Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

17 Haziran 2022 Cuma

Riddet Küfrü ve Nifak Küfrü Hakkında – el-Elbani

 Soru: Allah'ın indirdiğiyle hükmeden ve içerisinde bariz yanlış ve isyanların bulunduğu bir devlet ile yabancı kanunlar ile hükmeden devletten hangisi kafirdir?

El-Elbani dedi ki: Zannedersem geçen oturumda küfür veya şirk hakkında konuşmuştuk. Küfür iki kısımdır: itikadî küfür ve amelî küfür. İtikadî küfür kişinin akidesiyle alakalıdır. Her kim Allah Tebarek ve Teala’nın getirmediği ve kulları için teşri kılmadığı düzeni, kanunları veya hukuku kalbiyle helal sayar ve benimserse onun bu küfrü riddet küfrüdür, bu küfrü itikadî küfürdür ki sahibi rabbinin şeriatına aykırı bir şeyi benimseyip kalben ona itikat ettiğinden Müslüman değildir. Her kim de Allah Tebarek ve Teala’nın şeriatını sistem ve hüküm olarak benimserse müslümandır, bizim lehimize olan onun da lehinedir aleyhimize olan onun da aleyhinedir. Onun bizim üzerimizde Temim ed-Dari radiyallahu anh’ın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiği sahih hadiste bildirilen hakkı vardır:

"Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir." Dediler ki: "Kim için ey Allah'ın rasulu?" Dedi ki:

"Allah için, kitabı için, Rasulu için, Müslümanların imamı ve avamı için"

Her kim din olarak, sistem olarak, kanun olarak İslam'ı benimserse onun hakkındaki görüşümüz hiç bir yöneticinin noksanlık, hata ve benzeri kusurlardan hali olamayacağı gibi onun da olamayacağıdır. Bize düşen gücümüz yettiğince ona nasihat etmek, marufu emretmek ve onu münkerden nehyetmektir. Eğer yönetici düzen ve sistem olarak İslam'dan başkasını benimsemiş olan bir yöneticiyse onun hükmü altında yaşayan kimseye İslam hükümlerinin egemen olduğu bir beldeye yolculuk edip oradan hicret etmesi gerekir. Bu da yine umum bir kaide olan güç yetirme kaidesine göredir. "Allah'tan gücünüz yettiğince sakının" Yine Nebi aleyhissalatu ve’s-selam’ın dediği gibi:

"Size bir şey emrettiğimde onu gücünüz yettiğince yerine getirin, bir şeyden yasakladığımda ona son verin"

Soru soran kişi: Güzel... Peki eğer helal görmüyorsa yani Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin vacip olduğuna iman ediyor fakat Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek isteyen buna ihtiyaç duyan kimse...

El-Elbani: Uzamasından çekindiğimden geçmiş konuları tafsilatıyla tekrarlamak istemiyorum... Özellikle de göründüğü kadarıyla kardeşlerin de soruları var. Ayrıca diğer kardeşlerin de soracakları var.

Soru soran: İşareten de olsa izah güzel olur.

El-Elbani: Biz diyoruz ki her kim İslam'dan başkasını akide olarak benimserse onun küfrü irtidad küfrüdür. Her kim de ister yönetici ister yönetilen olsun İslam'ı benimserse bu kişi de az önce de belirttiğimiz gibi Müslümandır. Ancak bu yönetici veya yönetilen İslam ile gelen bir şeye muhalif bir harekette bulunursa onun bu muhalefeti küfürden değil, masiyetten kabul edilir. Her ne günah işlemiş olursa olsun veya günahı ne kadar büyük olursa olsun kalbiyle bu günahını helal görmedikçe yani işlediğim bu şey günah değildir ne haramdır ne helaldir demedikçe böyledir. Ne zaman ki bunu der küfre girmiş ve dininden irtidad etmiş olur.

İşte bundan dolayı riddet küfrü ile masiyet küfrünü birbirinden ayırmamız gerekiyor. Riddet küfrü kalp ile alakalıdır. Kişinin kalbi Allah'ın şeriatine karşı gelmektedir. Masiyet küfründe ise kişinin kalbi Allah'ın şeriatinden yana olsa da ameliyle hevasına uymaktadır. Aksi takdirde Allah Azze ve Celle’ye karşı isyan eden herkesin riddet küfrüyle kâfir olduğunun söylenmesi gerekir ki bir Müslüman bunu söylemez.

Nifak da aynı küfür gibi bu kabildendir. Bu da aynı şekilde bugün insanların çoğuna kapalı kalmış meselerdendir. Nifağın da aynı küfür gibi itikadi ve ameli kısımları vardır. Bu hakikati hatırladığımızda bazı hadisleri anlamamız da kolaylaşır. Aksi takdirde ilim talebesinin kafası karışacaktır. Mesela meşhur hadis:

"Münafığın alameti üçtür: konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine guvenildiginde hainlik eder"

Münafığın alameti... Bu hadisteki münafık ismini nasıl anlayacağız? Bu Kuran'da geçtiği gibi midir?: "Muhakkak ki münafıklar cehennemin en alt tabakasındadır"

Kim sözünde durmazsa onun cehennemin en alt tabakasında olduğunu mu söyleriz? Bunu ancak şer’i isimlendirmelerin hakikatinden cahil olan kimse söyler.

Münafığın nifağı; ameli nifak da olabilir, itikadi nifak da olabilir. Allah Azze ve Celle’nin haklarında cehennemin en alt tabakasında olduğunu söylediği kişilerin küfrü içlerinde gizleyip İslam'ı izhar eden kişiler olduğunu biliyorsunuz. İşte bunlar kalplerinde yer edenlerden dolayı kâfirlerdir çünkü onlar kalplerinde Allah'ın indirdiklerine karşı bir küfür gizliyorlar. Lakin onlar insanlara İslam'ı zahir ediyorlar. Onlarla namaz kılıyor, oruç tutuyor ve İslam ahkâmını açığa vuruyorlar. Ancak kalplerindekiyle kâfirdirler. İçindekinin zıddını açığa vurduğundan o münafık diye isimlendirilmiştir.

Onun açığa vurduğu güzel olan İslam'dır kalbinde ise büyük bir küfür gizlemektedir. Onun bu küfrü cehennemde ebedi kalmayı gerektiren bir küfürdür, sahibi de cehennemin en alt tabakasındadır.

İşte bu hadiste (münafığın alameti hadisi) ve bunun gibi başka hadislerde mesela Nebi aleyhissalatu ve’s-selam’ın: "Kim cihad etmeden veya nefsinde cihad etmeyi arzulamadan ölürse nifaktan bir şube üzerinde ölmüş olur" sözünde geçen nifak, sahibini cehennemde ebedi kılacak olan nifak mıdır? El-Cevab: Hayır.

Öyleyse "Münafığın alameti" hadisini nasıl anlayacağız? Buradaki Münafığın nifağı tıpkı ameli küfür gibi ameli nifaktır. Yani o inandığına muhalif bir amelde bulunmaktadır. Müslüman kalbinin derinliklerinde yalanın haram olup caiz olmadığına iman etmektedir. Kalbinde durum böyledir peki o ne yapmaktadır? İçinde gizlenenin aksine ameli etmektedir. Kâfir ve mürted olan Münafık da gizlediğinin aksini açığa vurmaktadır. Ancak o şerri gizlemeye hayrı açığa vurmaktayken münafık Müslüman ise hayrı gizlemeye şerri açığa vurmaktadır. Hayra iman etmekte şer işlemektedir.

O, yalanın haram olduğuna, husumetin haram olduğuna inanmakta fakat inandığına (ameliyle) muhalefet etmektedir. Müslümanın amelinin itikadıyla çelişmesi onun sâlih olmayan amelinin sâlih olan akidesiyle çelişmesidir. Bu münafık zahir olan amelinin içinde gizlediğiyle çelişmesi bakımından kâfir ve mürted olan münafıkla ortaktır.

Öyleyse "Münafığın alameti üçtür" hadisi hakkında şimdi diyelim ki... İçinde küfrü gizleyip İslam'ı açığa vuran itikadî nifak sahibi cehennemin en alt tabakasındadır. İçinde Allah katından gelenlerin tümüne imanı barındırıp ameliyle ve sözüyle buna muhalefet eden Müslümana gelince... Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu münafık diye isimlendirmiştir. O halde selim kaideye sahip olup da kendisinden Allah'ın şeriatine muhalif bir amel sadır olan kişinin yönetici veya yönetilen olması arasında hiç bir fark yoktur. Onun bu küfrü ameli küfür, nifağı ameli nifaktır.

