Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Mayıs 2022 Pazar

Şia'nın İddia Ettiği "Akşam Vakti İçin Doğuda Kızıllığın Kaybolması" Şartı Hakkında

 

Sonraki Şiiler nezdinde akşam namazının ve dolayısıyla iftar vaktinin tayini hakkında güneşin kaybolmakla beraber doğu tarafında karanlığın da hâkim olması veya doğudaki kızıllığın kaybolmasını şart koşan görüş itibar görmekte, sünnet ehli olduğunu zanneden bazı cahil veya bozuk menhec sahibi kimseler de bu görüşe şiddetle meyletmektedirler. Sünnet ehli olduğunu iddia ettiği halde güneşin batı ufkunda kaybolmasını yeterli görmeyen kimselere Ehl-i Sünnet’in kaynaklarından birçok delillerle defaatle yazılar yayınlamıştım. Sonra Şia taifesinin eski kaynaklarında da güneşin gözden kaybolmasını yeterli gördüklerine dair rivayetler gördüm. Hatta muasır bazı Şii araştırmacılar da Şia kaynakları nezdinde bu meselenin tartışmasını gündeme getirmişlerdir.

Üstad eş-Şehidî diye bilinen muasır bir Şii alimi, Kitabu’s-Salat adlı eserinde Şia’nın bu mesele ile ilgili ihtilafını incelemiş ve sonuç olarak tercihini sunmuştur. Ben de faydasına binaen Şia ilim ehli tarafından sahih kabul edilen, metni de sarih olan üç rivayeti tercüme edeceğim. eş-Şehidî bahsi geçen risalesinde her iki tarafın delillerini ve cevaplarını zikretmiş sonra tercih edilmesi gereken görüş olarak şöyle demiştir: “Akşam namazının vaktinin doğudaki kızıllığın kaybolması olduğu görüşü meşhurdur. Biz ise güneşin yuvarlağının perdelenmesinin yeterli olduğuna delalet eden rivayetleri kabul ediyoruz. Güneş dairesinin perdelenmesinin yeterli olduğunu gösteren sahih ve sarih rivayet bulunmaktadır….” Sonra eş-Şehidî bu rivayetleri te’vil etmeye çalışanlara reddiye vermiş, doğu tarafında kızıllığın kaybolmasını şart koşan rivayetlerin sahih olmadığını açıklamıştır.

Bu konuda Şia’nın sahih kabul ettiği rivayetler şu şekildedir:

روى الصدوق في الأمالي عن مُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ بْنِ أَحْمَدَ بْنِ الْوَلِيدِ قَالَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ الصَّفَّارُ عَنِ الْعَبَّاسِ بْنِ مَعْرُوفٍ عَنْ عَلِيِّ بْنِ مَهْزِيَارَ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ سَعِيدٍ عَنْ عَلِيِّ بْنِ النُّعْمَانِ عَنْ دَاوُدَ بْنِ فَرْقَدٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَبِي يَسْأَلُ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ الصَّادِقَ (عليه السلام) مَتَى يَدْخُلُ وَقْتُ الْمَغْرِبِ فَقَالَ إِذَا غَابَ كُرْسِيُّهَا قَالَ وَ مَا كُرْسِيُّهَا قَالَ قُرْصُهَا قَالَ مَتَى تَغِيبُ قُرْصُهَا قَالَ إِذَا نَظَرْتَ فَلَمْ تَرَهُ

Es-Saduk, Emali’sinde Muhammed b. El-Hasen b. Ahmed b. El-Velid’den şöyle dediğini rivayet etti: bize Muhammed b. El-Hasen es-Saffar tahdis etti, o el-Abbas b. Ma’ruf’tan, o Ali b. Mehziyar’dan, o el-Hasen b. Said’den, o Ali b. En-Nu’man’dan, o Davud b. Ferkad’dan şöyle dediğini rivayet etti:

“Babamı Ebu Abdillah (Cafer) es-Sadık aleyhi’s-selam’a: “Akşamın vakti ne zaman girer?” diye sorarken işittim. Cafer es-Sadık dedi ki: “Güneşin kürsisin kaybolmasıdır.” Babam dedi ki: “Onun kürsisi nedir?” dedi ki: “Yuvarlağıdır.” Babam: “Yuvarlağı ne zaman kaybolur?” dedi. Dedi ki: “Ona baktığın zaman görememendir.”[1]

Eş-Şehidî dedi ki: “Rivayetin isnadı sahihtir. Davud b. Ferkad’ın babasının sika oluşunun sabit olmaması zarar vermez. Çünkü Davud b. Ferkad babasının, Ebu Abdillah aleyhi’s-selam’a sorusunu işitmiştir.”

Güvenilir biri dedi ki:

قلت لأبي عبد الله عليه السلام: في المغرب إنا ربما صلينا و نحن نخاف أن تكون الشمس باقية خلف الجبل، أو قد سترنا منها الجبل، قال: فقال: ليس عليكم صعود الجبل

“Ebu Abdillah (Cafer es-Sadık) aleyhi’s-selam’a dedim ki: “Akşam bazen namaz kılıyoruz ve güneşin dağın arkasında duruyor olmasından veya onu dağın perdelemiş olmasından endişe ediyoruz.” Dedi ki: “Sizin dağa çıkmanız gerekmez.”[2]

Eş-Şehidî dedi ki: “es-Saduk’un (ismi belirtilmeyen) güvenilir kişiye kadar isnadı muteberdir.”

