Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Mayıs 2015 Pazar

Mescide Bağlı Odalarla İlgili Bazı Hükümler


Soru: Ben mescidin odasında kalıyorum. Bu odaya her girdiğimde tahiyyetu’l-Mescid namazı kılmam gerekir mi?
Cevap: “Hamd Allah içindir. Bu oda mescide bitişik olup, mescid olması için hazırlanmışsa, yani mescidi bina eden burasının namaz kılınan mescidin parçası olmasına niyet etmişse onda mescid hükümleri geçerlidir. Oraya girince tahiyyetu’l-mescid namazı kılmalıdır. Hayızlı ve nifaslı kadınların orada kalmaları engellenir.
Ama namaz için değil de, eğitim veya toplantılar için yahut imam veya müezzinin kalması niyetiyle yapılmışsa o zaman mescid hükmünü almaz.
Eğer mescidi yapanın niyeti bilinmiyorsa, mescidin duvarları içinde kalan ve mescide açılan kapısı olan yerlerde aslolan hüküm onun mescid hükmünde olmasıdır. Mescidlere bağlı olan odalar hakkında ilim ehlinin sözlerinden çıkan sonuç budur. Bununla beraber şuan önceki fakihlerin zamanında yaygın olmayan farklı hallerin gözetilmesi gerekir. İlim ehlinin bu konudaki fetvalarından bazıları şöyledir:
1- Şeyh İbn Baz rahimehullah’a şöyle soruldu: “Amerika’da bir mescidin üç katı var. En üst katı kadınlar için namazgâh, altındaki kat asıl namazgâh, en alt katta ise abdesthane, islamî dergi ve gazeteler var. Kadınlar için derslik ve yine kadınlar için namaz kılma yeri var. Hayızlı kadınların bu en alt kata girmeleri caiz midir?
Şeyh b. Baz şöyle cevap verdi: “Bahsedilen bina mescid olarak hazırlanmış ve üst ve alt kattakiler imamın sesini işitiyorlarsa herkesin namazı sahihtir. Hayızlı kadınların alt katta namaz için hazırlanmış yerde oturmaları caiz değildir. Çünkü orası mescide tabidir… Ama vakfeden kişi, alt katı mescin olarak niyet etmemiş de, ancak mahzen olarak ve soruda zikredilen ihtiyaçlar için yapılmışsa orası mescid hükmünde olmaz. Hayızlı ve cünübün orada oturması caizdir. Orası abdesthane ve helalar dışındaki temiz yerler olduktan sonra orada namaz kılmakta da sakınca yoktur. Dinen burada namaz kılmayı engelleyen bir şey yoktur. Lakin orada namaz kılan, üzerindeki katta imamı veya cemaatten bazılarını göremediğinden imama uyamaz. Çünkü âlimlerin görüşlerinden tercih edilenine göre orası mescide tabi değildir.” Özetle: Fetava’ş-Şeyh İbn Baz (10/221)
2- Şeyh İbn Useymin rahimehullah’a şöyle soruldu: “Mescide dahil olan odada itikaf caiz midir?
Cevap: Burada şu ihtimal vardır: Bir açıdan fakihlerin sözlerindeki mutlak ifadeler der ki: Orası mesciddendir. Çünkü mescid duvarının çevirdiği oda mescidden sayılır. Diğer bir açıdan orasının mescide dâhil olması niyet edilmemiş olup, imam odası veya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evleri gibi olabilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinin kapıları mescide açılıyordu, bununla beraber oralar ev idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem itikâf için oradan çıkardı. İhtiyatlı olan, orada itikâf olmayacağıdır. Lakin şuan insanların örfü, mescidlerde olan odaların mescidden sayılması şeklindedir.” Şerhu’l-Kâfi.
 3- Şeyh İbn Useymin rahimehullah’a şöyle soruldu: “Mescidin kütüphanesine şu durumlarda giren kimsenin tahiyyetu’l-mescid namazı kılmasının hükmü nedir?
1- Kütüphanenin kapısı mescidin dâhilinde ise
2- Kütüphanenin kapısı mescidin dışında ise
3- Kütüphanenin iki kapısı olup biri mescidin içinde, diğeri dışında ise?
Şöyle cevap verdi: “Birinci durumda yani kütüphanenin kapısı mescidin içinde ise, mescidden sayılır ve onun hükmünü alır. Oraya girenin tahiyyetu’l-mescid namazı kılması meşrudur. Cünüp kimsenin orada kalması helal olmaz. Orada itikâf caizdir, alışveriş yapmak haramdır. Bilinen diğer mescid hükümleri de orada geçerlidir.
İkinci durumda yani kapısı mescidin dışında ise ve mescide açılan kapısı yoksa mescidden değildir. Orada mescid hükümleri geçerli olmaz, orada tahiyyetu’l-mescid kılınmaz ve itikâf sahih olmaz. Orada alışveriş de haram değildir. Zira ayrı olduğu için mescidden değildir.
Üçüncü durumda yani biri mescid içinde, diğeri mescid dışında olmak üzere iki kapısı varsa; eğer mescidin duvarları burayı kuşatmışsa mesciddendir. Orada mescid hükümleri geçerlidir. Mescidin duvarları orayı çevrelememişse, duvarları bağımsız ise mescid hükmünde olmaz. Mescid hükümleri orada geçerli değildir. Çünkü mescidden ayrıldır. Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in evleri mescidinden değildi. Bununla beraber mescide açılan kapıları vardı ve mescidden ayrı idi.” Fetava’ş-Şeyh İbn Useymin (14/351)
Allah en iyi bilendir.”
Tercüme: Ebu Muaz
Uyarı: Bu fetvada geçen hayızlı ve cünübün mescidde kalmaktan yasaklanması meselesi, sahih bir delilin sabit olmadığı bir meseledir. Nitekim daha önce Şeyh Mukbil rahimehullah’ın bu meseleyle ilgili bir tahkikini tercüme edip yayınlamıştım. Yine itikafın ancak üç mescidde meşru olduğuna dair tahkik de yayınlanmış bulunmaktadır.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Kadın-Erkek Karışık Okullarda Okuma Hakkında Fetvalar