İslam'ı izhar edip içinde küfrü barındıran sözüyle İslam'ı izhar edip sonra İslam'ı benimseyen kişiye gelince... O kalben İslam'a karşı koymamaktadır. Kâfir ve cehennemin en alt tabakasında ebedi kalacak olan Münafık ile Allah'ın indirdiklerine iman eden lakin ameliyle az veya çok Allah Azze ve Celle’ye muhalefet eden kimse birbirinden ne kadar da uzaktır! O bununla dinden çıkaran bir küfürle kafir değil, asidir. Bu soruyla alakalı söylenebilecekler bunlardır.

Soru soran: Buna yakın bir soru olaraktan günümüzdeki Kadiyaniler, Şiiler ve onlar gibi fırkalarla Selef'in yoluna muhalif şekillerle İslam'a davet eden fırkaların "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır..." hadisinin kapsamına dayanaraktan mutlak anlamda ateş ehli olduklarına hükmedebilir miyiz?

El-Elbani: Bunda hiç şüphe yok ki evet...

Tercüme: Ebu Leylâ Ali Karaçay

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-216-2 (alathar.net)

15 Haziran 2022 Çarşamba

İftar Vakti Hakkında - el-Elbani

Şeyh el-Elbani rahimehullah dedi ki: “Şu an biz misafir kardeşlerimizin dikkatine dönmek istiyoruz. Bazen onlar bizim ezanı işitmeden önce hurmayla veya içecekle iftar ettiğimizi görüyorlar. Her Müslümanın dinen iftar vaktinin ne zaman olduğunu bilmesi gerekir. Buhârî ve Muslim’de bu konuyla ilgili hadiste şöyle buyrulmuştur: “Gece şuradan geldiğinde” bu sırada doğuya işaret etti “ve gündüz şuradan gittiğinde” bu sırada batıya işaret etti “ve güneş kaybolduğunda oruçlu iftar etmiştir” Her beldenin gecesi, gündüzü, doğusu ve batısı vardır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim şu sözündeki icazıyla bu hakikate işaret eder: “İki doğunun ve iki batının rabbi” Yani yaz mevsimindeki doğu ile batı ve kış mevsimindeki doğu ile batı kastedilmiştir. Lakin yaz mevsimindeki doğu ile kış mevsimindeki doğu arasında fark vardır. Çünkü güneş her gün şahit olunduğu üzere yer değiştirir. Allah Tebarek ve Teâlâ yine bu hakikate: “Doğuların ve batıların rabbi” kavliyle işaret etmiştir. Önceki ayette “İki doğunun ve iki batının rabbi” buyrulurken burada: “Doğuların ve batıların rabbi” buyrulmuştur. Bu, rabbimiz Azze ve Celle’nin kevni hakikatleridir. Kainatı birçok mıntıkalarda doğular ve batılar şeklinde tedbir etmektedir. Amman’da gördüğümüz gibi dağlar, vadiler ve az da olsa düz araziler bulunduğuna şahit oluyoruz. Bugün işittiğiniz ezan şer’î vakitlere göre değildir! O ancak astronomik hesaplara göredir. Çünkü şer’î vakitlerde fecri sadığın veya güneşin doğduğu yöne bakılır. Yine güneşin battığı yöne bakılır. Biz buna baktığımızda astronomik ezanın veya radyo ezanının diyelim, asla şer’i doğuş yerlerine göre olmadığını görüyoruz. Bu ancak takvimlerdeki astronomik vakitlere göre uygulanmaktadır! Biz bir çok mekanlarda güneşin kaybolduğunu ve güneşin kaybolmasıyla gündüzün gittiğini ve gecenin doğu cihetinden gelmiş olduğunu görüyoruz. Buna rağmen insanlar ezanı işitmedikçe iftar etmiyorlar! Ezan ise birçok dağda on dakika gecikiyor. Amman’ın ortasında olanlara göre yirmi dakikadan fazla gecikiyor. Çünkü Amman cidden alçaktadır. Bu yüzden biz astronomik vakit hesaplarına uymayız. Çünkü bu şer’î bir ezan değildir. Misafir kardeşlerimizden bu gerçeği bilmelerini ve bu beldedekileri ezandan önce iftar ederken gördüklerinde garip karşılamamalarını rica ediyoruz. Çünkü onlar ezanın en az onlarca dakika geç okunduğunu biliyorlar.

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-1064-2 (alathar.net)

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" hadisiyle alakalı yaygın bir hatanın düzeltilmesi

 Şeyh el-Elbani rahimehullah dedi ki: “Diyorlar ki: “Kavmi Rasulullah sallallahu aleyhi sellem’e eziyet verip onu üzdüğünde: "Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" dedi.” Bu hadiste birisi rivayet yönünden diğeri fikhî yönden olmak üzere iki yönden hata bulunmaktadır. - Allah size hayırlı karşılık versin - Rivayetle alakalı kısma gelince; Bu hadis Sahih-i Buhari'de şu şekilde geçmiştir: "Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kavmi kendisini dövüp üzdüğünde: “Allah'ım! Kavmimi hidayet et! Çünkü onlar bilmiyorlar" diyen bir nebiyi anlatmıştır" Hadis bizim nebimiz aleyhi’s-selam ile alakalı değildir. Nebimiz ancak kendisinden önce kavmi tarafından dövülen bir nebiden bahsetmektedir. Çoğunluk bu konuda hataya düşmektedir ki bu yeni ortaya çıkan bir durum da değildir. Bu hata siyer kitaplarında da: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem "Allah'ım! kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" dedi” şeklinde mevcuttur. Doğru olan ise zikrettiğimiz gibi Nebi aleyhi’s-salatu ve’s-selam kendisinden önceki bir nebiden bahsetmekte ve onun sözünü de: "Allah'ım! Kavmimi hidayet et çünkü onlar bilmiyorlar" lafzıyla aktarmaktadır.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Kuranı Kerim'de bununla alakalı bir yasak inmesine rağmen müşrikler için bağışlanma dileyecek değildir. Şayet bu hadisin Nebi aleyhi’s-salatu ve’s-selam ile bir alakası olsaydı dahi duası: "Allah'ım! Kavmimi hidayet et" şeklinde olur, "Allah'ım! Kavmimi bağışla" şeklinde olmazdı. Çünkü onlar kâfir ve müşriklerdir ki onlar için bağışlanma dilemek caiz değildir.  (Bizim toplummuzdakilere) rahmet dilemeye gelince bu istenen bir şeydir ki biz de bunu söyleriz. Böyle yapmamız hadise uygundur, sahih hadisten sapmış olmayız. Çünkü onlar (küfür ve şirk dışında) ne yaparlarsa yapsınlar onları İslam dairesinden çıkaramayız: “Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar…”

Tercüme: Ebu Leyla Tashih: Ebu Muaz

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-فتاوى عبر الهاتف والسيارة-017-1 (alathar.net)


14 Haziran 2022 Salı

Müslümanların Bugünkü Durumu Hakkında - el-Elbani

 

Şeyh el-Elbani dedi ki: "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi onlara dinden teşri kılan ortakları mı var?" (Şura, 21)

İşte bu Kur’an örneği, ibadetin sadece Allah'ın hakkı olması gibi teşrî'in de (din hükümleri koymanın da) yalnız Allah Azze ve Celle’nin hakkı olduğunu ifade etmektedir. Nasıl ki O’na ibadette bir şeyi ortak koşmak caiz değilse teşri de Allah’a has olan şeylerdendir. Ne kadar yüksek bir makamda olursa olsun yeryüzünde bulunan hiç kimsenin insanları Allah'ın şeriatinden başka bir şeye uymakla mükellef tutması caiz değildir. Kim bunu yaparsa onu rab edinmiş ve teşride Allah’a onu ortak kılmış olur. Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Adiyy b. Hatim'e ayeti (Tevbe 31) izah ederken şöyle demiştir: 

"Allah’tan başka rabler edinmeniz ile kastedilen ruhbanları; Mesih aleyhi's-selâm’ı Allah ile beraber ortak edinmeniz gibi ortak edinmeniz değildir. Siz ancak helali haram kıldıklarında ve size haram kılınanları helal kıldıklarında o ruhbanlara ve alimlere tabi olmanızla şirk koşmuş oldunuz." Çünkü helal ve haram kılma Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarındandır. Hiç kimse için kitap ve sünnetten bir nas olmaksızın bir şey için bu haramdır veya bu helaldir demesi caiz değildir. Hristiyanlar teşrîde Allah'a kulluktan sapınca bizden öncekilerin düştüğü duruma düşmememiz için uyarı olarak bu ayet nazil oldu. İbret alıyor muyuz? El-Cevab: Hayır! Bundan dolayıdır ki bugün çelişkili, ihtilaflı ve en şiddetli bir şekilde birbirine zıt kanunlar altında yaşadığımızı görürüz. Bu kargaşa sebebiyle Müslümanlar fikri ve toplumsal ihtilaflar içindedirler. İnanıyoruz ki bu üzücü durumdan kurtuluşun çaresi -ki kalbinde zerre kadar iman bulunan bir Müslümanın bu duruma karşı çıkmada bizimle aynı fikirde olmadığını düşünemiyorum lakin insanların çoğu çareyi bilmiyorlar- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan hadisdir. Bu hadisle de sözlerimi noktalıyorum ki son nokta olsun. Bazıları bu hadis hakkında sorabilirler. Nebi aleyhissalatu vesselam söyle buyurdu:

