Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

20 Aralık 2009 Pazar

Seyyid Kutub ve Ehl-i Sünnete Aykırı Bazı Sözleri

Sesli derslerin birinde Seyyid Kutub'un ehli sünnete aykırı bazı görüşlerinin olduğunu zikrettiğimi duyan bazı kardeşler beni iftira etmekle itham ettiler. Bahsi geçen bu husus benden çok daha önce ilim ehli tarafından tespit edilip, hakkında bir çok reddiyelerin kaleme alındığı bir konudur. Bana sorulan husus Seyyid Kutub'un vahdeti vucud akidesi ile ilgili olduğundan ilgili açıklamaları aşağıda naklediyorum:

1- Seyyid Kutub – Allah taksiratını affetsin - Fi Zılali’l-Kur’an’da – Taha suresinin ilk ayetlerini tefsir ederken -(4/2328) şöyle diyor:


(( القرآن ظاهرة كونية كالأرض ولسماوات ))

“Kur’an, yer ve gökler gibi kevni (yaratılmış) olarak ortadadır”

Bu Kur’anın mahluk olduğu görüşüdür ki Cehmilerin ve diğer bazı sapık fırkaların görüşüdür.

2- Kur’an ayetlerini Fi Zılali’l-Kur’an kitabında “musiki usluba sahip olmakla vasıflamıştır. Şems, Fecr, Gaşiye, Tarık, kıyamet surelerinde olduğu gibi.

3- Allah Teala’yı A’la suresinde s.3883 “es-Sani': yapıcı” diyerek vasıflıyor. Allah, bu söylenenden yücedir.

4- Yine (6/4002) ihlas suresi 1. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:

في تفسير ( قل هو الله أحد ) : (( إنها أحدية الوجود؛ فليس هناك حقيقة إلا حقيقته، وليس هناك وجود حقيقي إلا وجوده، وكل موجود آخر فإنما يستمد وجوده من ذلك الوجود الحقيقي ))

“Bu varlığın birliğidir. Burada O’nun hakikatinden başka hakikat yoktur. O’nun varlığından başka hakiki varlık yoktur. Her varlığın sonu vardır. Sadece onun varlığı kalıcıdır, bundan dolayı varlığı hakikidir.” İşte bu vahdeti vucud inancıdır.

5- Yine Seyyid Kutub, Hadid suresinin ilk ayetlerinin tefsirinde sufilerin vahdeti vucuda dair görüşlerini bu ayetlerden aldıklarını söylerek görüşlerini zikreder ve herhangi bir reddiye vermez.

Allame Şeyh Muhammed b. Salih el-Useymin rahimehullah şöyle demiştir: “Onun tefsirinde (yani Seyyid Kutub’un Fi Zılal’de) İhlas suresini okudum. Orada Ehli sünnet ve’l-cemaatin üzerinde bulundukları yola aykırı büyük bir söz etmiş! Çünkü onun tefsiri vahdeti vücud inancını göstermektedir. (Beraatu Ulemai’l-Ümme s 42)

Muhaddis Şeyh Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Seyyid Kutubun sufilerin sözlerini nakletmesinden, onun vahdeti vücud görüşünü dile getirmesinden başka bir şey anlamak mümkün değildir.” (Beraatu Ulemail’l-Umme s.37)

