بِهَا ... كَمَا تَلَوَّنُ فِي أَثْوَابِهَا غُولُ

“Lakin o öyle bir dostluktur ki kanından oluşan çamurunda; eziyet, tutku, yüz çevirme ve dönüşme vardır. Olduğu gibi kalmaya devam etmez, gûl’un kılıktan kılığa girmesi gibi.”

Şairlerin şiirinde buna benzer manada kullanılmıştır. (Burada İmam Taberî rahimehullah arap şairlerinden örnekler zikreder ve şöyle devam eder):

 “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Gûl yoktur” sözüyle iptal ettiği inanç bana göre, Cahiliyye halkının “gûl fayda verir veya zarar verir veya âdemoğullarına karşı zarar veya faydaya güç yetirebilir” şeklindeki sözleridir. Onlar Allah Azze ve Celle’nin ezeldeki takdiri dışında fayda veya zarar veremezler. Bu yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu, arapların fayda veya zarar vereceğine inanıp tasdik ettikleri; hastalık bulaşması, safer ve uğursuzluk ile birlikte zikretmiştir. Tıyera (uğursuzluk) inancına gelince, bunun açıklaması daha önce geçtiği için burada tekrarına gerek yoktur.”

Yine İmam İbn Cerir et-Taberî rahimehullah Tehzibu’l-Asar’da (4/14) şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalıklıyı sağlıklının yanına sokmayın” sözü, hasta koyunun sağlıklı koyunların yanına sokmaktan yasaklamaktadır. Böylece sağlıklı olan hayvanın sahibi, sağlıklı koyunların yanına hasta koyunun sokulması sebebiyle hastalığı bulaştıracağını zannetmesin! Eğer sağlıklı koyun hastalanırsa, onun sahibi, hasta koyunun onun yanına girmesi sebebiyle hastalandığını zanneder. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bâtıl inancı iptal etmiştir. Aynı şekilde hastalık bulaşması yoktur demekle beraber, cüzzamlı kimseden kaçınmayı emretmesi de bu anlamdadır. Sağlıklı kimse, bir gün cüzzam hastalığına yakalanırsa, cüzzamlının yakınına geldiği, onunla yemek yeyip içtiği için hastalandığını zannetmesin diyedir.”

İbn Hazm Rahimehullah’ın Açıklaması

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ هَامَةَ وَلاَ صَفَرَ وَفِرَّ مِنَ المَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنَ الأَسَدِ

Advâ (hastalığın bulaşması) yoktur, tıyera (uğursuzluk, kötümserlik) yoktur, hâme (maktülün mezarında baykuşun intikam için ötmesi) ve Safer yoktur. Cüzzam hastasından, tıpkı aslandan kaçar gibi kaç” (Buhârî 5707)

İbn Hazm rahimehullah bu hadisi zikrettikten sonra el-Muhalla’da (4/204) şöyle demiştir: “Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçmanın emredilmesi, hastalık bulaştırmasından dolayı değil, kötü kokusundan dolayıdır. Nitekim hadisin başında hastalık bulaşması yoktur buyrulmuştur. Ondan kaçmak Allah’ın takdirinden seni kurtarmaz… Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında hiç kimse cüzzamlılardan kaçınmazdı…”

Zehebî Rahimehullah’ın Açıklaması

Zehebi rahimehullah Tıbbu’n-Nebevi’de (s.241) şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hastalıklı olanı sağlıklı olanın yanına sokmayın” hadisi hasta olan insan hakkında değil, hasta olan hayvanın, sağlıklı hayvanların yanına sokulmaması hakkındadır. Çünkü sağlıklı olan, Allah’ın takdiriyle hasta olsa sahiplerinin nefsinde hastalığın bulaştığı zannı meydana gelir. Bundan kaçınmak gerekir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hastalığın bulaşması ve uğursuzluk yoktur” buyurmuş ve bu düşünceden uzak durmayı emretmiştir.”

 Ebu’l-Velid el-Bâcî Rahimehullah’ın Açıklaması

Ebu’l-Velid el-Bâcî rahimehullah, el-Munteka’da (7/263) şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalığın bulaşması yoktur” hadisi hakkında İsa b. Dinar rahimehullah dedi ki: “Bunun manası bir şey bir şeye bulaştırmaz” demektir. Yani Hastalıktan bir şeyi başkasına taşımaz demektir. İbn Vehb rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “Bana göre bunun manası şudur: Araplar sağlıklı kimsenin hastanın yakınında durduğu zaman ona hastalığını bulaştıracağına inanırlardı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu yalanlamış ve bunların hepsinin Allah Tebarek ve Teâlâ tarafından olduğunu açıklamıştır…Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalığın bulaşması yoktur” hadisinin manası bana göre hasta kimseyle yakın olan sağlıklı kimsenin bu sebeple hastalanmayacağıdır. Eğer sağlıklı kimse hasta olursa bu hastalığın etkisiyle değil, Allah Azze ve Celle’nin ilk hastaya olan takdirindeki gibi bir takdiriyle olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalıklı olan sağlıklı olanın yanına sokulmasın” hadisi ise bu manada değildir. Allah en iyi bilendir, bu iki manaya ihtimal taşır:

 Birincisi: Hadisin zahirinde ifade edildiği gibi sağlıklı kimsenin sıkıntı hissetmemesi içindir. Yahya b. Yahya bu görüşü tercih etmiştir.

İkincisi: el-Bârî Tebarek ve Teâlâ’nın bu konudaki âdeti sebebiyledir. Hastalığı ve sıhhati yaratan Allah Azze ve Celle olsa da, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Hastalığın bulaşması yoktur” sözüyle, hastalanmanın Allah Azze ve Celle’nin fiiliyle değil de, hastaya yakın olmak sebebiyle olduğuna inanan kimsenin inancını reddetmiştir. Burası açık değildir. Çünkü bizler adeten hastaya yakın duran sağlıklı kimsenin hastalanmadığına da şahit oluyoruz.  Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den: “Cüzzamlıdan aslandan kaçışın gibi kaç” buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu hadisin zahiri, ondan zarar göreceği manasına gelir. Sadece ona yakın durmaktan hoşlanmamak sebebiyle değildir. Çünkü eğer ona yakın durmaya sabredebilen bir kimseyse, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yasaklamasının manası olmazdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yasağı ancak onun kokusundan zarar görmek ve yakın durmaktan tiksinmek sebebiyledir. Bu durumda aslandan kaçar gibi ondan kaçman mubah olur. Allah en iyi bilendir…”

İbnu’l-A’rabî Rahimehullah’ın Açıklaması

İbnu’l-A’rabî rahimehullah, el-Kabes’te (s.1134) Taun hastalığının bulunduğu yere girmemek ve orada bulunanların çıkmaması hakkındaki hadisi hastalığın bulaşmasına delil getirenlere cevap olarak şöyle demiştir: “Şüphesiz ki bazen kişi oraya girer de kader gereği ona hastalık isabet eder veya orada bulunan oradan çıkar da hastalığa yakalanmaz. Böylece giriş veya çıkışın etkisi olduğuna inanır ve Allah Teâlâ’nın hükmünü unutur. Bazen de oradan çıkmış olmasına rağmen hastalık kendisini yakalar.”

Tahavî Rahimehullah’ın Açıklaması

Tahavi Şerhu Meani’l-Asar’da (4/306) şöyle dedi: “Bu görüşün sahipleri şöyle derler: “İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu rivayetlerde taunun bulunduğu yere gidilmemesini emretmektedir. Bu ise ondan korkulduğu için verilmiş bir emirdir.” Bunlara şöyle cevap verilir:

Bunlarda sizin dediğiniz hususa delil yoktur. Çünkü onun bulunduğu yere gidilmesini terk etme emri ondan duyulan korku sebebiyle olsaydı, taunun ortaya çıktığı yerde bulunan kimselere de oradan çıkmak için serbestlik verilmesi gerekirdi. Çünkü taun dolayısıyla onlar hakkında duyulan korku, onların dışındakiler için duyulan korkuyla aynıdır. Taunun ortaya çıktığı yerde bulunan kimselere oradan çıkmaları yasaklanmış olduğuna göre bu, orada bulunmayan kimselere, hastalığın görüldüğü yere gitmelerinin yasaklanış sebebinin sizin benimsediğiniz sebep ve anlamdan farklı olduğunu ispatlamaktadır. Bir kimse: “Peki sizin dediğiniz bu sebep ve anlam ne demektir?” diyecek olursa ona şöyle cevap verilir:

“Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Bize göre bunun anlamı şudur: Bir kimsenin taunun bulunduğu yere gidip Allah Azze ve Celle’nin onun hakkındaki takdiri gereği bu hastalığa yakalanırsa “Ben buraya gelmemiş olsaydım bu hastalığa yakalanmayacaktım” dememesidir. Hâlbuki o çıkıp gittiği yerde kalmaya devam etmiş olsaydı belki de bu hastalık ona bulaşmayacaktı. Bundan dolayı böyle bir sözü söyleme korkusu ile bu hastalığın olduğu yere gitmemesi emredilmiştir.