"İyne yoluyla alışveriş yaptığınız, sığırların kuyruklarına tutunup, hayvancılığa razı olduğunuz ve Allah yolunda cihadı terk ettiğiniz vakit Allah üzerinize öyle bir zillet musallat eder ki dininize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz" Bu sahih hadiste Müslümanlara isabet eden bazı hastalıkların türleri ve yegane ve kesin çözümü zikredilmistir: "...dininize dönünceye kadar" Dine dönmek için de öncelikle doğru bir anlayışa ve bunu doğru bir şekilde uygulamaya ihtiyaç vardır. Meselenin sonu budur. Velhamdu lillahi Rabbil alemin.”

Tercüme: Ebu Leyla Tashih: Ebu Muaz

Linki: الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-168-1 (alathar.net)

Giyimde Örfün Belirleyiciliği Var mıdır? El-Elbani

 Soru: Bazı insanların sarık sardığını, şalvar giydiğini veya Pakistan giyimi olarak bilinen kamis giydiklerini görüyoruz. Bu sünnetin gereği midir yoksa giyimde örf ve adete mi uyulur?

El-Elbani dedi ki: İslam’da Müslümanlar için özel bir görünüm veya özel bir libas yoktur. Çünkü bizler biliyoruz ki ilk Müslümanlar arap idiler, İslam beldelerini feth ettiklerinde Rum ve Faris beldelerinde onların kendi görünümleri vardı. Onlara arap ve acem olarak özel bir İslamî arap giyimi farz kılınmadı. Ancak  hikmetli şeriate ters düşmeyen adet ve geleneklerine bırakıldılar. Onların giyim ve görünümlerinde ve her türlü muamelelerinde gözetilmesi zorunlu olan bazı kurallar konuldu. Şu an iki kuralı hatırlıyorum. Bunlardan birincisi giyim ve görünüşlerinde saçıp savurmaktan, israftan ve malı zayi etmekten uzak olmalarıdır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

İsraf ve böbürlenme suretiyle haddi aşmadıkça dilediğini ye, dilediğini giy.”

“Haddi aşmadıkça dilediğini ye ve dilediğini giy.” İki mesele; israf, malı zayi etmek ve böbürlenmek zikredilmiştir. Bu birinci şarttır. İkinci şart ise Müslümanın giyiminin kâfirlerin giyimine ve görünümüne benzememesidir. Bu konuda birçok hadisler vardır. Bunlardan bazıları bir asıl ve kural gibidir ve ayrıntılarda bu asla göre uygulama yapılır. Kural Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:

Kıyametin önünde kılıçla gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnız Allah’a kulluk edilsin. Rızkım da mızrağımın gölgesinde kılındı. Zillet ve küçüklük emrime muhalefet edenlere tayin edildi. Kim kendisini bir topluluğa benzetirse onlardandır.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” sözü işte Müslümanların giyim ve görünüşte gözetlemeleri gereken ikinci asıldır. Eğer bu iki durumdan uzak olursa, bir açıdan israftan ve böbürlenmeden uzak durarak ve diğer açıdan kafirlere benzeşmekten uzak olursan o takdirde dilediğini giy denilir. İster topukların üzerine ulaşan uzun bir kamis (cellabiye) giy, ister dizlerine kadar uzanan gömlek giy. Bunu ister şalvarla beraber istersen üzerinde abâ olmak şartıyla şalvarsız giy. Yahut bir örtüye sarın. Bu konuda dilediğini giymekte özgürsün. Yine açıklaması geçen sınırlara uyduğunda, bir açıdan israf ve böbürlenmeden uzak, diğer açıdan kâfirlere benzeşmekten de uzak olarak dilediğini yersin.   

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-1037-2 (alathar.net)

“İki Zarardan Hafifi” Kaidesini Parlemento Hakkında Delil Getirene Reddiye – el-Elbani

 Soru: Bazıları Şeyh Abdulaziz b. Baz, Şeyh İbn Useymin gibi şeyhlerden şu parlementolara girmeyi iki zarardan hafif olanı gördüklerini, Müslümanların buraları fasıklara ve bidatçilere bırakması halinde onların çoğunluğu oluşturacağı ve böylece Müslümanlar aleyhine büyük zarar geleceğini, bu fetvaya göre bu parlementolara girmenin iki zarardan hafifi babından olduğunu söylediklerini naklediyorlar.

El-Elbani dedi ki:  Bu onların zannıdır! Bunun mü’minin zannı olmasını umardım. Lakin gerçekler maalesef bize gösteriyor ki İhvanu’l-Muslimin bid’atçileri aynı gerekçeyle parlementoya girme bid’atini çıkardıklarından beri bu girişlerinin herhangi bir fayda getirdiğini görmedik! Sadece parlementoyu, kendi gidişatlarını ve dine aykırı hükümlerin uygulanmasını güçlendirdiler! Ben burada hiçbir faydanın olmadığını söylemiyorum, lakin bu özde bir fayda değildir. Mesela kalp hastası olan bir kimsenin bedeninde hastalığın bazı etkileri olur ve ona bazı merhemler ve sakinleştiriciler ile tedavi yapılır. Bununla beraber bu, hastalığın kendisine ve kökenine yönelik bir tedavi değildir. Tecrübe en büyük delildir ey cemaat! Ne zamana kadar bu gibi iddialara devam edeceğiz? Nitekim onlarca senedir İslamî cemaatler bu konuda nasiplerini tecrübe ettiler. Diyoruz ki: Yazık oldu! Biz şu an yeniden bunu tecrübe ediyoruz. Halbuki insanın olanlardan ibret alması yeterdi. Bu yüzden dönüyor ve diyorum ki: ilmin çizgisini gözetmeyi öğütlesinler! Muhakkak ki senin vesilenle bir kimsenin hidayet bulması kızıl develerinin olmasından daha sevimlidir.”

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0930-2 (alathar.net)

Erkeklerin Başı Açık Gezmesinin Hükmü – el-Elbani

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Sahihu Muslim’de bir hadis var: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem evinden başı açık olarak aceleyle çıktı, yanında bazı sahabeleri vardı. Bu hadis Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in başı açık olarak yürüdüğüne dair vakıf olabildiğimiz tek hadistir. Bizler inanıyoruz ki bugün gençlerin bunu adet edinmeleri mü’minlerin yoluna aykırıdır ve kâfirlere benzemektir. Bu yüzden yollarda yürürken ve mescide girerken başı açık olmak caiz değildir. Lakin bir kimse evinde hararetten dolayı geçici süre başını açabilir fakat bu şekilde namaz kılamaz. Nitekim mesela Hicaz’da şiddetli sıcaktan dolayı yalnızca izar içinde namaz kılıyorlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: 

Biriniz omuzunda bir elbise olmadan namaz kılmasın.”  Yine şöyle buyurmuştur:

Kimin izarı ve ridası varsa izarını ve ridasını giyinsin. Zira Allah kendisi için süslenilmeye daha layıktır.” Yine Muslim’in Sahih’indeki hadiste şöyle buyrulur:  

Kimin yalnızca tek elbisesi varsa ve o elbise genişse ona sarınsın. Dar ise onu izar edinsin.” (Ebu Muaz’ın notu: İzar: belden aşağısını örten etekli libaslardır. Rida ise omuzları örten elbiselerdir.)

Dini hükümler tek bir şekilde değildir. Ancak gerçekten çok hassas bir ilmî ölçüyle gelmiştir. Benim (erkeklerin) başı açık gezme adetine nisbetle görüşüm budur ve buna insanların en şiddetli karşı çıkanıyım. Lakin birimiz namaza başı açık olarak kalktığında bu şiddet hoş görülmelidir. Bu ister caiz olmayan bir şey olsun, ister terk edilmesi uygun olmadığı halde terk edilen bir amel babından olsun, bu insanlara açıklama babından bir özettir.  

