Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Mahallelerde Mescid Edinmek

İmam İbn Mace Sunen’inde “Babu’l-Mesacidi Fi’d-duvri” diye başlık açmıştır. Ebû Dâvûd: “Babu İttihazi’l-Mesacidi Fi’d-duvri” şeklinde ve İbn Huzeyme, Sahih’inde “Babu’l-Emri Binai’l-Mesacidi Fi’d-Duvr” diye başlık açmıştır.
Bu başlıklar altında Aişe radiyallahu anha’dan şu hadisi rivayet etmişlerdir:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَ بِبِنَاءِ الْمَسْجِدِ فِي الدُّورِ
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem duvr’da (evlerde/mahallelerde) mescidler yapılmasını emretti.” Hadis sahihtir.
Avnu’l-Ma’bud’da (2/125 vd.) şöyle denilmiştir: “el-Begavî Şehu’s-Sunne’de dedi ki: “Burada “ed-Duvr” kelimesiyle mahalleler kastedilmiştir. Allah Teâlâ’nın:
سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ
Size fasıkların evlerini (yurtlarını) göstereceğim” (A’raf 145) ayeti de bu manadadır. (Şerhu’s-Sunne 2/397)
Zira onlar içinde kabileler bir araya geldiği için mahalleyi “duvr” diye isimlendiriyorlardı.
مَا بَقِيَتْ دَارٌ إلَّا بُنِيَ فِيهَا مَسْجِدٌ
“İçinde mescid yapılmadık bir dâr (mahalle) kalmadı” hadisi de bu manadadır.
Sufyan dedi ki: “Duvr’de; yani kabilelerde mescidler bina etmek demektir.”
Yani araplar birbirine bağlı idi, onlar; tek bir temsilciye bağlı olan her bir kabile için bir mescid bina etmişlerdi. Bu açıklama, Sufyan’ın “duvr” kelimesine yaptığı izahın zahiridir.
Dilciler duvr kelimesinin kullanımının aslının bölge olduğunu söylemişlerdir. Nitekim kabileler hakkında mecaz olarak bu kelime kullanılır. Bunu Şevkânî Neylu’l-Evtar’da (2/178) zikreder.
Aliyyu’l-Kârî ise el-Mirkat’ta şöyle der: “Duvr kelimesi; dâr’ın çoğuludur. Bu, bina, arsa ve mahalleyi kapsayan bir isimdir. Kastedilen ise mahallelerdir. Zira onlar, mahalleye; içinde kabilenin evleri bir araya geldiği için: “duvr” diyorlardı. Yahut bu, evler arasında bir evi, ev halkının içinde namaz kılması için mescid gibi tayin etmeye yorumlanır. Bunu İbn Melek söylemiştir. Uygulama ise ilk açıklamaya göredir. Her mahalle halkı için bir mescid yapılmasının emredilmesinin hikmetine gelince; bunda bir mahalle halkının diğer mahalleye gitmesinde meşakkat bulunması, mescid ecrinden ve cemaat faziletinden mahrum kalmalarıdır. Her bir mahallenin halkına kendi mescidlerinde ibadetin meşakkat olmadan kolaylaştırılması için bu emredilmiştir.”
* Bu bölüm Şeyh el-Elbani’nin Semeru’l-Mustetab (1/450) kitabında da böylece nakledilmektedir.

Derneklerin İyisi Olur mu?


Soru: “Derneklerin hepsi bir değil. Bazı ülkelerdeki dernekler, diğer ülkelerdeki gibi değil.”

Şeyh Yahya b. Ali el-Hacuri hafazahullah şöyle cevap verdi:

“Bunlar kötülüğün habercileridir. Bu soruda zikredilen o dernekler, yanımızda mevcut olan bir derneği, bazı manşetler altında geliştiren derneklerdir. O derneklerde inat eden kimseler, kardeşlerimiz için dernekleri aklayamazlar. Bu dernekler amellerden bazı şeyleri eksiltirler. Yarım yamalak bir şeyi yol edinmek gerekmez. Allah selefî kardeşlerimizi; davetlerini sadece dernekler vesilesiyle yapabilecekleri bir zorluğa sokmamıştır. Bu dernekler ki; onda ya suretler vardır, ya bankalara para yatırmak söz konusudur, ya bir başkan ve üyeler tarafından tertip edilmektedir. Yine biz biliyoruz ki dernekler; adı ister dernek olsun, ister müessese (kurum) olsun, sosyal faaliyetlerinde devlet kanunlarına boyun eğmektedir. Bu yüzden bu meselede cevap kesin ve net bir ifadeyle verilmiş bulunuyor.  Allah Teâlâ buradaki ve oralardaki selefî kardeşlerimize bu derneklerden uzaklaşmayı nasip etsin. Allah’a yemin olsun biz bunun zararlarını, kötülüklerini, bölücülüğünü, fırkalaştırmasını gördük. Bu işler selefilerin fırkalaşıp ayrılmalarının tohumlarını ekmiştir. Ey Allah için kardeşler! Fitnelerin vesilesi olan derneklerden uzak durun! Orada değişik başlıklar altında olsalar da dernekler fitnelerin vesilesidirler. İşittiğiniz şu sorular bile ancak dernek üzerine kurulu fitnelerden dolayıdır. Şunu kastediyorum: Selefiler derneklere karşı çıkmaktadırlar. Bu derneklerde devam edenler ise derneklerin zararı açık bir şekilde ortaya çıkmadan önce alınmış bazı fetvalara yahut hata sayılması gereken fetvalara dayanan kimselerdir. Evet, Allah size bereket versin, hakkında ihtilaf edilen bir şey olsa dahi bu derneklerden uzak durun!  Oradaki dernekler, yahut buradaki dernek, sonuçta bir dernek! Başlıklarını ve fikirlerini devam ettirmektedirler! Uzaklaşın! Uzaklaşın!