Es-Saduk, Ebu Usame Zeyd eş-Şehham’dan şöyle dediğini rivayet etti:

صَعِدْتُ مَرَّةً جَبَلَ أَبِي قُبَيْسٍ وَ اَلنَّاسُ يُصَلُّونَ اَلْمَغْرِبَ فَرَأَيْتُ اَلشَّمْسَ لَمْ تَغِبْ إِنَّمَا تَوَارَتْ خَلْفَ اَلْجَبَلِ عَنِ اَلنَّاسِ فَلَقِيتُ أَبَا عَبْدِ اَللَّهِ عَلَيْهِ اَلسَّلاَمُ فَأَخْبَرْتُهُ بِذَلِكَ فَقَالَ لِي «وَ لِمَ فَعَلْتَ ذَلِكَ بِئْسَ مَا صَنَعْتَ إِنَّمَا تُصَلِّيهَا إِذَا لَمْ تَرَهَا خَلْفَ اَلْجَبَلِ غَابَتْ أَوْ غَارَتْ مَا لَمْ يَتَجَلَّلْهَا سَحَابٌ أَوْ ظُلْمَةٌ تُظِلُّهَا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ مَشْرِقُكَ وَ مَغْرِبُكَ وَ لَيْسَ عَلَى اَلنَّاسِ أَنْ يَبْحَثُوا

“Bir defasında insanlar akşam namazını kılarlarken Ebu Kubeys dağına çıktım ve güneşin kaybolmamış olduğunu gördüm. Yalnızca dağın arkasında kaldığı için insanlar görememişlerdi. Ebu Abdillah (Cafer es-Sadık) aleyhi’s-selam ile karşılaştım ve ona bunu haber verdim. Bana dedi ki:

“Neden böyle yaptın? Ne kötü bir şey yapmışsın! Akşam namazı ancak güneş dağ arkasında kaldığı için görmediğinde veya onun önündeki bulutlar açılmadıkça yahut onu gölgeleyen karanlık çekilmedikçe kılınır. Sana düşen ancak senin doğun ve senin batındır. İnsanların araştırmaları gerekmez.”[3]

Bu rivayet hemen hemen bütün Şia fıkıh kitaplarında zikredilmektedir. İbn Şehid es-Sani bunu Şia nezdinde sahih kabul edilen hadisleri derlediği Munteka’l-Cuman kitabında isnadıyla zikretmiştir. Ancak isnadında Ebu Cemile Mufaddal b. Salih Şia münekkidlerince eleştirilmiştir. Ehl-i Sünnet indinde de Mufaddal b. Salih’i Ebu Hatim, Buhari, İbn Hibban, Tirmizi gibi imamlar zayıf görmüşler, Hâkim onun rivayetini şahit rivayet olarak getirmiştir. Darekutni  Ebu Cemile Mufaddal b. Salih hakkında: “Salih” demiştir. İbn Adiy ise el-Hasen b. Ali’den münker bir rivayeti dışında diğer rivayetlerinin müstakim olduğunu söylemiştir.



[1] Şeyh Saduk Emali (s.79)

[2] Vesailu’ş-Şia (4/198)

[3] Men La Yahduruhu’l-Fakih (1/22) Vesailu’ş-Şia (4/198) İbn Şehidi’s-Sani Munteka’l-Cuman Fi’l-Ahadisi’s-Sihah ve’l-Hisan (1/415)

3 Mayıs 2022 Salı

Hastalıklar, Musibetler ve Yakîn İle Alakası


Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

قَالَ اللَّهُ تَعَالَى إِذَا ابْتَلَيْتُ عَبْدِيَ الْمُؤْمِنَ وَلَمْ يَشْكُنِي إِلَى عُوَّادِهِ أَطْلَقْتُهُ مِنْ أَسَارِي ثُمَّ أَبْدَلْتُهُ لَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ وَدَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ ثُمَّ يُسْتَأْنَفُ الْعَمَلَ

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Mü’min kulumu belaya uğrattığım zaman beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse onu esirlerim arasından azat ederim, sonra onun etini daha hayırlı bir etle ve kanını ondan daha hayırlı bir kanla değiştiririm. Sonra yeniden amel etmeye başlar.”[1]

Kıvamu’s-Sunne İsmail el-Esbahani’nin diğer bir tarikle Ebu Hureyre radiyallahu anh’den merfuan rivayetinde lafzı şu şekildedir:

إِذا مَرِض العَبد بَعَث الله إِلَيهِ مَلَكَينِ فَيَقُولُ انظُرُوا ما يَقُولُ لِعُوّادِهِ فَإِن هُو - إِذا جاءُوا - حَمِد الله وأَثنَى عَلَيهِ رَفَعُوا ذَلِك إِلَى الله وهُو أَعلَمُ قال الله لِعَبدِي إِن أَنا تَوَفَّيتُهُ أَن أَدخِلَهُ الجَنَّة وإِن عافَيتُهُ أَبدَلتُ لَهُ لَحمًا خَيرًا مِن لَحمِهِ ودَمًا خَيرًا مِن دَمِهِ وَأَن أُكَفِّر عَنهُ سَيِّئاتِهِ.

