Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Eylül 2013 Pazartesi

Davette Akidevî Mesele-Amelî Mesele Ayrımı Bid'ati


Davette Akide Meseleleri ile Amelî Meseleleri Ayırt Etme Bid’ati
- Allah'tan korkmayan kimse hakkında hüsn-ü zanda bulunan aldanmıştır! - Edebu'd-Dunya ve'd-Din (s.536)
Şüphe: İslam davetçilerinin kadın-erkek karışıklığı ve müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri gibi meseleleri önemsememeleri gerekir. Zira bu dinin asıllarından değil, füru’undandır.
Cevap:
1- İslam, dinin hem asıllarına hem de fer’lerine davet eder. Davet açısından asıl ile fer arasında ayrım yoktur. Selefin ve imamların üzerinde devam ettikleri menhec budur. Ancak son zamanda çıkmış olan ve dinin hükümlerini hayatlarına geçirmede gevşek davranan bazı bozuk menhec sahipleri, tıpkı Fethullahçılar gibi“önce tevhid” sözünü; iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama vacibini iptal etmek için slogan edinmişlerdir.
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, akide meselelerinde varid olmuş olan füru konularına dair risalesinde şöyle der: “Allah Teâlâ’nın dini usul ve füruyu, itikadları ve amelleri kapsar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Namazı dosdoğru kılmış, zekâtı vermiş, ahitleştikleri zaman, ahitlerini yerine getirmişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar, işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlar da onlardır.” (Bakara 177)
Yine Amr b. Abese radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ne ile gönderildin?” diye sorunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Akrabalık bağlarını korumak, putları kırmak ve Allah’a hiçbir şeyin ortak koşulmaksızın birlenmesi ile gönderildim.” (Muslim 832)
Din ismi; akide ve amelleri kapsadığına göre şeriat ismi de Allah’ın akide ve amel olarak koyduğu her şeyi düzenler.” Nitekim Cibril hadisinde "dininizi öğretmeye geldi" buyrulmuş, bu hadiste iman, islam, ihsan hasletleriyle kıyamet alametleri zikredilmiştir.
2- Sünnet alimlerinin çoğu akide kitaplarına bir çok füru meselelerini koymuşlardır. Onların bazı füru meselelerinde keskin duruşları olmuştur. Hakkında çekişme yapılan bazı konularda İslam için muhalefet farkını ortaya koymuşlar, insanların sükut ettikleri, doğru hükmü açıklamadıkları konularda, Allah’ın dini için hırs göstererek yüksek ses çıkarmışlardır. Yine insanlar arasında münker yayılıp da ona karşı çıkan olmadığı, aralarında bu münker sıradanlaşıp ülfet eder hale geldikleri, marufu münker, münkeri de maruf görmeye başladıkları zaman, bu davranışlar onların tabiatleri ve fıkıhlarıdır.
Bu konuya dair, alimlerin fer’î denilen konularda sünneti ispat etmelerine örnek vermek gerekirse:
a) Mestler Üzerine Mesh Etmek:
İmam Sufyan es-Sevri rahimehullah, akidesini soran kimseye şöyle demiştir: “Ey Şuayb b. Harb! Senin ayakkabılarından mestlerini çıkarmaksızın mestlerine mesh etmeyi, ayaklarını yıkamaktan daha uygun görmediğin sürece sana yazdıklarımın faydası olmaz.” El-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/154) Bkz.: İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne (4/151)
Hatta Sufyan es-Sevrî şöyle demiştir: “Mestlerine mesh etmeyeni dininiz konusunda itham ediniz.” Ebu Nuaym, el-Hilye (7/32)
Hanefilerin Ebu Hanife adına uydurdukları Fıkhu’l-Ekber’de (s.4), Ebu’l-Hasen el-Eşari’nin el-İbane’de (s.61) Tahavi Akidesi Şerhinde (2/552), İbn Batta’nın el-İbanetu’s-Sugra’sında (s.287) Berbahari’nin Şerhu’s-Sunne’sinde (s.30) İbn Hafif’in akidesinde (Bkz.: İbn Teymiyye, Fetava’l-Hameviye s.443) Ebu Amr ed-Dânî’nin Risaletu’l-Vafiye’sinde (s.145) mestlere mesh etme meselesi böylece zikredilir.
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, Mesailu’l-Furui’l-Varide Fi Mesaili’l-Akide risalesinde şöyle der: “Mestlere mesh etme meselesinin itikat kitaplarında zikredilmesinin sebebi; mestler üzerine mesh etmeyi caiz görmeyen Rafizi ve Haricilere muhalefet etmektir.” Nitekim İmam Muhammed b. Nasr el-Mervezi es-Sunne (s.104) şöyle demiştir: “Heva ve bid’at ehli taifelerden hariciler ile rafiziler mestlere mesh etmeye karşı çıkmışlardır.” Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (1/500) İbn Kudame, el-Mugni (1/360) el-Eşari, Makalat (2/161)
b) Cehrî Namazlarda Besmeleyi Gizli Okumak
Kıraatin sesli yapıldığı namazlarda besmeleyi sesli okumamak hakkında İmam Sufyan es-Sevri, İtikad’ında şöyle demiştir: “Besmeleyi gizli okumak, açıktan okumaktan faziletlidir.” El-Lalekai Usulu’s-Sunne (1/152)
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif şöyle der: “Sufyan es-Sevrî Kufe’lilerin imamı idi. Aralarında Rafiziler zuhur etmişti. Hatta Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle dedi: “Kufe’lilerden rafiziliğe dair bir şey almayın.” (Berbehari, Şerhu’s-Sunne s.52) Bu yüzden Sufyan es-Sevri, Rafizilere muhalefetini besmeleyi sesli okumayı terk ederek izhar etti. Özellikle Rafiziler besmelenin sesli okunmasına dair hadisler uydurmuşlardı. Bu mesele Ehl-i sünnet arasında da ihtilaflıdır. Bazısı delillere dayanarak sesli okumayı müstehap saymış, yine diğerleri delillere dayanarak gizli okunmasını müstehap saymışlardır. Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (3/289) el-Mugni (2/149)”
Bunları zikretmedeki gayemiz, selef imamlarının bid’atçilerden uzaklaşmalarını ve onlara benzemekten sakınmalarını açıklamaktır. Böyle bir durumda bid’atçilere muhalefet ve onlardan ayırt edilmek maslahat olur. zira besmeleyi sesli okumak da, sessiz okumak da sünnette gelmiştir.
Yine ayakkabılarla namaz kılmak da, ayakkabısız namaz kılmak da sünnette varid olmuş, hatta Yahudilere muhalefet için ayakkabılarla namaz kılmak emredilmiştir. Bu yüzden asrın müceddidlerinden Şeyh Mukbil rahimehullah, ayakkabılarla namazın meşru oluşuna dair risale telif etmiş, bunu meşru görmeyen bid’at ehline muhalefetin açıkça ortaya konmasına teşvik etmiştir.