Aynı şekilde taunun bulunduğu yerden çıkmaması da emredilmiştir. Ki çıkacak olursa “Ben orada kalmış olsaydım, oranın halkının başına gelen benim de başıma gelirdi” demekten kurtulamaması korkusudur. Hâlbuki orada kalmaya devam edecek olsaydı ona bu hastalıktan bir şey bulaşmayabilirdi. Bundan dolayı açıkladığımız anlam sebebiyle taunun bulunduğu yere gidilmemesi ve yine sözünü ettiğimiz anlam sebebiyle onun bulunduğu yerden çıkılmaması emredilmiştir.

Aynı şekilde bizim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den: “Hastalıklı olan sağlıklı olanın bulunduğu yere gitmesin” hadisi de bu şekildedir. Bunun sonucunda sağlıklı olan kimse bu hastalığa yakalanır ve sağlıklı olan kimseyi hastalıklı olanın yanına götürdüğü için “Eğer ben bunu bu hastanın yanına getirmemiş olsaydım ona da bu hastalık bulaşmazdı” demeye kalkışır. Hâlbuki sağlıklı olanı o hastanın yanına götürmese dahi hastalık ona bulaşabilirdi. İşte bundan dolayı sağlıklı birisinin hastalıklı olanın yanına götürülmemesi emredilmiştir. Bu emrin sebebi ise insanların kalplerine bu yanlış kanaatin düşmesinden ve dilleriyle onu ifade edip söylemelerinden emin olunamamasıdır. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hastalığın bulaşmayacağı ile ilgili rivayetler de nakledilmiştir…”

Yine Şerhu Meani’l-Asar’da (4/310) şöyle demiştir: “İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü ettiğimiz bu rivayetlerde “Birincisine kim bulaştırdı?” buyurarak hastalığın bulaşmasının söz konusu olmadığını belirtmiştir. Yani eğer ikincisi, birincisi ona hastalığı bulaştırdığı için hasta olmuşsa, birincisinin hiçbir şekilde hastalanmaması gerekirdi. Çünkü onunla beraber bu hastalığı bulaştıracak kimse bulunmuyordu. Birincisinin başına gelen hastalık ancak Allah Teâlâ’nın kaderiyle geldiğine göre ikincisine gelen hastalık da böyledir.

Bir kimse “Bizler bunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den hasta olan bir kimse sağlıklı olanın yanına götürülmesin şeklinde rivayet edilen hadise zıt görüyoruz” diyecek olursa ben de şöyle derim:

“Hayır, ancak hastalığın bulaşması yoktur sözü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu şekliyle hastalığının bulaşmasının asla söz konusu olmayacağı anlamında kabul edilir. O’nun “Hasta olan bir kimse sağlıklı olanın yanına götürülmesin” sözü de hastanın sağlıklının yanına götürülerek Allah’ın kaderi gereği birincisinin başına gelen hastalığın aynısının ona da gelmesi ve insanların bu sebeple “Birincisi hastalığı ona bulaştırdı” demeleri korkusu hakkında kabul edilir. İşte böylelikle bu söz söylenir korkusu ile sağlıklı olan, hasta olanın yanına götürülmesi mekruh görülmüştür. Biz yine bu rivayetler arasında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den cüzzamlının elini yemek kabının içerisine koymuş olduğunu da rivayet ettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiili uygulaması böylelikle bulaşmanın söz konusu olmadığına delil olmaktadır. Çünkü hastalığın bulaşması mümkün şeylerden olsaydı bu takdirde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bulaşmasından korkulan böyle bir fiili de ortaya çıkmazdı. Çünkü bunu yapmakla telef olma tehlikesini üzerine çekmiş oluyordu. Oysa Allah Azze ve Celle bunu yasaklamış, kendinizi öldürmeyin buyurmuştur. (Nisa 29) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yana doğru kaymış yüksekçe bir duvarın yanından hızlıca geçmişti. Ölüm korkusuyla yan yatmış bir duvarın yanından hızlıca geçtiğine göre hastalığın bulaşmasından korkulan bir işi yapması nasıl caiz olabilir?

Yine bu bölümün bundan önceki kısımlarında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in taunun bulunduğu yere gidilmesini ve bulunduğu yerden çıkılmasını yasakladığına dair nakledilmiş rivayetlerin anlamını, onun bulunduğu yere gidilmesini yasaklamasının, Allah Teâlâ’nın ilminde onların oraya gittikleri takdirde o hastalığa yakalanacakları ve oraya gidince bu hastalığa yakalanarak: “biz bu hastalığın olduğu yere geldiğimiz için bu hastalığa yakalandık. Gelmemiş olsaydık yakalanmayacaktık” demelerinin korkusu olduğunu, aynı şekilde oradan çıkmayı yasaklamasının da oradan çıkan bir kimsenin kurtulması ve arkasından: “Ben oradan çıktığım için kurtuldum, çıkmasaydım kurtulamayacaktım” dememesi için olduğunu da belirtmiştik. Taunun bulunduğu yerden çıkmanın ve bulunduğu yere gitmenin yasaklanış sebebi aynı olduğuna ve bunun hastalığın bulaşmasından değil de, onun uğursuzluğundan korkup çekinmekten dolayı olduğu anlaşıldığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hasta olan sağlıklı olanın yanına götürülmesin” sözü de, hastalığın bulaşması endişesiyle değil, yine uğursuz görme ile alakalıdır. Bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün bu sözleri insanların endişelenip uğursuz saymalarına götüren bu sebeplerle ilgilidir.“

28 Kasım 2020 Cumartesi

Kıyametin Küçük Alametlerinin Topluca Zikredildiği Bir Hadis


من حديث أبي سعيد عيسى بن سالم الشاشي حَدَّثَنَا أبو يزيد الخراز قال أبو القاسم البغوي واسمه خالد بن حيان عن زيد بن واقد عن مكحول عن عَلِيّ بْن أَبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إن من اقتراب الساعة إِذَا رأيتم النَّاس أماتوا الصَّلَاةَ وَأَضَاعُوا الْأَمانة وَاسْتَحَلُّوا الْكَبائر وَأَكَلُوا الرِّبَاءَ وَأَخَذُوا الرِّشَا وَشَيَّدُوا الْبِنَاءَ وَاتَّبَعُوا الهوى وَبَاعُوا الدِّينَ بِالدُّنْيَا واتخذوا القرآن مزامير واتخذوا جلود السباع صفافا والمساجد طرقا والحرير لباسا وكثر الجور وفشا الزنا وتهاونوا بالطلاق وائتمن الخائن وخون الأمين وصار المطر قيظا والولد غيظا وأمراء فجرة ووزراء كذبة وأمناء خونة وعرفاء ظلمة وقلت العلماء وكثرت القراء وقلت الفقهاء وحليت المصاحف وزخرفت المساجد وطولت المنابر وفسدت القلوب واتخذوا القينات واستحلت المعازف وشربت الخمور وعطلت الحدود ونقصت الشهور ونقضت المواثيق وشاركت المرأة زوجها في التجارة وركب النساء البراذين وتشبهت النساء بالرجال والرجال بالنساء ويحلف بغير الله ويشهد الرجل من غير أن يستشهد وكانت الزكاة مغرما والأمانة مغنما وأطاع الرجل امرأته وعق أمه وأقصى أباه  وصارت الإمارات مواريث وسب آخر هذه الأمة أولها وأكرم الرجل اتقاء شره وكثرت الشرط وصعدت الجهال المنابر ولبس الرجال التيجان وضيقت الطرقات وشيد البناء واستغنى الرجال بالرجال والنساء بالنساء وكثرت خطباء منابركم وركن علماؤكم إلى ولاتكم فأحلوا لهم الحرام وحرموا عليهم الحلال وأفتوهم بما يشتهون وتعلم علماؤكم العلم ليجلبوا به دنانيركم ودراهمكم واتخذتم القرآن تجارة وضيعتم حق الله في أموالكم وصارت أموالكم عند شراركم وقطعتم أرحامكم وشربتم الخمور في ناديكم ولعبتم بالميسر وضربتم بالكبر والمعزفة والمزامير ومنعتم محاويجكم زكاتكم ورأيتموها مغرما وقتل البرىء ليغيظ العامة بقتله واختلفت أهواؤكم وصار العطاء في العبيد والسقاط وطفف المكائيل والموازين ووليت أمركم السفهاء