 Kul hastalandığı zaman Allah Azze ve Celle ona iki melek gönderir ve buyurur ki: “Kulumun ziyaretçilere ne diyeceğine bakın.” Eğer ziyaretçileri geldiği zaman Allah Teâlâ’ya hamd ederse melekler bunu Allah Azze ve Celle’ye bildirirler ki O daha iyi bilmektedir. Allah buyurur ki: “Kulumu vefat ettirirsem onu cennete sokarım. Eğer ona afiyet verirsem etini daha iyi bir etle, kanını daha iyi bir kanla değiştiririm ve kötülüklerini de örterim.”[2]

Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ إِذَا ابْتَلَى عَبْدًا بِالْبَلاَءِ بَعَثَ اللهُ إِلَيْهِ مَلَكَيْنِ فَقَالَ لَهُمَا انْظُرَا مَا يَقُولُ عَبْدِي لِعُوَّادِهِ حِينَ يَعُودُونَهُ فَإِنْ كَانَ قَدْ قَالَ خَيْرًا وَلَمْ يَشْكُ إِلَيْهِمْ الَّذِي بِهِ مِنَ الْبَلاَءِ قَالَ اللهُ لِمَلاَئِكَتِهِ أَبْدِلُوا عَبْدِي بِلَحْمٍ خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ وَبِدَمٍ خَيْرًا مِنْ دَمِهِ وَأَخْبِرُوهُ أَنِّي إِنْ قَبْضَتُهُ أَدْخَلْتُهُ الْجَنَّةَ وَإِنْ أَنَا أَطْلَقْتُهُ مِنْ وَثَاقِي فَلْيَسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ

Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bir kulu belaya uğratırsa Allah ona iki melek gönderir ve buyurur ki: “Bakın, kulum ziyaretçileri kendisini ziyaret ettiğinde onlara ne diyor?” Eğer hayır konuşur ve onlara belayı şikâyette bulunmazsa Allah meleklere buyurur ki “Kulumun etini ondan daha hayırlı bir etle ve kanını ondan daha hayırlı bir kanla değiştirin ve bildirin ki eğer onun canını alırsam cennete sokarım. Eğer bağımı salıverirsem amele yeniden (günahsız olarak) başlasın.”[3]

Kur’ân ve sünnet nasları okunurken tedebbür ederek okunması esastır. Nassı yalnız mefhumuyla değil, mefhumu muhalifiyle birlikte düşünmek de tedebbür etmeye dâhildir. Zikrettiğim bu hadis de mefhumu muhalifiyle düşünülürse, hastalanan bir kul insanlara hastalığından veya musibetinden şikâyette bulunursa Allah onun etini daha hayırlı bir etle, kanından daha hayırlı bir kan ile değiştirmez ve bu musibeti kendisine keffaret olmaz. Nitekim bu mefhumu muhalif şu rivayette açıkça gelmiştir:

Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah dedi ki: “Bize Abdulaziz b. Ömer haber verdi dedi ki: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

كُلُّ عَبْدٍ مُوَكَّلٌ بِهِ مَلَكَانِ فِي مَرَضِهِ، فَإِذَا مَرِضَ قَالاَ يَا رَبِّ إِنَّ عَبْدَكَ فُلاَنًا قَدْ مَرِضَ وَهُوَ أَعْلَمُ بِهِ فَيَقُولُ انْظُرُوا مَاذَا يَقُولُ؟ فَإِنْ صَبَرَ وَاحْتَسَبَ وَرَجَا فِيهِ الْخَيْرَ أَدَّيَا ذَلِكَ إِلَى اللهِ فَيَقُولُ اللَّهُ فَإِنِّي أُشْهِدُكُمْ أَنَّهُ إِنْ رَفَعْتُهُ أَبْدَلْتُهُ دَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ وَلَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ وَغَفَرْتُ لَهُ ذَنْبَهُ وَإِنْ قَبَضْتُهُ أَدْخَلْتُهُ الْجَنَّةَ وَإِنْ جَزِعَ وَهَلَعَ قَالَ إِنْ رَفَعْتُهُ أَبْدَلْتُهُ لَحْمًا شَرًّا مِنْ لَحْمِهِ وَدَمًا شَرًّا مِنْ دَمِهِ وَعَاقَبْتُهُ بِذَنْبِهِ وَإِنْ عَاقَبْتُهُ أَدْخَلْتُهُ النَّارَ

Her kul için hastalığında iki melek görevlidir. Kul hastalandığı zaman derler ki:Ya rab! Muhakkak ki falan kulun hastalandı.” Hâlbuki Allah onu daha iyi bilir. Allah buyurur ki:

“Onun ne diyeceğine bakın.” Eğer sabreder ve karşılığını Allah bekleyip hayır umarsa Allah buyurur ki:

“Muhakkak sizi şahit tutarım ki onu kaldırırsam kanını daha hayırlı bir kanla, etini daha hayırlı bir etle değiştirir, günahını bağışlarım. Canını alırsam onu cennete koyarım.” Eğer (hastalığı şikâyet ederek) sızlanır ve ümitsizliğe düşerse Allah buyurur ki:

“Eğer onu (hastalıktan) kaldırırsam etini daha şerli bir etle, kanını daha şerli bir kanla değiştiririm ve günahından dolayı cezalandırırım. Onu cezalandırdığımda da cehenneme sokarım.”[4]

Şüphesiz ki dinde tedavi olmaya ve şifa talep etmeye izin verilmiş olsa da, kişinin hastalığından ve musibetinden dolayı insanlara dert yanıp şikâyette bulunması, doktorlara başvurup hastalığını şikâyet etmesi yakîn ve tevekkülün zayıflığındandır ve bu zaafın şiddetli olması o hastalık veya beladan kurtulmaya en büyük manilerdendir. İmanında yakin sahibi bir kul bilmelidir ki hastalıklar ve belalar ancak Allah’tandır ve onu kaldıracak olan da yalnız Allah Azze ve Celle’dir. Hastalık ve musibetlerin kaldırılmasını talep de ancak Allah Azze ve Celle’den, O’nun meşru kıldığı yollarla olmalıdır. Yakininde zaaf bulunanlar için tedavi olmaya ruhsat verilmiştir. Lakin hastalığı ve musibeti gizleyip hiçbir kula şikâyet etmemek daha üstün bir mertebedir.

Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh kendisine: “Senin için tabip çağırmayalım mı?” dediklerinde şöyle demiştir:

“O beni gördü!” Dediler ki: “Peki sana ne dedi?” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:

“Muhakkak ki ben dilediğimi yapanım” dedi.”[5] O, “Tabib beni gördü” sözüyle Allah Azze ve Celle’yi kastetmekteydi.

Nitekim Ebu Rimse radiyallahu anh dedi ki: “Babam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

“Bana sırtındakini göster; ben tabibim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

 Tabîb Allah'tır. Sen şefkatli bir adamsın, onun tabibi yara­tandır.”[6]

Nebevî tıbbın hakikatini idrak eden bir kul, diplomalı felsefeciler olan modern tıbbın doktorlarına ve diplomasız felsefeciler olan alternatif tıpçılara, mizaççılara vs. ihtiyaç duymaz ve şikayetlerini hiçbirine arz etmez. Yeri gelmişken İbnu’l-Kayyım rahimehullah’ın Zadu’l-Mead kitabından tıpla ilgili bölümleri ayrı bir kitap halinde basarak “Tıbbı Nebevî” adıyla yayınlayanlar cahillik sebebiyle büyük bir hata yapmaktadırlar. Çünkü İbn Kayyım bu bölümlerde yalnızca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini değil, felsefeci tabiplerin sözlerini de aktarmıştır. Bu kitabı “Tıbbu’n-Nebevi” adıyla okuyanlar, felsefecilerin görüşlerinin de tıbbu’n-nebeviden olduğunu zannediyorlar!

Özetle: Zikredilen hadiste belirtildiği gibi kul, uğradığı musibeti gizler, kullara şikayette bulunmaz ve karşılığını Allah’tan beklerse hem dünyada hem ahirette kazançlı çıkmakla müjdelenmiştir. Bu cidden üzerinde ayrıntılı düşünülmesi gereken bir meseledir. Belki de kurtulduğumuzu zannettiğimiz birçok hastalıkların semptomlarının nüksetmesi düşünmeden, boşboğazlık ederek söylediğimiz, kullara Rabbi şikayet ifade eden bazı sözlerdir.



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Hâkim (1/500) Ebu’l-Fadl eş-Şehid İlelu Sahihi Muslim (29) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (78, 215) Beyhaki (3/375) Beyhakî Şuab (6/547, 7/187) Deylemi (8089) el-Elbani es-Sahiha (272)

* Enes radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edildi: “Üç şey iyiliklerin hazinelerindendir: Gizlii sadaka vermek, (hastalıklardan) şikayeti gizlemek ve musibeti gizlemek. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Kulumu bir bela ile müptela ettiğim zaman sabreder ve beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse onun etini daha iyi etle, kanını daha iyi kanla değiştiririm. Onu bırakırsam (hastalıktan kurtarırsam) günahsız bir halde salarım. Vefat ettirirsem rahmetime alırım.” İsnadı zayıftır. Temmam Fevaid (760) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (7/117) Şeceri Emali (2864) Ebu’l-Kasım el-Hinnaî el-Hinnaiyat (245) Rafii et-Tedvin (2/239) İbn Asakir Tarih (52/316) isnadında Carud b. Yezid metruktur. Bunun ilk cümlesi Ali b. Ebi Talib, İbn Ömer, İbn Mes’ud ve İbn Abbas radiyallahu anhum’den de zayıf isnadlarla rivayet edilmiştir.