Şeyhulislam İbn Teymiyye besmeleyi sesli okuma meselesini inceden inceye tahkik ederek şöyle demiştir: “İslam imamlarının üzerinde bulundukları yol; meşru olan bir fiilin, ister Rafizilerin, ister başkalarının fiili olsun, sırf bid’at ehlinin fiili olması sebebiyle terk edilmemesidir. İmamların tamamının usulleri buna göredir.” Minhacu’s-Sunne (4/149-154) Nevevi de bunu kabul etmiştir. bkz.: Şerhu Sahihi Muslim (5/264)
Bu hususu pekiştiren şeylerden birisi de İmam Ahmed rahimehullah’tan besmeleyi açıktan okumayı sünnet saymadığına dair rivayettir. Bkz.: el-Mugni (2/149) Bununla beraber besmeleyi açıktan okumada da ağır basan maslahat olabilir. Hatta Medine’de namaz kılanın besmeleyi cehrî okuması belirtilmiştir. Zira Medine’liler besmelenin sesli okunmasına karşı çıkıyorlardı. Bkz.: İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava (22/407)
c)- Her İyi ve Facir İmamın Arkasında Cemaat ve Cuma Namazlarını Kılmak
Sufyan es-Sevrî rahimehullah akidesinde şöyle demiştir: “Ey Şuayb! Her iyi ve facir kimse arkasında namazı doğru görmedikçe yazdıklarımın sana faydası olmaz…” Şuayb dedi ki: “Süfyan’a: “Ey Ebu Abdillah! Bütün namazları mı?” dedim. Dedi ki: “Hayır, bunu yalnızca Cuma ve bayram namazları için söylüyorum. Bu namazları kimin arkasında idrak edersen kıl. Bunun dışındaki diğer namazlara gelince, bu hususta muhayyersin. Ancak güvendiğin ve ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olduğunu bildiğin kimseler arkasında kıl.” El-Lalekai, Usulu’s-sunne (1/154)
Sufyan rahimehullah’ın Cuma ve bayram namazlarını her imamın arkasında kılmayı tavsiye etmesinin sebebi, o dönemlerde müslümanların halifesinden ve cemaatinden ayrılmamak içindir. Günümüzde ise müslümanların halifesi ve cemaati olmadığından Huzeyfe radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste olduğu gibi bid’at ehli fırkalardan uzaklaşmak, Cuma ve bayram namazlarını da ehl-i sünnet ve’l-cemaat ile kılmak gerekmektedir.
İmam Ahmed’in itikadında şöyle gelmiştir: “Müslümanların halifesinin ve onun görevlendirdiği kimselerin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, eksiksizdir ve iki rekat kılınır. Kim bu iki rekati terk edecek olursa bid’atçidir. Bu husustaki rivayetleri terk etmiş, sünnete muhalefet etmiş olur.” el-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/161) Ali İbnu’l-Medinin Akidesi için bkz.: el-Lalekai, (1/163) Sehl b. Abdillah et-Tusteri’nin akidesi için bkz.: el-Lalekai (1/183) ayrıca bkz.: Ebu’l-Hasen el-Eşari, el-İbane (s.71) İbn Batta, el-İbanetu’s-Sugra (s.278) Berbehari, Şerhu’s-Sunne (s.29, 50) Kıvamus’-sunne el-Esbehani, el-Hucce (2/477)
Sünnet alimlerinin bu meselelere önem vermelerinin sebebi:
* Selef imamları füru ve ibadetlere dair meseleleri akideye dair eserlerinde zikretmişlerdir. Zira Allah Teâlâ’nın dini usul ve füru olarak itikadları ve amelleri kuşatmaktadır.
* Bu aktarılanlardan da anlaşıldığı gibi, Salih selef sünnete tazim ediyor ve yüceltiyorlardı. Bunların yok olması endişesi olduğu zaman izhar edip yayıyorlardı.
* Bundan dolayı İmam Sufyan es-Sevri şöyle diyordu: “Şam’da olduğun zaman Ali radıyallahu anh’ın faziletlerini zikret. Kufe’de olduğun zaman ise Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’nın faziletlerini zikret.”
* İmam Ahmed, Bağdad’da üzüm dışında elde edilen ve çok içildiğinde sarhoş eden nebizin/hoşafın haram olduğunu açıkladı. Bu yüzden el-Eşribe kitabını yazdı. Hatta bir kişi Bağdat’a girdiğinde: “Burada nebizi haram sayan var mı?” diye sorar, onlar da: “Hayır, sadece Ahmed b. Hanbel haram görüyor” derlerdi.
* Salih selefin hayatlarında füruya dair meselelerdeki şiddetli hırsları, kafirlere ve bidatçilere muhalefeti açıkça sergilemek içindir. Onlar, ister akide ister füru meseleleri olsun, kafirlerin ve bid’atçilerin yollarına aykırılığı açıkça ortaya koymaya özen gösteriyorlardı. Şimdi ise selefilik iddia edenler, “Bizden Olmayanlar” kitabını telif etmemden dolayı, bâtıl ehline hoş görünmek için kıyameti başıma koparmaya kalkışıyorlar!
* İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir kimseye salat edilmesini uygun görmem.” Onun bunu söylemesinin sebebi Şia’nın zuhur edip başkalarına değil de sadece Ali radıyallahu anh’e salat okumalarıdır.
3- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fer’i hükümlere davet ettiği sabit olmuştur. Her kim bunlara davet ederse en güzel örnek olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olur.
4- Yukarıda bahsi geçen iddia, müslümanların Nebileri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ittiba etmekten mahrum kalmalarına sebep olur. Örnek olarak, sohbet edilen mekanlarda erkeklerle kadınların aralarında birbirlerini görmelerini engelleyen perde veya duvar hicabının bulunması hususunda ehl-i sünnet müslümanların icmaı vardır. Müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri hakkında muteber alimlerin ittifakı vardır.  Muteber muasır alimler arasında bunun hükmü farz mıdır, yoksa sünnet midir ihtilafı vardır. Buna göre müslüman kadını yüzünü örtmeye davet etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinden bir sünneti ihya etme davetidir. Kim bir sünnete davet ederse, onunla amel edenlerin ecri kıyamet gününe kadar kendisine yazılır. Bu ecir, bir sünnetin terk edildiği bir beldede ihya edilmesi halinde daha da artar. Nice faziletler ve ecirler vardır ki, dinî hükümlere davet edilmesinden dolayı katlanılan ezalar neticesinde müslümanların bunlara uymaları sebebiyle ona ulaşılır.
Bunun aksini de unutmamak gerekir; sabit bir şer’î hükmün veya sünnetin terkine, küfür ve bid’at ehline benzemeye sebep olan kötü bir adeti başlatmanın veya buna devam etmenin vebali de böyledir.