Ebu Said İsa b. Salim eş-Şâşî (vefatı hicri 232 miladi 846), hadis cüzünde (no:46) dedi ki: bize Ebu Yezid el-Harraz tahdis etti, dedi ki; Ebu’l-Kasım Halid b. Hayyan el-Begavî Zeyd b. Vakıd’dan, o Mekhul’den rivayet etti: “Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Muhakkak ki kıyamet yakınlaştığı zaman şunları görürsün:

İnsanlar namazı öldürürler.

Emaneti zayi ederler.

Büyük günahları helal sayarlar.

Faiz yerler.

Rüşvet alırlar.

Binaları yükseltirler.

Hevaya uyarlar.

Dünya karşılığında dinlerini satarlar.

Kur’ân’ı çalgı edinirler.

Yırtıcı hayvanların derilerinden sergi yaparlar.

Mescidleri yol edinirler.

İpeği elbise edinirler.

Zulüm artar.

Zina yaygınlaşır.

Boşanma hafife alınır.

Hâine güvenilir.

Güvenilir olan hain sayılır.

Yağmurlar sıcak yağar.

Çocuklar öfkeli (huysuz) olur.

Yöneticiler günahkâr kimseler olur.

Vezirler (danışmanlar, bakanlar) yalancı olur.

Emanetçiler hain olur.

Vekiller zalim olur.

Âlimler azalır.

Okuyanlar çok fakat fakih olanlar az olur.

Mushaflar yaldızlanır.

Mescidler süslenir.

Minberler uzatılır

Kalpler bozuk olur.

Şarkıcı kadınlar edinilir.

Çalgı aletleri helal sayılır.

Sarhoş edici içkiler içilir.

Had cezaları (zina eden evlilerin recmedilmesi, hırsızın elinin kesilmesi gibi cezalar) iptal edilir.

Aylar kısalır.

Anlaşmalar bozulur.

Kadın ticarette kocasına ortak olur.

Kadınlar katırlara biner.

Kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara benzerler.

Allah’tan başkası adına yemin edilir.

Kişi kendisinden şahitlik istenmeden şahitlik eder.

Zekât borç gibi, ödünç de ganimet gibi görülür.

Kişi karısına itaat ederek annesine isyan edip babasını uzaklaştırır.

Yöneticilik miras gibi devreder.

Bu ümmetin sonrakileri öncekilerine hakaret eder.

İnsanlara şerrinden korkulduğu için saygı gösterilir.

Güvenlik güçleri (zabıta, polis) çoğalır.

Cahiller minberlerde söz sahibi olur.

Erkekler taylasan (baş üzerinden örtülen şal) giyer.

Yollar daralır.

Binalar yükseltilir.

Erkekler erkeklerle (livata), kadınlar da kadınlarla (lezbiyenlik) yetinir.

Minberlerinizde hatipler çoğalır.

Âlimleriniz yöneticilere meylederek onlara haramları helal kılar ve helalleri haram kılarlar, onların arzuladıkları fetvaları verirler,

Âlimler ilmi dinarlarınızı ve dirhemlerinizi almak için öğretirler.

Kur’ân’ı ticaret vasıtası edinirler.

Mallarınızda Allah’ın hakkını zayi edersiniz.

Mallarınız şerli olanlarınızın eline geçer.

Akrabalık bağlarınızı koparırsınız.

Toplantılarınızda sarhoş edici içkiler içer, kumar oynar, davul çalarsınız, üflemeli ve telli çalgı aletleri çalarsınız,

İhtiyaç sahiplerinize zekâtı vermeyip onu bir borç gibi sayarsınız.

Çoğunluğun öfkesinden dolayı suçsuz kimseyi öldürürsünüz.

Görüşleriniz ihtilâf eder.

Bağışlar yapma işi köle ve düşük kimselerin eline geçer.

Ölçü ve tartıda eksiltme yapılır.

Sefihler yöneticileriniz olur.”

Ravileri sakıncasızdır, ancak Mekhul eş-Şâmî rahimehullah, Ali radiyallahu anh’e yetişmemiştir. Bu hadisi Şecerî Emali’de (2724) ve el-Mustagfirî Delailu’n-Nubuvve (282) müellifin tarikinden rivayet etmiştir. Suyuti Cem’ul-Cevami’de (2472) Ebu’ş-Şeyh’in el-Fiten kitabı, Uveys’in Cüz’ü ve Deylemî’ye nispetle zikretmiştir.

Tirmizî (2210) hadisin bir kısmını; el-Ferac b. Fudale – Yahya b. Said – Muhammed b. Amr b. Ali – Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh yoluyla rivayet etmiştir. el-Ferac b. Fudale zayıftır. Aynı tarikten; Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (469) Beyhakî el-Ba’s ve’n-Nuşur (75) ve başkaları da rivayet etmişlerdir.

Hadiste zikredilen unsurlar daha başka sahabelerden de bu şekilde topluca rivayet edilmiştir, ancak o rivayetlerin her birinin isnadında şiddetli zayıflık vardır. Lakin hadiste sayılan unsurlar, parçalar halinde birçok rivayetlerde sabit olmuştur.

27 Kasım 2020 Cuma

Zalim Yöneticilerin Maske ve Aşı Zorlamalarına Karşı Yapılacak Şey

Dinden çıkışın, dine ve dindarlara düşmanlığın ve küfre zorlamanın süratle yayıldığı, her tarafta maske takarak İblis’e kulluğunu izhar edenlerin çoğunlukta olduğu bu zamanda tevhid ve sünnet üzerinde sebat eden müslümanlar, din düşmanlarına karşı güç gösterebilecek ve fiilî mukabelede bulunacak durumda değildir. Lakin alemlerin rabbi Allah Azze ve Celle, kendisinden sakınanlara ve kendisine tevekkül edenlere yardım edeceğini vaad etmiştir.

Müslümanların oldukça azınlık ve zayıf olduğu bu zamanda, maske, HES kodu, çipli kimlik ve aşı gibi küfre zorlama eylemleri karşısında Allah’tan yardım isteyerek ve din düşmanı zalimler aleyhinde beddua ederek kunut yapmaları meşrudur. Belli bir hadiseden dolayı yapılan bu kunuta “nazile” veya “nevazil” kunutu denilir. Bu konuda birçok hadisler gelmiştir ve meşhurdur. Bazısını zikretsek yeterli olur inşaallah:

Ebu Hureyre radiyallahu anh’den:

أَنَّ النَّبِيَّ - صلى الله عليه وسلم - كَانَ إِذَا قَالَ سَمِعَ اللَّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ فِي الرَّكْعَةِ الْآخِرَةِ مِنْ صَلَاةِ الْعِشَاءِ قَنَتَ اللَّهُمَّ أَنْجِ عَيَّاشَ بْنَ أَبِي رَبِيعَةَ اللَّهُمَّ أَنْجِ الْوَلِيدَ بْنَ الْوَلِيدِ اللَّهُمَّ أَنْجِ سَلَمَةَ بْنَ هِشَامٍ اللَّهُمَّ أَنْجِ الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اللَّهُمَّ اشْدُدْ وَطْأَتَكَ عَلَى مُضَرَ اللَّهُمَّ اجْعَلْهَا عَلَيْهِمْ سِنِينَ كَسِنِي يُوسُفَ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yatsı namazının son rekatinde “semiallahu limen hamideh” dedikten sonra şöyle kunut yaptı: “Allah’ım! Ayyaş b. Ebi Rebia’yı kurtar. Allah’ım! El-Velid b. el-Velid’i kurtar. Allah’ım! Seleme b. Hişam’ı kurtar. Allah’ım! Mustazaf mü’minleri kurtar. Allah’ım! Mudar’a şiddet ver! Allah’ım! Onlara Yusuf (aleyhi's-selâm)’ın kıtlık yılları gibi kıtlık yılları ver.” Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.

İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan:

قَنَتَ رَسُولُ اللَّهِ - صلى الله عليه وسلم - شَهْرًا مُتَتَابِعًا فِي الظُّهْرِ وَالْعَصْرِ وَالْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ وَصَلَاةِ الصُّبْحِ فِي دُبُرِ كُلِّ صَلَاةٍ إِذَا قَالَ سَمِعَ اللَّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ مِنَ الرَّكْعَةِ الْآخِرَةِ يَدْعُو عَلَى أَحْيَاءٍ مِنْ بَنِي سُلَيْمٍ عَلَى رِعْلٍ وَذَكْوَانَ وَعُصَيَّةَ وَيُؤَمِّنُ مَنْ خَلْفَهُ 

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ay boyunca hergün peşpeşe öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah her namazın ardında, son rekatte rükudan kalkıp “semiallahu limen hamideh” dediklten sonra kunut yaparak Beni Süleym, Ri’l, Zekvan ve Usayye kabilelerine beddua etti, arkasındakiler de amin dediler.”

Bunu Ahmed, Ebû Dâvûd ve Hâkim; Sabit b. Yezid – Hilal b. Habbab – İkrime – İbn Abbas radiyallahu anhuma yoluyla rivayet etmişlerdir. Nevevî el-Mecmu’da (3/482) “İsnadı hasen veya sahihtir” dedi. İbn Kayyım Zadu’l-Mead’de (1/280) “hadis sahihtir” dedi. İbn Hacer Netaicu’l-Efkar’da (2/130) hasen dedi. El-Elbani de Sahihu Suneni Ebi Davud’da (3/144) hasen demiştir.

Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Hureyre radiyallahu anh’den gelen hadiste de nazile kunutunun namazın son rekatinde yapıldığı geçmektedir.

İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava (23/108) dedi ki: “Meydana gelen hadiselerde kunut yapmak sünnettir. Ehli hadis fakihlerinin görüşü budur ve raşid halifelerden de rivayet edilmiştir.”

Yine İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava (22/270) “Meydana gelen hadiseler için yapılan kunutta mü’minlerin lehine ve kâfirlerin aleyhine dua ederek, sabah namazında ve diğer namazlarda yapılması meşrudur. Ömer radiyallahu anh Hristiyanlara karşı savaşırken yaptığı kunutta: “Allah’ım! Kitap ehli kâfirlere lanet et” diyerek beddua etmiştir.”

Kunut, beş vakit farz namazlarda yapılır, nafile namazlarda ve Cuma namazında yapılmaz. Çünkü bu konuda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den ve ashabından bir şey rivayet edilmemiştir. Hatibin Cuma hutbesinde yapacağı dua yeterlidir. İbn Abdilber el-İstizkar’da (2/282) şöyle demiştir: “Sahabe’den birinin Cuma namazında kunut yaptığı gelmemiştir.”

İslam’a düşmanlığı izhar eden kafirlere ismen beddua ve lanet etmenin caiz oluşunu İmam Ahmed, İmam Malik, İbn Battal, İbn Hibban, İbn Kudame, İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Nevevi, İbn Hazm, San’anî ve birçok alimler açıklamışlardır.

(Bkz.: el-İstizkar 5/172, Sahihu ibn Hibban 5/327, İbn Battal Buhari Şerhi (3/6) İbn Kudame el-Mugni (2/587) İbn Kayyım Zadu’l-Mead (1/272) Nevevi el-Minhac (5/283) İbn Hazm el-Muhalla (3/58) San’anî Subulu’s-Selam (1/255)

Arap olmayanların duayı kendi dillerinde yapmalarına bir mani yoktur.

Kunut duasını imamın sesli yapması ve duada ellerini kaldırması sünnettir.

Enes radiyallahu anh’den:

:".. فَمَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ - صلى الله عليه وسلم - وَجَدَ عَلَى شَيْءٍ قَطُّ وَجْدَهُ عَلَيْهِمْ - يعني القرَّاء - فَلَقَدْ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي صَلَاةِ الْغَدَاةِ رَفَعَ يَدَيْهِ فَدَعَا عَلَيْهِمْ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in (Bi’ru Maune olayında öldürülen) kurrâlara üzüldüğü kadar bir şeye üzüldüğünü görmedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sabah namazında ellerini kaldırarak (kurrâları öldürenler) aleyhinde dua ettiğini gördüm.”

Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Nevevi el-Mecmu’da (3/479) “Bunu Beyhakî sahih veya hasen isnad ile rivayet etti” demiştir.

Ebu Rafi radiyallahu anh’den:

صليت خلف عمر بن الخطاب رضي الله عنه فقنت بعد الركوع، ورفع يديه، وجهر بالدعا

“Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’ın arkasında namaz kıldım, rükûdan sonra kunut yaptı, ellerini kaldırdı ve duayı sesli olarak yaptı.” Bunu Beyhakî (2/212) rivayet etmiş ve “Ömer radiyallahu anh’e ulaşan isnadı sahih” demiştir.

Duadan sonra elleri yüze sürmek meşru değildir. Bu konuda rivayet edilen hadis ise hüccet olamayacak kadar zayıftır. (Bkz.: İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava 22/519)

Nitekim Beyhakî şöyle demiştir: “Duadan sonra elleri yüze sürmeye gelince, seleften birinin kunut duasında bunu yaptığına dair bir rivayet ezberlemedim. Bazıları namaz dışındaki dualarda bunu caiz görseler de, bu konuda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayet zayıftır. Bazıları namaz dışındaki dua hakkında bununla amel ediyorlar. Ama namaz içindeki duada elleri yüze sürmeye gelince sahih bir hadis veya sabit bir eser yoktur, kıyas da yoktur. Evla olan bunu yapmamak, selefin yaptığı gibi, namazda elleri yüze sürmeden dua etmekle yetinmektir.”

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den ve ashabından gelen hadislerden zahir olan odur ki, nazile kunutunda duaya Allah’a hamd ve Nebiye salat ile başladığı sabit olmamıştır.  

Özetle: farz namazların son rekatinde, rükudan sonra imam ellerini kaldırır, "Allah'ım! Din düşmanlarının maske, aşı, karantina, cemaatle namazı yasaklama gibi dayatmalarına ve zulümlerine karşı mü'minlerin yardımcısı ol! Onların zulümlerini müslümanlardan sav! İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanlık eden örgütleri, devlet yöneticilerini, sağlık bakanını, bilim kurulu üyelerini, maskeye ve aşıya zorlayan polisleri, zabıtaları, tagut uşaklarını kahru perişan eyle! Tuzak kurmak isteyen bu hainleri emellerine ulaştırma, tuzaklarını kendi başlarına geçir ya Aziz ya Kahhar!" şeklinde dua eder, cemaat amin derler, sonra imam ellerini tekbir için kaldırır ve secdeye gider.

* Not: Kunutun son rekatte rükudan önce yapılabileceğini gösteren rivayetler de mevcuttur. Hadis ehli fakihler her ikisini de meşru görmektedirler.

25 Kasım 2020 Çarşamba

Deccal Yeni Dinini Piyasaya Sürdü, Çok da Tutuldu!

 

Şehadet ederim ki yeryüzündekilerin çoğunun korona gibi ilahları çoktur ve yine şehadet ederim ki onların; Adhenom Gebreyesus Tedros, Bill Gates, Elon Musk, Rockefeller, Recep Erdogan, Fahrettin Koca, Suud'un, Mısır'ın kralları gibi tagutlardan birçok rasulleri vardır!