6 Aralık 2009 Pazar

Talat Koçyiğit'in bir hatırası

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakultesinin hadis bölümünü işgal eden, hadis inkarcısı mutezilelerin, Türkiye'de hadis ilmine hatrı sayılır hizmetleri olan Talat Koçyiğit ile yaptıkları ve sapıklık yayan dergileri "İslamiyat"'ta yayınladıkları bir söyleşide, muşarun ileyh şu anısını nakletmektedir:
...Aslında ilahiyatla hiç ilgisi olmayan kimseler, dinî konularda fetvalar veriyorlar. Maalesef, bizim Türkiye’deki en büyük hastalık bu. Bakıyorsun, adamın din konusunda herhangi bir bilgisi yok; ama din hakkında, dinin herhangi bir konusu hakkında “Hayır, o öyle değil; böyledir!” diye hüküm verebiliyor. Bir hukukçu, bakıyorsunuz, “Şöyle davranmak veya davranmamak lazım!” diye açık açık fetva verebiliyor. Bir hukukçu, bir tabip, İslami konularla hiç ilgilenmemişse nasıl fetva verebilir? Bir asker, aynı şekilde, İslami konularda bir Kur’an hükmünü nasıl inkar edebilir? Ama maalesef bu hâdiseler ülkemizde yaşanıyor. Maalesef, Kenan Evren’in durumu da böyleydi. Üniversite’de, bir yönetim kurulu toplantısında idik. Bir ara rektör dışarı çıktı ve geri döndü; bana, “Talat Hoca, fakültene Sayın Cumhurbaşkanı geliyor; hemen git, ben de geliyorum.” dedi. Ben Fakülte’ye geldiğimde, Fakülte’ye de haber vermiş olacaklar ki, hazırlık başlamıştı. Bazı yerleri siliyor, temizliyorlardı. Dekanlığa girdim; oradan yolu gözlüyorum. Biraz sonra konvoy göründü. Biz de dışarıya çıktık. Arkalarından ancak yukarıya birinci kata çıktıklarında yetişebildik. “Dekanlık aşağıda sayın Cumhurbaşkanım” dedim. Koridoru geçerek diğer merdivenlerden aşağı indik. Cumhurbaşkanı makama oturdu. Karşıdaki kanepeye de rektör oturdu. Bazı öğretim üyesi arkadaşlar da onların karşısında ayakta duruyorlar. Ben de Cumhurbaşkanı’nın yanında ayakta duruyorken, rektör bir ara otur diye işaret etti. Ben de sandalyeye oturdum. Kenan Evren başörtüsüyle alâkalı konuşuyor: Başörtüsüne ne gerek varmış; tarak olmadığı için saçlar taranamıyormuş, bu yüzden eskiden örtü varmış... Bu gibi sözler söylüyor. Bu arada ben de, bunun Kur’an’da metnen mevcut bir Allah emri olduğunu söylemek için izin istiyorum; ancak, o dönüp bakmıyor bile. Başörtüsünden bahsettikten sonra, benim “Müsaade eder misiniz Sayın Cumhurbaşkanım” demelerime rağmen, uzun süre konuşmasına devam ediyor; nihayet, başörtüsü meselesini bıraktı ve içki meselesine geldi. “İçki de bunun gibi,” dedi “içki, çok içenler için haram kılınmış; çok içilmesi haram. Dışarıdan misafirler, cumhurbaşkanları geliyor; onlarla, sağlığına deyip bir kadeh içiyoruz, sarhoş olmuyoruz. Bu kadar içilirse haram olmaz; bu kadar içki haram sayılmaz.” dedi. Ben yine başladım: “Müsaade buyurur musunuz Sayın Cumhurbaşkanım” diye. Kendileri içki hakkında konuşmaya yine devam ettiler; artık fetva veriyorlar. Karşısında da İlahiyat Fakültesi’nin hocaları var. Sözünü nihayet bitirdi ve bana döndü, ne söyleyeceksen söyle, der gibi... Bunun üzerine, ben başörtüsü meselesine hiç girmedim. Fakat içki meselesiyle ilgili olarak bazı hususları açıklamaya çalıştım. “İçki üç safhada haram kılınmıştır. Nazil olan ayetlerden ilki, ‘içkinin faydası da vardır zararı da vardır; ancak, zararı faydasından büyüktür’ demiştir. Bu ayet nazil olunca, Müslümanlar büyük ölçüde içkiden uzaklaşmıştır. Ondan sonra aradan bir süre geçinde, bir gün bir sahabi cemaate namaz kıldırırken içkili olduğu için ayeti yanlış okumuş; bu hâdise üzerine, ‘sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın’ ayeti nazil olmuş; ancak, bu ayet nazil olmakla beraber, içki henüz mutlak haram kılınmamıştır. Dolayısıyla, bazı kimseler içkiyi bıraksa bile, bazıları devam etmiştir. Ancak, içenlerin sayısı bir hayli de azalmıştır; çünkü ‘sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın’ dendiği için, içki içme vakti kısıtlanmıştır. Bunları göz önünde bulunduran pek çok Müslüman içkiyi terk etmişlerdi. Nihayet aradan belli bir süre geçinde, Müslümanlar içkiyi terk etmeye de alıştırılmış bir hâldeyken, içkinin kesinlikle haram olduğunu ifade eden ayet nazil olmuştur. Bu noktada artık içki haramdır. Azı da çoğu da fark etmez. Pislik her zaman pisliktir; çoğu pislik olanın azı da pisliktir; azı içilince, pislik, pislik olmaktan çıkmaz.” İşte bunları söyledim. Orada hiçbir şey söylemedi; tepkisi ortaya daha sonra çıktı –ben öyle düşünüyorum. Ondan sonra kalktı; koridorları geçerken rastladığı kız öğrencilere, “Başınızı örtmeniz için burada sizi zorluyorlar mı?” diye sordu. Kızlar, “Hayır! Biz İslam’ın emri olduğu için örtünüyoruz.” dediler. Sonra kütüphaneye indik; kütüphanede oturan bir kız öğrenciye, “Başını örtmeyi annen baban mı söyledi yoksa burada mı söylediler?” diye sorunca “Hayır! Burada Kur’an, tefsir okuyorum; onlar bize Allah’ın emrini söylüyorlar. Ben de onu yerine getiriyorum.” dedi. Daha sonra Fakülte’den çıktık; Cumhurbaşkanı, arabasına binip ayrılacağı zaman, rektör arabanın penceresine yaklaştı, rektöre bir şeyler söyledi ve sonra da ayrıldı. Aradan ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Bir bayram arifesi Uşak’a gitmek için izin istedim. Rektör “Gitme! Fakülte yalnız kalmasın.” anlamında bir şeyler söyledi. Nedense bu benim garibime gitti; bana dokundu. Tarık Somer’le aramız çok iyi olduğu için, “İsterseniz, istifa dilekçesi yazayım da öyle gideyim,” diye şaka vari sözler söyledim. “Zaten böyle bir şey var; söyleyeyim mi söylemeyeyim mi? Ancak, aramızda kalsın; kimseye söyleme.” dedi. “Sen, Cumhurbaşkanı geldiği zaman ona birtakım sözler söylemiştin; Cumhurbaşkanı o zaman ayrılırken arabanın camından ‘Bu dekanı buradan al!’ demişti bana. Fakat ben ‘Şimdi dekanı buradan alırsam, bu bazı infiallere sebep olur; yakında görev süresi bitecek, o zaman dekanı değiştiririz.’ dedim ve işi hallettim.” dedi. Aradan pek geçmedi, hallettiler ve Fakülte’de başka profesörler olduğu hâlde, Fakülte’den birini değil de, Meliha (Anbarcıoğlu) Hanım’ı dekan yaptılar.
http://www.davetci.com/d_soylesi/rop_tkocyigit.htm