Dernek ve Medreselerin Bidat Oluşu Hakkında Şüphelerin Giderilmesi

Maksatlar Bid'at Olan Vesileleri Meşrulaştırır mı?
İnsanlardan birçoğu amel etmiş olduğu bir bid'at ya da bulaşmış olduğu muhdes bir şey reddedildiğinde, yapmış olduğu fiilin meşru olduğunu ispat etmek için hemencecik sana der ki: "Bu bir vesiledir. Maksat Allah'a ibadet etmektir. Vesileler için gayelerin ya da maksatların hükmü geçerlidir."
Peki vesileler için maksatların hükmü geçerlidir kaidesi genel bir kaide midir?
Mesela şer'î ilimlerin tahsili ve vaazu nasihat için mescid dışında; medrese, okul, üniversite gibi tahsis edilen binalar yapmak asırlardır karşı çıkılmayan, göz yumulan bir bid'attir. Şatıbî rahimehullah el-İtisam adlı eserinde Sûfilerin dergah ve zaviyelerinin bid'at olduğunu, onların Ashab-ı Suffe'ye benzeterek bunları ihdas ettiklerini reddiye vererek açıklar.
Lakin garip bir tutum sergileyerek medreselerin bid'at olmayacağını, çünkü ilmi meclislerin çarşıda, dükkanlarda, evlerde vs. kurulduğunu zikreder. Fakat şer'i ilimler ve vaazu nasihat için tahsis edilen mescid haricinde bir bina için sünnetten herhangi bir delil getirmemiştir! Belki de bu, Şatibi'nin farkında olmadan iltizam ettiği bir çifte standarttır! 
Kazvinî'nin Âsâru'l-Bilad adlı kitabında zikrettiğine göre İslam tarihinde ilk medrese Sultan Alparslan zamanında Nizâmu'l-Mülk tarafından yapılmış ve bu adet Nizamiye medreseleri ile başlamıştır.
el-Makrizî, el-Mevaiz ve'l-İtibar'da (4/199) şöyle der: "Medreseler İslam'da sonradan ihdas edilmiştir. Sahabe ve tabiin zamanında yoktu. Ancak hicretin 400. yıllarından sonra ortaya çıktı. İslam'da ilk medrese bina eden Nisabur halkıdır."
İbnu'l-Cevzi, Saydu'l-Hatır adlı eserinde (s.373) şöyle der: "Bugün medreseler tehlikeli hale gelmiştir. Fakih geçinenlerin çoğu cedel ilmine dalmışlar, şer'î ilimlerden yüz çevirip mescidlere gidip gelmeyi terk etmişler, medreseler ve ünvanlarla yetinmişlerdir."
İbnu'l-Cevzi rahimehullah'ın bahsettiği bu tehlike her zaman için söz konusudur. Şüphesiz bütün hayırlar sünnete uymakta, bütün şerler ise bid'at çıkarmadadır.
Bu bid'at dile getirildiği zaman "hangi alim buna bid'at demiş" diyenler görürüz! hem de "delil ancak kitap ve sünnettir" diyenler dahi böyle söyler! Selefi menhece sahip Ehl-i Hadis için durum gayet açıktır: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Her kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur" buyurmuştur ve
"her ihdas edilen şey bid'attir ve her bid'at sapıklıktır." İbn Ömer radıyallahu anhuma'nın dediği gibi;
"İnsanlar güzel görseler dahi her bid'at sapıklıktır."
Bu konuda sünnete muhalefet edenler: "Medrese ve dernek binaları meşru bir amel olan davetin vesilesidir" şüphesini dile getirirler.
İbn Kayyım Medaricu's-Salikin'de (1/116) şöyle der: "Bir şey mubah, hatta vacip olabilir. Bununla birlikte vesilesi mekruh olur. Taat için yapılan adağa vefa göstermek böyledir. Böyle bir adağa vefa göstermek vacip olmakla beraber, vesilesi olan adak adamak mekruhtur, yasaklanmıştır... Yine aynı şekilde ihtiyaç anında mahlukattan istemek mekruhtur. Bununla beraber isteme neticesinde elde ettiği şeyden faydalanmak mubahtır. Bunun örnekleri çoktur..."
Selefi Salihin'in uygulamasına bakan kimse, onların ibadetle alakalı olan şeylerde sonradan ortaya çıkan vesileler ya da maksat olarak isimlendirilen ayırıma bakmaksızın son derece titiz ve dikkatli davrandıklarını görür.
Mesela Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh küçük çakıl taşları ile Allah'ı zikreden bir topluluğa karşı çıkmıştır.
Onlar Allah'ı zikretmek gibi meşru bir ibadette tekbir ve tesbihi sayabilmek için küçük çakıl taşlarını vesile olarak kullandılar. Bu yaptıklarında niyetleri de güzel idi. Bununla birlikte İbn Mes'ud radıyallahu anh, söz konusu vesileyi içeren amellerine karşı çıkıp kabul etmemiştir. Çünkü böyle bir şey, zamanında gerekçeli sebebi olmasına rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den bilinmeyen bir şeydir. Sünnete muhalefet etmeleri ve bid'atte vuku bulmaları sebebiyle onların muhdes olan amellerine böylesi bir günah takdir etmiştir.
İbn Mes'ud radıyallahu anh onların güzel niyetleri sebebiyle yapmış oldukları amellerini görmezden gelmemiş ya da onu yapmış oldukları şeyin sıhhatine bir delil olarak kabul etmemiştir. zira iyi niyet ne bir bid'ati sünnet, ne de çirkin bir şeyi güzel yapamaz. bilakis iyi niyet ve ihlasla birlikte sünnete uygunluk ve selefe mutabaat olması gerekir.
Bizler şayet şer'î maksatlar için bid'at vesileler ihdasına imkan veren kapıyı açarsak o zaman din başka bir dine, şeriat başka bir şeriate dönüşür. zira Allah'a sadece kendisinin meşru kıldığı bir fiille ve meşru kıldığı bir şekilde yaklaşılabilir.
Kendisine yakınlaşma vesilesi olarak meşru kılmadığı şeyler ise; Allah bunlara sevap vermez. Bilakis ihdas eden, bu fiilinden dolayı günah kazanır.
Mescid dışındaki mekanlarda; şer'î ilim tahsili veya vaaz için tahsis edilen binalarda, medreselerde, okullarda, üniversitelerde, derneklerde sohbet, konferans gibi düzenlemelerde bid'at şaibesi olan husus: bahsedilen mekanların şer'î ilim ve sohbetler için tahsis edilmesidir. Sünnet olan ise bu meclislerin mescidlerde akdedilmesidir. Allah bize de, size de sünnetleri ve sünnet ehlini sevdirsin, bid'atlerden ve bid'at ehlinden tiksindirsin.
Mescid Dışındaki Binalar İçin Yapılan Harcamadan Ecir Ummak Bid'attir
Enes b. Malik radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birgün dışarı çıkıp yüksek bir kubbe gördü ve: “Bu da ne böy­le?” dedi. (Orada bulunan) sahâbîler de kendisine: “Bu kubbe ensardan falanca kişiye aittir” dediler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hoşlanmadığı bu işi içinde saklayarak sükût etti. Nihayet bu kubbenin sahibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip halkın içinde selâm verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ondan yüz çevirdi. Adam selamının alınmadığını anlayınca bu selam verme işini defalarca tekrarladı. Nihayet adam her defasında da selamının alınmadığını gö­rünce Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’deki öfkeyi ve kendinden yüz çevirdiğini sezdi ve durumu arkadaşlarına açarak dert yandı: “Vallahi ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu davranışını yadırgadım” dedi. Onlar da: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışarı çıktı, senin bu kubbeni gördü” dediler. Bunun üzerine adam hemen kubbesini dönüp yıktı, yerle bir etti. Derken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birgün yine dışarı çıktı. Bu kubbeyi göremeyince (oradakilere):Kubbeye ne oldu?” diye sordu. Onlar da:Onun sahibi bize senin kendisinden yüz çevirdiğinden sızlandı. Gi­dip onu yıktı” dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
أَمَا إِنَّ كُلَّ بِنَاءٍ وَبَالٌ عَلَى صَاحِبِهِ إِلَّا مَا لَا، إِلَّا مَا لَا يَعْنِي مَا لَا بُدَّ مِنْهُ
İhtiyaç fazlası her bina sahibi üzerine bir vebaldir” buyurdu.[1]
Bir rivayette: “Ancak mescid hariç” şeklindedir.
Bu rivayette Allah ve rasulüne isyan edenlerden selamı kesmenin ve onlardan selam almamanın sünnetten olduğuna delil vardır ve bunu "tekfir etmek" olarak yorumlayanların hata ettiğine işarettir.
Enes radıyallahu anh’den gelen diğer rivayet şu şekildedir:
مَرَرْتُ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم فِي طَرِيقٍ مِنْ طُرُقِ الْمَدِينَةِ، قَالَ: فَرَأَى قُبَّةً مِنْ لَبِنٍ، فَقَالَ: لِمَنْ هَذِهِ؟ قِيلَ: لِفُلاَنٍ، فَقَالَ: أَمَا إِنَّ كُلَّ بِنَاءٍ وَبَالٌ عَلَى صَاحِبِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ, إِلاَّ مَا كَانَ فِي مَسْجِدٍ، أَوْ بِنَاءِ مَسْجِدٍ, أَوْ قَالَ: ثُمَّ مَرَّ فَلَمْ يَرَهَا، فَقَالَ: مَا فَعَلَتِ الْقُبَّةُ؟ قَالَ: قُلْتُ: بَلَغَ صَاحِبَهَا مَا قُلْتَ, فَهَدَمَهَا, فَقَالَ: رَحِمَهُ اللهُ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Medine yollarından birinden geçiyordum. Kerpiçten bir kubbe gördü ve: “Bu kimin?” dedi. “Falanın” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir mescid veya mescid binası için olanlar dışında her bina kıyamet gününde sahibi için bir vebaldir.” Sonra o kubbeyi göremedi. “Kubbeye ne oldu?” dedi. Ben: “Söylediğin sözler kubbenin sahibine ulaşınca onu yıktı” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah ona rahmet etsin” buyurdu.[2]
İbrahim en-Nehâî’den: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
نَفَقَةُ الرَّجُلِ عَلَى نَفْسِهِ وَأَهْلِهِ وَصَدِيقِهِ وَبَهِيمَتِهِ لَهُ مِنْهَا أَجْرٌ، إِلَّا نَفَقَتَهُ فِي بِنَاءٍ، إِلَّا أَنْ يَكُونَ مَسْجِدًا» ، فَقِيلَ لَهُ: فَإِنْ كَانَ بِنَاءً كَفَافًا؟، قَالَ: «فَذَلِكَ لَا لَهُ وَلَا عَلَيْهِ» . فَقِيلَ لَهُ: فَإِنْ كَانَ فَوْقَ الْكَفَافِ؟، قَالَ: «عَلَيْهِ وِزْرُهُ، وَلَا أَجْرَ لَهُ فِيهِ»
“Kişinin nefsi, ailesi, arkadaşı ve hayvanı için yaptığı harcamadan dolayı ecir vardır. Ancak mescid dışındaki bir bina için yaptığı harcamadan ecir yoktur.” Ona denildi ki: “Kişinin kendisine yetecek kadar bina yapmasına ne dersin?” Şöyle dedi: “Bu ne lehine, ne de aleyhinedir.” Ona denildi ki: “Peki ya kendisine yeten miktarın üstünde bir bina için yaptığı harcamaya ne dersin?” Şöyle dedi: “Bundan dolayı ona günah vardır. Bundan dolayı ona ecir yoktur.”[3]
Bu rivayetlerden anlaşılmaktadır ki; Mescid dışında binalar olan; medrese, dernek, dergah gibi ibadet maksatlı yapılan binalar için yapılan harcamalardan ecir ummak bid’attir.