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0918-2 (alathar.net)

Küfür Diyarında Velisiz Nikahın Hükmü - el-Elbani

 Ali el-Halebi dedi ki: “Velisiz nikâh olmaz” hadisi hakkında bazı kardeşler mesela Avrupa ülkelerindeki durumu soruyorlar. Orada Müslüman kadınlardan biriyle evlenmek istiyor, lakin kadının babası Hristiyan olduğu için onlardan isteyemiyor. Bu konuda çok sıkıntı oluyor. Babasından izin isteyemiyor, istese de izin vermesi beklenen bir durum değil. Böyle bir durumda velisinin iznini istemeden evlenmenin hükmü nasıl olur? Bu evlilik kayıt altına alınıyor.

El-Elbani dedi ki: “Bu sorudan önce şunu sormak lazım: Bu nikah akdi kilisede mi oluyor?”

Halebi dedi ki: “Hayır kilisede değil.”

El-Elbani dedi ki: Güzel. Şuan Amerika’da Kanada’da bulunan Mahmud Murad kardeşimiz İslam hükmü bulunmayan kâfir ülkelerinde sorulan bu türden çok sorular soruyor. Orada yaşayan Müslümanların seçkinlerinden bir komisyon veya cemaat bulunmalı, dini yargı işlerini temsil etmelidirler. O zaman Müslime bir kadın veya kafire bir kadına talip olan Müslüman erkek, veli izni alma imkanı olmadığı zaman velisi olmayanın velisi kadı olur. Bu komisyon da kadı mesabesindedir. Yani bu işi fertler üstlenirse kaos olur. Durum tamamen zina gibi olabilir. Bu yüzden mümkün olan sınırlarda kayıt altına alınması zorunludur…

Birisi dedi ki: “Orada mescid imamı varsa?”

El-Elbani dedi ki: Evet, lakin ben yalnızca mescid imamını kastetmiyorum. Çünkü genellikle mescid imamı sıradan bir adam olur. Bazen kıraati güzel olur, bazen güzel olmaz, bazen namaz hükümlerini dahi bilmeyen biri imam olur. Fakat eğer güvenilir Müslümanlardan bir komisyon kurulursa Müslümanların maslahatlarını gözetirler. O zaman iş daha kuvvetli olur. Yani şuan bu ülkelerde kızın nikah akdine müsaade etmeyen velisi ile meydana gelebilecek ihtilafta bu yeterli olmaz. Talip olan kimse iki şahitle mescid imamına gitse ve akit yapsa, dini yargılama gerektiren bir durum ortaya çıksa bu dini yargılamayı üstlenecek bir komisyon veya cemaat bulmamız gerekir. Mescid imamı bir alim dahi olsa bu konuda yeterli olmaz.

Birisi dedi ki: “Bunlar mevcut olursa, boşanmış bir kadın gelse ve birisi onunla evlense, kadın: “Benim velim yok” dese kadı onun velisi olsa tamam olur yani?

El-Elbani dedi ki: Onun işini o üstlenir. Yani bunda ne var?

Soran dedi ki: Kadı tek başına veli oluyor

El-Elbani dedi ki: bu yeterlidir.

Soran dedi ki: “Burada din ile hükmedilmediği söyleniyor şeyhim.”

El-Elbani dedi ki: Yeterlidir. Lakin burada kanunlar bir yana, dini yargılamayla ilgili meseleler var. Sizler medenî nikâh denilen nikahı biliyorsunuz.  Bu Cemal Abdunnasır’ın getirdiği kötülüklerdendir. Kanunlar bir yana, dini yargılama yapan ve “Kadın buluğa erdiğinde özgürdür, velisinin izni olmadan kendisini evlendirebilir” diyen Ebu Hanife’nin mezhebini benimsemiş bazı kadılar da var. Kadı hakkında bu durumun da düşünülmesi gerekir! Senin bahsettiğin kadı böyle midir? Hanefi mezhebini benimsemiş olduğu halde kanuna göre akit yaparsa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi ne olacak: “Hangi kadın kendisini velisinin izni olmadan evlendirirse nikâhı batıldır, nikâhı bâtıldır, nikâhı bâtıldır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yönetici) velisi olmayanın velisidir.” İhtilaf ettikleri zaman bu kadı hareket noktasıdır. Bu güzel, ama hareket noktası Hanefi mezhebi olursa velisinin olup olmaması arasında fark olmaz. Bu durumda bu caiz değildir.

Link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0831-2 (alathar.net)

Mecliste Her Musafaha Edilen Kimseye Selam Vermenin Hükmü

 

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Üçüncü mesele, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Sizleri dinde sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira dinde her sonradan çıkarılan şey ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.”, “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunur” ve “Her bid’at bir sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” hadisleriyle, İslam’ın genel kapsamlı büyük bir kaidesinde hareket noktamdır. Peki nedir bu mesele? Birisi giriyor ve: “es-Selamu aleykum” diyor, sünnet olduğu gibi musafaha ediyor. İkinci bir kişi geliyor ve her musafaha ettiğine “es-Selamu aleykum” diyor. Mecliste kaç kişi var? Diyelim on kişi, onlarsa selam veriyor. Bu sünnetten değildir. Ancak meclise giren kişi selam verir sonra sünneti tamamlamak isterse orada bulunanlarla musafaha eder. Eğer mümkün olmazsa belli sayıdaki kimseyle musafaha eder. Ama çok sayıda kimse varsa burada bulunan herkesle bu müslümanın musafaha etmesinde zorluk olur. Sünnette delil olan, meclise giren kimsenin: “es-Selamu aleykum” demesi sonra dilerse daha kamil ve daha faziletlisini yaparak mecliste bulunanlarla musafaha etmesidir. Lakin her musafaha ile beraber selam vermesi dinde sonradan çıkarılan işlerdendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Sizleri dinde sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira her sonradan çıkarılan bir bid’attir, her bid’at bir sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” hadisini öğrendiniz. Bu mesele hatırlatmam gereken bir konudur. Hatırlatmak mü’minlere fayda verir.”  

Linki:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-214-2 (alathar.net)

Fotoğrafların Yasaklanan Suret Olmadığını İddia Edenlere Reddiye – El-Elbani

 El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Ebu Hureyre radıyallahu anh şu kudsi hadisi rivayet etmiştir:

Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zalim kim vardır? Haydi bir zerre (küçük kızıl karınca) yaratsınlar! Haydi bir tane yaratsınlar, bir arpa yaratsınlar!” Allah böyle buyuruyor! Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın bu hadisi rivayet etmesinin sebebi şudur: O, Emevilerden birinin sarayında suret yapan bir ressama uğramıştı. Adam duvarlara suretler yapıyordu. Bunun üzerine bu hadisi rivayet etti. Şayet o suretleri düşünürsek, kabartma olduklarını lakin fakihlerin tabiriyle mücessem (heykel) olmadıklarını söyleyebiliriz. Şu halde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her suret yapan ateştedir” buyurmuştur. Bu mana Allah Azze ve Celle katından gelmiştir. Nitekim bazı hadislerde suret yapanlara karşı çıkan ve bu işe cüret edenleri azarlayan Allah Azze ve Celle’dir. Suret yapan kimse tasviriyle, Allah Azze ve Celle’ye yaratma hususunda benzemeye çalışmaktır. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mu’minun 14) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her suret yapan ateştedir” buyurduğunda bu söz semadan bir vahiy iledir. Allah Azze ve Celle’nin nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e, cüzî meseleleri de kapsayacak şekilde genel bir hükmü semadan vahiy olarak indirmesinde ne gariplik vardır? Bu hakikati düşündüğümüzde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Her suret yapan ateştedir” sözünü söylemesinde hiçbir gariplik yoktur. Yani Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında bulunmayan, bugünkü suret yapıcıları da bu kapsamdadır. Çünkü nebisine, fotoğraf makineleriyle suret yapanları da kapsayan bu genel hükmü içeren sözü söylemesini ilham eden Allah Azze ve Celle’dir.”

Link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-174-1 (alathar.net)

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Benimle İslam davetçilerinden biri arasında geçen konuşmayı iyi hatırlıyorum. Maalesef bu davetçilerin bu mesele etrafında sünnet bilgileri yoktur. Haramlığı hadislerde gelen şu suretlerle ancak elle yapılan suretlerin kastedildiğini iddia etti. Delili de, bu aletlerin o zamanda mevcut olmadığıymış! Bu suretleri yapanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında suret yapan kimseler değillermiş! Öncelikle size açıkladığım bu hakikati anlattım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan vahiyle konuşmuş ve gaybî meseleleri de bildirmiştir. Bu, İslam’ın genel kapsamlı oluşundandır. Biz birçok konferanslarda  İslam’ın azametinden, onun her zaman ve her mekana uygun oluşundan ve hükümlerinin geneli kapsadığından bahsederiz. Sonra da “Her suret yapan ateştedir” ve “Her bid’at bir sapıklıktır” hadisleri gibi nasların genel oluşu gerçeğini bilmezden gelmeye kalkarız! 