23 Kasım 2009 Pazartesi

Müslüman Her Durumda Temizdir ve Her Durumda Mushafı Eline Alarak Okuyabilir

Kur’an’a dokunmadan abdestsiz olarak okumanın caiz olduğunda alimler ittifak etmişlerdir. Mushafa abdestsiz olarak dokunmak hususunda ihtilaf edilmiştir.(Bkz.: İbni Ebi Şeybe (1/125vd.) Abdurrazzak (1/265)
Bunun haram olduğunu söylemek için mutlaka Kitap veya sahih sünnetten delil bulunması gerekir. Lakin buna dair sahih bir delil varid olmamıştır. Cünüp veya hayızlının Kuran okumasına gelince, bu konuda da ihtilaf edilmiştir. Yine bu hususta Kitap ve sünnetten açık bir delil bulunmadığı için haram olduğu söylenemez. Bilakis müslüman kişi, abdestsiz halinde, cünüp veya hayızlı halinde dahi temiz olduğu için bunun caiz olması doğruya daha yakındır. Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müşrik devlet başkanlarına gönderdiği mektuplarda tam ayet yazdırması, bunun caiz olduğunu gösteren hususlardır. Ancak mushafa taharet üzere okumanın müstehap olduğuna işaret eden deliller de varid olmuştur:

وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ أَخْبَرَنِى أَبُو سُفْيَانَ أَنَّ هِرَقْلَ دَعَا بِكِتَابِ النَّبِىِّ - صلى الله عليه وسلم - فَقَرَأَ فَإِذَا فِيهِ « بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَ ( يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ ) » . الآيَةَ


İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki; Bana Ebu Sufyan haber verdi ki; Hirakl, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu getirtti ve okuduğunda şunların yazılı olduğunu gördü: “Bismillahirrahmanirrahim. Ey ehl-i kitab! Ortak kelimeye geliniz…” Ayetin tamamını okudu (Buhari (1/78, 6/128, 8/186) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (496-500) İbn Hazm el-Muhalla’da (1/82)



İbn Hazm el-Muhalla’da (1/82); Bunu isnadıyla İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etmiş ve arkasından şöyle demiştir: “İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem içinde bu ayetin yazılı olduğu mektubu hristiyan birine göndermiştir.”


وَكَانَ النَّبِىُّ - صلى الله عليه وسلم - يَذْكُرُ اللَّهَ عَلَى كُلِّ أَحْيَانِهِ

İmam Buhari ve başkalarının Aişe radıyallahu anha’dan rivayetine göre “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her durumda Allah’ı zikrederdi” demiştir. Kuran okumak, Allah’ı zikretmenin en kâmil şekillerindendir. Bu hadiste “her durumda zikrederdi” ifadesi genel olup bunu tahsis eden bir ibare gelmemiştir.

وَقَالَ إِبْرَاهِيمُ لاَ بَأْسَ أَنْ تَقْرَأَ الآيَةَ

İbrahim en-Nehaî; “Hayızlı kadının ayet okumasında sakınca yoktur” demiştir (Buhari (Hayız 7) İbn Hacer’in Fethul Bari’de belirttiğine göre bunun benzeri İmam Malik’ten de rivayet edilmiştir.
 
Said Bin Cübeyr , İkrime, Said b. El-Museyyeb , Davud, İbn Hazm , Buhari , Taberi, İbnul Münzir ve başka âlimler cünübün Kur’an okumasında sakınca görmemişlerdir. (İbn Ebi Şeybe (1/126) Abdurrazzak (1/261 no: 1310) İbn Hazm el-Muhalla (1/82) Buhari (Hayz 7) El-Evsat (1/313) El-Begavi Şethus Sünne (2/43) Elbani Temamul Minneh (s.118) İrvaul Galil (2/245) Fetaval Ezher (8/88, 419)

حدثنا محمد بن إسماعيل ، ثنا زياد بن أيوب ، ثنا أبو عبيدة ، ثنا عبيد بن عبيدة ، من بني عباب الناجي قال : قرأ ابن عباس شيئا من القرآن وهو جنب فقيل له في ذلك فقال : ما في جوفي أكثر من ذلك
 
İbn Munzir el-Evsat no: 601; Ubeyd b. Ubeyde dedi ki: “İbn Abbas radıyallahu anhuma cünüp iken Kurandan bir şey okudu. Ona bu konuda sorulunca şöyle dedi: “Benim ezberimde bundan fazlası vardır.”

حدثنا موسى بن هارون ، أنا إسحاق بن راهويه ، أنا بقية ، عن شعيب ، عن الزهري ، عن عبد الرحمن بن مكمل ، عن ابن عباس ، قال : لا بأس أن يقرأ الجنب الآية ونحوها

İbn Munzir el-Evsat no: 602; İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Cünübün bir ayet veya bunun gibisini okumasında sakınca yoktur”

قَرَأت عَلَى فَاطِمَة بنت مُحَمَّد الْهَادِي أخْبركُم أَبُو نصر بن الشِّيرَازِيّ فِي كِتَابه عَن شيخ الْإِسْلَام أبي حَفْص السهروردي أَنا أَبُو زرْعَة الْمَقْدِسِي أَنا عَبدُوس بن عبد الله أَنا أَبُو بكر الطوسي ثَنَا أَبُو الْعَبَّاس الْأَصَم ثَنَا أَبُو عتبَة ثَنَا بَقِيَّة ثَنَا شُعَيْب عَن الزُّهْرِيّ عَن عبد الله بن عبد الرَّحْمَن بن مكمل ((أَنه سمع ابْن عَبَّاس يَقُول لَا بَأْس أَن يقْرَأ الْجنب الْآيَة وَنَحْوهَا))