Nakleden: Ebu Bekr Bahauddin b. Abdurrazzak


Tercüme: Ebu Muaz

25 Ağustos 2016 Perşembe

İmamlardan Mürcie'yi Reddeden Sözler

Abdullah b. Ahmed es-Sunne’de isnadıyla rivayet ediyor:
(( … معقل بن عبيد الله العبسيّ قال قدم علينا سالم الأفطس بالإرجاء فعرضه . قال : فنفر منه أصحابنا نفاراً شديداً …قال فجلست إلى نافع فقلت له … إِنَّهم يقولون  : نحن نقرُّ بأَنَّ الصّلاة فريضةٌ و لا نصلي ، وأَنَّ الخمر حرامٌ ونحن نشربها وأن نكاح الأمهات حرامٌ ونحن نفعل. قال : فنتر يده من يدي ثم قال : من فعل هذا فهو كافر
“Ma’kıl b. Abdillah el-Absî dedi ki: “Yanımıza Salim el-Eftas irca ile geldi ve arz etti. Arkadaşlarımız ondan şiddetle nefret ettiler... Dedi ki: Nafi’nin yanına oturdum ve ona dedim ki:
“Onlar şöyle diyorlar: “Biz namazın farz olduğunu kabul ederiz, namaz kılmayız. İçkinin haram olduğunu kabul eder, içeriz. Anneleri nikâhlamanın haram olduğunu kabul eder, bunu yaparız.” Bunun üzerine hemen elini çekti ve şöyle dedi:
“Bunu yapan kâfirdir.”[1]
Bu yüz çevirme küfrüdür.
İmam Sufyan b. Uyeyne (vefatı 198 hicri)
Abdullah b. Ahmed dedi ki: bize Suveyd b. Said el-Herevî rivayet etti, dedi ki: Sufyan b. Uyeyne’ye irca hakkında sorduk. Dedi ki:
يقولون الإيمان قولٌ وعملٌ ، والمرجئة أوجبوا الجنَّة لمن شهد أَنَّ لا إله إلا الله مصـرَّاً بقلبه على ترك الفرائض وسمُّوا ترك الفرائض ذنباً بمنزلة ركوب المحارم ، وليس بسواء لأَنَّ ركوب المحارم من غير استحلالٍ معصية، وترك الفرائض متعمِّداً من غير جهل ولا عذر هو    كفر
“ İman söz ve ameldir. Mürcie ise kalbinde farzları terk etmeye ısrar ettiği halde Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına şehadet eden için cenneti vacip görür, farzları terk etmeyi haramları işlemek gibi günah olarak isimlendirirler. Hâlbuki bunlar aynı değildir, helal saymaksızın haramları işlemek masiyettir (günahtır) Farzları ise cehlalet veya herhangi bir özür olmadan kasıtlı olarak terk etmek ise küfürdür.”[2]
Yine bu da yüz çevirme küfrüdür.
İmam Abdullah b. Ez-Zubeyr el-Humeydî (vefatı 219 hicri)
İmam Humeydi şöyle demiştir:
(( أُخْبِرت أَنَّ قوماً يقولون : إِنَّ من أقرَّ بالصَّلاة ، والزَّكاة، والصَّوم ، والحجَّ ، ولم يفعل من ذلك شيئاً حتىّ يموت، أو يصلِّي مستدبر القبلة حتى يموت، فهو مؤمن ما لم يكن جاحداً … إذا كان يقرُّ بالفرائض واستقبال القبلة ؛ فقلت : هذا الكفر الصُّراح وخلاف كتاب الله وسنَّة رسوله r  وفعل المسلمين
“Bana bir topluluğun şöyle dedikleri ulaştı: “Namazı, zekatı, orucu, haccı ikrar ettiği halde ölünceye kadar bunlardan bir şeyi yapmayan veya ölünceye kadar kıbleye arkasını dönerek namaz kılan, inkar etmedikçe mümindir.” Şayet farzları ikrar edip de kıbleye arkasını dönse bile bunun açık bir küfür olduğunu söylerim. Zira bu Allah’ın kitabına, rasulün sünnetine ve müslümanların fiiline muhalefettir.”[3]
Yine Humeydi, Usulu’s-Sunne’de şöyle demiştir:
وأن لا نقول كما قالت الخوارج: ((من أصاب كبيرةً فقد كفر)). ولا تكفير بشيء من الذُّنوب ، إنَّما    الكفر في ترك الخمس التي قال رسول الله r : (بُنِيَ الإسلام على خمس: شهادة أن لا إله إلاَّ الله، وأنَّ محمَّداً رسول الله، وإقام الصَّلاة، وإيتاء الزكاة، وصوم رمضان، وحجُّ البيت