Kadın Erkek Karışık Üniversitelerde Okumanın Hükmü/İbn Baz
Soru: Birçok kızkardeşlerim üniversitelerde okuyorlar. Bazı üniversiteler kadın erkek karışıktır. Şiiler, Hristiyan gençler ve Gayri İslamî gruplara mensup kimseler de bulunmakta. Selefin menhecine uyan selefîye bir kadının böyle okullarda okuması hakkı mıdır?
Şeyh b. Baz’ın cevabı: Bu önemli ve tehlikeli bir meseledir. Kadınların bu büyük fitnenin bulunduğu, kız-erkek karışık okul, lise ve üniversitelerde okumaları hak değildir, bu büyük bir fesattır. Zira bu Allah Azze ve Celle’nin haram kıldığı şeye düşmenin en yakın vesilesidir. Kadınların bu okullarda, üniversitelerde veya liselerde okumaları doğru değildir. Bilakis kadın erkek karışıklığı olmayan okullarda okumayı araştırmaları veya ilim ehline dinleri hakkında sormak için yazışmaları veyahut Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında olduğu gibi mescidlerde bulunan ilim halkalarında tesettürlü olarak, perde arkasında katılmaları gerekir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında kadınlar tesettürlü oldukları halde, O’nunla beraber namaz kılarlar, namazı kılınca çıkarlar, hutbeyi ve ilmi dinlerlerdi. Ama erkeklerle karışık okumaları ise, tesettürlü olsalar dahi asla caiz değildir. Peki ya tesettürlü olmadıkları zaman nasıl olur? O zaman şer/kötülük daha büyüktür. Dininde jeoloji, matematik, beden eğitimi gibi ihtiyacı olmayan dersleri okuması zaruret değildir.  Dininde ihtiyacı olan dersler; namazı, orucu, muameleler, nikah, talak gibi diniyle ilgili muhtaç olduğu ilimlerdir. En önemli şey ise akide, Kur’an-ı Kerim dersi, Allah’ın haram kıldığı ve farz kıldığı şeyleri bilmektir. Talep edilenler bunlardır. Bundan fazlasını ise erkekler yerine getiriyorlar. Kadınların bunları okumasına ihtiyaç yoktur. Kadınlardan kız kardeşlerini tedavi için tıp okumalarına bir mani yoktur. Toplumun ihtiyacı olan; kadınların tedavisi için kadınların tıp okumalarında sıkıntı yoktur, iyi ve faydalıdır. Ancak bunu okumalarında kadın erkek karışıklığı olmaması şarttır. Kadın erkek karışık ise olmaz! Allah’tan sakınan iman etmiş kadına vacip olan fitne sebeplerinden uzak durmasıdır. Görüşünü ve hevasını Allah Azze ve Celle’nin haram kıldığı şeylere bir yol edinmemelidir. Bilakis ilim ehline sormalı ve onlarda bulunan ilimden istifade etmelidir.  Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “İlk cahiliyye teberrücü gibi teberrüc etmesinler.” (Ahzab 33) “Sözü yumuşak söylemesinler ki kalbinde hastalık bulunanlar tamah etmesinler.” (Ahzab 32) “Evlerinde karar kılsınlar.” (Ahzab 33)
Kadınlar, çıkmalarını gerektiren maslahat ortaya çıkmadıkça evlerinde durmakla emrolunmuşlardır. Teberrücden, erkekler arasına karışmaktan, erkeklerle halvetten (yalnız kalmaktan) ve erkeklere yumuşak konuşmaktan da yasaklanmışlardır. Bütün bunlar dinine ve ahlakına zarar veren şeylerdir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki ben onları görmedim: Ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılarla insanlara vuranlar ve giyinmiş oldukları halde çıplak olan, meyleden ve meylettiren, başlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar! Bunlar cennete giremedikleri gibi, kokusunu dahi bulamazlar. Halbuki cennetin kokusu şu ve şu kadar mesafeden hissedilir.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kadınlardan bu sınıfı şöyle açıkladı: giyinmiş oldukları halde çıplaktırlar, haktan meyleder ve bâtıla meylettirirler. Bunlar cehennemle tehdit edilmişlerdir. Çünkü kendilerine farz olan tesettür ve hicabı yerine getirmemişlerdir. Kendilerini fitneye sürükleyen şeye karşı gevşek davranmışlar, fuhşa düşmeye sebebiyet vermişlerdir. Hareket ve kuvvet ancak Allah’tandır. Kızkardeşlerimize Allah’tan hidayet ve Tevfik dileriz.”
Kaynak: Fetava Nurun Ale’d-Derb Link: http://www.binbaz.org.sa/audio/noor/046303.mp3

Kadın Erkek Karışık Üniversitelerde Okumanın Hükmü/el-Elbânî 

Soru: “Ey şeyhimiz! Dışarıdaki bazı üniversitelerde kadın erkek karışıklığı var. Bir kimsenin buralarda okuması veya çalışması caiz midir?
Şeyh el-Elbâni rahimehullah’ın cevabı: Bunu uygun görmem. Bu caiz değildir. Orada ne okuyabilir, ne de okutabilir.
Soru: Ayrıntıya ihtiyaç var, Allah kişiyi buralardan faydalandırabilir
Cevap:  Allah sana bereket versin, ayrıntıya gerek yok! Zira Müslüman başkasından önce kendisinden sorumludur. Birimiz bu okulda Allah’ın fayda vereceğine ve zarar vermeyeceğine garanti verebilsek (ne âlâ). Kişi bu karışık toplumda kendisi haşrolacaktır. Bizim orada, Şam’da: “karışık harç” değişmez diye bir deyim vardır. Dedikleri gibidir. Lakin ben inanıyorum ki, durum Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Sahih’te gelen şu hadisinde buyurduğu gibidir: “Koruluğun etrafında dolananın onun içine düşmesi yakındır.” Bu yüzden nefsinin vartaya düşmesi hakkında Allah’tan korkan bir kimseye bu ortama girmemesini öğütlerim. Kendini kurtarmaya bak: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Hidayet üzere olursanız sapıtanlar size zarar veremezler.” (Maide 105) Gerçekten ben İslam davetçilerinin birçoğunun bu görüşte (bu okullarda okunabileceği görüşünde) olduklarını biliyorum ve bunun bugünkü muasır ortamın baskısı ve fitnesi sayıyorum.”
Kaynak: Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur kaset no: 79

Allah’a Davet İçin Kadın Erkek Karışık Okullarda Okumanın Hükmü/İbn Useymin

Soru: Kişinin, Allah’a davet amacıyla, erkeklerle kadınların aynı sınıfta karışık oldukları üniversitelerde okuması caiz midir?
Şeyh İbn Useymin’in cevabı: Görüşüm odur ki, erkek veya kadının, kadın erkek karışık okullarda okuması caiz değildir. Zira bunda iffetine, temizliğine ve ahlâkına büyük bir tehlike vardır. Şüphesiz insan nezih, ahlaklı ve temiz bir kimse olabilir, yanındaki sandalyede ise bir kadın bulunur. Hele bir de güzel ve açık saçık ise fitne ve şerden selamette kalamaz. Fitne ve şerre götüren şey ise haramdır, caiz değildir. Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan Müslüman kardeşlerimizi bu gibi işlerden korumasını, gençliklerini şer, fitne ve fesada döndürmemesini dileriz. Hatta eğer böyle bir üniversiteden başka bir okul bulunmuyorsa, orada okumayı terk edip başka bir beldede, kadın erkek karışıklığı bulunmayan bir okul aramalıdır. Ben böyle bir şeyi caiz görmüyorum.”
Kaynak: Fetava’n-Nazar ve’l-Halvet ve’l-İhtilât

25 Mayıs 2015 Pazartesi

İstiftah Duası Olarak Subhaneke Okuma Hakkındaki Hadis - el-Elbanî


Şeyh el-Elbâni rahimehullah birisine reddiye verirken şöyle demiştir: “Durumun, namaza başlama duası olarak beş sahabeden gelen “Subhaneke…” okuma hadisini zayıf saymaya ulaşması önemlidir. Burada yani Şam’da, Ürdün’de heva sahiplerinden birinin yoluyla bu hadisi tenkid ediyor!.. Çirkin bir hata yapıyor. Bu beş hadisi zikrediyor ve isnadlarını tek tek tenkid ediyor. Sonra daha tuhaf bir duruma düşüyor. Maalesef bazı gençlerde hâkim olan cehaletle delil getiriyor. Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın namaza "subhanekallahumme..." duasıyla başladığını ve insanlara öğretmek için sesini yükselttiğini zikrediyor. Bu rivayeti bildiği halde hadisi zayıf sayıyor. Hâlbuki bu konuda Ömer radıyallahu anh rivayetinden başka hadis olmasaydı bile bu yeterdi. O, insanların huzurunda, gizli okunması sünnet olduğu bilinen bir duayı arkasındaki insanlara, “Subhaneke” okumanın sünnet olduğunu öğretmek için sesli okuyor. Buna hayret edersin! Sen de tek tek rivayetleri zayıf sayarsın! Sizin de bildiğiniz gibi, zayıflığı şiddetli olmamak şartıyla hadisin rivayet yollarının çokluğu ile takviye olacağı kaidesine itibar edilir. Sahihu Muslim’de ve başka eserlerde gelen, Darekutni’nin de sahih dediği bu delil ile neden o hadislerin zayıflığını takviye etmiyorsun?
O, bu konuda İbn Ebi Hâtim’in el-İlel’ine dayanıyor ve Ebu Hatim şöyle dedi diyor. Sualinde, etrafında döndüğün ilmî araştırmaya dayanmıyor! Zira sual, öncekilerden bazı hafızların münker dedikleri hadis için bugünkü araştırıcıların kuvvetli bir isnad bulması veya şahit ve mutabiler bulması hakkındadır. Onun buna karşı konumu nedir? Onun konumu şudur: dayandığı ilim ancak, kendi gerekçesine uygun söyleyen bir hafız varsa, bu hadisi inkâr edebilmek için onu kullanmasıdır. Böylece herkes hadis hakkında konuşuyor!
(Likaatu Ebi’l-Hasen el-Me’tebî Maa’l-Elbani s.4)
 