İbn Hacer Tağliku’t-Ta’lik’te isnadıyla Abdullah b. Abdirrahman b. Mükemil’den rivayet ediyor; İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Cünübün bir ayet veya benzer miktarda okumasında sakınca yoktur. (Tağliku’t-Ta’lik (2/171)
وحدثونا عن محمود بن آدم ، ثنا الفضل بن موسى ، ثنا الحسين يعني ابن واقد ، عن يزيد النحوي ، عن عكرمة ، عن ابن عباس ، أنه كان يقرأ ورده وهو جنب

İbn Munzir el-Evsat no: 603; İkrime dedi ki: “İbn Abbas cünüp olduğu halde virdlerini (hergün okumayı adet edindiği ayetleri ve zikirleri) okurdu” İbn Hacer Tağliku’t-Ta’likte isnadının sahih olduğunu söylemiştir.

وَأما قَول ابْن عَبَّاس فَقَالَ ابْن أبي شيبَة فِي المُصَنّف حَدثنَا الثَّقَفِيّ عَن خَالِد عَن عِكْرِمَة عَن ابْن عَبَّاس ((أَنه كَانَ لَا يرَى بَأْسا أَن يقْرَأ الْجنب الْآيَة والآيتين))

İbn Hacer Tağliku’t-Ta’lik’te; İkrime’den: “İbn Abbas radıyallahu anhuma cünübün bir veya iki ayet okumasında sakınca görmezdi.” Tağliku’t-Ta’lik (2/171)

حدثنا عثمان بن نمير ، ثنا عتبة بن عبد الله ، أنا أبو غانم وهو يونس بن نافع ، عن أبي مجلز ، قال : دخلت على ابن عباس فقلت له : أيقرأ الجنب القرآن ؟ قال : دخلت علي وقد قرأت سبع القرآن وأنا جنب وكان عكرمة لا يرى بأسا للجنب أن يقرأ القرآن ، وقيل لسعيد بن المسيب : أيقرأ الجنب القرآن ؟ قال : نعم أليس في جوفه

İbn Munzir el-Evsat no: 604; Ebu Miclez’den; “İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın yanına girdim ve ona; “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye sordum. Dedi ki; “Sen girdiğinde ben cünüp olduğum halde Kur’anın yedide birini okumuştum.” İkrime de cünübün Kur’an okumasında sakınca görmezdi. Said b. El-Museyyeb’e: “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye soruldu. Dedi ki: “Evet, zaten ezberinde bulunmuyor mu?”

عَنْ نَصْرٍ الْبَاهِلِيِّ. قَالَ: كَانَ ابْنُ عَبَّاسٍ يَقْرَأُ الْبَقَرَةَ وَهُوَ جُنُبٌ

İbn Hazm el-Muhalla’da (1/79) Nasr el-Bahili’den rivayet ediyor: “İbn Abbas radıyallahu anhuma cünüp iken Bakara suresini okudu”

Abdestsiz olarak Mushaf’a dokunulamayacağını söyleyen âlimler şu hadisleri delil getirirler;

1- Amr Bin Hazm radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kur’an’a ancak temiz olan kimse dokunabilir.” (Darekutni (1/121) Beyhaki (1/87) Elbani el-İrva (122) Busayri İthaf (726) Metalibul Aliye (91) sahihtir.)

Ancak bu hadiste geçen “temiz” kelimesi, şu üç sınıf arasında ortak bir tabirdir:

a- Cünüp olmayan kimse: Bu anlamda olmasının delili; “Eğer cünüp iseniz temizlenin”(Maide 6) ayetidir.

b- Abdestli olan kimse: Bu anlamda oluşunun delili de; Mugire radıyallahu anh’ın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mestlerini çıkarmaya davranması üzerine; “Onları bırak, zira ben onları temiz (abdestli) iken giydim buyurmasıdır.

c- Bedeninde necaset olmayan kimse ve mü’min kişi: Bu anlamda olmasının delili; “Müşrikler ancak bir pisliktir.”(Tevbe 28) ayeti ile “Mümin necis olmaz” hadisidir.

Aşağıda geleceği üzere bu hadiste necislikle vasfedilen kafir kastedilmektedir. Allahu a’lem. Bu sebeple abdestsiz olarak Kur’ana dokunulmayacağına bu hadiste bir delil yoktur. Bununla birlikte sahih rivayette Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “Ben ancak namaz kılacağım zaman abdest almakla emrolundum” buyurmuştur. (Müslim (374) Tirmizi (1847) Ebu Davud (3760) Nesai (1/85) Ahmed (1/282, 359) İbni Huzeyme (1/23, 109) Taberani (11/122) Ebu Avane (1/229) İbni Ebi Şeybe (5/130) Beyhaki (7/276) Darimi (1/216) Tahavi Şerhu Maanil Âsâr (1/128)