Deccalin dinine tabi olanların imanlarının esasları:

1- Hastalığın bulaştığına inanmak, virüslerin varlığına ve çokluğuna iman etmek, Dünya Sağlık Örgütünün açıklamalarına kayıtsız şartsız teslim olmak

2- Maske ve mesafe kuralına uymamanın ve karantinadan çıkmanın günah olduğuna inanmak,

3- Aşıların, maskenin, mesafenin faydalı olduğuna, bunların hastalıklardan ve her türlü musibetlerden koruduğuna inanmak, sigaranın zararlı olduğuna, her türlü felaket ve hastalıkların sigara sebebiyle meydana geldiğine inanmak

4- Modern bilimci ahmakların açıkladığı şeylere ve medyadan empoze edilenlere kalben dahi itiraz etmemek, sorgulamamak, 

5- Rahman’dan bir ilham gelirse veya hastalığın bulaşmadığına, dünyanın düz olduğuna, dönmediğine dair gerçekler gün yüzüne çıktıkça derhal NASA ve DSÖ beyanlarına (şeytanın vesveselerine) sığınmak,

6- Dünyanın yuvarlak olduğuna ve döndüğüne iman etmek, Nasa’nın açıkladığı bilgilere kayıtsız şartsız teslim olmak

Dinlerinin şartları:

1- Yukarıda zikredilen şehadet kelimelerini zikretmek

2- Maske,

3- Mesafe,

4- Temizlik!

5- Hes kodu almak, evlere kapanmak, aşı çıkınca aşı olmak

Abdestleri alkolle ve dezenfektanlarladır,

Namazları, şeytana teslim ettikleri camilerde maskeli ve mesafelidir!

Cihadları; imanlarının kurallarına uymayanları HES koduyla tespit etmek, maske takmayanı sokağa çıkarmamak, ulaşım vasıtalarına, iş yerlerine, devlet dairelerine, marketlere sokmamak,  bu kurallara muhalefet edenleri linç etmek,

Zekâtları; korona tedbirleri uğruna malları feda etmek, maddi zararlara göz yummak

Oruçları; akrabalarını, yakınlarını hastanelerde ilaçlarla öldürmelerine sabır ve rıza göstermek, ses çıkarmamak

Hacları; virüs test merkezlerini tavaf etmek, ateş ölçer cihazlara yüz sürmek

Sen de bize şahit ol ki Ya Rab! Hepsini inkar ettik, Allah’a ve “Hastalık bulaşmaz” diyen rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ettik

 Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldılar? Eğer ayırdedici söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için can yakıcı bir azap vardır." (Şura 21)


Allah’ın mescitlerini, içlerinde O'nun adının anılmasından alıkoyan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? İşte onlar var ya, onlara oralara korka korka girmekten başka bir şey yoktur. Onlar için dünyada rezillik vardır. Onlar için ahirette de çok büyük bir azap vardır.” (Bakara 114)


Yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna itaat edecek olursan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar ancak zanna uyarlar; onlar ancak yalan söylerler.” (En’âm 116)


"İşte o şeytandır ki ancak kendi velilerini korkutur; eğer mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun!" (Al-i İmran 175)

Cuma ve Cemaatle Namazlardan Dolayı Zulme Uğrayan Müslümanlar

 

İmam Şafii rahimehullah el-Umm’de (1/189) şöyle demiştir:

فَإِنْ كان خَائِفًا إذَا خَرَجَ إلَى الْجُمُعَةِ أَنْ يَحْبِسَهُ السُّلْطَانُ بِغَيْرِ حَقٍّ كان له التَّخَلُّفُ عن الْجُمُعَةِ فَإِنْ كان السُّلْطَانُ يَحْبِسُهُ بِحَقِّ مُسْلِمٍ في دَمٍ أو حَدٍّ لم يَسَعْهُ التَّخَلُّفُ عن الْجُمُعَةِ

“Eğer kişi Cuma namazına çıktığı zaman sultanın kendisini haksız yere hapsedeceğinden korkarsa cumadan geri kalabilir. Eğer sultan onu bir müslümanın kan hakkı sebebiyle veya had cezası için hapsedecekse, cumadan geri kalamaz.”

Siyasi karışıklıkların meydana geldiği zamanlarda fitne korkusuyla cemaatle namazlardan geri kalmaya birçok imamlar cevaz vermişlerdir.

Ebu Akîl Beşir b. Ukbe rahimehullah dedi ki: “Yezid b. Abdillah b. eş-Şihhir Ebu’l-A’lâ rahimehullah’a:

ما كانَ مُطَرِّفٌ يَصنَعُ إِذا هاجَ في النّاس هَيجٌ؟ قالَ كانَ يَلزَمُ قَعرَ بَيتِه ولاَ يَقرَبُ لَهُم جُمُعَةً ولاَ جَماعَةً حَتى تَنجَليَ لَهُم عَمّا انجَلَت

“Mutarrif b. Abdillah b. Şihhir rahimehullah insanlar birbirine girip savaştıkları zaman ne yapıyordu?” dedim. Dedi ki:

“Evinin ortasından ayrılmaz, fitne kalkıncaya kadar Cuma ve cemaat namazlarında dahi onlara katılmazdı.” İsnadı Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahihtir. İbn Sa’d Tabakat (7/142) İbn Asakir Tarih (58/314)

Ebu Bekr İbn Ebik ed-Devâdârî Kenzu’d-Durer Ve Camiu’l-Gurer’de (5/194) şöyle der:

فيها كان ابتداء المحنة العظيمة وإظهار القول بخلق القرآن وكان الذي قام بهذا الأمر بشر المريسي وبنو الجهم وشاع ذلك وذاع وقتل من خالف واختفت العلماء والأئمة في منازلهم وامتنعوا من الصلوات في الجوامع وقتل منهم خلق كثير

“Hicri 218 yılında Kur’ân’ın mahlûk olduğu görüşü izhar edilerek büyük fitne çıktı. Bu işi Bişr el-Merisî ve Cehm oğulları çıkardılar, yayıldıkça yayıldı. Muhalefet eden öldürüldü. Âlimler ve imamlar evlerinde gizlendiler, camilerde namazlara katılmaktan çekindiler. Onlardan birçok kimse öldürüldü.”

Selef Zamanında Hastalık Sebebiyle Cemaatle Namaz İptal Edildi mi?

 Soru: Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu değerli hocam. Hastalık sebebiyle selef döneminde namazın kılınmadığı  olduğunu söylenler var bunu izah edermisiniz Allah Subhanehu ve Teala size hâyr versin 

Cevap: Aleykumu’s-Selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. Salih selef döneminde cemaatle namazın iptal edildiğine dair bir şey yoktur. Fitne savaşları sebebiyle birkaç gün cemaatle namaz kılınamadığı, ezanlar okunmadığı şeklinde bazı rivayetler mevcut olsa da bunlar insanların kendi iradeleriyle yaptıkları şeyler değildir. Bu yüzden zamanımızdaki namaz yasaklarıyla asla kıyaslanamaz!

Seleften çok sonraki zamanlarda büyük çaplı vebalarda çok sayıda ölümler olması sebebiyle camilerin boş kaldığı zikredilmiştir. Mesela İbn Azarî el-Marakeşî, (v.695 h.) el-Beyanu’l-Mugrib Fi Ahbari’l-Endulus ve’l-Magrib adlı kitabında (1/257), Tunus’ta hicrî 395 yılında büyük bir veba meydana geldiğini, insanların çoğunun öldükleri için Kayravan mescidlerinin boş kaldığını zikretmiştir.

Zehebi, Tarihu’l-İslam’da (30/25) Hicri 448 yılı hadiseleri hakkında şöyle demiştir: “Bu yılda Endülüs’te büyük bir kıtlık ve veba meydana geldi. İşbiliyye halkı öldüler ve namaz kılacak kimse kalmadığı için mescidler kapalı kaldı.” Bkz.: Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (18/311)

İbn Hacer, İnbau’l-Gumr adlı tarih kitabında (3/326), hicri 827 senesinin başlarında Mekke’de büyük bir veba meydana geldiğini, her gün kırk kişinin öldüğünü, Rebiu’l-Evvel ayında ölenlerin sayısının bin yedi yüze ulaştığını, Makamu İbrahim’de Şafii mezhebi mensuplarının; imamla beraber ancak iki kişinin namaz kıldığını, diğer mezheplerden ise namaz kılacak kimse kalmadığı için cemaatle namaz kılmadıklarını zikretmiştir.