12 Mayıs 2015 Salı

Velâ ve Berâ Hususunda Gevşekliğe Uyarı



Velâ ve Berâ hususunda aşırı gevşekliğin iki görüntüsü vardır.
Birincisi velâ ve berâ akidesine saldırmak ve başkalarının kültüründe hoş olmayan etki bıraktığı gerekçesiyle bunun iptal edilmesini istemektir.
Eğer onlar ayetlerde ve nebevî hadislerde gelen, ümmetin üzerinde icma ettikleri velâ ve berâyı kastediyorlarsa, bu mesele dinde bilinmesi zorunlu hususlardandır. Biz onlarla cüz’i meselelere girmeyiz, onları öncelikle İslam’a davet ederiz. Eğer buna icabet ederler ve İslam’a girerlerse, o zaman kalpleri şer’i velâ ve berâya uyum sağlar. Bundan fazlasına ihtiyaçları yoktur. Velâ ve berâ imanın aslı ile bağlantılıdır.
Eğer velâ ve berâ hususunda ifrat aşırılığı yapanların hatalarını kastediyorlarsa, bu sahih akidenin hata edenler sebebiyle ihmal edilmesini istemek insaf değildir. Bir konudaki aşırılık diğer bir aşırılıkla telafi edilemez.
İkincisi: sahih ve meşru olan velâ ve berâ akidesine hücüm edip onu yok etmeye çalışmak, Müslümanlar arasında kafirlerin adetlerini yaygınlaştırıp onları taklit etmektir.
Velâ ve berâ akidesi kitap ve sünnet naslarında bu konuda birçok çizgiler koymuştur. Bu konuda gelenler neredeyse tevhid hakkındaki naslardan bile daha çok ve açıktr! Hatta tevhid naslarının kendisi velâ ve berâ naslarından sayılır! Allah Azze ve Celle bize, kafirlere benzemekten yasaklayan, hatta onlara muhalefet etmeyi emreden bir çok hükümler meşru kılmıştır. Yine bu konudaki naslar da pek çoktur. Eski ve yeni âlimler bu hususta ve bu meselenin fıkhı hakkında birçok eserler tasnif etmişlerdir.
Bu ilahî hükümler ancak Müslümanların kalplerinde kafirlerden berâyı kökleştirmek, uygulamaları olarak bunu gerçekleştirmek ve bu manayı Müslüman toplumda dama diri tutmak içindir.
Zira inançlar hayata yansımazsa, sonuç getirmeyen, içi boş hayalî fikirlerden ibaret olur.
Sahih velâ ve bera’yı uygulamak, amel edilmesi zorunlu bir dindir. Aksi halde kitabın bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar eden Yahudilere benzemiş oluruz.
Bir Müslüman, toplumunun kültüründen ve tarihinden koparak, diğer bir toplum ile asimile olmasına nasıl razı olabilir? Böyle olursa ümmetimize nispet edilmemiz samimi olur mu? Yoksa bu düşmanların uşakları olduğumuza bir delil değil midir?
(Hâtim b. Ârif b. Nasır eş-Şerif el-Avnî'nin el-Velâ ve'l-Berâ Beyne'l-Guluvvi ve'l-Cefâ kitabında tasarrufla tercüme eden: Ebu Muâz)