2- Abdullah bin Seleme dedi ki; “Ali bin Ebi Talib’in yanına girdim. Bana dedi ki; “Cünüplük dışında hiçbir şey Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Kuran okumaktan perdelemezdi (veya şöyle dedi; alıkoymazdı).” (Zayıftır. İsnadında Abdullah bin Selime tek kalmış olup o ihtiyarlayınca aklı karışmış ve bunu ancak aklı karıştıktan sonra rivayet etmiştir. Bkz.: İbni Hibban (3/79) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (2/214) Ebu Ya’la (1/288, 327, 400, 436) Taberani Evsat (7/9, 121) Darekutni (1/119) Darekutni İlel (3/248-250) İbnul Ca’d Müsned (59) Beyhaki Şuab (2/379) Rafii et-Tedvin (2/495) Fethul Bari (1/408) Zeylai Nasbur Raye (1/196) Elbani Daifu Süneni Ebi Davud (30)

Hadis âlimlerimizin açık beyanlarına göre isnadında Abdullah bin Selime tek kalmış olup o ihtiyarlayınca aklı karışmış ve bunu ancak aklı karıştıktan sonra rivayet etmiştir. Bu rivayette zayıflık olmakla beraber Hafız İbn Hacer gibi bazı âlimler hasen saymışlardır. İbn Hacer; “Delil olarak kullanılmaya müsaittir ancak bu tartışmaya açıktır” demiştir. Rivayetin bir lafzında “Cünüp iken bir ayet dahi okumazdı” (Ahmed (1/110 no:830) Ziyaul Makdisi el-Muhtare (621) ziyadesi gelmiş ise de sabit olmamıştır, Allame el-Elbani bu ziyadenin zayıf, mevkuf ve münker olduğunu belirtmiştir. (Bu konuda detaylı bilgi için bkz.: Elbani el-İrvaul Galil (2/243) Zayıf olmasının sebebi Ebul Gurayf adlı ravidir. Ravileri güvenilir saymada gevşek oluşu bilinen İbn Hibban’dan başkası onu güvenilir saymamıştır. Muhaddisler İbn Hibban rahimehullah’ın ta’dilde tek kalmasına itibar etmemişlerdir. Fakat Ebul Gurayf hakkında Ebu Hatem er-Razi; “Hakkında eleştiriler vardır, rivayette meşhur değildir” demiştir. Neticede bu ravinin durumu meçhullükten kurtulmadığı gibi, hakkında eleştiriler olduğu da belirtildiğinden zayıftır. Darekutni bu rivayetin mevkuf olduğu illetini belirtmiştir. Münker olmasına gelince bu ziyade sadece Aiz Bin Habib’in rivayeti olarak gelmiştir. Bu hadisi nakleden diğer raviler bu ziyadeyi zikretmemişlerdir. Aiz Bin Habib ise, İbn Adiy’in de dediği gibi münker rivayetlerde bulunur.

Fakat sahih olduğu kabul edilse bile bu fiîlî bir hadistir ve bundan yasaklama söz konusu olmadığı için ancak müstehaplık ifade eder. İbn Huzeyme dedi ki; “Bu hadis cünübün Kuran okumasına engel değildir. Zira burada yasaklama olmayıp yalnızca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in fiili nakledilmektedir.” (İbn Hacer Telhisul Habir (s.15)

İmam Buhari ve başkalarının Aişe radıyallahu anha’dan rivayetine göre “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her durumda Allah’ı zikrederdi” demiştir. Kuran okumak, Allah’ı zikretmenin en kâmil şekillerindendir. Bu hadiste “her durumda zikrederdi” ifadesi genel olup bunu tahsis eden bir ibare gelmemiştir.

Cünüp olarak Kur’an’a dokunulmayacağını söyleyen alimler; “Doğrusu bu Kitap, sadece temiz olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da (Levhi mahfuz’da) mevcutken alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'dir.”(Vakıa 77-80) ayetini de delil getirirler. Lakin bu ayetteki zamir, ayetlerin siyakından da anlaşılacağı üzere Levh-i Mahfuz’a aittir ve temiz olanlar ile kastedilen de meleklerdir. Ayrıca cünüp olan mümin, Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisinde de geçtiği gibi, necis değil, temizdir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den dedi ki; “Medine yollarından birinde, ben cünüp iken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana rastladı. Gizlendim, gidip yıkandım ve geldim. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

Nerede kaldın Ya Eba Hureyre?” dedi. Ben:

“Cünüp idim, temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım.” dedim. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Subhanallah, müslüman necis olmaz.” (Buhari, Gusl: 23(285) Müslim (371) Ebu Davud (231) Tirmizi (121) Ahmed b. Hanbel (2/235, 382, 471) Nesai (1/145) Beyhaki (1/189)

Mü’min ister cünüp veya hayızlı, ister abdestsiz olsun temizdir. Ona ne hakiki anlamda ne de mecazi anlamda “necis” denilemez. Düşman topraklarına Mushaf ile sefer edilmesini yasaklayan hadis (Buhârî, (Cihâd 129) Müslim, (İmâre 92–94) Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, (Cihâd 81); İbni Mâce, (Cihâd 45) Mushaf’ın, necis olmakla vasfedilen müşriklerin eline geçmemesi içindir. Lakin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hirakl’e gönderdiği mektupta ayetler yazılı idi. (Bkz.: Buhari (hayız 7) ayrıca imam Buhari’nin Halku Ef’alil İbad adlı eserine bakınız.) Bu rivayet, kâfirin ayetler yazılı olan kâğıda dokunup okumasında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sakınca görmediğini gösterir. Ama cünübün Mushaf’a dokunmasının caiz olması hususunda açık değildir. Bazı âlimler üzerinde ayet yazılı olan kâğıt ile Mushaf arasında ayrım yaparak ayet yazılı olan kâğıda veya tefsirlere cünüp yahut Hayızlı olanın dokunabilse de Mushaf’a dokunamayacağını söylemişlerdir. Ancak bu yorumun delili yoktur. Zira Kur’anın Mushaf olarak cem edilmesi de Ebu Bekir radıyallahu anh zamanında gerçekleştirilmiştir. Bu da Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in böyle bir ayırım yapmış olmasının imkânsız olduğunu gösterir. Sahabelerden de bu şekilde bir yorum nakledilmemiştir. Allahu a’lem.