“Haricilerin dediği gibi büyük günah işleyenin kafir olduğunu söylemeyiz. Günahlardan bir şey sebebiyle tekfir yoktur. Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisinde söylediği beş şeyin terki küfürdür: “İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, ramazan orucunu tutmak, beyti haccetmek.”[4]
İmam İshak b. Rahuye el-Mervezi (vefatı 238 hicri)
İshak b. Rahuye rahimehullah şöyle demiştir:
((وممَّا أجمعوا على تكفيره ، وحكموا عليه كما حكموا على الجاحد ، فالمؤمن الذي آمن بالله تعالى ، ومما جاء من عنده ، ثم قتل نبيَّاً، أو أعان على قتله ، وإن كان مُقِرَّاً ، ويقول : قتل الأنبياء محرَّمٌ ، فهو كافرٌ ، وكذلك من شتَمَ نبيَّاً ، أو ردَّ عليه قولَه من غير تقيَّةٍ ولا خوفٍ
“Tekfirinde icma edilen ve kendisine tıpkı inkar eden kimse gibi hükmedilen kimselerden birisi de şu kimsedir; Allah Teâlâ’ya ve O’nun katından gelenlere iman ettiği halde bir nebiyi öldüren veya öldürülmesine yardım eden kimsedir. Bu kişi nebileri öldürmek haramdır diyerek ikrar ediyor olsa bile kâfirdir. Yine bir nebiye söven veya sakınma (ikrah) yahut korku söz konusu olmaksızın onun sözünü reddeden kimse de böyledir.”[5]
İmam Ebu Sevr İbrahim b. Halid (vefatı 240 hicri)
İmam Ebu Sevr rahimehullah şöyle demiştir:
(( فاعْلَمْ يرحمنا الله وإيَّاك أَنَّ الإيمان تصديقٌ بالقلب وقولٌ باللسان وعملٌ بالجوارح . وذلك أَنَّه ليس بين أهل العلم خلافٌ في رجلٍ لو قال: أشهد أَنَّ الله عزَّ وجلَّ واحدٌ وأَنَّ ما جاءت به الرُّسل حقٌّ وأقرَّ بجميع الشَّرائع ثم قال : ما عقد قلبي على شيئٍ مـن هذا ولا أصدِّق به أَنَّه ليس بمسلم . ولو قال : المسيح هو الله وجحد أمرَ الإسلام وقال لم يعتقد قلبي على شيئٍٍ  من ذلك أَنَّه كافرٌ بإظهار ذلك وليس بمؤمنٍ
“Şunu iyi bil ki Allah bize de, sana da rahmet etsin: İman; kalp ile tasdik, dil ile söylemek ve azalarla amel etmektir. İlim ehli arasında şu konuda ihtilaf yoktur: Şayet bir kimse “Şehadet ederim ki Allah Azze ve Celle birdir, rasullerin getirdikleri hakdır” dese ve bütün din kurallarını kabul etse, sonra da: “Kalbim bunlardan bir şeye itikad etmiyor ve tasdik etmiyorum” dese müslüman değildir. Şayet “Mesih Allah’ın kendisidir” dese ve İslam’ın emrini inkâr etse ve: “Kalbim bu sözüme itikad etmiyor” dese o kâfirdir. Çünkü mü’min olmadığını ortaya koymuştur.”[6]
Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail el-Eş’ari (vefatı 324 hicri)
Ebu’l-Hasen el-Eşari dedi ki:
إرادة الكفر كفرٌ ،  وبنـاء كنيسةٍ  يُكفر فيها بالله كفرٌ ، لأنه إرادة الكفر
“Küfrü irade etmek küfürdür. Kilise yapan kimse Allah’a kafir olmuştur. Çünkü bu küfrü irade etmektir.”[7]
İmam el-Hasen b. Ali el-Berbehari (vefatı 329 hicri)
İmam Berbehari şöyle demiştir:
ولا يخرج أحد من أهل القبلة من الإسلام حتى يردَّ آيةً من كتاب الله عزَّ وجلَّ ، أو يردَّ شيئاً من آثار رسول الله  r، أو يصلّي لغير الله أو يذبح لغير الله ، وإذا فعل شيئاً من ذلك فقد  وجب عليك أن تخرِجَه من الإسلام فإذا لم يفعل شيئاً من ذلك فهو مؤمنٌ ومسلمٌ بالاسم لا بالحقيقة
“Ehl-i kıbleden hiçkimse Allah Azze ve Celle’nin kitabından bir ayeti veya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in rivayetlerinden bir şeyi reddetmedikçe veya Allah’tan başkasına namaz kılmadıkça veya Allah’tan başkası için kurban kesmedikçe İslam’dan çıkmaz. Eğer bunlardan bir şeyi yaparsa İslam’dan çıkarılması gerekir. Şayet bunlardan bir şeyi yapmazsa hakikat olarak değil, isim olarak mü’min ve müslümandır.”[8]