[1] Sahih ligayrihi. Ebu Davud (5237) Bezzar (14/42) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (7/291) İbn Mace (4161) Buhari Tarih (9/45) Ebu Ya’la (7/308) Tahavî Muşkilu’l-Asar (956) Beyhaki Şuab (7/390) İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (240, 284) İbn Ebi Ömer el-Adeni’nin Müsned’inden naklen: Metalibu’l-Aliye (3269) el-Elbani, Sahihu’t-Tergib (1874) es-Sahiha (2830)
[2] Hasen. Ahmed (3/220) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (4/370) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (2/186, 276) Taberani Evsat (3/258) İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (235) Darekutni İlel (12/216) Esbehani et-Tergib (2/206) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/390-391)
[3] Mevkuf. İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (302) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/391)
* Aynısını İbrahim en-Nehâi mürsel olarak merfuan rivayet etmiştir: İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (285) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/391)

24 Eylül 2013 Salı

Hakkın Ölçüsü Kişiler Değildir



Ya'kûbî, Tarihinde (s.192), Tûsî, el-Emali'de (134) Belazurî Ensabu'l-Eşraf'ta (2/239 no: 296 ve 2/274 no: 358), el-Muhtar, Nehcu'l-Belaga'da (262) Meclisî Biharu'l-Envar'da (22/105) her biri kendi isnadları ile rivayet ediyorlar:
Haris b. Havt el-Leysî, Ali radıyallahu anh'e şöyle dedi: "Aişe, Talha ve Zubeyr'in (Allah hepsinden razı olsun) batıl üzerinde toplanacaklarını mı zannediyorsun?" Ali radıyallahu anh dedi ki:
"Ey Haris! İş sana karışık gelmiş! Aşağı bakarsan yukarıyı göremezsin. Hak ve batıl kişilerle tanınmazlar! Sen hakkı öğren, hakkın ehlini de bilirsin. Batıl'ı öğren, onun da kimden geldiğini anlarsın!
Belazuri bunu (Ebu Ali el-Hasen b. Ali) el-Hirmazî - el-Utbi yoluyla rivayet etmiştir.
et-Tusi; Mufid - Ali b. Muhammed el-Katib - Hasen b. Ali ez-Zaferani - İbrahim b. Muhammed es-Sekafi - Ebu'l-Velid ed-Dubbî - Ebu Bekr el-Huzelî yoluyla rivayet etmiştir. Mufid şiadır. el-Huzeli metruktur.
Kadı Abdulcebbar Tesbitu Delailu'n-Nubuvve adlı kitabında (1/211) muallak olarak Ali radıyallahu anh'den rivayet etmiş, Ebu'l-Muzaffer es-Sem'anî (Tefsirinde), Ragıb el-İsfehani (ez-Zeria'da) Gazali (el-Munkız, İhya ve Mizanu'l-Amel'de), Zemahşeri Keşşaf'ta, İbnu'l-Cevzi Telbisu İlbis'te muallak olarak Ali radıyallahu anh'ten nakletmişler, ilim ehli bu sözün anlamının doğruluğunu tasdikleyerek telakki bi'l-kabul ile kabul etmişlerdir.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Bozuk Olan; Hadis Ehlinin Üslubu Değil, Bid’at Ehlinin Yağcılığıdır!


1- Sefine Radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem nakışlarla süslenmiş bir eve girmezdi” Sahihtir. İbn Hibban (8/91) Hakim (2/186) Ahmed (5/220-222) İbn Mace (3360) Ebu Davud (3755) Taberani (7/84)

2- Ebu Sa’lebe el-Huşenî radıyallahu anh’den: “Bir adam parmağında altından bir yüzük bulunduğu halde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elindeki değnekle adamın eline vurdu. Sonra da adama gereken önemi göstermedi. Adam da yüzüğünü çıkarıp attı…” Hasendir. İbn Hibban (1/410) Tahavi (4/261) Ahmed (4/195) Nesai (8/171)

3- Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: “Bir adam parmağında altından bir yüzük olduğu halde Necran’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yüzüğü görünce adamdan yüz çevirdi. Adam da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hiçbir şey soramadı. Bunun üzerine adam, hanımının yanına geri döndü ve ona durumu anlattı. Hanımı: “Sende bir hal var. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına dön ve yüzüğü de at” dedi. Adam gelip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girmek için izin istedi. Ona izin verdi. Adam selam verdi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de selamı aldı. Adam: “Ey Allah’ın rasulü! Benden niçin yüz çevirdin?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen bana parmağında ateşten bir kor tanesi olduğun halde geldin.” Buyurdu. Adam: “Ey Allah’ın rasulü! O halde ben şu anda size pekçok ateş koru getirdim” dedi. Zira adam bahreyn’den süslü eşyalar getirmişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Getirdiğin şeyler bizden bir şeyi zenginleştirecek değildir ve bizim yanımızda Harre’nin taşlarından farksızdır. Fakat onlar dünya hayatının geçimliğidir” buyurdu. Adam: “O halde ashabının içerisinde bana mazeret beyan et ki, senin herhangi bir şey sebebiyle bana kızdığını sanmasınlar” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalkıp adama mazeret beyan etti ve aralarında geçen durumun yüzükle ilgili olduğunu bildirdi. Adam: “O halde yüzüğü neden yaptırayım?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Demir, gümüş veya tunçtan” buyurdu.” Sahihtir. İbn Hibban (7/411) Ahmed (3/14) Nesai (8/170)

4- Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’e Mekke’nin fethi yılında Muhassab vadisinde iken, Kabe’ye varmasını, orada bulunan bütün suretlerin silinmesini emretti. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’nin içindeki bütün resimler silininceye kadar oraya girmemiştir.” Sahihtir. İbn Hibban (7/540) Ebû Davud (4156) Beyhaki (7/268) Ahmed (3/335, 336, 383, 396)

5- Kumandanlardan birini bir kimse övmeye başlayınca Mikdad b. Esved radıyallahu anh onun üzerine toprak atmaya başlamış ve “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize meddahların yüzüne toprak saçmamızı emretti” demiştir. Sahihtir. Muslim (Zühd 68)

6- İbn Abbas radıyallahu anhuma Arafatta cemaatin telbiye getirmediklerini görünce bunun sebebini sormuş, halkın Muaviyeden korktukları için telbiye getirmediğini öğrenince hemen çadırından çıkmış ve: “Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk. Onlar Ali radıyallahu anh’e kızgınlıklarından dolayı sünneti terk ediyorlar!” diye söylenmiştir. Sahihtir. Nesai, (3006)

7- İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın azatlı cariyesi ona Medine’den gitmek istediğini, zamanın kötüleştiğini söyleyince, İbn Ömer radıyallahu anhuma: “Yerinde otur! Aptal! Zira ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i “Eğer bir kimse Medinenin şiddet ve sıkıntısına katlanırsa, kıyamet gününde ben ona şahit yahut şefaatçi olurum” buyururken işittim.” Demiştir. Sahihtir. Muslim (Hac 482)

8- Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma oğlunun, hanımını mescide göndermeyeceği ile ilgili sözü üzerine, daha önce hiçkimseye sövmediği şekilde sövmüştür. Sahihtir. Abdurrazzak (3/147, 5107) Ahmed (2/127, 140, 143)

9- Birisi İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya Ramazanda Teravihi imamın arkasında kılayım mı?” diye sordu. O da ona Kur’an’ı okuyup okuyamadığını sordu. Adam evet deyince: “Öyleyse neden eşek gibi susuyorsun? Git evinde kıl” dedi. Sahihtir. Abdurrazzak (4/263)