Netice olarak diyebiliriz ki; abdestsizin, cünüp veya hayız olanın Mushaf’a dokunmasını, Kur’an okumasını yasaklayan bir delil sabit olmamıştır. Ehli sünnet âlimleri bu konuda icma etmemişlerdir. Bu konuda yasak ifade eden bazı hadisler rivayet edilmişse de bunların hiçbirinin sahih olmadığı hadis uzmanlarınca tespit edilmiştir.
Lakin daha önce de belirttiğimiz gibi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine verilen selamı abdestsiz olarak cevaplamamış, (Ebu Davud (1/4) Nesai (1/16) Darimi (2/287) İbn Mace (1/145) Hakim (1/167) Beyhaki (1/90) Ahmed (5/80) Bkz.: Elbani Silsiletul Ehadisis-Sahiha (834), Allah’ın “es-Selam” ismini abdestsiz olarak anmaktan hoşlanmadığını belirtmiştir. Bu da abdestsiz ve cünüp olarak zikir veya kıraatin caiz olmakla beraber mekruh olduğunu gösterir. Şeyh Elbani de bu görüştedir.
– Ebu Muaz -

16 Kasım 2009 Pazartesi

Aşıların Koruyucu Olduğu Hurafesi

Domuz Gribi Aşısında neler var?

AŞI HAKKINDAKİ GERÇEKLER

(Zorunlu tutulan veya kullanılması için baskı oluşturulan aşılar hakkında)

Ağustos 2009'da İngiltere ve Fransa'da Domuz Gribi aşısı, hayvanlardan sonra az sayıda insan üzerinde, ABD'de ise 2 bin kişinin üzerinde denenmiştir. Ancak sonuçlar en fazla 2 aylık verilerle sınırlıdır.

Büyük ihtimalle, domuz gribi aşısı Türkiye’de aşıyı satan firmanın kendi personeli vasıtasıyla uygulanacaktır. Böylece Faz-1 deneyi Türkiye'de 28 milyon kişi üzerinde yapılmış olacaktır. Önceden hiçbir olumlu verisi olmayan, tehlikesi büyük olan bir aşının 6-36 aylık bebeklere, çocuklara, sağlık çalışanlarına ve savunma mensuplarına uygulanması bugüne kadar Türkiye'nin göreceği en büyük tehlike olabilir.

Aşılar Zararlı mı?

Grip aşıları dahil tüm aşıların, aşılanan kişiyi ömür boyu etkileyecek derin zararları vardır. Yeni üretilen bir aşının yan etkilerine yönelik araştırmalar kısa vadeli sonuçlar verir. Dolayısıyla yan etkilerinin 2-10 yıl sonra ortaya çıkabileceği gözardı edilmektedir. Çocuklarımıza yapılacak bir aşı eğer kısırlığa yol açıyorsa, bu, 15-20 yıl sonra çok acı bir şekilde anlaşılacaktır. AIDS virüsü çocuk felci aşılamasından 10-12 yıl sonra, otizm 2-4 yıl sonra, kas-kemik ve bağ dokusu hastalıkları 4-6 yıl sonra; sinir sistemi hastalıkları 2-10 yıl sonra ve Guillain-Barre sendromu hemen veya birkaç yıl sonra ortaya çıkmıştı. Aşının yan etkileri aşıdan hemen sonra ortaya çıkmayabilir. Aşının sebep olacağı bir hastalık 20-30 ve hatta 50 yıl sonra ortaya çıkabilmektedir.

Her ilacın kutusunda hangi maddeleri içerdiğine dair bir prospektüs bulundurma zorunluluğu vardır. Fakat uygulanan bir aşı partiler halinde gönderilmekte ve tek bir prospektüs taşımaktadır. Dolayısıyla hastanın prospektüsü inceleme imkanı yoktur.

Grip aşılarının Bilinen İçeriği

1-Alüminyum hydroxide, alüminyum fosfat, amonyum sülfat, amphotericin B

2-Domuz dokuları, At kanı, Tavşan beyni, Köpek böbreği, Maymun böbreği.

3-Civciv embriosu, Tavuk-Kaz yumurtası, Sığır serumu, Betapropiolacton

4-Doğmamış sığır serumu, Formaldehyde, Formalin jelatin, Köpekbalığı karaciğeri yağı.

5-İnsan fetusu ( Üçüncü gebelik ayı başından doğuma kadarki devre içinde ana rahmindeki canlıya verilen ad)

6-Maymun böbrek hücreleri

7-Yıkanmış Koyun kanı

8- Monosodyum Glukomat

9- Polioksidonyum (Sentetik proteinler ve nano materyaller içerir. Bunlar gende değişiklik yaptığı gibi fenotipte de değişmeler yapmaktadır)

10- İnsan spermi

11- Etilen gliserol (antifriz)

12- Antibiyotikler

13- Skualen

Tüm aşılarda etki arttırıcı ve koruyucu olarak kullanılan maddeler bellidir ve hemen hemen aynıdır. Çoğunun özellikleri araştırılmamıştır ve etkileri tam olarak bilinmemektedir. Bu maddelerin deride kabarcıklar, beyin zarı iltihabı, kan yapısında bozulma, sinir iltihabı gibi rahatsızlıklara sebep olduğu tespit edilmiştir.