[1]İsnadı hasendir. Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/382-383) Hallal es-Sunne (4/29-31) Lalkai İtikad (5/953-954)
[2] İsnadı hasendir. Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/347-348)
[3] Hallal, es-Sunne (3/586-587) Lalkai İtikad (5/887)
[4] Usulu’s-Sunne (s.43) Hadisi; Buhârî ve Muslim iman bablarında rivayet etmişlerdir.
[5]  Mervezi, Ta’zimu Kadri’s-Salat (2/930)
[6] Lalkai İtikad (4/849)
[7] Karafi Envaru'l-Buruk Fi Envai'l-Furuk (1/225)
[8] Şerhu’s-Sunne (s.31)

24 Ağustos 2016 Çarşamba

İmam Ebu Nasr es-Secezî'den Menhecî Uyarılar

İmam Hafız Ebu Nasr es-Secezî'den Menhecî Uyarılar
Hazırlayan: Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Okumak veya indirmek için buraya tıklayın 

23 Ağustos 2016 Salı

Fıtr Zekatının Nakit Verilmesi Geçersizdir


Soru: “Fakir kimse hububattan daha çok nakite ihtiyaç sahibi ise fıtır zekatının bu durumda nakit ile çıkarılması geçerli midir, değil midir?

Şeyh Muqbil b. Hadi rahimehullah’ın cevabı: “Allah, kullarına daha merhametlidir ve “Rabbin unutucu değildir” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem fıtır sadakasını; bir sa’ hurma veya bir sa’ kuru üzüm veya bir sa’ arpa veya bir sa’ kurutulmuş yoğurt olarak farz kılmıştır. “Veya bunun yerine geçecek bir şey” dememiştir.

Allah, mala muhtaç olan kimseler olduğunu biliyordu. Hatta sahabe zamanında nakite daha çok muhtaç idiler. Lakin ey kardeşlerimiz! Din re’y (şahsi görüş) ile değildir! Nitekim Re’y ehlinden bazısı bu görüşü dile getiriyor. Bu nassa muhalefettir! İşittiğiniz gibi, bu caiz değildir, hatta nakit olarak verilmesi ile fıtır sadakası geçersiz olur. Allah kullarına daha merhametlidir.”

Kaynak: Es’ileti’l-Ayzeri adlı kaset


Tercüme: Ebu Muaz

İlim Talebine Yeni Başlayanlar Hakkında


Soru: İlim talebesi hangi kitaplardan başlamalı ve sonra nasıl ilerlemeli?

Şeyh Muqbil b. Hadi rahimehullah’ın cevabı: “Yeni başlayan ilim talabesi eğer Kur’ân kıraati ve yazısı güzel ise Fethu’l-Mecid Şerhu Kitabi’t-Tevhid’i okumalıdır. Bu önemli bir kitaptır. Yine Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin el-Akidetu’l-Vasitiyye, kardeşimiz şeyh Muhammed b. Abdilvehhab el-Vasabi’nin el-Kavlu’l-Mufid, Bulugu’l-Meram ve Riyazu’s-Salihin kitaplarını okumalıdır. Bu kitapları okuduğun zaman diğer kitaplara kendin geçersin. Eğer gücün yetiyorsa Kur’an ezberlemek en faziletlisi ve en güzelidir.

Arap diline gelince, arap olmayan kardeşlerimiz için bu gerçekten çok önemlidir. Kişi Arap değildir ve arapçayı da iyi bilmeyebilir. Bazen İslamî bir görünüm ile birisi sana gelir, Kur’ân’ı olmadık bir şekilde tefsir eder. Nitekim Mu’tezile’de meydana geldiği gibi.

Kaynak: Tuhfetu’l-Mucib s.156


Tercüme: Ebu Muaz

Namaz Kılmayan Kimsenin Nikahı


Soru: Namaz kılmıyorken evlenen kimsenin nikâhı sahih midir? Tevbe ettikten sonra nikâhın yenilenmesi gerekir mi? Nikâh yenilenmeden önce meydana gelen çocukların hükmü nedir?

Şeyh Muqbil b. Hadi’nin cevabı: Âlimlerin görüşlerinden sahih olanına göre namazı terk eden kâfir sayılır. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kul ile küfr veya şirk arasında namazın terki vardır” buyurmuştur. Ebu Davud’un Sünen’inde Burayde radiyallahu anh, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Bizimle onlar arasındaki ahid namazdır. Namazı terk eden kâfir olmuştur.”

Buna göre ilim ehlinin görüşlerinden sahih olanı; bu nikâh akdinin batıl oluşudur. Nikâhın yenilenmesi gerekir. Çocuklara gelince, bunlar onun çocuklarıdır. Zira nikâh bir şüphe üzerinedir. Yine ilim ehlinin cumhuruna göre onlar namazı terk edeni kâfir görmezler. Fakat sizler namazı terk etmenin kâfir olmayı gerektirdiğini işittiniz. Sahih olan onun kâfir olduğudur. Allah yardımcımız olsun.”