Ehl-i Hadis Savunması

Ehl-i Hadis’in Zalim Yöneticiye Karşı Ayaklanmaktan Yasaklamasının Savunması
Bismillah.
Allah Teâlâ insanları zulümden ve zalimlerden nefret etme, adaleti ve adilleri sevme fıtratı üzerinde yaratmıştır. Adalet, idrak edilmesi rasuller gönderilmesine ve kitaplar indirilmesine bağlı olmayan, aklın güzel bulduğu şeylerdendir. Zulüm de yine aynı şekilde aklın çirkin gördüğü şeylerdendir. Bu yüzden bütün milletler adaletin övülmesi ve onun güzel olduğuna inanılması, zulmün kötülenmesi ve onun çirkin olduğuna inanılmasında ittifak etmişlerdir.
Hakaret sözlerinin en şiddetlilerinden birisi, fıtratların ve akılların güzelliğine karar verdiği şey ile çelişen bir şey ile itham edilmesidir. Zira sahiplerinden nefret edilmesi ve çirkin gösterilmesi için böyle bir itham yeterlidir.
 Ehl-i Hadise husumet besleyen bazı kimseler, hadis ehlinin zalim yöneticiye karşı ayaklanmaktan yasaklama şeklindeki konumlarından dolayı hadis ehline hakaret etme hususunda bu yolu tutmuşlar: “Hadis ehlinin mezhebinin yöneticilerin zulmünü onaylamak ve bunu dinde meşru kılmak” olduğunu iddia etmişlerdir!
Burada hadis ehlinin bu meseledeki mezhebini ahlakî olarak hakaret malzemesi yapan ve onları karalayan sınıf ile; ilim ehlinden bu meseleyi sahabe arasında ihtilaflı görüp, bundan dolayı yöneticiye ayaklanmaktan yasaklamada icma iddiasının geçersiz olduğunu söyleyen diğer bir sınıfın arasının ayırt edilmesi gerekir. Nitekim İbn Hazm rahimehullah Meratibu’l-İcma’da bunu ifade etmiştir. Muasırlardan ise Şeyh Abdurrahman el-Muallimî rahimehullah bu görüştedir. Burada maksadımız ikinci sınıf değil, birinci sınıftır.
Burada hadis ehlinin bu konudaki mezheplerine delil getirdikleri nasları zikretmek mümkündür. Lakin bu kimselerin mesnedi; ahlakî olan; çirkinlik ve zulm dayanaklarıdır. Onlara verilecek reddiye de buna uygun olarak, hadis ehlinin zalim yöneticilere ayaklanmaktan yasaklaması hususundaki ahlakî boyutu açıklamak şeklinde olacaktır.
 Bu ahlakî boyutu Ehl-i Hadisin büyük imamı Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın sözüne bakmak açıklığa kavuşturacaktır. Ebu’l-Haris es-Saig dedi ki:
“Ebu Abdillah’a (Ahmed b. Hanbel’e) Bağdad’da meydana gelen hadiseleri sordum Bir topluluk ayaklanmayı düşünüyordu. Dedim ki:
“Ey Ebu Abdillah! Şu toplulukla beraber ayaklanmak hakkında ne dersin?” Buna şiddetle karşı çıktı ve şöyle demeye başladı:
“Subhanallah! Kanlar! Kanlar! Bunu uygun görmem de, emretmem de! İçinde bulunduğumuz duruma sabretmek, kanların döküldüğü, malların mubah sayıldığı, mahremiyetlerin çiğnendiği fitneden hayırlıdır! Fitne günlerinde insanlara neler olduğunu bilmez misin?” Dedim ki:
“İnsanlar zaten şu anda da fitne içinde değiller mi ey Ebu Abdillah!” Dedi ki:
“Öyle de olsa, bu özel bir fitnedir. Kılıç çıktığı zaman fitne genelleşir, yollar kesilir. Bu duruma sabretmek dinin için daha selametli, senin için daha hayırlıdır.” Onun yöneticilere karşı ayaklanmaya karşı çıktığını, “Kanlar! Bunu uygun da görmem, emretmem de” dediğini gördüm.” El-Hallal, es-Sunne’de (no:89) rivayet etmiştir.
İmam Ahmed rahimehullah genel fitne ile özel fitne arasında fark gözetmiş, özel fitneyi genel fitneye tercih etmiştir. Kişinin, Müslümanların genelinin maslahatı için kendisinin özel maslahatının gitmesine sabretmesinin, toplumun maslahatını, kendisinin maslahatına tercih etmesinin övülen, güzel bir ahlak olduğu hususunda şüphe yoktur.
İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne’de (4/540-541) şöyle demiştir: “Yöneticilere karşı çıkanlardan birçoğu veya onların çoğunluğu ancak kendileri aleyhine kayırmacılıktan dolayı onlarla çekiştiğinden ayaklanırlar.  Kendileri aleyhine kayırmacılık yapılmasına sabredemezler, sonra muhakkak bu yöneticinin diğer bazı günahları da olur. Aslında kendileri aleyhine kayırmacılığa buğzetmeleri, o kötülüklere buğzlarından daha büyük olur. Onunla savaşan fitne kalmaması ve dinin tamamen Allah’a ait olması için savaştığını zanneder. Halbuki onu harekete geçiren en büyük sebep ya yönetim ya mal olarak talep ettiği amacıdır.”
Müslümanların kanları dökülmesin, yolları kesilmesin ve maslahatları devam etsin diye, hakkı olan yönetim veya mal hususunda sabreden, övülmeye daha layıktır. Sabretmeyen diğeri ise kendi maslahatını gerçekleştirmek için fitnelere, musibetlere ve belalara sürüklemiştir.  
Bu yüzden İbn Teymiyye harbîler veya yol kesicilerle savaşmak ile mal veya yönetim talebi için yöneticilerle savaşmak arasında iki konuda fark gözetmiştir:
Birincisi: Yol kesicilerin zararı bütün insanlar için genel bir zarardır. Onlar bütün insanlara düşmanlık ederler. Onlar herkesle savaşmayı kastederler. Yani fitneleri genel bir fitnedir.
İkincisi: İnsanlara savaşı başlatan onlardır.
Bu ikinci fark oldukça önemlidir. Zira Hadis Ehli, görüşlerini açıklarken yöneticilere kılıçla ayaklanmayı başlatanları kastetmişlerdir. Çünkü yöneticiler İbn Teymiyye’nin de dediği gibi, halklarına savaş başlatmazlar.
Ama eğer yöneticinin kendisi veya ordusu Müslümanların kanları, namusları gibi mahremlerine taşkınlık yaparsa bu başka bir meseledir. Yöneticilere karşı ayaklanma meselesini inceleme noktası burası değildir. Kastedilen; savaşı başlatmak şeklindeki yasaklanmış ayaklanmadır.
Eğer yönetici kanı masum olan bir kimseyi zulüm ve taşkınlıkla öldürmeyi emrederse, ona karşılık öldürülür. Müslümanlar, kanlarını savunurlar. Bu hususta yöneticinin kanı ile halktan bir Müslümanın kanı arasında fark yoktur. İmam Ebu Abdillah eş-Şafii rahimehullah el-Umm’de (7/107) şöyle demiştir: “Yönetici, bir kimseye birini öldürmeyi emreder de, o da onu öldürürse, maktulün varisleri diyet kabul etmedikleri takdirde yöneticinin kısas edilmesi gerekir.”
İmam Abdurrazzak es-San’anî rahimehullah Musannef’inde “Yöneticiye Kısas” babında bu konuyla ilgili olarak Selef’ten eserler rivayet etmiştir. Bunlardan birisi de Habib b. Suhban’ın, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den rivayet ettiği şu sözdür: “Had cezası için olmadıktan sonra Müslümanların sırtı Allah’ın himayesi altındadır ve hiç kimseye vurmak helal değildir.” Habib dedi ki: “Ömer radıyallahu anh’ın kendi kendine kısası uygulatırken koltuk altlarının beyazlığını da gördüm.” (Musannef no: 18036)
Şayet yöneticinin Müslümanların hürmetlerine saldırdığı farz edilirse, şüphesiz onun için saldırgan hükümleri geçerlidir. En hafif şekilde def edilmesi için vuruşulması gerekir. Bu esnada kanı da dökülebilir. Onun durumu başkalarının durumu gibidir. Eğer kâfirler için casusluk yaparsa, casusla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Bazı imamlar casusun öldürülmesi görüşündedirler. Yönetici olması veya makamı buna engel değildir. Diğer suçlarda da durum böyledir.
Burada İmam Ebu Bekr el-Âcurrî rahimehullah’ın Kitabu’ş-Şeria’da problem gibi görülen bir sözü vardır. Şöyle demektedir: “Sana karşı yönetici olan arap, siyah, beyaz veya acem olsun, ona Allah’a isyan olmayan konularda itaat etmen gerekir. Seni hakkından mahrum etse de, zulmedip sırtına vursa da, şerefini çiğnese de, malını alsa da, bunlar senin ona karşı kılıcınla ayaklanıp savaşmana sürüklememelidir. Haricilerle beraber çıkıp ona karşı savaşma! Başkalarını da ona karşı ayaklanmaya kışkırtma. Lakin ona karşı sabret.”
Şerefin çiğnenmesine de sabretmeyi emretmesi problemli gelebilir. Bu problem, intihâku’l-ırz: şerefin çiğnenmesi ifadesinin doğru anlaşılmasıyla gider. El-Asmaî rahimehullah, el-Ezherî’nin Tehzibu’l-Luga’da naklettiğine göre şöyle demiştir: “en-Nehek: bir işte mübalağa yapmaktır. Irza/şerefe hakaret etmede aşırı gidersen (inteheke ırdahu) onun şerefini çiğnemiş olursun.”
Burada kastedilen; insanın, yönetici kendisinin mahremine saldırdığı zaman buna sabretmesi değildir! Böyle bir şeyin bâtıl olduğu İslam’da zarurî olarak bilinir.
Bahsi geçen; dövme, haklardan mahrum etme, - az önce zikrettiğimiz manada - şerefin çiğnenmesi, mala el konması gibi fiiller, yöneticiye ayaklanmayı gerektirmez dediğimizde, bunun anlamı, onun suçunun cezasını uygulamaya mani olmak demek değildir. Yönetici aleyhine dava açılır ve kısas yapılır. Ayaklanmayı gerektiren şeyler ile suçların cezalandırılmasına yönelik kısası gerektiren şeyler arasında fark vardır. Bu meselede imamların sözlerini doğru anlamayı dikkatten kaçırmamak gerekir.
Ehl-i Hadis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin koruyucuları ve savunucularıdırlar. Maksatları seçkin ve şereflidir. Onların dünya ve mal gibi gayeleri yoktur ki, yöneticilerin maksatlarına mutabakat için dini tahrif etsinler! Onların mezhebine bu şekilde saldıranlar, bu kötü maksatlarla itham edilmeye daha layıktırlar.
 Bilinmelidir ki muasır rejimleri savunmuyorum. Hatta onların meşru yöneticiler olmadıkları veya onların kafirlerin Müslümanların malları üzerindeki vekilleri olmaları gerekçesiyle itiraz eden olabilir. Bu başka bir meseledir. Burada maksat Ehl-i Hadis’in mezhebini ve anlayışını savunmaktır. Bazı insanlar hadis ehlinin bu mezhebini muasır yönetimleri savunmak ve çirkin dünyevi maksatları için suiistimal ettiklerinde, bu metodun kendisi kınanamaz. Allah Teâlâ en iyi bilendir.
Hurrasu'ş-Şeria Dergisi Zilka'de 1434

10 Mayıs 2015 Pazar

İslam Devleti İddiası Mensuplarını Haricilik Vasfından Çıkarmaz


Soru: “Devlet kurmak haricilik olarak nitelenebilir mi? Halbuki haricilik büyük günahlardan dolayı tekfir etmektir. Devlet kuranlar ise büyük günahtan dolayı tekfir etmiyorlar. Ayrıca Haricilik Müslümanların imamına karşı ayaklanmaktır. Suriye ve Irak’ta Müslümanların imamı yoktur. Bilakis oralarda Ehl-i Sünnet’e düşmanlık eden taifelerin yöneticileri vardır. Onlar bizzat kendileri şeriata tutunmuş olup Irak ve Şam’da cihad ederken ve şeriat hükmünü isterlerken nasıl harici oluyorlar?

Cevap: Allah’a hamd olsun, Rasulullah’a salat ve selam olsun, bundan sonra,

Hariciler İslam ümmetine karşı fırkaların en kötüsü ve en tehlikelisidir. Bu yüzden nebevî sünnet onların özelliklerini en mükemmel şekilde açıklamıştır. Ta ki insanlara onların durumları gizli kalmasın diye. Bu nitelikler Devlet kuran bu kimselere tam anlamıyla uymaktadır. Şer’î naslarda hariciliğin şartının Müslümanların imamına (halifeye) ayaklanmak yahut büyük günahlardan dolayı tekfir etmek olduğuna delalet eden bir şey yoktur. Bu tarifler ve ilim ehlinin haricilik olarak zikrettikleri esaslar ancak tanımayı kolaylaştırıcı kayıtlardır. Her asırda haricilik fırkalarına uygun düşen özellikleri zikretmişlerdir. Bunun açıklaması aşağıda geldiği gibidir:

Birincisi: Hariciliğin tanımı ve diğer fırkalardan bu taifenin özelliğine girenler hakkında muteber kayıt ve ayırıcı söz, şer’î naslarda gelenlerdir. Nebevî sünnet, tehlikesinin büyüklüğünden ve aldatmadaki çabukluğundan dolayı Haricilerin özelliklerini diğer fırkalardan hiçbirini açıklamadığı kadar ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Bu özelliklerden en önemlileri: tekfir, kanları mubah sayma, Kur’ân ve sünnet naslarını kötü anlama, tutarsızlık ve ahmaklık, gençlik, gurur ve büyüklenmedir.