10- Umare b. Rueybe, Bişr b. Mervan’ı Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua ederken görünce: “Allah bu ellerin belasını versin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i minber üzerinde gördüm; işaret parmağından başkasını kaldırmazdı” demiştir. Sahihtir. Muslim (hac 53)

11- Ebu Bekre radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in taş atmayı yasakladığına dair hadisi anlatırken amcasının oğlu taşı almış ve: “Bunu mu yasakladı?” diyerek atmış, Ebu Bekre radıyallahu anh de bunun üzerine: “Dikkat et! Ben sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den haber veriyor ve yasakladığını söylüyorum, sen ise hala atıyorsun. Vallahi yaşadığım sürece artık seninle konuşmam” demiştir. Sahihtir. Ahmed (5/46) Muslim (sayd 54)

12- İbn Ömer radıyallahu anhuma mescidde hadis rivayet ederken orada bulunan bir kıssacıya sırtını dönerek oturmuş, o kıssacı ellerini kaldırıp dua etmiş, İbn Ömer radıyallahu anhuma ise elini kaldırmamıştır. Hasendir. Abdurrazzak (3/218)

13- Muaviye b. Ebi Sufyan, altın veya gümüşten yapılmış su kabını kendi ağırlığından daha fazlasıyla satınca Ebu’d-Derda radıyallahu anh: “Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, O böyle yapılmasını yasakladı. Ancak misli misline satılmasına izin verdi” dedi. Muaviye: “Ben bunda sakınca olduğunu sanmıyorum” dedi. Ebu’d-Derda: “Bunun yaptığını kınayıp beni destekleyecek yok mu? Ben ona Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis rivayet ediyorum, o ise kendi görüşünü söylüyor. Ben senin bulunduğun yerde artık kalamam…” demiştir. Sahihtir. Malik (buyu 33) Şafii, er-Risale (s.192)

14- İbn Ömer radıyallahu anhuma Ebu Eyyub radıyallahu anh’ı evine davet etti. Ebu Eyyub duvarda bir perde asılı olduğunu gördü. İbn Ömer: “Duvara perde (duvar halısı gibi) asma hususunda kadınlar bize galip geldi” deyince, Ebu Eyyub: “Bunu herkesten beklerdim de senden beklemezdim. Vallahi senin yemeğini yemeyeceğim” diyerek geri döndü. Sahihtir. Buhari (Nikah 76)

15- İbn Mes’ud radıyallahu anh bir evde suret görünce geri dönmüştür. Sahihtir. Buhari (Nikah 76)

16- Vali Mervan b. Hakem sünnette olanın aksine olarak bayram namazında hutbeyi öne alınca Ebu Said radıyallahu anh bunun sebebini sordu. Mervan bu durumun terk edildiğini söyleyince Ebu Said radıyallahu anh üç defa: “Asla olmaz! Allaha yemin ederim ki siz benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız” diyerek oradan ayrılmıştır. Sahihtir. Muslim (Salatu’l-iydeyn 9)

17- Aişe radıyallahu anha kendisinin yanında kalan bir ailenin evinde tavla olduğunu öğrenince: “Eğer o tavlayı çıkarmazsanız, ben sizi evimden kovacağım” demiştir. Hasendir. Malik (Ru’ya 6) Şerhu’s-Sunne (12/385) Buhari Edebu’l-Mufred (1274)

18- Ömer radıyallahu anh, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın kızkardeşini ölü ardından feryatla ağladığı için yanından uzaklaştırmıştır. Sahihtir. Buhari (husumat 5)

19- Ömer radıyallahu anh bir adamın başında kedi derisinden bir şapka göründe onu alıp yırtmış ve “Ben bunu ancak leş olarak görüyorum” demiştir. Munkatı. Abdurrazzak (1/71)

20- Huzeyfe radıyallahu anh Medain’de iken kendisine gümüş kapta su getiren birisinin elinden bardağı alıp sahibine fırlatmış ve “Bunu ilk defa yapmadım. Ben onu gümüş bardakla su vermekten yasaklamıştım. Fakat o vazgeçmedi” demiş ve ilgili hadisi rivayet etmiştir. Sahihtir. Ahmed (5/396, 397, 398, 400)

21- İbn Ömer radıyallahu anhuma kendisine gümüş kapla su verilirse o kabı kırardı. Sahihtir. Abdurrazzak (Ma’mer’in Cami kitabı 11/70)

Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının, hüccet ulaşmış kimselerin sünnete muhalefet etmelerine karşı yukarıda zikredilenler ve daha burada zikredemediğim bir çok rivayetlerde tavırları ortadadır.

Video çekimleri yapan ve suretlerini yayınlayan saptırıcı şeyhlerin ve onları dinleyenlerin selefilik iddiaları nerede, suret bulunan bir eve girmeyi dahi kabul etmeyen bu ümmetin selefi nerede?

Kadınların huzuruna çıkarak sohbet yapan haramhor hevaperestler, mütevatir naslar ve icma ile sabit olmuş perde hicabını hevalarıyla ortadan kaldıran, hatta kadınların da erkeklerin huzuruna çıkıp sohbet verebileceğini iddia eden selefilik takiyyesi yapan habis mutezile şeyhleri nerede, Kadından daha zararlı bir fitne unsuru bırakmadığını söyleyen Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile O’nun ancak perde arkasından hadis rivayet eden hanımları nerede?

İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama vacibini ortadan kaldırıp rahatça günahları işleme ortamı kurmak için “Önce tevhid” sloganını kötü emellerine alet eden, fıkhi konulardaki saptırmaları bu sloganla gizlemeye çalışan, sünnetlerin ihya edilmesini fitne olarak gören, sünnete uyulmasından dolayı “rezil olduk” yaygarası koparan eyyamcı sahte selefiler nerede, yukarıda hallerinden örnek verdiğimiz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı nerede?

Fıtır sadakasının para ile verilebileceğini, kadının mahremsiz yolculuğa çıkabileceğini, avamın dahi kâfir ülkelerinde yaşayabileceğini, oy kullanmanın imandan(!) olduğunu, bidat ehline karşı yumuşak davranılacağını, tevhid(!) uğruna her türlü tavizin verilebileceğini vs. türlü kelam ve felsefe oyunlarıyla gündeme getiren yol kesiciler nerede, “iman söz ve ameldir” diyen, Muhammedun Rasulullah sözüyle ittiba olmadan tevhid geçersizdir diyen, Allah ve rasulünün emirlerinden hiçbir şeyi önemsiz, faydasız ve küçük görmeyen Ehl-i Sünnet menheci nerede?

Hocalarının hatırı için Allah rasulünün sünnetini görmezden gelen, müteşabihlere tutunup muhkemi reddeden, Hadis ehlinin sünnete mutabık davet metodunu “Üslupsuz(!)” gören, bâtılı reddedeceği yerde, bâtıla karşı çıkanla uğraşıp: “ilim ehli hiç böyle yapar mı, yakışır mı?” diyen ve bu samandan iddianın altından mikroplu su yürüten türedi anlayış nerede, Allah ve rasulünün önüne kimseyi geçirmeyen, geçen olursa kim olursa olsun; elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle ona mani olan Sahabe ve tabiinin anlayışı nerede?

İhtilaflardan ibret alınması gerekirken, hevalarının gösterdiği doğrultuda ihtilafı örnek gösteren anlayış nerede, Allah Azze ve Celle’nin ihtilafı kınaması ve iman edenlere ihtilaflarını Allah ve rasulüne arz etmeyi emretmesi nerede?

Son söz ve uyarı:

Bazı kimseler batıl üzerinde toplanmış, birbirlerine hakka itaat yolunda yardım etmeyen, kalitesiz bir kalabalığı cemaat zannetmekte ve böylesi toplulukların hak açıklanınca dağılmalarını çirkin görmektedirler. Allaha yemin olsun, bu hayırdır, lakin insanların hayır zannettikleri birçok şeyde şer vardır.

Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “De ki: O, size üzerinizden bir azap göndermeye kadirdir” ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Senin vechine sığınırım.” Sonra ayetin: “Yahut sizi fırkalara ayırıp birbirinize düşürerek kötülüklerinizi birbirinize tattırmaya kadirdir!” (En’am 65) kısmı nazil olunca: “Bu ikisi daha hafif – veya daha kolay –“ buyurdu. Buhârî (4628, 7313, 7406) rivayet etmiştir.

Evet, hak ile batıl arasında ayrım yapmayan, batılı bildiği halde ona karşı çıkmayan bir topluluk toptan azabı hak eder. Böyle bir topluluktan bazısının hakkı beyan etmesi ve hakka uymak için ayrılması üzerine bir kısmının bâtıl üzerinde devam etmesi ve müslümanlardan bu iki grubun birbirine sıkıntı vermesi, toptan azaba uğramalarından ehvendir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa, aralarını düzeltin. Eğer biri diğerine tecavüz ederse, Allah'ın emrine donünceye kadar, tecavüz edenle savaşın. Eğer Allah'ın emrine dönerse, aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. Allah, şüphesiz adil davrananları sever” (Hucurat 9)

  Allah bizi ve sizi hakkı hak olarak bilip ona tabi olmakla rızıklandırsın ve batılı batıl bilip ondan uzaklaşmakla rızıklandırsın. Bizleri ancak hak üzerinde bir araya getirsin, onda sabit kılsın, batıldan ve batıl ehlinden uzaklaştırsın.

Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

15 Eylül 2013 Pazar

Dernekçilerin Düştükleri Fitneler Hakkındaki Şüphelerin Cevapları


Şeyh Salih b. Abdillah el-Bekrî şöyle demiştir:
Birinci şüphe: “Dernekler; yetimlere ve davetçilere kefalet, muhtaçların evlendirilmesi ve buna benzer hayırlı işler ile Allah’a davet üzere kurulmuştur
Cevap: 1- Bu amelleri Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve selef, bu derneklerin varlığından önce de en kamil şekliyle yerine getirmişlerdir. Yine ilim ehli, davetçiler, zengin kimseler ve sadaka verenler de bu işleri dernekler yokken bugüne kadar yapmışlardır. Bu ameller derneklere, hükümetlere ve devletlere bağlı işler değildir. Dernek kurmak, bu amellerin şart ve gereklerinden de değildir.
2- Bahsedilen hayırlı işler, Allah için halis kılındıktan ve sünnete uygun olduktan sonra karşı çıkılacak işler değildir. Karşı çıkılan şey ancak bu amellerin grupçuluğa ve dünyalık menfaatlere vesile kılınmasıdır.
3- Derneklerin hepsinde olmasa da, birçoğunda bu ameller grupçuluk ve fitnelere vesile edinilmektedir.
İkinci Şüphe: “Dernekler sebebiyle insanlar faydalanmaktadırlar.”
Cevap: 1- Bidatler ve günahların sahipleri de bunların faydalı olduğunu zannederler. Lakin bunlar dünyevî ve özel faydalardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “  Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. (Onlara) de ki: İkisinde de insanlar için hem büyük günâh, hem de faydalar vardır; fakat günâhları faydalarından daha büyüktür.  Yine  sana  (sadaka olarak)  ne vereceklerini  soruyorlar.  De  ki: ihtiyaçtan fazlasını. İşte Allah, dünya ve âhiret işlerini iyice düşünesiniz diye âyetleri böyle açıklar” (Bakara 219)…
2- Derneklerin faydaları özeldir, terkindeki fayda ise umumidir. Umumun maslahatı özel maslahatın önüne geçer.
3- Genellikle dernekler faydasından büyük kötülükler içermektedir. Alimlerin üzerinde ittifak ettikleri ve şer’î delillerin gösterdiği şey, kötülüklerin giderilmesinin, eşit oldukları takdirde iyiliklerin elde edilmesinden öncelikli olmasıdır…
4- Ancak Allah’ın ve rasulünün yasakladıkları şeyleri işlemekle ulaşılan maslahat geçersizdir.
5- Ancak dernek kurmak vasıtasıyla gerçekleşen faydalar zannî veya geçicidir. Nice derneklere hizipçiler ve tamahkarlar hakim olmuş, bunun sebebiyle insanlar fitnelere düşmüş, malları olmadık yerlere harcanmıştır.
Üçüncü şüphe: “İslam için çalışmak ve daveti yaymak ancak dernekler kurmak ve bazı muhalefetleri işlemek suretiyle mümkün olmaktadır. Vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.”
Cevap: 1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra insanların en şereflileri, içlerinden bazılarının muhalefeti sebebiyle Uhud’da yenilgiye uğramışlardır. Bidatler ve günahlar ise bütün şer ve belanın sebebidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin. O takdirde de sana, hayatın da, ölümün de kat kat azabını tattırırdık; sonra sen, bize karşı kendine bir yardımcı da bulamazdın” (İsra 74-75)
Başınıza gelen her musîbet, sizin kendi ellerinizin yaptıkları işler yüzündendir.” (Şura 30)
Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh şöyle demiştir: “Muhakkak ki ben (Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in) emrini terk edersem sapmaktan korkarım.”
Cubeyr b. Nufeyr’den: “Kıbrıs feth edilip de, halkı birbirinden ayrı düşünce ağlaşmaya başladılar. Ebu’d-Derda’yı gördüm, tek başına oturmuş, ağlıyordu. Dedim ki: “Ey Ebu’d-Derda! Allah’ın İslam’ı ve Müslümanları aziz kıldığı bir günde sen niçin ağlıyorsun?” diye sordum. Ebu’d-Derda: “Yazıklar olsun sana ey Cubeyr! Hakimiyet ve mülk sahibi bir ümmet olduğu halde, Allah’ın emrini terk ettiklerinden dolayı insanlar Allah’ın katında ne kadar da basittirler! Allah’ın emrini terk ettiler ve bu gördüğün hale düştüler” dedi. (Ahmed, Zühd, 762)
Şeyh el-Elbani’ye dernekler ve dernek paralarının bankalara yatırılması hakkında sorulduğu zaman şöyle demiştir: “Bu muhalefet bunun meşru bir iş olmadığına yeter. Batıl üzerine kurulan şey ancak batıldır.”…
2-  Alimler, dünyevî bakımdan zayıf olmalarına rağmen, dernekler bir tarafa, devletlerin dahi maddi kuvvetleriyle yaptıklarından fazlasıyla İslam için çalışmışlardır. Nitekim Şeyh Rebi’nin, Şeyh el-Elbani’nin oğluna telefonda şöyle dediğini işittim: “Allaha yemin olsun ki baban, devletlerin aciz oldukları konularda İslam ve sünnete hizmet etmiştir.”
İmam Ahmed, Buhari, Muslim ve diğer imamlar da aynı şekilde, devletlerin ordularıyla, işçileriyle, komutanlarıyla ve mallarıyla aciz kaldığı konularda İslam ve sünnete hizmetler etmişlerdir. Bu alimler buna ancak sadakat ve sünnete ittiba ile ulaşmışlardır…
3- “Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir” sözüne gelince, kendilerinin aleyhinedir. Zira yetimlere kefalet, muhtaçlara yardım ve Allah’a davet gibi meşru vaciplerin meşru olmayan yollardan başkasıyla yerine getirilmesi mümkündür. Helaller, harama ihtiyaç bırakmayacak kadar çoktur.
Dördüncü şüphe: “Selefî ve meşhur alimler tarafından kurulan dernekler de var
Cevap: 1- Alimler hata da eder, isabet de ederler. Onların Kitap, sünnet ve selef menhecine uygun sözleri alınır, kabul edilir, uygun olmayan ise reddedilir.
2- Takva ve vera sahibi, zahid ve güvenilir olup dernek kuran alim ile cahil veya yarım alim, meçhul, dini ve vera’ı zayıf kimseler arasında fark açıktır.
3- Meşhur alimlerin yönettikleri dernekler ayrılık ve ihtilafa sebep olmamaktadır.
4- Alimlerin yönettikleri dernekler; Kur’an ezberi, hak sahiplerinin evlendirilmesi, mescid bina etmek, yetimlere kefil olmak ve buna benzer işler için kurulmuştur.
5- Bütün bunlarla beraber bu dernekler hilekar bidat ehlinin saptırmalarından selamette değillerdir.
6- Onlar gibi diğer bazı alimler de vardır ki dernek kurmuyorlar. Daha doğrusunu yapmalarına rağmen neden bu alimlere tabi olunmuyor? Bu ancak hevaya uymak değil midir?
7- Bu fiil o alimlerden meşhur olmamış ve onlara nispet edilmemektedir.
Beşinci şüphe: “Hükümetler, bu dernekler olmadıkça davete izin vermiyorlar. Derneklere ise bankalara para yatırmadıkça, suretler asmadıkça, başkan tayin etmedikçe izin vermiyorlar. Bu “zaruretler, mahzurları mubah kılar” ve “iki kötülükten hafif olanını işleme” türündendir.
Cevap: 1- Günah konusunda itaat edilmeyeceği İslam esaslarındandır. Bunun delilleri pek çoktur.
2- Davet ve bu hayırlı ameller, devlet ve dernek kurulmasına bağlı değildir.
3- Mahzurları mubah kılacak olan zaruretler, def edilmesi ancak sakıncalı işin işlenmesiyle mümkün olan işlerdir. Böyle bir durumda sakıncalı olandan başka bir yol yoktur. Canının telef olmasından korkan kimsenin leş yemesi gibidir. Eğer leşten başkası bulunamazsa leş yemek zorunda kalınır. Ancak leşten başkası varsa leş yemek caiz değildir. Davet dernekler, suretler, faiz, yalan, hile, ayrılık ve diğer fitneler olmadan da yerine getirilebilir ve yayılabilir. Davet eğer mescidlerden engellenirse, evlerde, çarşılarda, yollarda, iş yerlerinde, caddelerde, kitaplarda, yazılarda, alimlere yolculukla yapılır. İslam ve sünnet düşmanlarının dikkatlerini çeken büyük dernekler kurmak davetin şartı değildir. Bu şekilde düşmanlar tedbirler almakta, tuzaklar kurmakta, ehlinin arasını ayırmaktadır. Yetimlerin, fakirlerin, yoksulların kefaleti için onların resimlerini çekmek, sakıncaları mubah kılan zaruretlerden değildir. zira suretler ve dernek olmadan da onların kefaleti mümkündür. Nitekim heva ehli bu kaideyi genişletmişler, Allah’ın ve rasulünün haram kıldıkları şeyleri bu isim altında işlemişlerdir…
Altıncı Şüphe: “Suretlere nasıl karşı çıkarsınız? Sizler de Hac ve Umre için araba ruhsatlarında ve pasaportlarda suret kullanmaktasınız?”
Cevap: Bu zaruretler türündendir. Zira bu ameller ancak bu yolla yerine getirilebilmektedir. Bununla beraber bu günahtan kalben de ikrah duymak gerekir. Şayet bu amelleri yerine getirmek için başka bir yol varsa suretler caiz olmaz. İşte burada “zaruretler mahzurları mubah kılar” kaidesi tatbik edilir.
Yedinci şüphe: “Dernekler için fetva veren alimler vardır.”
Cevap: 1- Buna fetva vermeyen alimler de vardır. Neden buna fetva veren alimlere tutundunuz da muhalifin sözünü terk ettiniz? Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde olduğu yola ve salih selefin menhecine uygun olan diğeri idi.
2- Dernekler için fetva veren alimler; mescidler kurulması, kuyular açılması, yetimlere kefalet ve buna benzer hayırlı ameller için fetva vermişlerdir. Hizipçilik, taassup, yalan, hile, malları batıl yolla yemek, hak ehline düşmanlık, suretler, bankalara para yatırmak ve daha önce zikri geçen diğer fitneler için fetva vermemişlerdir. Şayet bunların bazısına fetva veren alim varsa onun sözü reddedilir. Zira Kitap ve sünnete muhalif olan her şey reddedilmiştir.
3- Dernekler için fetva veren alimler, derneklerin hakikatlerini ve işin nereye varacağını bilememişlerdir. Veya durum kendilerine karışık gösterilmiştir.
Sekizinci Şüphe: “Derneklere karşı çıkanlar cemaat halinde ve düzenli çalışmaya karşı çıkıyorlar”
Cevap: 1- Cemaat halinde ve düzenli çalışmalar iki kısımdır:
Meşru olanı: Cemaatle namaz, safların düzeltilmesi, hac, Müslüman olan uli’l-emr ile beraber cihad ve buna benzer meşru, farz, müstehap veya caiz olan amellerdir. Bundaki düzen dine uygun olmasıdır. Selefiler de bu görüştedir, buna karşı çıkmazlar.
Meşru olmayıp bid’at olanı: Hizipçilik, gruplar için sayı artırma, bid’at olan biat ve başkanlık/emirlik gibi şeylerdir. Selefilerin karşı çıktıkları şey, niteliğinde ve yolunda dine aykırı olan her amel ve düzendir.”
Şeyh Salih b. Abdillah el-Bekrî el-Yafii hafazahullah’ın; El-Berahin ve’l-Beyyinat Fi Beyani Fiteni’l-Cem’iyyat kitabından (s.137-143) özetle tercüme eden: Ebu Muaz