Her bid’atin bir sapıklık olmadığını söyledikleri gibi her suret yapanın da ateşte olmayacağını söylüyorlar! “Her sarhoşluk veren şey hamr’dır ve her hamr haramdır” hadisine karşı, her sarhoşluk veren şeyin hamr olmadığını ve haram olmadığını söylemeleri gibi! Bu hadisler hakkında bu bir örnektir. Allah’a ve rasulüne iman eden bir kimse böyle bir tevile kalkışmaz! Bahsettiğim bu davetçiye dedim ki: 

“Bu cihazların Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında mevcut olmadığını gerekçe göstererek, bu hadisleri genel kapsamlı görmüyorsan, sen şu an modern aletlerle yapılan putlara da karşı çıkamazsın… Mesela şöyle dediklerini varsayabiliriz: şurada kurban kesilen etler, konserve yapılarak kutulanmıştır. Yine büyük fabrikalarda plastikten putlar yapsalar, bu putlar şüphesiz mücessem heykellerdir. Biri çıkıp senin ölçünle dese ki: “Bu putlar cihazlarla yapılmıştır, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Her suret yapan ateştedir” ve “Kim bir suret yaparsa…” sözünün zahirinde haram kılınanlardan değildir. O başka bir türden, bunlar başka bir türdendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında bu türden olanlar yoktu” Böyle bir şey diyebilir mi? Vallahi insaflı olan çok az bulunuyor! Bu adam da o az bulunan insaf sahiplerindendi ve dedi ki: “Hayır bunlar puttur” Ben de ona dedim ki: “Peki şu suretlerin farkı nedir? Bunlar puttur. Lakin şu an şimdiki suretler konusunda ihtilaf ettin. Halbuki bu suretler (resimler) de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in daha önce zikredilen birçok hadislerinin kapsamındadır.”

Link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-174-2 (alathar.net)

13 Haziran 2022 Pazartesi

Mezhep Taklid Etmenin Hükmü- el-Elbani

 

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Biz Müslümanın, Müslümanların imamlarından bir imamın mezhebine tutunarak din edinmesini ve bununla Allah’a yakınlaşmaya çalışmasını iki sebepten ötürü uygun görmüyoruz:

Birinci sebep: Çünkü bu bir din edinmedir. Ben taklid demiyorum, buna dikkat edilmesini umarım! Ben bunu taklid olarak görmüyorum. Hatta bazen taklid, büyük âlimler için dahi zaruret olabilir. Lakin ben diyorum ve tekrar ediyorum ki din edinmeyi taklid olarak görmüyorum! Yani insan dininde mezhebinden başka bir şey bilmeden başlıyor, peki mezhebi nedir? Babasının mezhebi! Bu kişinin bir Sünnî, bir Şiî, bir Zeydî veya bir Kadiyanî olması arasında fark yoktur. Bu din edinmedir, taklid olarak görmüyoruz! Çünkü Allah Azze ve Celle müşrikleri babalarını taklid etmeleri sebebiyle kınamıştır. 

Lakin bizler her Müslümana Allah Tebarek ve Teâlâ’nın vacip kıldığı şeyi vacip görüyoruz. Eğer bir âlimse kitap ve sünnetten alır, eğer bir âlim değilse bütün âlimlerden istifade eder. Sadece bir âlime bağlanmaz. Ben bildiğiniz gibi bir Hanefî idim. Bu ortamda genel halk hatta seçkin şeyhler dahi bu şekilde yaşıyorlar. Avam geliyor, şeyhlerden birine bir mesele soruyor, onlar da: “Mezhebin nedir?” diyorlar, “Hanefiyim” deyince Hanefî mezhebine göre fetva veriyor. Şafiî’ye de Şafii mezhebine göre. Eğer mezhepleri araştırmışsa bu şekilde fetva veriyor, aksi halde herhangi bir mezhebe göre fetva veriyor. 

Sen hangi mezheptensin? Çünkü onlar mezhepleri bilmezler. Âlime vacip olan Allah ve rasulünün söyledikleriyle fetva vermesidir! Bu geniş bir meseledir. İmamlar nereden alıyorlar? Onların Allah’ın kitabından ve Allah’ın rasulünden aldıkları doğrudur. Lakin her imam ve bu imamın her aldığı meseleyi kitap ve sünnetten almakta isabetli olduğu doğru mudur? İsabetler çoğaldığında dini hükümler çelişiyor! Belki de bugün meşhur olan bir misal verelim:

 Kadının eline dokunmak abdest bozar mı? Bu meselede iki veya üç görüş vardır: bozar, bozmaz ve şehvetle dokunulursa bozar diye… Vucuttan kan çıkması meselesi de var… Bu konuda da üç görüş vardır: Az ya da çok kan çıkması mutlak olarak abdesti bozar, bu Hanefi mezhebidir. Şafii mezhebine göre kan az ya da çok olsa da mutlak olarak abdesti bozmaz. Hanbeli mezhebine göre ise çok kan çıkarsa bozar, az çıkarsa bozmaz. Şüphesiz bunlar imamların hepsinin de içtihad ederek söyledikleri görüşleridir… Lakin birbirlerine çelişik olan bu üç görüş semadan bir vahiy olabilir mi? Bu imkansızdır! Çünkü Allah Azze ve Celle kitabını şöyle nitelemiştir:

O Allah’tan başkası tarafından olsaydı elbette ki onda pek çok çelişki bulurlardı.” (Nisa 82)

Tek bir meselede birçok ihtilafın/çelişkinin varlığı, bu ihtilafın Allah Azze ve Celle’den olmadığının delilidir. O halde bu ihtilaf nereden geliyor? 

İmamların içtihadında isabet edene iki ecir, hata edene bir ecir vardır.  Bu yüzden biz insanın bir mezhebi taklid ederek din edinmesini uygun görmüyoruz. Çünkü ikinci bir mezheb bu meselede bu kimsenin sahiplendiği mezhepten daha doğru olabilir. 

Kendilerine Vahhabiler denilen Necdîler cemaati akide bakımından asla eleştirilmezler lakin mezhep edinme bakımından bazı fertler dışında diğer Müslümanlar gibidirler. Nitekim her mezhepte dini kitap ve sünnet ışığında araştırıp, kitap ve sünnetten bildikleriyle fetva veren alimler vardır. Bunlar da her beldede çok azdır.  Lakin ümmet veya mıntıka gibidirler. Daha doğru mana mıntıkadır. Necid’li Hanbelî’dir, Türk Hanefîdir, Fas’lı Malikîdir, Suriye, Ürdün ve Mısırlı olanlar bölge bölge Hanefi veya Şafiidir. Lakin Necdiler cemaati aleyhinde kitap ve sünnete dayalı akideleriyle Müslümanların âlimlerinin çoğunluğuna muhalefet etmeleri sebebiyle birçok iftiralar yapılmıştır… Birçok meselede az önce zikredilen durumdadırlar. Onlar Allah Azze ve Celle’nin kullarını güçleri yettiğince Kuran-ı Kerim naslarından mükellef tuttuğunu söylemiyorlar! Onlar Allah’ın itaat edenlere azap etmesinin ve isyan edenlere sevap vermesinin mümkün olduğunu da söylemiyorlar. Bu kelam alimlerinin çoğunun söylediği şeydir!..