Bazıları isnad ve metin açısından sahih olmadığı net olan, bâtıl bir rivayete dayanarak, Amvas taunu zamanında Cuma ve cemaat namazlarının iptal edildiğini çıkarıyorlar. Şüphesiz bu, en saçma zorlamalardandır.  Metinde buna dair en ufak bir işaret yoktur. Söz konusu rivayet şudur:

Şehr b. Havşeb rahimehullah, efendisinden (annesinin kocasından) rivayet ediyor:

أنّه كان قد شهد طاعون عمواس، فكان على قيادة الناس أبو عبيدة بن الجراح فمات بالطاعون، ثم معاذ بن جبل فمات به أيضًا فلما مات استخلف على الناس عمرو بن العاص فقام فينا خطيبا فقال: أيها الناس، إن هذا الوجع إذا وقع فإنما يشتعل اشتعال النار، فتجبّلوا منه في الجبال قال: فقال له أبو واثلة الهذلي: كذبتَ والله، لقد صحبت رسول الله صلى الله عليه وسلم، وأنت شرٌّ من حماري هذا. قال عمرو: والله ما أرد عليك ما تقول، وأيْمُ الله لا نُقيم عليه! ثم خرج وخرج الناس فتفرقوا عنه، ودفعه الله عنهم. قال: فبلغ ذلك عمر بن الخطاب من رأي عمرو فوالله ما كرهه

“O, Amvas taununa şahit olmuş. İnsanların komutanı Ebu Ubeyde b. el-Cerrah radiyallahu anh idi. O taundan öldü. Sonra Muaz b. Cebel radiyallahu anh komutan oldu, o da taundan ölünce yerine Amr b. el-As radiyallahu anh komutan oldu ve şöyle hutbe verdi: “Ey insanlar! Şüphesiz bu hastalık meydana gelmiştir ve ateşin tutuşması gibi tutuşturmaktadır. Ondan dağlara kaçın. Ebu Vasile el-Huzeli radiyallahu anh ona dedi ki: “Vallahi yanıldın! Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sahabelik ettim. Sen şu eşeğimden bile daha şerlisin.” Amr b. el-As dedi ki: “Vallahi söylediğini reddetmiyorum. Allaha yemin olsun burada kalmayacağız.” Sonra o çıktı ve insanlar da çıkıp dağıldılar. Allah onlardan hastalığı def etti. Bu haber Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’e ulaşınca Amr’ın görüşünü çirkin görmedi.”

Bunu Ahmed (3/225) Taberî Tarih (4/62) ve İbn Asakir Tarih (68/108) rivayet etmişlerdir.

Bu rivayet birkaç açıdan münkerdir:

1- Şehr b. Havşeb, kendisinde zayıflık olmakla beraber, güvenilir ravilere muhalif düşmediği hadisleri hasen kabul edilir. Bu rivayette ise aşağıda geleceği üzere hem kendisinin daha sağlam rivayetine hem de diğer güvenilir ravilere muhalif metinle rivayet etmiştir.

2- Şehr b. Havşeb, bunu ismini belirtmediği, cerh ve ta’dil açısından durumu hiç bilinmeyen birinden rivayet etmiştir.

3- Rivayetin metninde Amr b. As radiyallahu anh’e itiraz eden sahabinin ismi Ebu Vasile olarak belirtilmiştir. Bu, sahih rivayetlere aykırıdır. Sahih olan rivayette Amr b. el-As’ı uyaran sahabi Şurahbil b. Hasene radiyallahu anh’dır.

Şehr b. Havşeb rahimehullah’tan: “Abdurrahman b. Ganm radiyallahu anh dedi ki:

وَقَعَ الطَّاعُونُ بِالشَّامِ فَخَطَبَنَا عَمْرُو بْنُ الْعَاصِ فَقَالَ إِنَّ هَذَا الطَّاعُونَ رِجْسٌ فَفِرُّوا مِنْهُ فِي الْأَوْدِيَةِ وَالشِّعَابِ فَبَلَغَ ذَلِكَ شُرَحْبِيلَ ابْنَ حَسَنَةَ فَقَالَ كَذَبَ عَمْرٌو صَحِبْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَمْرٌو أَضَلُّ مِنْ حِمَارِ أَهْلِهِ وَلَكِنَّهُ رَحْمَةُ رَبِّكُمْ وَدَعْوَةُ نَبِيِّكُمْ وَوَفَاةُ الصَّالِحِينَ قَبْلَكُمْ

“Şam’da taun meydana geldi. Amr b. el-As radiyallahu anh bize hutbe vererek şöyle dedi:

“Muhakkak ki bu taun bir pisliktir. Ondan vadilere ve yaylalara kaçın.” Bu sözler Şurahbil b. Hasene radiyallahu anh’e ulaşınca dedi ki:

“Amr yanıldı! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sahabelik ettim. Amr, ailesinin eşeğinden daha sapıktır. Lakin bu hastalık rabbinizden bir rahmet, nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in bir duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.”

Bunu Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (7/305) Hâkim (3/311) Ahmed (4/195) Ma’mer b. Raşid el-Cami (772) Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (1690) Ebu Nuaym Marife (3714) İbn Asakir Tarih (22/475) hasen bir isnad ile rivayet etmişlerdir. Şehr b. Havşeb, bu rivayette diğer güvenilir ravilere uygun rivayette bulunduğu için bu rivayeti hasendir.

4- Rivayetin metninde Amr b. el-As radiyallahu anh’ın kendisine yapılan uyarıyı dinlemediği ve insanları dağlara ve vadilere dağıttığı geçmektedir. Hâlbuki sahih olan rivayetlerde Amr b. el-As radiyallahu anh, diğer sahabelerin uyarısını dinlemiş ve fikrinden vaz geçmiştir.

Şurahbil b. Şuf’a rahimehullah’ın rivayetinde şu şekildedir:

إِنَّ الطَّاعُونَ وَقَعَ بِالشَّامِ فَقَالَ عَمْرٌو تَفَرَّقُوا عَنْهُ فَإِنَّهُ رِجْزٌ فَبَلَغَ ذَلِكَ شُرَحْبِيلَ ابْنَ حَسَنَةَ فَقَالَ قَدْ صَحِبْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ إِنَّهَا رَحْمَةُ رَبِّكُمْ وَدَعْوَةُ نَبِيِّكُمْ وَمَوْتُ الصَّالِحِينَ قَبْلَكُمْ فَاجْتَمِعُوا لَهُ وَلَا تَفَرَّقُوا عَلَيْهِ فَقَالَ عَمْرٌو رَضِيَ اللهُ عَنْهُ صَدَقَ

“Taun Şamda ortaya çıkınca Amr radiyallahu anh: “Bunun bulunduğu yerden etrafa dağılın. Çünkü o bir azaptır” dedi. Amr’ın bu söyledikleri Şurahbil b. Hasene radiyallahu anh’e ulaşınca o şöyle dedi:

“Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sohbetinde bulundum. O’nun şöyle buyurduğunu işittim:

Bu rabbinizin bir rahmeti, nebinizin bir duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.” Bu sebeple onun için toplanın, onun bulunduğu yerden etrafa dağılmayın.” Bunun üzerine Amr radiyallahu anh: “Doğru söyledi” dedi.”

Bunu sahih isnadla; Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/306) İbn Hibban (7/215) Ahmed (4/196) Beyhakî (6/384) rivayet etmişlerdir. El-Elbani, Talikatu’l-Hisan’da (2490) sahih olduğunu söylemiştir.