14 Eylül 2013 Cumartesi

Dinde İskat-ı Salat var mı?


Ölen kimsenin kılmamış olduğu namazların düşürülmesi için yapılan devir ve İskatu’s-salat bidat bir uygulamadır. Bu konuda sahih, hasen ya da zayıf bir hadis gelmemiştir. Ancak sonraki hanefilerin aldandıkları uydurma bir hadis zikredilir. Bunun uydurma bir iş olduğuna Hindistanlı muhakkik Hanefi alim Abdulhayy el-Leknevî uyarıda bulunmuştur. Dinde iskatus-salat diye bir şey yoktur. Bunlar ancak uydurma ve hurafe kitaplarda bulunmaktadır. Müslüman olarak ölen kimseden azabın hafiflemesine sebep şeyler onun adına sadaka verilmesi ve onun için dua edilmesi gibi şeylerdir. Ölünün azabının hafiflemesine sebep olacak şeyler ancak vahiy yoluyla bilinebilir. Kur’an ve sünnet naslarında ölüye fayda verecek şeyler belirtilmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatıyla vahiy kesilmiştir. Kur’ân ve sahih sünnette gelenler dışında bir şeyle bu konuda söz söylemek caiz değildir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur” buyurmuştur. (Buhari ve Muslim) Yine kişinin ölümüyle üç şey dışında amelinin kesildiğini bildirmiştir. Bu üç şey: geride bıraktığı mushaf veya faydalanılan bir ilim, kendisi için dua eden salih evlat ve devam eden sadakadır. (Buhari rivayet etmiştir.) 
Namaza gelince, mazeretsiz olarak terk edilen namaz, sahibini dinden çıkarır. Allah Azze ve Celle Tevbe suresi 5. Ayetinde: “Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse onlar sizin kardeşinizdir…” buyurmuştur. Yine Rum suresi 31. Ayetinde “namazı kılın, müşriklerden olmayın” buyurmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Kul ile küfür ve şirk arasında namazın terki vardır.” Buyurmuştur. (Muslim rivayet etmiştir)
Buna göre, namazın terkinin kişiyi dinden çıkaran bir küfür olduğunu bildiği halde mazeretsiz olarak namazı terk eden ve bu halde ölen kimse için yapacak bir şey yoktur. Şayet namazın hükmünü doğru şekilde öğrenme imkanı olmamış, namazın terkinin küfür olduğunu gizleyen saptırıcı hocalar sebebiyle namaz konusunda kusurlu davranmış olan, fakat imanına delalet eden başka amelleri bulunduğu halde ölen kimse, aslen mürekkep bir cehalet ve fısk ile ölmüştür ve inşaallah cehaleti ona mazeret olur.  Böyle bir kimsenin cenaze namazı kılınır ve onun için bağışlanma dilemek meşrudur. Zira mükellefiyet ilim ve güç yetirme şartına bağlıdır. Bu kimse doğru ilme ulaşma imkanına güç yetirmemiştir. Dinde namazın terkinin küfür değil, büyük günah olduğunu söyleyen bir çok saptırıcı vardır ve bu kimseler Kur’an ve sünnet naslarını te’vil etmektedirler. Avamın bu tevilleri bertaraf edip hakka ulaşması kolay bir iş değildir ve onlara hüccet ulaşmış sayılmaz. Bununla beraber, onlara ulaşan ilim; namazın terkinin büyük günah olduğudur. Böyle bir bilgiye ulaşan kimsenin namazı terk etmesi, onun kendi itikadına göre fasıklardan olmasına yeter. Allah yardımcımız olsun.