İkincisi: Alimlerden bir çoğu Haricilerin mezhebinin büyük günah işleyenleri tekfir etmek olduğunu zikretmişlerdir. Bu bütün haricileri kapsayan bir nitelik değildir. Haricilik vasfının şartı da değildir. Bilakis haricilik kapsamına Müslümanları haksız yere tekfir eden, büyük günahların küfür olduğuna itikad etmese dahi kanları helal sayan herkes girer. Nebevî nitelemede şöyle gelmiştir: “İslam ehlini öldürürler.” İlim ehli bu öldürmenin sebebinin onların muhaliflerinin kafir ve mürted olduklarına hükmetmeleri olduğunu zikretmişlerdir.

Kurtubî, el-Mufhim’de der ki: “Böyledir, çünkü onlar kendilerine karşı ayaklandıkları Müslümanların kafir olduklarına hükmederler ve kanlarını mubah sayarlar.”

İbn Teymiyye Fetava’sında şöyle demiştir: “Haricilerin din edindikleri en önemli şeyler; Müslümanların cemaatinden ayrılmak, onların kanlarını ve mallarını mubah saymaktır.”

Yine şöyle demiştir: “Şüphesiz onlar kıble ehlinin kanlarını helal sayarlar ve onların kanları helal olan ve mürtet olmayan kafirlerden bile daha çok mürted olduklarına inanırlar.”

İbn Abdilberr el-İstizkar’da şöyle demiştir: “Onlar Allah Azze ve Celle’nin kitabını te’vil ederek Müslümanların kanlarını helal sayar, günahlardan dolayı onları tekfir eder ve onlara kılıçla saldırırlar.”

Müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e ve sahabelere (radıyallahu anhum ecmain) karşı ayaklanan hariciler, hırsızlık, içki içmek gibi büyük günah işleyenlerin kâfir olduklarına itikad eden kimseler değillerdi. Onlar sadece tahkimi kabul eden sahabileri tekfir ettiler. Bununla beraber tahkim olayı da aslında günah değildir. Ali ve Muaviye radıyallahu anhuma’yı ve iki hakemi, bir de tahkime razı olanları tekfir ettiler, onların kanlarını helal saydılar. Bu fiillerinden dolayı Sahabe radıyallahu anhum onların Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerine haber verdiği hariciler olduklarına hükmettiler. Onların mezheplerinin diğer günahlardan dolayı da tekfir etmek olup olmadığını sorgulamadılar.

Hatta ilim ehlinin ittifakıyla haricilerin başları olan en-Necedat fırkası büyük günah işleyenlerin tekfiri görüşünde değildiler. Ebu’l-Hasen el-Eşari, Makalatu’l-İslamiyyin’de Haricilerin akidesini açıklarkan şöyle der: “Necedat fırkası dışında hariciler her büyük günahın küfür olduğunda icma ettiler. Necedat ise böyle söylemezdi.” Bütün haricilerin ortak vasfı: “Müslümanları haksız olarak tekfir etmek ve bu yüzden kanlarını helal saymaktır.” Bu tekfirin birçok şekilleri vardır;

* büyük günahtan dolayı tekfir etmek,

* mutlak olarak her günahtan dolayı tekfir etmek,

* aslen günah olmayan şeylerden dolayı tekfir etmek,

* zanlar, şüpheler sebebiyle ve ihtimal taşıyan meselelerde tekfir etmek,

* ihtilafa müsait ve içtihada açık konularda tekfir etmek

* veya şartların yerine gelip manilerin ortadan kalkmasını gözetmeden tekfir etmek.

  Alimler büyük günah işleyeni tekfir edenlerin haricilerden olduğuna hükmettiklerine göre, küçük günahlardan, içtihada açık meselelerden, mesela; kafirlerle beraber oturmak ve onlarla yazışmak gibi mubah olan şeylerden dolayı tekfir edenin durumu nasıl olur?

Üçüncüsü: Yine şer’î naslarda “Müslüman halifeye ayaklanmak” haricilik vasfı olarak şart koşulmamıştır. Bilakis kim onların akide ve menhecinde ise imama karşı ayaklansın veya ayaklanmasın, o haricilerden biridir.

İmamlara/yöneticilere karşı ayaklanmak haricilere göre, haksız olarak yapılan tekfirin ve kanları mubah saymanın neticesidir. Zira eğer hariciler imamı/halifeyi bulsalardı ona karşı ayaklanırlar, kanları ve malları mubah sayarlardı. Müslümanların halifesi bulunmadığı için Müslüman halkın genelinin, mücahid, alim ve davetçilerden olan seçkinlerinin kanlarını mubah saymaktadırlar.  

Onların “Hariciler” diye isimlendirilmelerinin sebebi din ahkâmının dışına çıkıp Müslümanların cemaatinden ayrılmaları sebebiyledir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَيَخْرُجُ فِي آخِرِ الزَّمَانِ قَوْمٌ أَحْدَاثُ الْأَسْنَانِ، سُفَهَاءُ الْأَحْلَامِ، يَقُولُونَ مِنْ خَيْرِ قَوْلِ الْبَرِيَّةِ، يَقْرَأونَ الْقُرْآنَ لَا يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ، فَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاقْتُلُوهُمْ، فَإِنَّ فِي قَتْلِهِمْ أَجْرًا لِمَنْ قَتَلَهُمْ عِنْدَ اللهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Âhir zamanda yaşları genç, akılları ermez bir kavim meydana çıkacak. Bunlar mahlûkatın en hayırlı sözlerini söyleyecek, Kur'ân okuyacaklar fakat okudukları Kur'ân gırtlaklarından aşağı geçmeyecek. Dînden, okun avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. Böylelerine rastladınız mı hemen öldürün. Çünkü onları öldürenlere kıyamet gününde Allah indinde büyük ecir vardır." (Buhari ve Muslim)

Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir: “Dinden çıkmaları ve Müslümanların hayırlılarına karşı ayaklandıkları için böyle isimlendirilmişlerdir.”

Nevevi Muslim şerhinde dedi ki: “Cemaate karşı ayaklandıkları için Hariciler denilmiştir. Denildi ki: cemaatin yolundan çıktıkları için böyle isimlendirildiler. Yine denildi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Bunun neslinden…. Çıkar” buyurması sebebiyle böyle isimlendirildiler.” (Sahihu Muslim 1064)

İnsanlar Tatar’ların hükmü hakkında ihtilaf ettikleri zaman İbn Teymiyye onların hariciler türünden olduklarını söylemiştir. Halbuki onlar halifeye karşı ayaklanmamışlardı.

Hafız İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye’de şöyle demiştir: “İnsanlar şu Tatarlar ile savaşmanın keyfiyeti ve onlarla savaşın hangi türden sayılacağı hakkında konuştular. Zira onlar İslam’ı izhar ediyorlardı ve yöneticiye karşı isyan edenlerden değillerdi. Zira onlar hiçbir vakit yöneticinin taatinde olmamışlardı ki, sonra muhalefet etsinler!”

Şeyh Takıyuddin (yani İbn Teymiyye) dedi ki: “Onlar Ali ve Muaviye radıyallahu anhuma’ya karşı ayaklanan ve kendilerini yöneticilik için o ikisinden daha layık gören hariciler cinsindendirler. Onlar kedilerinin Müslümanların haklarını yerine getirmeye daha layık olduklarını iddia ediyorlar.” Şayet hariciler devletlerini kuracak olurlarsa bu onlardan haricilik vasfını kaldırmaz. Tarih boyunca devletler ve emirlikler kuran haricilerden biri olmaya devam ederler. Hatta aralarında halifelik iddia edenler de çıkmış, fakat bu durum, sırf yönetim sahibi olmaları sebebiyle onlardan haricilik vasfını kaldırmamıştır. Çünkü onlar İslam ehlini tekfir ediyor ve kanlarını mubah sayıyorlardı.