Link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-095-2 (alathar.net)

Süslenme, Kibir, Ucub, Riya ve Sum’a Arasındaki Farklar/Karafî

 Karafi el-Furuk’ta dedi ki: “259. Fark: Kibir kaidesi ile giyim, binek ve başka şeylerin güzel olması kaidesi arasındaki fark:

Bil ki: Allah Teâlâ için düşmanlarına karşı kibirlenmek güzeldir. Allah’ın kullarına ve kurallarına karşı kibirlenmek ise haramdır, büyük günahtır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ مَنْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ الْكِبْرِ فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إنَّ أَحَدَنَا يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً فَقَالَ إنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ وَلَكِنَّ الْكِبْرَ بَطَرُ الْحَقِّ، وَغَمْصُ النَّاسِ

Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan cennete giremeyecektir.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizden biri elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını ister.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki Allah Cemil (güzel)’dir, cemâli (güzelliği) sever. Lakin kibir hakka karşı büyüklenmek ve (hakkı getiren) insanları küçümsemektir.” Bunu Muslim tahric etmiştir. Allah onlardan razı olsun, alimler dediler ki: “Bataru’l-hak sözü; hakkı söyleyen kimseyi reddetmek demektir. “Gamsu’n-nâs” sözü ise insanları küçük görmektir.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Cennete giremeyecektir” sözü büyük bir tehdittir, kibrin büyük günahlardan olmasını ve cennete giremeyişinin mutlak olmasını gerektirir. Mu’tezile’ye göre büyük günah sahibi, tıpkı kâfir gibi cehennemde kalıcıdır. Ehl-i Sünnet’e göre ise bunun manası, kibir sahipleri, kibirlenmeyenlerin cennete girdikleri vakitte veya başlangıçta cennete giremeyecek demektir.. Naslar veya kaideler, kibri kalbin en büyük günahlardan olarak bildirdiğine göre umumi nefiy ifadesiyle; özel nefiy kastedilmiş olabilir. Allah Teâlâ’dan afiyet dileriz. Hatta âlimlerden biri şöyle demiştir: “Kibir dışında kalbin bütün günahları ile beraber feth vardır.” Güzelleşmeye gelince yöneticiler ve başkaları hakkında bu, vacibin yerine gelmesi için gerekli olabilir. Çünkü yöneticiler çirkin görünüşle halkın maslahatlarını elde edemezler. Namazlar ve savaştaki cemaat hakkında düşmanı korkutmak için, kadın hakkında kocası için, alimler hakkında insanların gönüllerinde ilmi yüceltmek için güzelleşmek/süslenmek mendup olabilir. Nitekim Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:

أُحِبُّ أَنْ أَنْظُرَ إلَى قَارِئِ الْقُرْآنِ أَبْيَضَ الثِّيَابِ

“Kur’ân okuyucusunu beyaz elbiseyle görmek isterim.” Harama vesile olduğu zaman ise güzelleşmek/süslenmek haram olabilir. Kadınların zina etmek için süslenmelerinde olduğu gibi. Yine bu sebeplerin hiçbiri bulunmadığında mubah olabilir. Güzelleşme/süslenme bu beş hükme göre kısımlara ayrılır. Kibir de aynı şekilde harpte kâfirlere karşı olduğu zaman vacip olur. Bid’at ehline karşı bid’ati aşağılamak için kibirlenmek mendup olur. Hadiste geldiği şekliyle de haram olur. Kibrin mubah olması ise uzak ihtimaldir. Kibir ile güzelleşmek arasındaki farka gelince; güzelleşmede asıl olan mubahlıktır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ الَّتِي أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ

De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz olan rızıkları haram kılan kimdir?” (A’raf 32) Mubahlıktan çıkaran bir delil bulunmadığında güzelleşmede/süslenmede asıl mubahlıktır. Kibirde asıl olan ise haramlıktan çıkaran bir delil bulunmadığı sürece haramlıktır. Farkın biri budur. Diğer bir fark da kibir kalp amellerindendir. Güzelleşme ise azaların amellerindendir.

260. Fark: Kibir kaidesi ile ucub (kendini beğenmek) kaidesi arasındaki fark:

Kibrin hakikati az önce geçmişti. O kalptedir ve bunu Allah Teâlâ’nın şu sözü destekler:

إِنْ فِي صُدُورِهِمْ إِلا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغِيهِ

Hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur.” (Gafir/Mu’min 56) Onun yeri kalp olarak tayin edilmiştir. Ucub ise ibadeti göstermektir. Kulun ibadetini büyütmesi masiyettir. Bu ibadetten sonra olur ve onunla özel bir alakası vardır.  Nitekim ibadet eden kul, ibadetini beğenir, alim ilmini beğenir. Her taat sahibi yaptığı taati beğenirse bu haramdır ve taati bozucudur. Çünkü onu eda ettikten sonra onun zıddı olan riyaya düşmüştür. İbadetle beraber onu bozan şeyi işlemiştir. Ucubun haram kılınmasının sırrı, onun Allah Teâlâ’ya karşı edepsizlik olmasındandır. Zira kulun, efendisine yakınlaşmak için yaptığı şeyi büyük görmesi yakışmaz, bilakis efendisinin yüceliği, Allah Teâlâ’nın azameti karşısında amelini küçümsemesi gerekir. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ

Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” (En’am 91) Yani hakkıyla yüceltemediler demektir. Kim kendisini ve ibadetini beğenirse helak olur. Rabbi kendisinden haberdar olduğu halde nefsini Allah Teâlâ’nın öfkesine ve gazabına arz etmiş olur. Bunun zıddına Allah Teâlâ’nın şu sözünde uyarı vardır:

وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ

Ve rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri çarparak verenler..” (Mu’minun 60) Bunun anlamı; yaptıkları taatleri Allah Teâlâ ile karşılaşmanın korkusu içinde yaparlar ve taatlerini küçük görürler demektir. Bu da özelliğin talep edildiğine, zıddının ise yasaklandığına delalet eder. Kibir mahlukata ve kullara yöneliktir. Ucub ise ibadete yöneliktir.

261. Fark: Ucub kaidesi ile sum’a (duyurma) kaidesi arasındaki fark:

Her ikisi de masiyettir ve ibadeti masiyet olması bakımından bulandırır. İki arasındaki değerlendirme ameli iptal etmesi açısından değildir. Muslim’in ve başkalarının rivayet ettikleri sahih hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَمَّعَ سَمَّعَ اللَّهُ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Kim (amelini) duyurmaya çalışırsa Allah da onu kıyamet gününde duyurur.” Yani kıyamet gününde: “Bu falan kimsedir! Benim için amel yaptı sonra onunla benden başkasını murad etti” diye nida edilir. Bu riyâ/gösterişten farklıdır. Çünkü ameli (duyurmadan önce) kalbinde ihlas ile işlemiştir. Riyâda ise ameli işlediği sırada onu bozan şey birliktedir. Sum’a ile ucub arasındaki fark sum’a’nın dil ile olması, ucubun ise kalpte olmasıdır. Her ikisi de ibadetten sonra meydana gelir.

 

12 Haziran 2022 Pazar

Küfre Düşüren Duâlardan Sakınmak!

 Kâfir için rahmet dilemek veya onun için cenaze namazı kılmanın haramlığında icma edilmiştir. Bu aynı zamanda duâda haddi aşmaktır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ 

Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan sonra yakınları dahi olsa müşrikler için bağışlanma dilemeleri Nebi’ye de, iman edenlere de yaraşmaz.” (Tevbe 113)

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava’da şöyle demiştir: “Allah Teâlâ:

ادْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ

 Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki O haddi aşanları sevmez” (A’raf 55) buyurmuştur. Bu duada haddi aşmak hakkındadır. Kulun Rab’den yapmayacağı bir şeyi istemesi de duada haddi aşmaktandır. Mesela kendisi nebilerden olmadığı halde nebilerin makamını istemesi, müşrikler için bağışlanma dilemesi ve benzerleri böyledir…”

Bu mesele tehlikelidir. Çünkü icmaya aykırıdır. Bazı ilim ehli bunu yapanın tekfirini de zikretmiştir. El-Karafî  el-Furuk’ta (4/260 vd.) şöyle demiştir:

“Küfre varan dua dört kısımdır:

Birinci kısım: Dua eden kimsenin kitap ve sünnetten vahyin kesin delaletiyle sabit olmuş bir şeyin nefyini talep etmesidir.

Birinci örnek: “Allah’ım! Seni inkar edene azap etme veya onu bağışla” demektir. Nitekim vahyin kesin delili, Allah Teâlâ’ya kafir olarak ölen herkesin azap göreceğine delalet etmektedir. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.” (Nisa 48) Ve daha başka naslar da vardır. Bu durumda böyle bir istek küfür olur. Çünkü Allah Teala’nın haber verdiği şeyi yalanlamasını talep etmektir. Böyle bir talep ise küfürdür. Bu dua bir küfürdür.

İkinci örnek: “Allah’ım! Falan kafiri cehennemde kalıcı kılma” demektir. Hâlbuki kesin naslar her bir kâfirin cehennemde kalıcı olduğuna delalet etmektedir. Bu durumda böyle dua eden kimse Allah Teâlâ’nın verdiği haberi yalanlamayı talep etmektedir ve duası bir küfürdür.

Üçüncü örnek: Allah Teâlâ’ya dua eden kimsenin yeniden dirilmemeyi, böylece kıyamet gününün şiddetli hallerinden muaf olmayı istemesidir. Hâlbuki Allah Teâlâ insan ve cinlerden herkesin öldükten sonra diriltileceklerini haber vermiştir. Bu durumda böyle bir dua küfürdür. Çünkü Allah Teala’dan verdiği haberi yalanlaması istenmektedir.