İmmünolojist Hugh Fudenburg'un ifade ettiğine göre son 10 yılda art arda 5 grip aşısı olan kişilerin alzheimer olma ihtimalleri 10 kat artıyor. Bunun sebebi ise kullanılan aluminyum ve civadır. (thimerosal)

Formaldehid kanserojen olma özelliğinden dolayı mobilya üretiminde bile yasaklanmıştır.

Thimoresal, çocuklarda konsantrasyon problemi, öğrenme zorluğu, konuşma bozukluğu, havale, epilepsi, hiperaktivite, sürekli ve yüksek sesle ağlama ve daha bilinmeyen bir çok probleme yol açmaktadır.

Alüminyum hidroksit kas ve kemik gelişimi bozuklukları ve felçlere sebep olabilir.

Skualen, Körfez Savaşı sırasında Amerikan askerlerine verilen şarbon ilaçlarında mevcuttu ve ALS gibi immün sistemi tahrip eden çok ağır hastalıklara yol açtığı tespit edilmiştir.

Dr. J. f. Graetz aşının yanetkileri nedeniyle hastalananların hemen hemen hepsinde farklı derecede beyin tahribatı olduğunu tespit etmiştir.

Aşılar ve içerdiği katkılar sebebiyle ölümle sonlanabilen şiddetli alerji, tansiyonda ani düşme, ateş, havale, eklem iltihabı, kas ağrıları, deri döküntüleri, lenf bezlerinde büyüme, kronik yorgunluk, kronik baş ağrıları, bütün vücut kıllarında dökülme, kapanmayan yaralar, hafıza kaybı, sara nöbetleri, felç, kansızlık, ruhsal ve sinirsel problemler, nefes darlığı, kronik ishal, gece terlemesi ve daha pek çok rahatsızlık ortaya çıkmaktadır.

Aşı Denen Şey Korur mu?

Dr. G. Buckwald'a göre: Herhangi bir aşının (domuz gribi aşısı da dahil) hastalıklara karşı koruyucu olduğunu ispat eden herhangi bir veri yoktur. Yani hiçbir aşı korumaz. Aksine her aşı bağışıklık sistemine karşı açılan bir savaş, büyük hastalıklara hatta ölüme açılan bir kapıdır.

Peki Bu Israrın Sebebi Ne?

Tüm bunlar karşısında neden aşılama üzerinde bu kadar ısrar edilmektedir sorusu akla geliyor.

Günümüzde bütün aşıların üretiminde genetik klonlama ve rekombinant DNA teknolojisi kullanılmaktadır. Kullanılacak DNA parçası, maymun ve domuz da dahil olmak üzere herhangi bir organizmadan alınabilir. DNA parçasında genleri manipüle edilir ve bu şekilde rekombine edilmiş DNA parçası aşılarda kullanılır. Aşılardaki Rekombinant DNA insan DNA’sına 'sıçramakta’ ve kalıcı olarak yerleşmekte, özelliklerini değiştirmekte ve bozmaktadır.

Ayrıca aşı üretiminde, tavuk embriyosu, tavşan beyin hücresi, maymun böbrek hücresi, buzağı ve domuz doku hücresi kullanılmakta ve bu dokuların hücre ve proteinleri aşının içeriğinde kalmaktadır. Bu doku kalıntıları çeşitli virüsler ve kanser hücreleri taşıyabilir. Bu şekilde kanser ve benzeri ağır hastalıklar aşılar vasıtasıyla yayılabilir.

Maymunlaşmak ve Domuzlaşmak!

Aşı, enjeksiyon, ağız, burun, vajina mukozası veya genetiği degiştirilmiş besinler yolu ile hücre çekirdeğine ulaşmakta, yumurta ve sperm hücreleri dahil hücre genomuna yerleşmektedir. Tavuk, buzağı, tavşan, maymun ve domuz DNA’sı aşı ile kalıcı olarak insan genomuna karışmaktadır. Bu demektir ki insan, tavuklaşacak, sığırlaşacak, tavşanlaşacak, maymunlaşacak veya domuzlaşacak ve gelecek nesilde bu hayvanların fiziksel ve ruhsal özellikleri gibi fenotipik değişiklikler görünür hale gelecektir. Kur-an'ı Kerim'de Maide Suresi 60. ayette bu durum şu şekilde bildirilmiştir:

De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lanetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.”

Yakın zamanda domuz endometrimundan (rahim iç zarı) insanda kullanılabilecek özellikte kök hücre elde edildi. Bu, ilaç üreticileri için çok sevindirici bir buluştu. Çünkü ilaç üretimindeki zorluklar ve maliyetler bir anda ortadan kalkmış oluyordu. Domuz rahmini kürtaj ederek hemen hemen bedava, istendiği kadar kök hücre elde edilebilir.

Ancak kök hücrenin hedef hücrelere nasıl aktarılacağı araştırma konusuydu. Öyle görünüyor ki en kolay ve en etkili yol bulunmuştur: Domuz gribi aşısı burun mukozası yoluyla, yani hipofize giden en kısa yol ile verilmektedir. Hipofiz, bütün iç salgı bezlerini yöneten, bütün hormonların üretiminde ve hormonlar vasıtasıyla bütün süreçlerde rol alan en önemli salgı bezidir. Bu yolla fenotipik değişimler çok kısa zamanda gerçekleşmektedir.