Dördüncüsü: İtaat yolunda gayret ve nefsi yormak, şeriati uygulamaya çağırmak veya tagutlarla harp etmek, haktan sapmaktan selamette olmayı gerektirmez. Bilakis tarihleri boyunca hariciler bu özellikleriyle meşhur olmuşlardır. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize haricilerin ibadette ne kadar gayretli olduklarını haber vermiş ve onlara aldanmamayı emretmiştir: “Biriniz onların namazı yanında kendi namazını, oruçları yanında kendi orucunu küçümser…” (Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.

Hafız İbn Hacer dedi ki: “Kur’an okuma ve ibadetteki şiddetlerinden dolayı onlara Kurrâ denilmiştir. Ancak onlar Kur’an’ı olmayacak şekilde tevil ediyorlar, re’ylerini dayatıyorlar, zühd ve huşu hususunda aşırı gidiyorlardı.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haricilerin güzel sözler konuşup hak için daveti izhar edeceklerini haber vermiştir. “Sözü güzel konuşur, kötülük işlerler.” (Ebû Dâvûd ve ahmed rivayet etmiştir.) Yine: “Hak sözü söylerler de bu söz gırtlaklarından aşağı inmez.” (Ahmed ve Bezzar rivayet etmişlerdir.)

Es-Sindi Sunenu Nesâî haşiyesinde dedi ki: “Yani zahirde insanların en hayırlılarının sözlerini konuşular “Hüküm ancak Allah’a aittir” sözü ve benzerleri gibi, Allah’ın kitabına davet etmeleri gibi, fakat Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh zamanında haricilerin başları toplanmışlar, Kur’an hükmü üzerine ahitleşmişler, hakkı talep edip zulme karşı çıkmışlar, dünyaya meyletmeyip zalimlerle cihad etmeyi, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamayı istemişler, sonra Sahabe radıyallahu anhum ile savaşmışlardır!

Beşincisi: Devlet kurmak – onların sözlerinde ve fiillerinde mütevatir olarak yaygınlaştığı üzere – bir çok muhalefetler sergilemelerine sebep olmuştur. Bu muhalefetler ve nebevî menhecden sapmaları onların hariciler olduklarına hükmetmeyi gerektirir:

1- Müslümanların ülkelerinin küfür ve riddet ülkeleri olduklarına, oralardan onların hüküm sahibi oldukları mıntıkalara hicret etmek gerektiğine hükmetmişlerdir.

2- Kendilerine muhalefet edenlerin kafir ve mürted olduklarına hükmedip onların “Sahveciler” olduklarını söylüyor, şüpheler sebebiyle onları hainlik ve kafirlere uşaklıkla suçluyorlar. Aslen hükümetlerle ve diğer devletlerle muamelede bulunmak, temsilcileriyle görüşmek gibi bu fiiller de küfür değildir.

3- Kendilerinin metodlarına muhalefet edenlerle veya hayalî devletlerine boyun eğmeyenlerle savaşmayı helal sayıyorlar, Müslümanlar arasında yağma ve çapul yapıyor, hainlik yapıyor, hapsediyor, öldürüyor, işkence yapıyor, mücahidleri öyle göstermek için debdebeli görüntüler gönderiyor, ayaklananların elebaşlarını, gazecileri ve hareketli kimseleri öldürüyor, Irak ve Suriye devletlerinin yapmaya güç yetiremedikleri ve düşmanların öldüremedikleri kadar Müslümanları öldürüyorlar. Bütün bunlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini doğrulamaktadır: “Put ehlini bırakırlar da İslam ehlini öldürürler” Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.

  4- Sapmış cemaatlerle savaşma gerekçesi ile Müslümanların mallarını almayı helal sayıyorlar, haklı bir gerekçe olmaksızın müsadere ediyorlar, umuma ait gelir kaynaklarını, kuyuları, petrolü, ambarları ve başka kaynakları gaspediyorlar ve güç sahibi yönetici gibi tasarrufta bulunuyorlar.

5- Müslümanların cemaatinden çıkıyor ve hakkı sadece kendi metotlarında sınırlıyor, kendilerine muhalefet eden herkesin küfürde veya din düşmanlarıyla beraber olduklarına hükmediyorlar. Bunun sonunda halifelik iddialarıyla bütün Müslümanların kendilerine biat etmeleri gerektiğini iddia ediyorlar.

6- Aralarında Müslümanlar tarafından bilinen ve şahit olunan alimler yoktur. Nitekim İbn Abbas radıyallahu anhuma, haricilerin öncülerine şöyle demişti: “Size Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Muhacirlerden ve ensardan olan, haklarında ayetler inen ashabının yanından geliyorum. Sizin aranızda ise onlardan hiçbiri yoktur.” (Hakim rivayet etmiştir.)

Onların geneli kendilerine hafiflik, acelecilik ve hamasetin galip geldiği, inceleme ve idrakleri yetersiz, dar ufuklu, basiretsiz, küçük yaştaki kimselerdir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlar hakkında şöyle demişti: “Yaşları küçük, akılları ermez…” Nitekim ilim ve hikmet ehlinin yokluğu, hak sözü haykırma veya Allah’a tevekkül iddiasıyla onların sefihliğe ve tutarsızlığa düşmelerine, işlerin sonuçlarını ve Müslümanları sürükledikleri belaları ve yıkımları düşünememelerine sebebiyet vermiştir.

7- Bütün bunlar onların gurura kapılmalarına ve Müslümanlara karşı büyüklenmelerine itmiştir. Nitekim onlar, kendilerinin Allah yolunda cihad eden tek grup olduklarını, Allah’ın cihad hakkındaki sünnetlerini bildiklerini iddia etmektedirler. Bu yüzden yaptıklarıyla çokça böbürlenirler! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hariciler hakkında şöyle buyuruyordu: “Onların aralarında ibadet eden ve buna devam eden bir topluluk olur, hatta insanlar onları beğenir, onlar da kendilerini beğenirler, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.” (Ahmed rivayet etmiştir.)

Bu gurur onların ilim ve hikmet ehline karşı büyüklenmelerine, onların sözlerini almamalarına, ilim ve anlayışı terk etmelerine, tecrübe ve görüş söz konusu olmaksızın olaylara cisimler gibi atılmalarına, aralarında ve başka meselelerde geçen hususlarda bağımsız muhakemeyi reddetmelerine itmiştir. Nitekim onlar savaşta ve kuşatmalarda yönetime karşı savaşanların zıddına olarak yönetime destek vermişler, yönetim karşısında savaşanların güçlerini kırmakla sevinç izhar etmişler, muhaliflerin ele geçirdikleri yerleri işgal etmişlerdir. Hatta İslam düşmanlarının ve istihbaratlarının onların saflarına girdiği ve doğrudan savaşta aciz kaldıkları konuda, muhalifleri bunların eliyle vurdukları zannı hakikatten uzak değildir.

Devlet kurma, daha önceki hariciliklerde bir araya gelmedik kötülükleri bir araya toplamıştır. Bâtıl üzerinde toplanma, Hakka boyun eğmekten ve şeriata muhakeme olmaktan yüz çevirme, yalan, hainlik, gaddarlık, ahitleri bozma, İslâm düşmanlarını doldurma, Müslümanlara karşı yönetimdeki Nusayri’lerden bile daha tehlikeli hale gelme, şer, kötülük ve sapma olarak önceki haricileri bile çok gerilerde bırakma bu kötülüklerdendir.

 Bu şekilde devlet kurmanın haricilikten olduğuna hükmederiz. Bunun anlamı, bütün fertlerinin böyle olduğu değildir. Zira aralarında onların sözlerinin ve hallerinin hakikatini bilmeyeni onlara aldanmış cahil kimseler bulunabilir. Ancak onların hepsine karşı aynı muamele yapılır. Bize düşen onların kötülüklerini uzaklaştırmaktır. Hesapları ise Allah Teâlâ’ya aittir.