İkinci kısım: Dua eden kimsenin vahyin kesin olarak nefyettiği bir şeyi ispat etmesini Allah Teâlâ’dan istemesidir. Bunun örnekleri de şu şekildedir:

Birinci örnek: “Allah’ım! Düşmanım olan falan Müslümanı cehennemde kalıcı kıl” demesidir. Halbuki o kimsenin kötü bir akıbetle öldüğünü bilmemektedir. Allah Teâlâ ise hiçbir mü’minin cehennemde kalıcı olmadığını, mutlaka cennete gireceğini haber vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ

Kim Allah’a iman edip salih amel işlerse onu içinde ebedi ve daimi olmak üzere kalacakları altından nehirler akan cennetlere sokar.” (Talak 11)

Bu durumda böyle bir dua Allah Teâlâ’nın verdiği haberi haberi yalanlamayı gerektirdiğinden küfür olur.

İkinci örnek: “Allah’ım! Beni ebedi olarak yaşat ki ölüm sekeratı ve sıkıntılarından selamette olayım” diye dua etmek. Allah Teâlâ:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ

Her nefis ölümü tadıcıdır” (Al-i İmran 185) buyurarak onun öleceğini haber vermiştir. Bu durumda bu dua, bu haberi yalanlamayı gerektirdiğinden küfür olur.

Üçüncü örnek: “Allah’ım! İblisi bana ve âdemoğullarına dost ve nasihatçı kıl da fesat azalsın, kullar rahat etsin” demek. Hâlbuki Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا

Muhakkak ki şeytan sizin için düşmandır. Siz de onu düşman edinin.” (Fâtır 6) Bu durumda böyle bir dua bu haberi yalanlamayı gerektirdiğinden küfür olur. Buna benzer dualar da bunun gibidir.

 Üçüncü kısım: Dua eden kimsenin Allah Teala’dan aklın kesin delaletiyle sabit olan bir şeyi Rububiyet celalini ihlâl edecek şekilde nefyetmesini istemesidir.

Birinci örnek: Kulun, Allah’tan kadim ilmini kaldırmasını, böylece işlediği çirkinlikleri ve ayıpları rabbinin bilmemesini istemesi. Kesin aklî deliller göstermektedir ki Allah Teâlâ’nın ilmi ezelî ve ebedîdir. Bu durumda bu şekilde dua eden kimse Allah Teâlâ’nın zatında cehalet meydana gelmesini talep etmektedir ki bu küfürdür.

İkinci örnek:  Allah Teâlâ’dan kıyamet gününde kadim kudretini kaldırmasını, böylece sorumlu tutulmaktan güvende olmayı istemek. Nitekim kesin aklî deliller Allah Teâlâ’nın ezelî ve ebedî kudretinin vacip olduğunu, değişme ve yok olma kabul etmediğini göstermektedir. Böyle bir talep Allah Teâlâ için acizlik talebidir ki küfürdür.

Üçüncü örnek: Allah Teâlâ’dan hakimiyetini, kaza ve kaderini kaldırmasını istemek, böylece kulun nefsi hakkında tasarrufunda bağımsız olmasını, kaza açısından da kötü sondan emin olmayı istemek. Halbuki kesin aklî deliller Allah Teâlâ’nın irade ve hakimiyetinin bütün kainatı kapsadığını göstermektedir. Böyle bir dua bunun ortadan kalkmasını talep etmektir. Bu yüzden böyle bir dua ve benzerleri küfür olur.

Dördüncü kısım: Dua eden kimsenin Allah Teâlâ’dan, kesin akli delillerin nefyettiği şeyi rububiyet celalini ihlâl edecek şekilde isbat etmesini istemesidir.

Birinci örnek:  Dua eden kimsenin Rabbine arzusunu büyütmesi, hatta onun mahlukatından birine hulul etmesini, böylece onunla bir araya gelmeyi istemesi veya Allah Teâlâ’dan korkusunu büyütmesi, bu yüzden Allah Teâlâ’dan kendisi hakkında güvence vermesini, korkusunu ünsiyete çevirmesini istemesidir. Halbuki kesin aklî delil bunun Allah hakkında mümkün olmamasını göstermektedir. Böyle bir talep küfürdür.

İkinci örnek: Dua eden kimsenin ahmaklığını ve cüretini büyüterek Allah Teâlâ’dan dünyadaki bazı işleri kendisine bırakmasını istemesidir. Bunlar kudrete ve rabbani iradeye has olan var etme, yok etme, hükmetme ve gerçekleştirme gibi işlerdir. Kesin akli deliller böyle bir şeyin Allah Teâlâ’dan başkası için söz konusu olmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Böylece bu talep Allah ile beraber mülkünde ortaklık talep etmektir ve küfürdür. Nitekim cahil sufilerden bir topluluk bu küfre düşüyorlar ve “Falana ol deme yetkisi verildi” diyorlar! Ona “ol” deme yetkisi verilmesini istiyorlar. Bu Allah Teâlâ’nın:

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “Ol!” dememizdir. Hemen oluverir.” (Nahl 40) ayetindeki sözüdür. Allah Teâlâ’nın kelamındaki bu sözün manasını bilmezler ve böyle bir yetkiyi başkasına vermenin manasını da bilmezler! Hayalci sufiler bir yana, ihlaslı alimler hakkında dahi böyle istek gerçeklikten çok uzaktır. Fark etmedikleri bir yönden helak oluyorlar ve bu hayalci sufilerin Allah Teâlâ’ya yakın kimseler olduklarına inanıyorlar! Halbuki onlar Allah’tan uzaktırlar. Allah Teâlâ bizleri fitnelerden, fitne sebeplerinden, cahilliklerden ve benzerlerinden korusun!

 Üçüncü örnek: Dua eden kimsenin rabbinden kendisiyle O’nun arasında nesep kılmasını, böylece dünya ve ahirette mahlukata karşı şeref kazanmayı istemesidir. Kesin akli delil böyle bir neseb ve soy bağının olmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Böyle bir dua Allah Teâlâ hakkında doğum yoluyla nesep oluşması isteği olduğundan küfürdür. Buna benzer dualar da buna katılır. Bütün bunlar rububiyet celalini ihlal eden şeyler olup kulların cahil olanlarında ve şeytanın kendileriyle alay ettiği kimselerde meydana gelmektedir….” Karafi'den nakil bitti. 

Mevsuatu’l-Fıkhiyye’de şöyle gelmiştir: “Fakihler kâfir için bağışlanma dilemenin sakıncalı olduğunda ittifak etmişlerdir. Hatta bazıları ileri giderek “Muhakkak ki kâfir için bağışlanma dilemek, bunu dileyenin küfre girmesini gerektirir. Çünkü bu Allah Teala’nın kendisine şirk koşanı veya küfür üzere öleni bağışlamayacağını, onun cehennemlik olduğunu ifade eden nasları yalanlamaktır” demiştir.”

Tekfirin ise ilim ehli tarafından bildirilen şartları ve manileri vardır. Buna onlar hükmederler. Küfrü gerektiren bir amelde bulunan herkesin küfrüne hüküm vermek gerekmez. Tekfir mutlak olup, muayyen şahısların tekfirinde durum farklılık gösterebilmektedir.

Bundan dolayı Müslümanın dininde fakih olmaya çalışması, küfre düşüren amellerden ve büyük günahlardan öncelikle kendi nefsinin kurtuluşu için sakınması gerekir. Nitekim bütün devletler hastalık bulaşması bahanesiyle İslam’ın en önemli şiarları olan cemaatle namaz, hac ve umre gibi farzları yasaklayarak daru’l-küfre dönmüş, Müslüman olduğunu iddia eden milyonlar maske takarak şeytana kul olmuş ve müşrikleşmişlerdir. Ne tarafa baksan bakışların müşriklere çarptığı bu zamanda kafir ve müşrik olarak ölenler hakkında “Allah rahmet etsin” demenin, onların cenaze namazlarını kılmanın imanı nasıl bir tehlikeye attığını hatırdan çıkarmamak gerekir.

Bu sakıncalara düşen kardeşini de gücü yettiği kadarıyla sakındırması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَافَّةً فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدِّينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُوا إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ 

Mü’minlerin topluca çıkmaları gerekmez. Her topluluktan bir kesim, dinde derin bir kavrayış edinmek ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için kalsalar! Umulur ki onlar da sakınırlar.” (Tevbe 122)

11 Haziran 2022 Cumartesi

Kadın ve Erkeklerin Dar Elbise ve Pantolon Giymelerinin Hükmü - el-Elbani

 

Soru: Buluğa ermiş genç kızların mahremleri önünde dar elbise ve pantolon giymelerinin hükmü nedir?