[2] Hasen, sahih ligayrihi. El-Esbehani et-Tergib ve’t-Terhib (575) İbn Şahin et-Tergib (396) Darekutni el-İlel (1890) Abenusi Meşyeha (7) İbnu’l-Fahir Mucibatu’l-Cenne (175) Ebu’l-Hasen el-Ezdi Hadisu Malik b. Enes (95)

[3] Sahih. Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1392) Beyhakî Şuab (7/187) Ebu Salih Ahmed b. Behram el-Haramî Fevaid (el yazma no: 78) İbn Abdilber el-İstizkar (8/407)

* Ata b. Yesar rahimehullah’tan mürsel olarak sahih isnadla: Malik Muvatta (2/941) İbn Ebi'd-Dunyâ el-Maraz ve’l-Keffarat (13) Beyhakî Şuab (7/187)

[4] Mürseldir. İbnu’l-Mubarek ez-Zuhd (120)

[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (7/93) İbn Sa’d Tabakat (3/198) Hennad Zühd (382) Vahidi el-Vesit (1321) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/34) İbn Asakir Tarih (30/410)

[6] Sahîh. Ebû Dâvûd (4207) İbn Hibbân (13/337) Ahmed (2/226, 227) Taberânî (22/280) İbn Sa’d Tabakat (1/426) İbn Şebbe Tarihu’l-Medine (2/619) İbn Ebî Şeybe (5/32) İbn Ebî Şeybe Musned (803) İbn Ebi Asım el-Ahad ve’l-Mesani (1142) Dulabi el-Kuna (180) Beyhakî Şuab (2/65) Beyhaki Delail (1/265) el-Elbani es-Sahiha (1537) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1226)

1 Mayıs 2022 Pazar

2 Mayıs Fıtr (Ramazan) Bayramıdır Şevval Hilali Görülmüştür

 1443 Şevval Hilali Kenya ve Cezayir'de görülmüştür. Aşağıda Cezayir'deki rü'yetin videosu yer almaktadır:


Bu görüntü 1 Mayıs 2022 akşamı Türkiye saatiyle 22:00'da Cezayir'de Zeynel Deniz tarafından kaydedilmiştir.

1443 Ramazan (Fıtr) Bayramı Hutbesi

Sabır ve Kulluk

Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

بِسْــــمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.

Şahadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûludur.

“Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)

Bundan sonra. Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.

Allah Azze ve Celle insanları ve cinleri kendisine kulluk etmeleri için yaratmış ve Kur’ân’da bu dünyanın deneme ve iptila yurdu olduğunu, ahiretin ise karşılık ve kalıcılık yurdu olduğunu açıklamıştır. Buna göre insan hayatı boyunca çeşitli imtihan ve belalara maruz kalacaktır. Yine onun bu yolculuğu boyunca muhtaç olduğu en önemli kulluk vazifesi sabırdır.

Ka’b b. Malik radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِ مَثَلُ الْخَامَةِ مِنَ الزَّرْعِ تُفَيِّئُهَا الرِّيَاحُ تُعَدِّلُهَا مَرَّةً وَتُضْجِعُهَا أُخْرَى حَتَّى يَأْتِيَهُ الْمَوْتُ وَمَثَلُ الْكَافِرِ كَمَثَلِ الْأَرْزَةِ الْمُجْذِيَةِ عَلَى أَصْلِهَا لَا يُصِيبُهَا شَيْءٌ حَتَّى يَكُونَ انْجِعَافُهَا مَرَّةً وَاحِدَةً

Müminin ölünceye kadar durumunun misali çöldeki ot gibidir. Rüzgâr onu bir devirir, bir doğrultur, bir yaralar. Kâfirin misali ise kökü sağlam kavak ağacı gibidir, tek seferde yıkılıncaya kadar bir şey onu devirmez.”[1]

Sabır dört kısma ayrılır:

1- Allah’ın kaza ve kaderine sabretmek: Belalara sabretmek sabrın türlerinden biridir.  Müslüman, kendisine iradesi dışında isabet eden Allah’ın kaza ve kaderine sabreder. Allah’ın kulu dünyada imtihanı bunun üzerinedir. Nitekim Allah Teâlâ darlık zamanlarında sabredenleri şöyle nitelemiştir:

{وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الأَمْوَالِ وَالأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ}

And olsun ki sizi biraz korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 155) Sonra Allah Subhanehu ve Teâlâ, Müslümanlara bu gibi durumlarda ne söyleyeceklerini göstererek şöyle buyurmuştur:

{الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ}

Onlar ki, kendilerine bir musibet eriştiği zaman “Muhakkak biz Allah’a âidiz ve muhakkak O’na dönücüleriz!” derler.” (Bakara 156) Allah Teâlâ’ya tevekkül etmek ve karşılığı O’ndan beklemek de yine sabırdan sayılan şeylerdendir.

Yine Allah’ın kaza ve kaderine razı olmak, teslim olmak ve işini Allah Teâlâ’ya bırakmak, Allah’ın kaza ve kaderine öfkelenmemek ve şikâyet etmemek de kuldan istenen şeylerdir. Kul bilmelidir ki kaderleri bilen Allah Teâlâ’dır ve onu kullarına açmaz. O her işinde hikmet sahibidir.