5- Bu rivayette Muaz radiyallahu anh’ın ölümünden sonra Amr b. el-As’ın bu konuşmayı yaptığı geçiyor. Lakin sahih rivayetlere göre Muaz radiyallahu anh, Amr b. el-As’ın bu fikrini hutbede açıkladığını duyunca karşı çıkmış ve rabbinden, taundan ölmeyi dilemiş, bundan sonra vefat etmiştir. Bunu Ahmed (5/248) Ebu Kılabe rahimehullah yoluyla, İbn Huzeyme, Bezzar ve İbn Asakir Tarihu Dimeşk (22/475) Abdurrahman b. Ganm rahimehullah yoluyla, Beyhakî Delail’de Suleyman b. Musa yoluyla rivayet etmişlerdir. Bkz.: İbn Hacer, Bezlu’l-Maun (s.261-262)  

Ahmed b. Hanbel’in Kitabu’z-Zuhd’de (no:1021) Tarık b. Abdirrahman rahimehullah’tan rivayetinde de şöyle anlatılır:

“Şam’da taun hastalığı çıktı ve yayıldı. İnsanlar: “Bu susuz tufandır” dediler. Bu Muaz b. Cebel radiyallahu anh’e ulaşınca kalkıp şöyle hutbe verdi:

إِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِي مَا تَقُولُونَ إِنَّمَا هَذِهِ رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ وَدَعْوَةُ نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَفَتِ الصَّالِحِينَ قَبْلَكُمْ وَلَكِنْ خَافُوا مَا هُوَ أَشَدُّ مِنْ ذَلِكَ أَنْ يَغْدُوَ الرَّجُلُ مِنْكُمْ إِلَى مَنْزِلِهِ لَا يَدْرِي أَمُؤْمِنٌ هُوَ أَوْ مُنَافِقٌ وَخَافُوا إِمَارَةَ الصِّبْيَانِ

“Muhakkak ki söyledikleriniz bana ulaştı. Bu hastalık ancak rabbiniz Azze ve Celle’den bir rahmet ve nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in duasıdır. Sizden önceki salihlere bu kurtuluş olmuştur. Lakin onlar bundan daha şiddetli olan şeyden; sizden birinin evine mü’min mi yoksa münafık mı olduğunu bilemeden dönmesinden ve çocukların idareciliğinden korkuyorlardı.”

7- Bu rivayette Ömer radiyallahu anh’ın, Amr b. As’ın bu görüşünü çirkin görmediği zikrediliyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Taun bulunan yere girilmemesi ve orada bulunanların taundan kaçarak çıkmaması hakkındaki yasağına açıkça aykırı olan bu görüşe Ömer radiyallahu anh’ın karşı çıkmamış olması düşünülemez. Zira bazı rivayetlerde Amr b. El-As’ın: “Bu hastalıktan dağlara kaçın” dediği geçmektedir.  Nitekim Ömer radiyallahu anh Şam’a yöneldiğinde kendisine bu hadis hatırlatılması üzerine geri dönmüştür. (Buhârî 6572, Muslim (2219)

Usâme b. Zeyd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الطَّاعُونُ رِجْزٌ أَوْ عَذَابٌ أُرْسِلَ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَوْ عَلَى مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ فَإِذَا سَمِعْتُمْ بِهِ بِأَرْضٍ فَلَا تَقْدَمُوا عَلَيْهِ وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلَا تَخْرُجُوا فِرَارًا مِنْهُ وقَالَ أَبُو النَّضْرِ لَا يُخْرِجُكُمْ إِلَّا فِرَارٌ مِنْهُ

Tâûn (vebâ) hastalığı İsrailoğullarından veya sizden öncekilerden bir gruba gönderilen bir pislik idi. Bir yerde tâun olduğunu işitirseniz oraya gitmeyiniz. Siz bir yerde iken bu hastalık meydana gelirse de oradan kaçmayın.” Buhârî (3473) Muslim (2218)

Aişe radıyallahu anha’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâûn hakkında sordum. Bana şöyle haber verdi:

أَنَّهُ عَذَابٌ يَبْعَثُهُ اللَّهُ عَلَى مَنْ يَشَاءُ وَأَنَّ اللَّهَ جَعَلَهُ رَحْمَةً لِلْمُؤْمِنِينَ لَيْسَ مِنْ أَحَدٍ يَقَعُ الطَّاعُونُ فَيَمْكُثُ فِي بَلَدِهِ صَابِرًا مُحْتَسِبًا يَعْلَمُ أَنَّهُ لاَ يُصِيبُهُ إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَهُ إِلَّا كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ شَهِيدٍ

Muhakkak ki o Allah’ın dilediğine gönderdiği bir azaptır ve şüphesiz Allah onu mü’minlere bir rahmet kılmıştır. Bulunduğu yerde tâûn hastalığı çıkıp da karşılığını Allah’tan bekleyerek ve Allah’ın yazdığından başkasının isabet etmeyeceğini bilerek beldesinde kalmaya sabreden hiçkimse yoktur ki, ona şehidin ecri gibi ecir yazılmasın. Buhârî (3474, 5734, 6619)

Az sonra Ebu Musa radiyallahu anh’den gelecek olan rivayette görüleceği gibi, Ömer radiyallahu anh’ın, Ebu Ubeyde radiyallahu anh’e, havadar yerlere taşınmalarını tavsiyesi ise hastalıktan kaçmak amacıyla değil, tedavi amacıyla bir tavsiyedir. Hafız İbn Hacer bu hususu ayrıntılı açıklamıştır. (Bkz. Bezlu’l-Maun (s.273) Nitekim Ukl ve Urene kabilelerinden bazı münafıklar Medine’ye gelince, Medine’de yaygın olan sıtma vebasına yakalanmışlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onların tedavisi için Medine dışına çıkmalarına müsaade etmiştir.

Korona’nın Taun ile kıyaslanması ise en bâtıl kıyaslardan ve sapıklıklardandır. Çünkü korona diye bir hastalık yoktur, covid diye bir virüs yoktur, bu din düşmanı kâfirlerin yalanıdır. Korku oluşturarak insanların alt benliklerine hastalık bulaşması kuruntusunu yerleştirmişler, panik olmalarına sebep olmuşlardır. Geçmiş zamanlarda meydana gelen büyük çaplı vebalarda da bu korku insanların hastalanmalarına sebep olmuştur. Vebalar hakkında kitap yazan eski tabipler vebanın yayılmasını, kirli havadan zehirlenme ve korkunun yayılmasına bağlamışlardır. Hiçbir bulaşıcı hastalık da yoktur. Nitekim tıp ilminin ehli de virüs diye bir şeyin varlığını ispat edememişler, vücutta çeşitli sebeplerle meydana gelen hücre tahribatlarının (eksozomların) virüs olduğunu iddia edenler çıkmıştır.

Taun ise cinlerin saldırısıdır, Allah bu saldırıları kâfirler için azap, mü’minler için rahmet kılmıştır:

Ebu Musa radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

فَنَاءُ أُمَّتِي بِالطَّعْنِ وَالطَّاعُونِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَدْ عَرَفْنَا الطَّعْنَ فَمَا الطَّاعُونُ؟ قَالَ وَخْزُ أَعْدَائِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَفِي كُلٍّ شَهَادَةٌ

Ümmetimin tükenişi ta'n (yaralanma) ve tâûnla olacaktır." Denildi ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Tâ’nı biliyoruz, peki tâûn nedir?" şöyle cevap verdi:

"Tâûn, cinlerden olan düşmanlarınızın çarpmasıdır. Her birinde de şehitlik vardır. Muslim'in şartına göre sahih. Bezzar (8/16, 91) Ahmed (4/395, 413, 417) Tayâlisî (536) İbn Ebi Şeybe Musned (624) Buhârî Tarihu’l-Kebir (4/212) Hâkim (1/114, 2/102) Taberani (22/314) Taberani Evsat (2/105, 3/367, 8/239) Taberânî Sagir (351) Ebu Ya’la (13/194) Ru’yani (498, 539) İbn Bişran Emali (99) Ebu’ş-Şeyh İbn Hayyan Fevaid (119) Dulabi el-Kuna (122) Darekutni el-İlel (7/257) Taberi Tehzibu’l-Asar (s.100) Ebu’l-Hasen el-Hilai el-Hilaiyyat (752) Ebu Nuaym Musnedu Ebi Hanife (s.99, 105) Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybani el-Asar (265) Ebu Yusuf el-Asar (896) Beyhaki Delail (7/209) Deylemi (4397) İbn Hacer Bezlu’l-Maun (s.109-136) el-Elbani İrvau’l-Galil (1637)

Aişe radıyallahu anha’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الطَّاعُونُ شَهَادَةٌ لِأُمَّتِي وَوَخْزُ أَعْدَائِكُمْ مِنَ الْجِنِّ يَخْرُجُ فِي آبَاطِ الرِّجَالِ وَمَرَاقِّهَا الْفَارُّ مِنْهُ كَالْفَارِّ مِنَ الزَّحْفِ وَالصَّابِرُ عَلَيْهِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