Şeyh el-Elbani dedi ki: “Soru sahibinin bunu genç kızlarla sınırlamasının sebebi nedir? Onu buluğa ermiş olmakla kayıtlasa yeter. Buluğa ermiş kadın da evli olabilir veya olmayabilir. Yine evli olan ve çocuk sahibi olan bir anne de olabilir. Dolayısıyla bunların hükmü aynıdır, aralarında fark yoktur. Öncelikle buluğa ermiş kızların hiçbirinin evlerinde avretlerini belli eden elbise giymeleri caiz değildir. Onlar ister buluğa ermiş kızlar olsun, ister evli kadınlar veya anneler olsunlar, bu hiçbirine caiz değildir. Hatta erkeklere de evlerinde dar elbiseler giymeleri caiz değildir. Çünkü erkeklerin giyimlerinde de avreti örtücü olması şarttır. Bu elbiseler şeffaf veya dar olmamalıdır. Bu konuda erkeklerle kadınların hükmü aynıdır… Size Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’İn hadislerinden ilmî ve gaybî bir mucize olan bir hadisi rivayet edeyim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sanki bu günleri görmüş gibi bize anlatıyor! Bu hadis şudur: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لا تقوم الساعة حتى يكون رجال يركبون على سروج كأشباه الرحال - أي السيارات - ينزلون بها على أبواب المساجد ، نساؤهم كاسيات عاريات مائلات مميلات، لو كان بعدكم أمة من الأمم لخدمتهم نساؤكم كما خدمتكم نساءهم

Erkekler deve semerleri gibi minderler – yani arabalar – üzerine binip mescidlerin kapılarında inmedikçe kıyamet kopmaz. Kadınları da giyinmiş çıplaklardır, meylederler ve kendilerine meylettirirler. Şayet sizden sonra ümmetlerden bir ümmet olacak olsaydı başka milletlerin kadınları size (cariye olarak) hizmet ettikleri gibi elbette sizin kadınlarınız da onlara (cariye olarak) hizmet ederlerdi.”

Bu hadis Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şaşırtıcı hadislerindendir. “Erkekler semer gibi minderler üzerine binmedikçe kıyamet kopmaz” buyuruyor. Bu hadiste geçen rihâl (rahl kelimesinin çoğulu) deve üzerine konan ve birden fazla kimsenin binmesine imkan veren hevdec demektir. Onların vasıflarını: “Mescidlerin kapılarında inerler” diye tamamlıyor. Bugün bu iki durumun hadiste bildirilenle birebir örtüştüğünü görüyorum. Bunlardan birincisi diğerinden daha açıktır. Cenaze olduğu zaman kadın evinden arabayla çıkıyor. Arabalar grup halinde geliyor ve mescidin kapısında cenaze arabadan indirilip, cenazeyi teşyi eden topluluk da mescidin kapısında iniyorlar… Bu erkekler o erkeklere benziyor, peki ya kadınları? Kadınları giyinmiş çıplaklardır, meyleder ve meylettirirler! Diğer bir hadiste: “Başlarını deve hörgücü gibi yaparlar” şeklindedir. “Kadınları giyinmiş çıplaklardır. Onlara lanet edin, zira onlar lanetliktirler. Şayet sizden sonra bir ümmet olsaydı…” hadis böyle devam ediyor.

Bu erkekler maalesef bize karşı Müslüman görünüyorlar ve cenazeye arabalarla çıkarak mescide geliyorlar. Mescidi bilmezler, cenazeleri mescidlerin kapılarından indirinceye kadar arabada otururlar. “Kadınları da giyinmiş çıplaklardır. Onlara lanet edin zira onlar lanetliktirler. Şayet sizden sonra ümmetlerden bir ümmet olsaydı sizin kadınlarınız – ey Müslümanlar! – onlara (cariye olarak) hizmet ederdi. Tıpkı onların kadınlarının size hizmet ettikleri gibi!”

Burada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nebilerin sonuncusu olduğuna işaret olduğu gibi, ümmetinin de ümmetlerin sonuncusu olduğuna işaret vardır. O bütün ümmetin nebisidir. Muhammedî ümmet; davet ümmeti ve icabet ümmeti olarak iki kısma ayrılır. “Seni ancak bütün insanlara gönderdik” buyrulmuştur. O bütün insanlara gönderilmiştir ve bütün insanlar ona nebi ve rasul olarak iman etmeye davetlidirler. Dolayısıyla hepsi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davete muhatap ümmetinden sayılırlar. Burada ümmetin nispet edilmesi, davete muhataplık bakımındandır. Lakin onlardan kimisi davete icabet etmiştir ki onlar Müslümanlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden sonra başka bir ümmet yoktur. Şayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden sonra bir ümmet olsaydı onlar sizi köle edinir, kadınlarınızı da esir alarak hizmetçi edinirlerdi, başka ümmetlerin kadınlarının size hizmet ettikleri gibi sizin kadınlarınız da onlara (cariye olarak) hizmet ederdi buyurmaktadır. Lakin Allah Tebarek ve Teâlâ bu ümmete merhamet etmeyi dilemiş ve ümmetlerin sonuncusu kılmıştır. Bu ümmetin nebisi olan nebimiz sallallahu aleyhi ve sellem de nebilerin sonuncusudur.

 Özetle: Avretleri belli eden elbiseler ister erkek elbisesi olsun, ister kadın elbisesi olsun İslam’da caiz değildir. Sayımızın çok olmasına rağmen zayıflığımızı, zilletimizi ve gevşekliğimizi şikayet ettiğimizde hatırlamak gerekir ki, şayet bizler gerçek Müslümanlar olsaydık elbette Allah Tebarek ve Teâlâ bize yardım ederdi. Çare kolaydır. Çarenin zoru ise öncelikle dinimizi sahih bir anlayışla anlamamızdır. İşte bu bizim derslerimizde çokça üzerinde durduğumuz bir konudur. İkinci olarak öğrendiğimizle amel etmemiz, bizden sonrakilere bu sahih ilmi bırakabilmemizdir. Aksi halde yenik düşmeye, gerilemeye ve zelil olmaya devam ederiz. Ta ki Rabbimiz Azze ve Celle hidayeti getirir ve bu sayede Allah’ın rahmetini ve yardımını hak ederiz. Hamd alemlerin rabbi Allah’a’dır."

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-011-2 (alathar.net)

9 Haziran 2022 Perşembe

Hastalık Bulaşmasından Korkmak ve Bu Yüzden Maske Takmak Şirktir - el-Elbani

 

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Bugün tabiplerin çoğu veya Müslümanların tabiplerinin çoğu sanki ilk cahiliyye ehli gibidirler. Bu hastalığın mutlaka bulaşması gerekmediğine aldırmıyorlar! Bu ancak Allah Tebarek ve Teâlâ’nın dilemesiyle meydana gelir veya meydana gelmeyebilir. Bu sahne, bütün doktorlarda hatta Suriye’lilere dahi görülmektedir. Hiçbir bulaşıcı hastalık belirtisi olmayan bir hastayı muayene ederken ellerini yıkıyor, ağzını ve burnunu maskeyle örtüyor ve sonra ellerini ispirtoyla (alkolle) yıkıyor! Bunu ne din ne de tıp onaylar! Çünkü bu korunmada aşırılıktır. Şüphe yok ki sağlık açısından böyle (gereksiz)dir. Benim görüşüm şu ki, bu tıp ehli ile ilgili bir vesvese sebebiyledir. Halbuki onlar bu tür vesveselerden daha uzak olmalıydılar. Çünkü onlar bulaşan ve bulaşmayan hastalıkların hakikatini bilirler.  Din açısından ise durum daha açık ve ortadadır. Çünkü bu kuruntulara tutunmaktır! Din tıyeradan (uğursuzluk inancından) ve temimelerden (muska, nazarlık gibi asılan şeylerden) yasaklarken bunların hepsini şirkten saymıştır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi gibi:

Muhakkak ki rukye (cahiliyye okumaları), tivele (sevgi muskası) ve temimeler (koruyacağı inancıyla takılan şeyler) şirktir.”

Hikmet sahibi din koyucu bütün bunları haram kılarak vesvesenin ve kuruntuların önünü kesmiştir. Şu halde doktorların kendileri bu kuruntulara düşmektedirler! Bu, Müslümanın uzak olması gereken bir türdür…."

Elbani'nin bu fetvasının orjinal metniyle tamamını dinlemek veya okumak için link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-024-2 (alathar.net)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)