Kaynak: Es’iletu Ehli Teris


Tercüme: Ebu Muaz

* Bu fetva hakkında uyarı: Sitede tercüme edip yayınladığım fetvaların bütün içeriğini onayladığım veya bunları tamamen doğru bulduğum anlamına gelmez. Nakil sorumluluğundan dolayı fetvaları olduğu gibi tercüme ve naklediyorum. Okuyuculara düşen şey, delile mutabık olanı kabul etmek, delile aykırı olanı ise sözün sahibine bırakmaktır.
Şeyh Muqbil rahimehullah'ın bu fetvası ile ilgili olarak da şunları hatırlatmak gerekir: Sorumluluk ancak ilimle başlar. Dolayısıyla namazın terkinin küfür olduğunu bilmeden önce kıyılan nikahın geçersizliğinden söz edilemez. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cahiliyye döneminde kıyılan nikahların yenilenmesini emretmemiştir. Namazın terkinin küfür olduğunu öğrendikten sonra namazı terk etmeye devam eden ve Müslüman olduğunu iddia eden kimseler ise münafık hükmündedirler, dünyadaki hüküm olarak nikahları ve akitleri geçerlidir. Ancak bu kimselerin Allah katındaki hükümleri hallerinin hakikatine göre olur. Buna göre eşlerden biri namazın terkinin küfür olduğunu bilmekle beraber namazı terk ediyorsa, o kişinin eşi, nikahının bâtıl hale geldiğini ve insanlar katında nikahı geçerli sayılsa bile bu nikahı devam ettirmenin zina olduğunu bilmelidir.

Âlimlerin Meclisleri mi, Kitaplar mı?

Soru: “Bazı insanların âlimlerin elinde ilim talep etmeye önem vermediklerini, evlerinde kitaplara kapandıklarını görüyoruz. Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın âlimlerin elinde yetişerek değil, sadece kitap okumakla ilme ulaştığını da gerekçe gösteriyorlar. Bu doğru bir söz müdür? Bize nasihatiniz nedir?"

Şeyh Muqbil b. Hâdi rahimehullah’ın cevabı: Nasihatımız şudur: Eğer âlimlerin meclislerinde bulunmaya güç yetiyorsa, nice meclis bir aylık okumaya bedeldir. Eğer buna güç yetmiyorsa kişinin kütüphanesi olmalı, ilim ehliyle yazışmalı, onlara fetva sormalıdır. Vicade ile amel caizdir. Peki, bu nasıl olur? Bir kitap bulunur ve bu kitabın falan kimseye ait olduğu hususunda kesin emin olunursa ondan okuyup istifade etmekte sakınca yoktur. Ama âlimlerin sözleri ve tabirlerine gelince, bizler şahsın zihnindekini tasarlarız. Hala Şeyh Muhammed b. Abdillah es-Sumali’nin Mekke’deki ibarelerini hatırlarım. Allah onu hıfzeylesin.

Ama bu bulunmuyorsa ve kütüphane oluşturmaya gücü yetiyorsa Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya dayansın. Ayak kaymalarından, gurura kapılmaktan ve geçmiş âlimlere muhalefetten alabildiğine sakınsın. Onun; fikirlerini, ümmetin geçmiş âlimlerinin fikirlerine arz etmesi gerekir. Ben onları taklit etmeye çağırmıyorum! Dinde taklid haramdır! Lakin onların anlayışlarıyla aydınlansın. Bu güzel bir iştir ve bu Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın bir nimetidir. Bu kitaplarda yolculuktur, belki de önceki âlimlerden birçoğuna bu nasip olmamıştır. Şayet birimiz Fethu’l-Bari’yi taşımakla görevlendirilse, eliyle onu taşımaya güç yetiremezdi.”

Bkz.: Garatu’l-Eşrita (1/63-64)


Tercüme: Ebu Muaz

Davetteki Hikmet'in Manası / Şeyh Muqbil b. Hâdî

Soru: “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” Sizden bu ümmetin selefine göre daveti açıklamanızı umuyoruz. Hikmetin manası nedir?”
Şeyh Muqbil b. Hâdî el-Vadî’î’nin cevabı: “Bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in siyretine ve davetine baktığımız zaman O’nu şefkatli ve merhametli olarak buluruz:
Size, kendi içinizden, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, mü'minlere karşı müşfik, merhametli bir rasul gönderilmiştir” (Tevbe 128)

Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılır giderlerdi. Bu itibarla onları bağışla ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile; işlerinde de onlara danış.” (Al-i İmran 159)
Muhakkak ki sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem 4)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem insanlarla ülfet eder, ısındırırdı. Bazen onları güzel ahlak ile, eğer malı varsa bazılarını mal vermek suretiyle ısındırırdı. Kendisi şöyle buyururdu:
Sizler insanlara mallarınızla genişlik gösteremezsiniz, lakin onlara ahlakınız ile genişlik gösterin.” Bazen de onları, işittiğiniz gibi, güzel sözle ısındırırdı.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onları ısındırdığı zaman bazen sertlik kullanırdı:
Ey nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir ve ne kötü bir gidiştir” (Tevbe 73)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bazen sert davranır ve öfkelenirdi. Lakin biz O’nun genellikle imanı kuvvetli olan, tahammül edebilecek kimselere öfkelendiğini görürüz. Muaz b. Cebel radiyallahu anh ve rahimehullah namazı uzattığı zaman bir adam namazdan çıkıp tek başına kılmıştı. Bu durum Muaz radiyallahu anh’e haber verilince Muaz radiyallahu anh:
“O bir münafıktır” dedi. Adam, Muaz radiyallahu anh’ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında şikayet edince Nebî sallallahu aleyhi ve sellem öfkelendi ve:
Sen fitneci misin ey Muaz?” buyurdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem işte böyle söyledi!
Yine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buluntu bir koyun hakkında soran adama şöyle demiştir:
O ya senin, ya kardeşinin, ya da kurdundur” Sonra adam kayıp deveyi bulmak hakkında sorunca Nebî sallallahu aleyhi ve sellem öfkelendi şöyle buyurdu:
Ondan sana ne? Onun yiyeceği ve suyu yanındadır.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem öfkelenmişti.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Musa el-Eşari ve Muaz b. Cebel radiyallahu anhuma’yı Yemen’e gönderirken ikisine şöyle demişti:
Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Birbirinize uyum sağlayın, ihtilaf etmeyin.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, mescide bevleden bir bedeviyi dövmeyi düşünen ashabına şöyle buyurdu: “Sizler ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz. Nefret ettirici olarak değil!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem işte böyle buyurmuştu.
Rıfk ve yumuşaklığı yerinde kullanmak gerektiği gibi, sertlik ve şiddeti de yerinde kullanmak gerekir ki, müteşeddidlerden (sertlerden) de olmayalım, gevşeklerden de olmayalım. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur.
Bu zamanda Allah’a davet edenin ahlakını güzelleştirmesi yeter. İnsanlar için mal saçmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü insanlar tehlikeyi anlamışlardır. İslami ülkelerde insanların birçoğu tehlikenin farkındadırlar. Hatta bazı devletler, davetler ile harp etmesine rağmen davet ilerlemektedir. Allaha yemin olsun İslami ülkelerden birinden gelen birisi bana şöyle anlattı:
“Hapishaneler dopdolu, fakat diğer taraftan İslamî bir ilerleme patladı.” Bu rabbani bir rahmettir. Davetçilerin fasih olması veya davetçilerin gayreti ya da davetçilerin çokluğu sebebiyle değil! Lakin bu zamanda insanlarda acayip bir yöneliş vardır.
 
Allah’a davet eden kimsenin ahlakını güzelleştirmesi, Allah’tan gelenleri ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’den gelenleri tebliğ etmesi yeterlidir.
Sert davranan müteşeddid, bu meselelerde kendi nefsine kötülük etmiş olur, kardeşlerine kötülük etmiş olur ve İslam’a kötülük etmiş olur.
Kardeşlerine nasıl kötülük eder? Onları hayırdan mahrum ederek.
Kendisine nasıl kötülük eder? Kendisini ecirden mahrum ederek.
İslam’a nasıl kötülük eder? Bizler İslam’ı insanlara sevdirmekle emrolunduk, nefret ettirmekle değil!
Lakin Allah için kardeşlerim! Sert davranan, kendisi aleyhine sertlik yapmış olur. Sen kendine bak! Senin kıymetli kitapları edinmeye hırslı olman gerekir. Sert davrananları ve sertliklerini bırak. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Bu dinde sertlik yapan hiçkimse yoktur ki ona yenik düşmesin.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadeti hakkında sormaya gelen üç kişi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetini azımsar gibi oldular. Onlardan biri:
“Ben dinlenmeden gece namazı kılacağım” dedi. İkincisi:
“Ben iftar etmeden oruç tutacağım” dedi. Üçüncüsü de:
“Ben kadınlarla evlenmeyeceğim” dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurdu:
Sizler şöyle ve şöyle diyenler misiniz? Bana gelince, Vallahi ben Allah’tan en çok korkanınızım ve O’nu en iyi bileninizim. Lakin ben gece kalkarım ve bir kısmında uyurum. Bazen oruç tutarım ve bazen tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”
Rabbu’l-İzzet, Kerim Kitab’ında şöyle buyurur: “Ey kitap ehli! Dininizde aşırılık yapmayın!” (Nisa 171)
Lakin burada uyarıda bulunmak istediğim bir şey var. “Sakalı kesmek haramdır” demem şiddet/sertlik değildir.
Bu sertlik değildir ey Allah için kardeşlerim! Sakalı kesme sebebiyle senden alaka kesmem ve seni düşman saymam ise sertliktendir. Ama ben seni Allah için bir kardeşim sayıyorum ve seni bir âsî (günahkâr) sayıyorum. Allah’tan sana hidayet ve başarı dilerim. Bu sana şefkatten sayılır.
Allah için kardeşlerimi, bazı kimselerin sertlik zannettikleri fakat sertlik olmayan şeyler hakkında uyarmak istiyorum:
Maksat: Sünnete sarılmak sertlik sayılmaz. Sünnetin üzerine fazlalık yapmak aşırılık sayılır.
Yine sana: “Ruh taşıyan canlıların resimleri haramdır” demem de sertlik değildir. Sen Allah için kardeşimsin ve bunun helal olduğuna inanıyorsun. Eğer bu seninle Allah arasında bir inanç ise ben seni yalnızca hatalı sayarım. Eğer tartışıyor ve inat ediyorsan senin durumun Allah’a kalmıştır.
Kastettiğim şey; hakkı açıkça söylemek sertlikten değildir. Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur:
Söylediğinizde adil olun.” (En’am 152)
Ebu Zerr radiyallahu anh şöyle demiştir: “Acı da olsa hakkı söylemekle emrolundum.”
Hakkı söylediğin halde kardeşlerine güzel davranıp aranızın iyi olması mümkündür. Zira insanlar şu an Allaha hamd olsun, haramlardan pek çok şeyi biliyorlar. Şirk olan bir çok şeyleri biliyorlar. Bid’at olan bir çok şeyi biliyorlar. Bunda Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın lütfu vardır. Hatta bazı haramları işleyen insanların çoğu bunu itiraf ediyorlar ve:
“Allah’tan tevbe nasip etmesini dileriz” diyorlar. Yine biz de Allah’tan onlara tevbe nasip etmesini ve başarılı kılmasını, hepimizin kalplerini ıslah etmesini diliyoruz. Allah’tan başarı ve doğruluk dileriz.
Şunun bilinmesi gerekir ey Allah için kardeşlerim! Allah’a davet eden kişi isabet de eder, hata da eder. Cahillik de yapabilir, ilimle de hareket eder. Öyleyse o masum değildir! Bilmiyor musunuz?
Ben Allah’a hamd olsun bir zamandan beri Mescid kapısında söylenecek zikri biliyorum ve bazen mescide giriyor ve bunu söylemeyi unutuyorum. Bu, taklidin haram olduğunu göstermektedir.
Müslümanın kimseyi taklid etmesi caiz olmaz. Dinini delil ile al! Nitekim bedevi: “Ey Muhammed! Benim sana sorularım var” demiştir.
Sana bir mesele zor geldiği zaman nefsindeki şeyi bende bulma. Eğer kanaat ettiğin bir delil bulursan, dinini delil ile al. Zira sen bu zamanda bazen seni delil ile ikna edecek kimse bulamayabilirsin. Ancak iki faziletli alim biliyorum; Şeyh Abdulaziz b. Baz ile Şeyh Nasiruddin el-Elbani!
Size bir örnek vereyim: Kur’ân ezberlemiş bir genç bana geldi ve benim taklide karşı çıktığımı biliyordu. Bana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şehri Medine’den gelmişti. Bu genç hanbeli mezhebinden idi. Dedi ki:
“Ey Kardeşim! Seninle bu meselede münakaşa etmek istiyorum” İkimiz münakaşa ettik ve onu ikna edemedim. Zira zeki ve bilgili birisiydi. Lakin o, kendisi gitmiş araştırmış ve bana Hafız İbnu’l-Kayyım’ın İ’lamu’l-Muvakkiin kitabını satın aldığını ve Allah’ın dininde taklidin caiz olmadığına ikna olduğunu kendisi haber verdi.
Allah için kardeşlerime nasihat ediyorum: eğer sizi ikna eden, açık delillerle hüccet ikame edebilen âlimler bulamazsanız suyu kaynağından ve hakkı asıl yerinden almanız için size ilim kitaplarına müracaat etmenizi tavsiye ederim.”
Kaynak: es-Salatu Ale’n-Nebî adlı kaset
Tercüme: Ebu Muaz