Kaza ve kadere razı olmak sabırdan daha üstün bir derecedir ve bu belaya sabrın en üstün derecesidir. Kul bu dereceye, kendisine isabet eden her şeyin Allah Teâlâ’nın takdiriyle olduğunu bildiği, O’nun emrine teslim olup hükmünden razı olduğu zaman ulaşır. O zaman hayatı güzelleşir ve gönlü huzurlu olur. Belaya yalnızca sabretmek ise sabrın ikinci derecesidir ve bu mü’mine vaciptir. Allah Teâlâ tarafından bununla emrolunmuştur. Sabrın dünya ve ahirette hayırlı sonuçları vardır.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

قَالَ اللَّهُ تَعَالَى إِذَا ابْتَلَيْتُ عَبْدِيَ الْمُؤْمِنَ وَلَمْ يَشْكُنِي إِلَى عُوَّادِهِ أَطْلَقْتُهُ مِنْ أَسَارِي ثُمَّ أَبْدَلْتُهُ لَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ وَدَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ ثُمَّ يُسْتَأْنَفُ الْعَمَلَ

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Mü’min kulumu belaya uğrattığım zaman beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse onu esirlerim arasından azat ederim, sonra onun etini daha hayırlı bir etle ve kanını ondan daha hayırlı bir kanla değiştiririm. Sonra yeniden amel etmeye başlar.”[2]

Sabır ile rıza arasında birçok farklar vardır. Sabırda nefsi Allah’ın takdirine öfkelenmekten alıkoymakla beraber bu beladan dolayı acı duymak ve belanın gitmesini istemek söz konusudur. Rıza ise nefsin huzur içinde olması, Allah’ın takdirinden dolayı gönlün genişlik duyması ve hissedilen acının gitmesini temenni etmemektir.

Sahabeden nakledilen şu tutum, takdire rıza örneklerindendir: Cabir radiyallahu anh dedi ki:

أَنَّ أَهْلَ قُبَاءٍ أَتَوُا النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا إِنَّ الْحُمَّى قَدِ اشْتَدَّتْ عَلَيْنَا فَقَالَ إِنْ شِئْتُمْ أَنْ تُرْفَعَ عَنْكُمْ رُفِعَتْ وَإِنْ شِئْتُمْ كَانَتْ لَكُمْ طَهُورًا قَالُوا لا بَلْ تَكُونُ لَنَا طَهُورًا

“Kubâ halkı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: “Hummâ bize karşı şiddetlendi” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

İsterseniz o sizden kaldırılsın, ya da kalıp sizin için temizlik olsun.” Dediler ki: “Hayır, kalsın ve bizim için temizlik olsun.”[3]

Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh kendisine: “Senin için tabip çağırmayalım mı?” dediklerinde şöyle demiştir:

“O beni gördü!” Dediler ki: “Peki sana ne dedi?” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:

“Muhakkak ki ben dilediğimi yapanım” dedi.”[4]

Müslümanın kendisine isabet eden şeye itiraz etmesi, kaybettiğine üzülmesi, Allah Teâlâ’ya teslim olmaması ve işi O’na bırakmaması sabra ve rızaya aykırıdır. Bela sebebiyle ölümü temenni etmesi veya yanaklara vurmak, yakaları yırtmak, sızlanarak feryat etmek gibi haram bir şey yapması mü’minin sabır hasletini lekeleyen şeylerdir.

Mahmud b. Lebid radiyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِذَا أَحَبَّ اللَّهُ قَوْمًا ابْتَلَاهُمُ اللَّهُ فَمَنْ صَبَرَ فَلَهُ الصَّبْرُ وَمَنْ جَزِعَ فَلَهُ الْجَزَعُ

Allah bir topluluğu sevdiği zaman onları belalara maruz bırakır. Bunlara sabreden bunun karşılığını alır. Bunlardan dolayı sızlananın kazancı da sızlanmak olur.”[5]

2- Ma’siyete (günah işmemek için) sabretmek: Müslüman Allah Teâlâ’ya isyan içeren bir iş yapmaktan nefsini tutmaya sabreder. Nefsine daima Allah’tan sakınmayı ve ahiret gününü hatırlatır. Günahlara sevgi duymak ve ona bağlanmaktan alıkoymak için nefsiyle mücadele eder. Müslüman nefsini, Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı fiil ve sözlerden hoşlanmamak üzere eğitir. Günahlara karşı sabretmek üç kısım üzeredir. Bunlardan ilki müslümanın kablini günahları sevmekten ve ona bağlanmaktan geri çevirmesi, günah işlenen mekânlardan veya günahkâr kimselerle ünsiyet etmekten uzak durmasıdır. İkincisi günah işlemeye imkânı olduğu halde nefsini onu işlemekten alıkoyması, ona yaklaşmamasıdır. Üçüncüsü de günaha düştüğü takdirse derhal ondan uzaklaşması ve tevbe etmekte acele etmesidir.