Özetle Selefilik - Şeyh Salih el-Bekri Hafazahullah


Şeyh Mukbil rahimehullah’ın öğrencilerinden Şeyh Salih b. Abdillah el-Bekri’ye şöyle soruldu:
“Bize Selefî menheci özet olarak tarif eder misiniz? Allah size hayırlı karşılık versin.”
Cevap: Selefilik: Allah’ın kitabına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılmaktır. Selefî menhec: Sahabe radıyallahu anhum’un üzerinde bulunduğu yol olan; Kitap ve sünnete sarılmaktır. İşte selefi menhec budur. Bu, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Allah için ibadette ihlas ile birlenmesi, Allah’a isimleri ve sıfatlarıyla; tahrifsiz, ta’tilsiz, tekyifsiz ve temsilsiz olarak iman edilmesidir. (Tahrif: Allah’ın isim ve sıfatlarında lafız veya manayı bozmaktır. Ta’til; lafız veya mananın iptal edilmesidir. Tekyif; şekil belirlemektir. Temsil: mahluka benzetmektir.)
Selefilikte gruplaşma yoktur. Batıl için toplanma yoktur. Allah onlara rahmet etsin, Selef; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olur ve O’na uyarlardı. Bir selefiye Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisi ulaştığı zaman: “İşittim ve itaat ettim” der, hadisi kabul eder, ona şahsi görüş, kıyas, zevk, falan hocanın sözü, filan başkanın görüşü veya falan alimin sözüyle itiraz etmez.
Salih selefin zamanında – Allah onlara rahmet etsin – bulunmayan şeyler, sonradan türetilmedir. Seleften birinin yapmadığı bir şeyle - mesela mevlid gibi - Allah’a yakınlaşmaya çalışmak bidattir. Sahabe hizipçilik, (grupçuluk, particilik) yapmamıştır, bu bir bid’attir. Dernekler de yine bid’attir. Sahabede dernekler yoktu. Bu İslam düşmanlarının bir tuzağıdır. Buna ihtiyaç yoktur.
Fetva Tarihi: 01/02/2013 Link: http://www.albakre.net/play-184.html

13 Eylül 2013 Cuma

Derneklerin Fitneleri - Salih el-Bekrî


Şeyh Salih b. Abdillah b. Halef el-Bekrî el-Yafiî’nin "el-Berahin ve’l-Beyyinat Fi’t-Tahzir Min Fiteni’l-Cem’iyyat (Derneklerin Fitnelerinden Sakındırma Hususunda Apaçık Hüccet ve Deliller) kitabından:
- Derneklerin fitnelerinden birisi; sabit hadislerin reddedilmesi, bunlara muhalefet edilerek şahsi görüş, kıyas, zevk, taklid ve taassupla itiraz edilmesidir
- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, ashabının ve onlara güzelce uyanların yapmadıkları şeylerin yapılması
-Fırka, ihtilaf, nefretleşme ve kinleşme derneklerin fitnelerindendir
- Hizipçilik (particilik, grupçuluk) veya buna vesile olma fitnesi
- Kafirlere benzemek ve onların kurallarını uygulama fitnesi
- Ruhsatlara, (delile aykırı olan) şaz görüşlere ve zellelere tabi olma fitnesi
-  Dünya ve mal sevgisi ve bunların peşinden koşma fitnesi
- Bid’at ve günahlarda ısrar fitnesi
- Bankalara mal ve para yatırma fitnesi
- Dernek kuran ve yönetenlerin dinî hükümlerden cahil olması ve işlerin ehli olmayana verilmesi fitnesi
- Seçimlerde oy kullanma fitnesi
- Fitnelerin vukuunda hükümetlerle işbirliği fitnesi
- Bağış dilenme ve sadaka isteme fitnesi
- Dernekler için, şaz görüş ve ameller için, şahıslar için taassup gösterip, bâtıl ve sapıklıklarına muhalefet edenlere karşı çıkılması fitnesi
- Bâtıllarına muhalefet edenleri eleştirmek, onlara hakaret, çirkin tanıtma, ondan nefret ettirme, gıybetini yapma, onlara karşı kışkırtma ve düşmanlık gösterme fitnesi
- Tekfir, derneklerin fitnelerindendir
- Dinde aşırılık ve zorlama fitnesi
- Tasvir (suretler) fitnesi – ki Ademoğlunun şirkinin temelinde suretler vardır
- Allah adına, rasulü adına, alimler adına ve kendilerine muhalefet edenler adına yalan söyleme fitnesi
- Davet, bağış toplama, dul ve yetimlere kefalet konularında yeni metotlar türetilmesi fitnesi
- Şer’î naslara aykırı aklî ve zevkî fikirleri beğenme fitnesi
- İçine düşülen fitneler, sapıklık ve muhalefetler hususunda müteşabih sözlere tabi olma fitnesi
- Meşru olmayan siyasete dalma ve ona ulaşmak için haramlar işleme fitnesi
- Kaybolma, çözülme ve renkten renge girme fitnesi
- Bid’at olan hizipçi biat fitnesi
- Daveti çirkinleştirme ve kendini küçük düşürme fitnesi
- Önce itikad edip, sonra delil getirmek derneklerin fitnelerindendir
- İçine düşülen bid’at ve masiyetleri hafife alma fitnesi
- Sonradan çıkma olan gizli hizipçilik fitnesi
- Hakka karşı savaşma ve ondan alıkoyma fitnesi
- Fakir ve yoksulları teşhir ederek derneklerle alakalandırma fitnesi
- Müslümanların mallarına haksız yere dalmak
- Riya (gösteriş)
- Başkanlık sevdalıları, tamahkârlar, düzenbazlar ve fitne davetçileri için kapı açılması
- Dinî ilimlerden uzaklaştırma, buna önem vermeme, dünyevî ilimlere, mal ve paraya, yolculuklara, neşitlere yönelme, güncel vakaya bid’at bir bakış açısı getirme, meşru olmayan siyaset gütme
- Sayı artırmaya ve mal toplamaya önem verildiği kadar davetin aslına önem vermeme
- Dinin kaideleri hakkında cehalet, karıştırma, hakkı batıl, batılı hak gösterme fitnesi
- İşlerde sertlik ve sözleşmelerle bağlama
- İslam düşmanlarının istediği bazı şeylerin gerçekleşmesi
- Başkanlarını ve hocalarını taklid, derneklerin fitnelerindendir
- Hevaya tabi olmak
- Yöneticilere ve alimlere karşı ayaklanma
- Alimlere ve avama karşı işleri karıştırma
- Başa kakma ve eziyet
- Kendisine bulunmayan şeyle övünme
-  Zenginler ile fakirler arasında engel olma, fakirlerin, yoksulların ve benzerlerinin haklarının zayi edilmesi
- Selefilik ve selefileri fakirler ve yoksullarla aldatma
- Yolcu olunmadığı halde emir tayin etme
- Şöhret ve duyurma sevgisi derneklerin fitnelerindendir
- Vakitlerin, ömürlerin ve fakirlerin haklarının zayi edilmesi
- Sonradan çıkma bölücü isimler kullanmak
- Dernek başkanının veya çoğunluğun hükmüne başvurmak
- Nefisleri itham ve kötü zanna arz etme
- Bidat ehline karşı hüccet ve beyan ile cihadın terk edilmesi, hevalarına uyan şeyler dışında buna ilgi gösterilmemesi
Salih el-Bekrî, kitabında, sayılan bu noktaları ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra şöyle demiştir: “Derneklerin fitne ve kötülükleri bundan çok daha fazladır. Bunlardan bazısının bulunmadığı bir dernek yoktur. Şayet bunlar bir dernekte bulunmuyorsa, kapı açmayı bekleyenler, zelleleri takip edenler, delilden yüz çevirerek aykırı meselelere tutunanlar vardır. Bu da hevaya, hakka aykırılığa tabi olma hususunda açık bir delildir. Nitekim şöyle demişlerdir: “Kim delile muhalefet ederse, yoldan çıkar.” Rasul sallallahu aleyhi ve sellem’den gelenler dışında da delil yoktur.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)