Allah Teâlâ’dan sapmış olanlarını hidayet etmesini, zalim olanlarını yok etmesini ve kötülüklerine karşı Müslümanlara kafi gelmesini dileriz.

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Mektebu’l-İlmî – Şam İslâmî Heyeti

Tercüme: Ebu Muaz.

5 Mayıs 2015 Salı

İşid Haricilerinin Hakikati


İşid Haricilerinin Hakikati
Şeyh Halid b. Abdirrahman el-Mısrî
"Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah ve başka alimler harici fırkalarını açıklarken, onların bazısının her büyük günahtan değil, bazı büyük günahlardan dolayı tekfir ettiklerini zikretmişlerdir.
İnsanların çoğu “Ey ahi! Bunlar şu an zinadan dolayı, içki içmekten dolayı vs. tekfir etmiyorlar. Neden bunlara harici deniliyor?” diyorlar.
Bu problem insanlardan birçoğuna kapalı kalmaktadır. Çünkü haricilerden kimisinin büyük günahtan dolayı tekfir ettiklerini, bazısının büyük günahtan dolayı tekfir etmediklerini bilmiyorlar. Haricilerin bir sınıfı da yöneticileri tekfir edenlerdir.
Şuan Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek günahlardan bir günahtır. Sen zina edeni, içki içeni, zekat vermeyeni veya oruç tutmayanı tekfir etmiyorsan, işte Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme günahından dolayı da tekfir etmemelisin.
Eğer Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmekten dolayı tekfir ediyorsan, haricilerin mezhebindesin demektir. Haricilerin bir fırkası büyük günahlardan sadece bazısından dolayı tekfir etmekle diğer haricilerle ittifak etmektedir.
Haricilerin tekfir etmede ittifak ettikleri büyük günah; Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme günahıdır. Bu yüzden Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler…” ayeti hakkında şöyle demiştir: “Bu ayetin umumi lafzıyla ancak hariciler delil getirirler.” Bu yüzden İmam İbn Baz rahimehullah şöyle demiştir: “Yöneticiye itaatten el çeken cemaatten huruç etmiştir, o bir haricidir.” El-Berbehari rahimehullah da şöyle demiştir: “Kim taatten el çekerse o bir haricidir.”
Demek ki kişinin bir harici olması için her büyük günahtan dolayı tekfir etmesi şart değildir.
İşid’in dini ve tevhidi ikame ettiği, büyük günahlardan dolayı tekfir etmedikleri söylenmektedir. Buna cevap olarak deriz ki:
Müslümanların öncelikle meseleleri ehline bırakmaları gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlara  güven,  yahut  korku  verici  bir  haber  geldiği  zaman,  onu  hemen yaymışlardır. Halbuki o haberi Peygambere ve mü'minlerden olan emir sahiplerine götürselerdi,  onlardan (kendi ihtisasları dâhilinde) hüküm çıkaranlar, onu bilirler (ve daha iyi değerlendirirler)di. Allah'ın, sizin üzerinizdeki fazlu inayeti ve merhameti olmasaydı, çok azınız müstesna (hepiniz de) şeytana uyardınız.” (Nisa 83)
Müslümanlara karşı bir fitne çıkarıldığı zaman, güven veya korku verici bir iş geldiğinde alimlere müracaat edilmesi gerekir.
Şuan İmam Allame Fakih el-Fevzan ve diğer alimler “İşid haricilerdir, onlar fitne ehlidir, onlar kötülük ehlidir, Müslümanları boğazlıyolar” diyorlar.
Onlar, el-Bağdadînin emirliğini kabul etmiyen kimsenin bir kafir olduğunu söylüyorlar.  Nasıl olur da onların büyük günahtan dolayı tekfir etmedikleri söylenebilir?
İşid’e göre Bağdadi’nin emirliğini kabul etmeyenler kafirdir, yöneticileri tekfir ediyorlar ve yeryüzünün her tarafındaki Müslümanların yöneticilerinin hepsinin kafirler olduğunu söylüyorlar. Kanları helal sayıyor, boğazlıyorlar, ne mümini gözetiyorlar, ne zimmet ehlini! Eğer onlar hariciler değilse kim haricidir? Hariciler kim midir; Bağdadi’ye biat etmeyenin katli vacip bir kafir olduğunu ve Müslümanların bütün yöneticilerin kafirler olduklarını söyleyenler haricilerdir!
Eğer onlar asıl haricilerin ta kendileri değillerse yeryüzünde aslen harici olan bilmiyorum. Bu yüzden sana ilim ehlini tavsiye ederim. Özellikle de gençler! Gençler bilmiyorlar ve hisleriyle hareket ediyorlar!
Had cezalarını uygulamalarına ve şiarlara tazim etmelerine gelince, bu durum zaten haricilerin yapısında mevcut olan meşhur bir şeydir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz onlardan birinin namazı yanında kendi namazını, oruçları yanında kendi orucunu küçümser.” Buhârî (6163) ve Muslim (2456), Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
Onlar namaz, zekat, had cezalarını uygulamak gibi dinin şiarlarını izhar etseler de akideleri bozuktur!
İlk hariciler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı ile neden savaştılar? Hariciler dinin şiarını ilan ederek: “Hüküm ancak Allah’ındır” dediler. Ali radıyallahu anh ise: “Kendisiyle batılın arzu edildiği hak bir söz” dedi.
Bu eskiden beri haricilerin yoludur. Bundan sakınmak ve uyanık olmak, ilme hırs göstermek, sünnet ve hadis alimleriyle ve hadis ehlinin fakihleri ile irtibatlı olmak gerekir. Ta ki bu deccallerin tuzaklarına düşülmesin.
Halid b. Abdirrahman el-Mısrî’den tercüme eden: Ebu Muaz
Hariciler Tekfir Edilirler mi? 
Bazı sahabelerin savaşlarda öldürülen haricileri tekfir ettikleri sabit olmuştur.