Günahlara karşı sabrı sağlayan sebepler vardır. Bu sebeplerden birisi de günahların kötülüklerini ve Allah Teâlâ’nın onu kula ancak çirkinlik ve düşüklüğünden dolayı haram kıldığını bilmektir.

Allah Teâlâ’dan korkmak ve Allah Teâlâ’nın kulu her an gördüğünün şuurunda olmak, Allah’ın sevmediği bir şekilde kendisini görmesinden hayâ etmek de bu sebeplerdendir.

Allah Teâlâ’nın kula olan nimetlerini, ihsanını ve gözetimini düşünmek, günahlara dalmanın bu nimetlerin yok olmasına sebep olacağını hatırlamak, günahlar sebebiyle nefsin mü’min kimseye karşı galip geleceğini ve nefsin aziz olacağını hatırlamak, kalpte Allah Teâlâ’nın sevgisinin kuvvetlendirilmesi, yiyecek, içecek ve giyim konusunda israfı ve ihtiyaçtan fazlasını terk etmek günahlara karşı sabrı sağlayan sebeplerdendir.

İnsanlarla bir araya gelmek günaha çağıran bir kapı haline gelebilir. Günahın sonuçlarının çirkinliğini, zararlarını ve kötü akibetini bilmek, ölümü hatırlamak ve uzun yaşama arzusunu kısmak gerekir.

3- Allah’a itaatte sabretmek: Allah Teâlâ’ya itaatte sabretmek sabır kapılarının en üstünlerindendir ve kulun Allah Teâlâya kullukta samimi olduğu gibi nefsine karşı da samimi olmasını sağlayan, nefsiyle taat hususunda mücahede etmesini sağlayan bir ameldir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا}

Sabah akşam rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte gönülden sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” (Kehf 28)

Allah’a itaatte sabrın da üç kısmı vardır: Birincisi kulun taate yönelmiş ve ona hazırlıklı olmasıdır. İkincisi ibadetleri Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde eda etmesi, kalbinin taat için hazır bulunması ve boyun eğmesidir. Üçüncüsü: ameli iptal edecek olan gösteriş, duyurma, başa kakma ve eziyet gibi unsurlardan koruyarak tamamlamasıdır.

Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde kullarına sabrı emretmiştir. Şu ayette olduğu gibi:

{وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى}

Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Tâhâ 132)

Kul taate sabrı esnasında üç hal arasında gidip gelir: Amele niyetini düzelterek yönelir ve ameli Allah Teâlâ için halis kılmaya sabreder. Sonra Allah Teâlâ’nın kendisini gördüğünün şuurunda olarak sünnetleri ve edepleri tamamlar. Böylece ameli tamamlamaya sabreder. Sonra amelini gizlemek, duyurmamak ve bu amelle insanlardan veya nefsinden beğeni talep etmemek için sabreder.

  Allah Teâlâ’nın zikrine devam etmek, O’nun vereceği karşılığı ummak, O’nun cezalandırmasından korku duymak, sabrın ve sevabının üstünlüğünü hatırlamak, nefsi namaz, oruç ve cihad gibi taatler ile Allah Teâlâ’ya itaate zorlamak bütün bu sayılanları kolaylaştırır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ}

Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr 3)

4- Nimetlere sabretmek: Bu da nimetlerin şükrünü eda edip, bu nimetlerle şımarmamak ve büyüklenmemek suretiyle olur.

Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَا أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْفَقْرَ وَلَكِن أَخْشَى عَلَيْكُمُ التَّكَاثُرَ وَمَا أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْخَطَأَ وَلَكِن أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْعَمْدَ

Sizin için fakirlikten korkmuyorum. Lakin sizin için çokluktan korkuyorum. Sizin hata ile yaptıklarınızdan korkmuyorum. Lakin sizin kasten yaptıklarınızdan korkuyorum.”[6]

Allah Teâlâ sabrın dünyadaki sonucunu sabreden kullarını sevip razı olması, onu yardımıyla desteklemesi, hayatının her meselesinde onun yanında olması şeklinde belirlemiştir. Allah sabredenlere salat eder ve bu onların üzerine rahmetin inmesine sebep olur. Buna ilave olarak sabredenlere ilahi müjde ve dünyada hoşlanılmayan şeylere karşı sabretmelerinden dolayı ahirette övülmüş sonuç vardır. Onlara sabırlarından dolayı bol karşılık olarak cennetler ve hesapsız nimetler verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ}

Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın! Allah yolunda nöbet tutun ve Allah’tan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz!” (Âl-i İmran 200)

{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ}

Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153)

Suheyb radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ

Mü’minin durumuna şaşılır. Onun her durumu hayırdır. Bu, mü’minden başkası için söz konusu değildir. Ona genişlik isabet ederse şükreder, bu kendisi için hayır olur. Darlık isabet ederse de sabreder, bu da kendisi için hayır olur.”[7]

 



[1] Sahih. Dârimî (2791) Ziyau’l-Makdisi Muhtare (5/135) Ahmed (3/454) Nesâî Sunenu’l-Kubra (7437) Taberanî (19/94) Abd b. Humeyd (304)