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Sünnete Muhalefet Eden İdareciler Hakkında


Hasen el-Basri dedi ki: “İleride idareciler insanları sünnete muhalafete çağıracaklar ve halk dünyalarının gitmesi korkusuyla onlara itaat edecekler. O zaman Allah onların kalplerinden imanı alacak ve onları fakirliğe varis kılacak. Onlardan sabrı çekip alacak ve bundan dolayı da ecir alamayacaklar.” İbn Batta eş-Şerh ve’l-İbane (169)
Yunus b. Ubeyd dedi ki: “Yönetici sünnete muhalefet ettiği zaman halk: “Bize ona itaat etmek emredilmiştir” derse, Allah onların kalplerine şek (tereddüt) yerleştirir ve birbirlerine düşerler.” İbn Batta eş-Şerh ve’l-İbane (170)

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Cuma Hutbesinden Önce Ders Vermenin Hükmü

Cuma Hutbesinden Önce Ders Vermenin Hükmü
Tercüme: Ebu Muaz
El-Elbani: “Cuma günü, cumaya has bir durumdur. Bu konudaki yasak anlaşılabilir bir manadadır. Zira sizler bunu bilirsiniz, bu meseleden bahsederken sürekli anlatırız. Hangi sebeple bunu tekrar sordunuz bilmiyorum.
Sâil: Bizde yeni bir şüphe ortaya çıktı.
El-Elbani: Sünnete tutunan kimse yeni şüphelerden etkilenmez. Sizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrini biliyorsunuz. Veya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını teşvik edip açıkladığı şeyleri biliyorsunuz. Onlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra Cuma günü mescide erkenden giderlerdi. Buhari’deki hadisi bilirsiniz. “Kim ilk saatte giderse deve kurban etmiş gibidir…” sonra diğer bir hadiste: “Sonra Allah’ın nasip ettiği kadar namaz kılar… sonra oturur ve imam hutbeye çıktığında kulak verip dinlerse Allah onun bu Cuma ile diğer Cuma arasında işlediklerini bağışlar…” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ileri derecede teşvik ettiği bu meseleler ile hatibin hutbeden önce ders vermesinin arasını bulmak nasıl mümkün olabilir?
Sonra hutbeden önce ders verip sonra minber üzerinde hutbenin olması nasıl düşünülebilir? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mübarek hayatı boyunca böyle bir şey görmemiştir. Şayet Cuma günü halka olmaktan yasaklayan hadis olmasaydı bile, öncelikle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in böyle bir fiilinin olmaması bize yeterdi. Sonra bunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cuma günü mescide erken gelip, hadiste geçtiği gibi zikir ve namazla meşgul olmak hakkında koyduğu düzene muhalefet vardır. Cuma günü halka olmak yani Cuma günü ders vererek bu kimseleri rahatsız etmek nasıl caiz görülebilir? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bir gün mescidde sesler yükseldiğinde – ki o gün Cuma günü değildi – perdeyi kaldırıp şöyle buyurduğu bilinmektedir:
Ey insanlar! Her biriniz rabbine seslenmektedir. Kıraatte seslerinizi birbirinizin üzerine yükseltmeyin, güvende olan kimselere eziyet vermeyin.” Yani Cuma günü ders vererek namaz kılanlar topluluğunu ve orada bulunanları rahatsız etmekten hangi eziyet daha şiddetli olabilir? Yeni bir şüphe dediğiniz şey nedir?
Sail: İyi de şeyhimiz, yine onlara farz ile sünnet arasında ayrım yapma zorunluluğu ile delil getirmemiz mümkündür. Yani onlar bu dersi müstehap görüyorlar ve bu dersi Cuma hutbesine bağlıyorlar. Arada fasıla olmuyor. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem farz ile sünnet arasında fasıla koymayı emretmiştir. Bu şekilde getirilen delil kabule daha layık olmaz mı?
El-Elbani: Bu örümcek ağından daha zayıf bir delil getirme. Bunun kabul edilecek bir açısı yok!
Diğer bir sâil: Bu konuda Ebu Hureyre radiyallahu anh’e kadar isnadı sahih olan bir eser ile delil getiren var.
El-Elbani: Bunda delil yoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalif olan bir (mevkuf) eser ile nasıl delil getirilir?
Sail: Onlar bunun muhalif olmadığını söylüyorlar. Ancak halka ile kastedileni açıkladığını söylüyorlar. Yani onlara göre yasaklanan şey halkalar halinde oturmaktır.
El-Elbani: Galiba sen az önceki cevabı işitmedin!
Sail: İşittim.
El-Elbani: Güzel, o zaman bu kelamın manası ne?
Sail: Onlar diyorlar ki…
El-Elbani: Onların ne dediğini bırak ey ahi! Sen söyle! Onlar böyle söylüyorsa sen de onlara bunu söyle. İşittiğin şeyi onlara söyle, bu görüş geçen hadisle nasıl bağdaştırılabilir? Halka olma meselesini bırak, şu an konumuz halka olma meselesi değil. Onlar halka olmaktan yasaklamayı nasıl açıklıyorlar?
Sail: Bizatihi halka olmak ile.
El-Elbani: Şöyle değil mi; farklı bir şekilde toplanacağız, şeyh de kalkıp ders verecek, doğru mu? Onların iddialarına göre halka gerçekleşmedi.
Sail: Evet
El-Elbani: Az önce yaptığımız itirazlara ne oldu?
Sail: hala duruyor
El-Elbani: Güzel, peki neden sen hala bu şüphenin etrafında kaldın?
El-Halebi: Aynı hadiste diğer bir delil daha var. Yani halka olmaktan yasaklayan hadisin rivayetinde…
Diğer bir sail: Bazıları (Cuma hutbesinden önce) ders verilemeyeceğine bunu delil getiriyor. Bu hadisi Amr b. Abdullah b. Amr b. El-As rivayet etmiştir ve şöyledir….
Sail: Amr b. Şuayb bunu babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir.
El-Halebi: Zaten o ta kendisi oluyor.
 Sail: O Mısır’da oturuyordu. Belki de bu eser veya bu sünnet Medine’de ders yapan sahabelere ulaşmamıştı. Bunun şahidini Muslim’in Sahih’inden getiriyorum; İbn Ömer radiyallahu anhuma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Bekr ve Ömer radiyallahu anhuma zamanlarında tarla kiralamaya devam ediyordu. Taki Rafi b. Hadic radiyallahu anh’ın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bundan yasakladığına dair hadisi geldi ve o da buna son verdi. Bu, burada uygun mudur, değil midir?
El-Elbani: Burada önemli olan nedir ey ahi! Bütün bu açıklamaların ne faydası var? Bunun üzerine ne bina edilecek?
Sail: Bunun üzerine bina edeceğimiz şey; Ebu Hureyre radiyallahu anh’e bu konudaki yasak ulaştığında ne yaptığıdır?
El-Elbani: Ona yasağın ulaştığını nereden biliyorsun?
Sail: Mesela dedim yani
El-Elbani: İyi, ben de seninle aynı görüşteyim. Lakin bu umumi yönlendirme, Ebu Hureyre’ye bu yasağın ulaşmadığını göstermiyor mu? Sahabinin hadise muhalefet etmemesi bir asıl değildir. Ben bu rivayetin isnadını inceledikten sonra Ebu Hureyre’nin bu işi ortaya çıkan bir durum üzerine yaptığını söyledim. Yine Cuma hutbesindeki dua hakkında söylediğimiz gibi. Bu meşru değildir. Ancak ortaya çıkan bir durum üzerine olur. Lakin elimizde Ebu Hureyre’nin hayatı boyunca her Cuma bunu yaptığını gösteren bir delil yok…
Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur, Kaset: 006

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)