Ebû Gâlîb dedi ki: “Ebû Umame radıyallahu anh dedi ki:Öldürülen Haricîler, gök tabakası altında öl­dürülenlerin en kötüleridir. Öldürülen insanların en hayırlısı da Ha­ricîlerin öldürdüğü kimselerdir. Hâriciler Ce­hennem ehlinin köpekleridir. Bunlar müslüman idiler sonra kâfir ol­dular.” Ebû Galib diyor ki: “Ben Ebû Umâme'ye:Bu söz, senin söylediğin bir şeydir!” dedim. Ebû Ümame radıyallahu anh: Hayır! Ben bu sözü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim, dedi” İbn Mâce (176) el-Elbani hasen demiş, Şuayb el-Arnaut: sahih demiştir.
Şeddad b. Abdillah b. Ebi Ammar’dan: “Ebu Umame el-Bahili radıyallahu anh’ın Dımaşk kapısı yanında Haricilerin başında durduğuna ve şöyle dediğine şahit oldum: “Cehennem köpekleri! (Bunu üç defa söyledi) Onların öldürdüğü kimseler öldürülenlerin en hayırlılarıdır.” Gözleri yaşardı. Birisi ona: “Ey Ebu Umame! Onların cehennem köpekleri olduğunu söylemen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğin bir şey mi yoksa kendi görüşün mü?” dedi. Ebu Umame radıyallahu anh dedi ki: “Şayet size söylediğimi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir, iki, üç sefer (böylece yediye kadar saydı) işitmeseydim büyük bir cürette bulunmuş olurdum.” Adam: “Gözlerinin de yaşardığını gördüm” dedi. Dedi ki: “Onlar müminler iken imanlarından sonra küfre girdiler. Sonra “Fırkalara ayrılan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra ihtilaf edenler gibi olmayın.” (Al-i İmran 105) ayetini okudu." (Hasen. Hakim (2/163) Taberani (8/267)
Hallal es-Sunne’de (s.145 no:111) Yusuf b. Musa’dan rivayet ediyor: Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel’e: “Hariciler kafirler midirler?” diye soruldu. Ahmed: “Onlar marikadır (okun yaydan çıktığı gibi çıkanlardır)” dedi. “Peki kafirler midirler?” denildi. Ahmed dedi ki: “Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkanlardır.” Es-Sunne muhakkiki Dr. Atiyye ez-Zahrani: isnadı hasendir dedi.
Yine Hallal es-Sunne’de (no:112) Muhammed b. Ebi Harun’dan rivayet ediyor: “İshak dedi ki: Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel’e) Haruriler ve marika tekfir edilirler mi? diye soruldu. Dedi ki: “Beni bu sorudan muaf tut ve hadiste geleni söyle.” Muhakkiki isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca İbn Hâni de bunu Mesail’inde rivayet etmiştir.
Şeyhulislam İbn Teymiyye Fetava’sında (28/518) şöyle demiştir: “Ümmet, Haricileri kötülemede ve onları sapık görme hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat tekfir edilmeleri hususunda iki görüş üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Malik, Ahmed ve Şafii’nin arasında onların tekfirleri hususunda ihtilaf vardır. Bu yüzden hariciler hakkında Ahmed’den ve başkalarından iki kavil vardır;
Birincisi: onlar bagilerdir.
İkincisi: onlar mürtedler gibi kafirlerdir, öldürülmeleri caizdir, onlardan esir alınanları öldürmek caizdir, kaçanları takip edilir, güç yetirilenleri mürtedler gibi tevbe ettirilir, tevbe etmezlerse öldürülürler.
 İmam Acurri rahimehullah eş-Şeria’da şöyle demiştir: “Eski ve yeni âlimler, haricilerin kötü bir topluluk olduklarında, namaz kılsalar da, oruç tutsalar da, ibadetlerde gayretli olsalar da bunların kendilerine faydası olmayıp, onların Allah Azze ve Celle’ye ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e isyan eden kimseler olduklarında ihtilaf etmemişlerdir.  İyiliği emredip kötülüğü yasaklamayı izhar etseler de bu onlara fayda vermez. Zira onlar Kur’an’ı hevalarına göre tevil eden bir kavimdir. Hariciler ve onların mezhebinde olan kimseler necis, pislik, şirret kimselerdir, eskide ve yenide bu mezhebin pisliklerine diğer hariciler varis olmuşlar, yöneticilere karşı huruç etmişler ve Müslümanların öldürülmesini helal saymışlardır.
Ümmetin cumhuru onların kafir olduklarına hükmetmiştir. Bu konudaki delil, gelen hadislerdir.
Alî b. Ebî Tâlib radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Âhir zamanda yaşları genç, akılları ermez bir kavim meydana çıkacak. Bunlar mahlûkatın en hayırlı sözlerini söyleyecek, Kur'ân okuyacaklar fakat okudukları Kur'ân gırtlaklarından aşağı geçmeyecek. Dînden, okun avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. Böylelerine rastladınız mı hemen öldürün. Çünkü onları öldürenlere kıyamet gününde Allah indinde büyük ecir vardır." Buhârî (3611, 6930) Muslim (1066)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ümmetimde iki fırka meydana gelecek, bunların arasından biri dinden çıkacak. Bunların katlini hakka en yakın olan fırka üzerine alacaktır.”Muslim (1065, 151)



Abdullah b. Ömer Radıyallahu anhumâ'dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu,:

يَنْشَأُ نَشْءٌ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لَا يُجَاوِزُ تَرَاقِيَهُمْ، كُلَّمَا خَرَجَ قَرْنٌ قُطِعَ قَالَ ابْنُ عُمَرَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: كُلَّمَا خَرَجَ قَرْنٌ قُطِعَ، أَكْثَرَ مِنْ عِشْرِينَ مَرَّةً، حَتَّى يَخْرُجَ فِي عِرَاضِهِمُ الدَّجَّالُ
Öyle genç bir cemâat türeyecek ki Kur'an okuyacaklar. Fakat okudukları Kur'an onların boğazlarının çemberlerinden öteye geçmeyecektir. Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır.” İbn Ömer dedi ki: Ben Rasûlulah Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem'den: “Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır” fık­rasını yirmi defadan fazla işittim. İbn Ömer radıyallahu anhuma bundan sonra Rasûlullah'ın buyurduğu hadisin son parçasını şöyle nakletti: “Nihayet bu cemâatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında veya onların askerleri arasında Deccal çıkıverecektir. (Sahih. İbn Mace (174) Elbani de sahih olduğunu belirtmiştir. Sahihu Camii’s-Sağir (6/362. Hadis no:8027) Zevâidu İbn Mace’de Hafız Busayri şöyle demiştir: Bunun senedi sahihtir. Buhari bunun bütün râvilerini hüccet saymıştır)
Hafız İbn Hacer, el-Feth’de (12/313) haricilerin kafir olduklarını söyleyen Buhârî gibi alimlerden bir topluluğu zikretmiştir. Haricileri tekfir edenlerden biri de Hafız Ebu Bekr İbnu’l-Arabi’dir. Hafzı İbn Hacer der ki: “Bu hususu Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi, Tirmizi şerhinde açıklamış ve: “Doğrusu hariciler kafirlerdir. Zira hadiste “İslam’dan çıkarlar” buyruluyor. Yine: “Onlara yetişirsem Ad kavminin öldürüldüğü gibi onları öldürürdüm” buyrulmuştur. Bir lafzında “semud kavmi gibi” geçer. Her iki kavim de kafirler olarak helak edilmişlerdir. Yine hariciler hakkında: “Onlar mahlukatın en şerlileridir” buyrulmuştur. Bununla ancak kafirler nitelenir. “Onlar Allah’ın en çok buğzettiği kimselerdir” buyrulmuştur. Çünkü onlar kendilerinin itikadına muhalefet eden herkesi kafirlik ve cehennemde ebedi kalmakla suçlarlar. Bu ismi (kafir ismini) onlardan daha çok hak eden yoktur.”
Yine es-Subkî de haricileri tekfir edenlerdendir. Hafız İbn Hacer’in nakline göre es-Subki Fetvas’ında şöyle demiştir: “Haricilerin ve Gulat Rafizilerin kafir olduklarının göstergesi, meşhur sahabeleri tekfir etmeleri, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in onlar hakkındaki cennetlik olduklarına dair şahitliğini yalanlamalarıdır.” İbn Hacer dedi ki: bu bana göre sahih bir delil getirmedir.”
Yine İmam Kurtubi el-Mufhim’de: “Haricilerin tekfir edilmeleri hadisteki en açık husustur” demiştir.
Yine Kurtubi şöyle demiştir: “Haricilerin tekfir edilmeleri, onlarla savaşılması, mallarının ganimet edilmesi, Hadis ehlinden bir grubun görüşüdür. Haricileri tekfir etmeyenler, onların isyancı bagiler oldukları, çünkü birliği bozarak harp açtıkları görüşündedirler.”
Yine el-Hasen b. Muhammed b. Ali, bir rivayete göre Şafii ve İmam Malik ile Hadis ehlinden bir taife haricileri tekfir etmişlerdir. Bkz.: el-İbanetu’s-Suğra (152) eş-Şifa (2/1057) el-Mugni (12/239)
Muasırlardan ise Şeyh Abdulaziz b. Baz rahimehullah haricileri tekfir edenlerdendir.
Özetle: Haricilerin İslam'dan çıkacakları hadiste haber verilmiştir. Bu haber bazı hariciler hakkında gerçekleşmiş, Müslümanların kanlarını, mallarını ve namuslarını helal saymışlardır. Haricileri tekfir eden alimler de bu yüzden tekfir etmişlerdir. 
Işid gibi harici örgütler içerisinde meselelerin hükmü hakkında cahil olan samimi, mazur kimseler bulunabilir. Dolayısıyla muayyen olarak onlardan her birinin kafir olduğuna hükmedilemez. Lakin Işid'in saflarında yer alan herkese zahirlerine göre aynı hüküm verilir. Zira kim bir topluluğun kalabalığını artırırsa onlardandır buyrulmuştur. 
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Fitne  için   her  davet  olunuşlarında  onun  içine başaşağı dalarlar. Bu sebeple (böyleleri), sizden uzak durmazlar, barışı size bırakmazlar ve ellerini de çekmezlerse, onları bulduğunuz yerde tutup öldürün. İşte böylece sizi, onlara karşı (ve onların öldürülmeleri hususunda) açıkça yetkili kılıyoruz." (Nisa 91)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)