 Tâûn ümmetim için bir şehitliktir ve o cinlerden olan düşmanlarınızdan bir dürtmedir. İnsanların koltukaltlarında ve bacak aralarında çıkar. Ondan kaçan savaştan kaçan gibidir ve sabreden Allah yolunda cihad eden gibidir." Hasen. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (5531) Ahmed (6/82, 133, 145, 255) İshak b. Rahuye (1376, 1403) Ebu Ya’la (7/379, 8/125) Ebu Said İbnu’l-A’rabi Mucem (2391) Bezzar (Keşfu’l-Estar 3041) Ebu Bekir b. Hallad Fevaid (84) İbn Adiy el-Kamil (7/165) İbn Asakir Tarih (64/56) İbn Hacer Bezlu’l-Maun (s.69) el-Elbani es-Sahiha (1928)

Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’den rivayette, hastalık bulaşması yoktur denildikten sonra taun bulunan yere girilmesinin yasaklanması da, taunun hastalık bulaşmasıyla bir alakası olmadığını göstermektedir:

Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

لَا هَامَةَ وَلَا عدوى وَلَا طيرة فَإِن يكن شَيْئا فِي الطِّيَرَةِ فَالْمَرْأَةَ وَالْفَرَسَ وَالدَّارَ وَكَانَ يَقُولُ إِذَا كَانَ الطَّاعُونُ بِأَرْضٍ فَلا تَهْبِطُوا عَلَيْهِ وَإِذَا كَانَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلا تَفِرُّوا مِنْهُ

Baykuş uğursuzluğu yoktur, hastalık bulaşması yoktur, uğursuzluk yoktur, eğer bir şeyde uğursuzluk olsaydı kadında, atta ve evde olurdu. Bir yerde tâûn olursa oraya gitmeyin, sizin bulunduğunuz yerde tâûn olursa ondan kaçmayın.” Sahih. Ebû Ya'lâ (2/106) İbn Hibbân (13/497) Ahmed (1/180) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/161) Bezzar (3/290) el-Elbani es-Sahiha (789)

Nitekim Ebu Musa el-Eşarî radiyallahu anh, Taun hastalığının bulaşıcı olduğunun zannedilmemesi için uyarıda bulunmuştur:

Kays b. Muslim rahimehullah’tan: Tarık b. Şihab radiyallahu anh dedi ki:

كُنَّا نَتَحَدَّثُ إِلَى أَبِي مُوسَى الْأَشْعَرِيِّ قَالَ فَقَالَ لَنَا ذَاتَ يَوْمٍ لَا عَلَيْكُم أَن تجفوا فَإِن هَذَا الوجع قَدْ وَقَعَ فِي أهلنا فَمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ أَنْ يَتَنَزَّهَ فَلْيَتَنَزَّهْ وَاحْذَرُوا أَن يَقُول رجل خَرَجَ رجل فَعُوفِيَ! وَجَلَسَ رجل فَأُصِيبَ لَوْ كُنْتُ جَلَسْتُ كَمَا جَلَسَ آل فلَان أُصِبْتُ كَمَا أُصِيبَ آلُ فُلَانٍ وَأَن يَقُول إِن جَلَسَ فأصيب لَوْ كُنْتُ خَرَجْتُ كَمَا خرج آل فلَان عوفيت كَمَا عوفي آلُ فُلَانٍ فَإِنِّي سَأُحَدِّثُكُمْ فِي الطَّاعُونِ إِن عُمَرَ كَتَبَ إِلَى أبي عُبَيْدَة فِي الطَّاعُون الَّذِي وَقع بِالشَّام أَنه عرضت لي حَاجَة لَا غنى بِي عَنْك فِيهَا فَإِذا أَتَاك كتابي فَإِنِّي أعزم عَلَيْك إِن أَتَاك لَيْلًا أَلا تصبح حَتَّى ترد وَإِن أَتَاك نَهَارا أَلا تمسي حَتَّى ترد إِلَيّ فَلَمَّا قَرَأَ أَبُو عُبَيْدَة الْكتاب قَالَ قد عرفت حَاجَة أَمِير الْمُؤمنِينَ أَرَادَ أَنْ يُسْتَبْقَى من لَيْسَ بِبَاقٍ ثمَّ كتب إِنِّي قد عرفت حَاجَتك الَّتِي عرضت لَك فَحَلِّلْنِي مِنْ عَزْمَتِكَ يَا أَمِير الْمُؤمنِينَ فَإِنِّي فِي جُنْد الْمُسْلِمِينَ وَلنْ أَرْغَبَ بنفسي عَنْهُم قَالَ فَلَمَّا قَرَأَ عمر الْكتاب بَكَى قَالَ فَقيل لَهُ توفّي أَبُو عُبَيْدَة؟ قَالَ لَا وَكَانَ قد قَالَ فَكتب إِلَيْهِ عمر إِن الْأُرْدُن أَرض عمقة وَإِن الْجَابِيَة أَرْضُ نُزْهَةٍ فاظهر بِالْمُسْلِمين إِلَى الْجَابِيَة قَالَ فَلَمَّا قَرَأَ أَبُو عُبَيْدَة الْكتاب قَالَ هَذَا نسْمع فِيهِ أَمِير الْمُؤمنِينَ ونطيعه قَالَ فَأمرنِي أَن أركب فأبوئ النَّاس مَنَازِلهمْ قَالَ فَقلت إِنِّي لَا أَسْتَطِيعُ قَالَ فَقَالَ لي لَعَلَّ الْمَرْأَة طعنت؟ قَالَ قلت أجل قَالَ فَذَهَبَ لِيَرْكَبَ فَوجدَ وخزة فَطُعِنَ وَتُوفِّي أَبُو عُبَيْدَة وَانْكَشَفَ الطَّاعُونُ

“Bizler Ebu Musa radiyallahu anh’ın yanına gider konuşurduk. Bir gün bize şunları söyledi:

“Benden kaçınmanız gerekmez. Şu taun (veba) hastalığı benim aileme de düştü. Bu sebeple aranızdan uzak durmak isteyen uzak dursun. Fakat iki şeyden de sakının: Bir kimsenin: “Birisi çıktı ve kurtuldu, diğeri oturdu ve hastalığa yakalandı. Ben de çıkıp gitmiş olsaydım filanın ailesi kurtulduğu gibi ben de kurtulurdum” demesinden veyahut bir diğerinin: “Eğer oturmuş olsaydım filanın ailesi hastalığa yakalandığı gibi ben de yakalanacaktım” demesinden de sakının. Şimdi ben sizlere taun meselesini anlatayım:

“Şam’da taun hastalığı çıktı. Ömer radiyallahu anh ona: “Sana bu mektubum gelir gelmez kesin olarak sana şunu söylüyorum: Eğer mektubum sana sabah ulaşmışsa bineğine binmeden akşamı etme. Eğer akşam vakti sana varırsa yanıma gelmek üzere bineğine binmeden sabahı etme. Çünkü sana sen olmadan göremeyeceğim bir ihtiyacım var” diye bir mektup yazdı. Ebu Ubeyde radiyallahu anh mektubu okuyunca:

“Müminlerin emiri hayatta kalamayacak olanı hayatta tutmak istedi” dedi. Sonra Ebu Ubeyde radiyallahu anh ona şu mektubu yazdı:

“Ben müslümanlardan oluşan askerler arasındayım. Ben kendimi onlara tercih ederek yola çıkamam. Müminlerin emirinin bana ne ihtiyacının olduğunu biliyorum.” Mektup kendisine ulaşınca Ömer radiyallahu anh ağladı. Ona:

“Yoksa Ebu Ubeyde vefat mı etti?” denildi. O: “Hayır” dedi. Ömer radiyallahu anh ona şu mektubu yazdı:

“Ürdün derin bir yerdir. Cabiye ise nezih bir yerdir. Bu sebeple sen de müslümanları al ve Cabiye’ye git.” Ebu Ubeyde radiyallahu anh mektubu okuyunca: “Müminlerin emirini işittik ve itaat ettik” dedi. Sonra bana:

“Haydi, git, müslümanlara kalacakları yerleri hazırla” dedi. Ben: “Bunu yapamam” dedim. Ebu Ubeyde radiyallahu anh:

“Galiba hanımın taun oldu?” dedi. Ben de: “Evet” dedim. Ebu Ubeyde radiyallahu anh bineğine binmek üzere gitti. Onu bir şey yakalar gibi oldu ve hemen isabet alıp öldü. Sonra da taun hastalığı kalktı.”[1]



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Taberî Tehzibu’l-Asar (mefkud cüz no:13) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/305) Hâkim (3/295) İbn Asakir Tarih (24/422)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)