[2] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Hâkim (1/500) Ebu’l-Fadl eş-Şehid İlelu Sahihi Muslim (29) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (78, 215) Beyhaki (3/375) Beyhakî Şuab (6/547, 7/187) Deylemi (8089) el-Elbani es-Sahiha (272)

[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ebu Cafer İbnu’l-Buhterî Musannefat (680) Ahmed (3/316) Hâkim (1/497) İbn Hibbân (7/198) Ebû Ya'lâ (3/408, 4/208) Abd b. Humeyd (1021) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (245) Beyhakî (3/375) Beyhakî Delâil (6/158, 159) Beyhakî Şuab (7/194)

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (7/93) İbn Sa’d Tabakat (3/198) Hennad Zühd (382) Vahidi el-Vesit (1321) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/34) İbn Asakir Tarih (30/410)

[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ali b. Hucr es-Sa’dî Hadisu İsmail b. Cafer (383) Ahmed (5/427) İbn Şahin et-Tergib (275) Şeceri Emali (2364) Ebu’l-Abbas el-Asam Cuz’ul-Asam (26) Beyhakî el-Adab (723)

[6] Muslim'in şartına göre sahih. Ebu Zur’a ed-Dımeşkî Fevaidu’l-Muille (131) Hâkim (2/582) İbn Hibbân (8/17) Ahmed (2/308, 539) Bezzar (16/222) İbnu’l-A’rabi Mu’cem (2212) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (4/98) İbnu’l-Munzir el-Evsat (8964) Beyhakî Şuab (7/281) el-Elbani es-Sahiha (2216) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1349)

[7] Sahih. Muslim (2999) 

Şevval Hilalinin 30 Nisan Akşamı Görülmesi İmkansızdır!

 

Cemaatle namazları korona bahanesiyle yasaklayan bütün hükümetler, bu yasağı uygulayan bütün memurlar, buna fetva veren bütün alimler ve bu fetvayı kabullenen herkes İslam’dan ok gibi çıkarak mürtet kafirler olmuşlardır. Bu kimseleri tekfir etmeyenler de kâfir olurlar. Bu meseleyi defalarca delilleriyle açıklamış olmamıza rağmen, kafirleşmiş bu hükümetlerin ilanları ve kafirleşmiş şeyhlerin fetvaları hâlâ şevval hilali konusunda doğru bir şahitlikmiş gibi itibara alınıyor! Adamlar dinden çıktı, mürted kafir oldular! Uyuyo musunuz?!! Hâlâ ne diye bu kimseleri tekfir etmedikleri için bâtılın, şirkin, nifakın, dinde riyakarlarık ve ikiyüzlülüğün dibine batmış kimselerin sözleriyle geliyorsunuz?

Abdulkadir Gürsever denen evveliyatında habis, sahtekar ve riyakar bir münafık, plandemiden sonra açık mürted olan bir şahıs (ki bu şahıs Graham Fuller'in "Ilımlı İslam" projesine sözde selefiler arasında Ebu Sait Yarbuzi ve diğer çakma selefi davetçiler ile beraber icabet eden yalaka tiplerdendir) Yemenli Abdullah Haşidi’den nakletmişmiş!! Mali ve Nijer resmi kanalları bayram ilan etmişmiş!!! Dininizi oyuncağa çevirmeyi bırakın artık!

Aşağıda gösterildiği üzere 29 Nisan sabahı urcunu’l-kadim yani Ramazan ayına ait son hilal görülmüştür. Dolayısıyla 30 Nisan akşamı Şevval hilali görüldü diyen herkes yalancıdır!



 Yukarıdaki resim bu seneki Şevval hilalinin görülebilme haritalarıdır. Üstteki açıklamada şöyle deniliyor: “30 Nisanda hilal dünyanın hiçbir yerinde görülemez. 1 Mayıs’ta Kanada ve Amerika’nın kuzey güneyinde dürbünle görülebilir ve ABD’de kolayca (çıplak gözle) görülebilir. 2 Mayısta ise tüm dünyada görülebilir.”

Böyle deniliyor lakin sağdaki haritaya göre Türkiye gri alanda yer almakta, bazı batı Afrika ülkeleri de mavi alanda yer almaktadır. Kırmızı alanlar yalnızca optik cihazla hilalin görülebileceği bölgelerdir. Gri alanlar optik cihazla hilalin yerinin tespit edilip çıplak gözle görülmesi mümkün olan yerlerdir. Mavi alanlar hava şartları iyi olduğu takdirde çıplak gözle hilalin görülebileceği alanlardır. Yeşil bölgeler ise hilalin çıplak gözle rahatlıkla görülebileceği bölgelerdir. Soldaki harita 2 Mayıs akşamı için hilalin görülebilme haritasıdır.

Uyarı: Hilalin menzillerini takip etmek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hilali göremezseniz takdir edin” hadisinden istinbat edilmiştir. Basralı bazı fakihler bu hadisteki “takdir edin” kavlinin manasının hilalin menzillerini gözlemlemek olduğunu söylemişlerdir. Tabiinden birçok kimse hilalin menzillerine itibar etmişlerdir. Bkz.: İbn Abdilber et-Temhid (14/350)




Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)