Genetik Yapıyı Değiştirmek... Ne Demek?

Bu komplo teorisi gibi görünebilirdi. Ancak modern tıpta ve biyoteknolojide “Bugün hastalıkları ve belirtilerini ilaçlarla tedavi etmek yerine hastaların Genetik Yapısının Değiştirilmesi ya da eksik olan genin verilmesi tercih edilir” temel prensibine karşı her teori zayıf kalır.

Halbuki Kur'an-ı Kerim'de sadece aşılarda bulunan Genetik Müdahalelere değil genetik yapının değiştirilmesine dair her türlü müdahaleye karşı Nisa suresi 118 ve 119. ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:

“Allah o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi. Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsrana düşmüştür.”

Hastalık Üreten de İlaç Üreten de Aynı

İlaç şirketleri, 20. yüzyılda keşfettikleri “Hasta olanlara zaten ilaç satılıyor. Yeni hedef kitlemiz hasta olmayanlar” prensibi ile 'koruyucu hekimlik' adı altında sağlıklı bireylere aşı, biyolojik aktif maddeler ve vitaminler satıyor. İlginç olan şu ki, her ilaç firması sadece ilaç değil, GM tohumlar, tarım ilaçları, aromalar ve katkı maddeleri de üretiyor. Yani hastalık üreten maddeler de “tedavi” için sunulan maddeler de aynı şirketler tarafından üretiliyor. Ancak daha ilginci şu ki, milyarlarca insan şifa umuduyla hastalık üreticilerinden “ilaç” satın almaya devam ediyor.

İçeriğinde domuz hücrelerinin bulunması fıkhi olarak aşının durumunu ortaya koymaktadır. Fakat bazı din adamları 'zaruret' halini ileri sürerek, henüz ortaya çıkmamış, hatta belki hiçbir zaman da oluşmayacak bir salgını ‘zaruret’ kabul etmektedir. Hatta bu zaruret halini belirlemede Dünya Sağlık Örgütü gibi İslam dışı otoritelerin, İslam kaynaklı olmayan görüşlerini temel almaktadır.

Korunmak İçin Ne Yapmalı?

Prof. Dr. A. Rasim Küçükusta aşı hakkında şöyle diyor: “Domuz gribi ağır bir hastalık değildir. Belirtileri diğer grip türlerine göre daha hafiftir. Hastaların ateş düşene kadar evde istirahat etmeleri yeterlidir. Hastalık kendiliğinden geçer”

Ayrıca hastaların, iştahı gelene kadar yemek yememesi, bol miktarda limon suyu, greyfurt suyu içmesi, sarımsak ve soğan yemesi daha kısa zamanda iyileşmelerini sağlar.

Aşıların Etkili Olma İhtimali Var mı?

Bugüne kadar 863 tür grip virüsü belirlenmiştir. Bu 863 türden sadece 3 zincire karşı aşı geliştirilmiştir. İlaç şirketleri tarafından her yıl bu 863 türden biri için aşı geliştirildiği ve bu aşının da o türe karşı ortalama olarak %30 oranında koruma sağlayabileceği biliniyor. Ancak bu yıl 863 grip türünden hangisinin aktif olacağını doğal olarak kimse bilemiyor. Üstelik her sene başında tesadüfen seçilen türün, aşı üretildikten sonra mutasyon geçirmiş olma olasılığı yüksektir. Dolayısıyla aşı büyük ihtimalle hiçbir olumlu etki göstermeyecektir. Çünkü bu durumda aşı tamamen başka bir virüse karşı üretilmiş olacaktır.

Bu durum çok komik olabilirdi, trajik olmasaydı. Öyle görünüyor ki birisi insanlarla açıkça alay ediyor.

Ünlü Amerikalı çocuk doktoru Henry Bieler’e göre “Aşıların hastalıklar üzerinde hiçbir olumlu etkisi yoktur çünkü hastalıkların asıl sebebi mikroplar değildir. Hastalıkların sebebi toxemia (vücutta toksik madde toplanması) ve toxemia’nın hücre düzeyinde sebep olduğu bozulma ile mikropların çoğalması ve aktifleşmesine uygun ortam oluşmasıdır.” Toxemia’nın sebepleri arasında ise işlenmiş et ürünlerini, pastörize sütü, gıda katkı maddelerini, aşıları, ilaç ve deterjan tüketimini, tarım ilaçlarını sayabiliriz.

Dr. G. Buchwald 40 yılı aşan araştırmaları sonunda aşının bir faydası olmadığını ama pek çok zararı olduğunu tespit etmiştir. O şöyle diyor: “Aşı korumaz, Aşı yardım etmez, Aşı tahrip eder.”

Dünya, Aşılara Karşı Mesafeli

2 Kasım 2000’de Amerikalı Doktorlar ve Cerrahlar Birliği (AAPS) St. Louis’deki 57. toplantılarında çocuk aşılarının zorunlu olmasının kaldırılması için oy birliği ile karar aldı. Bu karara bir tane bile hayır diyen çıkmadı.

ABD Kongresi üyesi Dr. Ron Paul'un ifade ettiği üzere “1997'de geliştirilen Domuz Gribi aşısından ölenlerin sayısı 25, gripten ölenlerin sayısı sadece 1 idi.”

İngiltere’deki doktorlar şu anda ciddi bir korku içindeler. Tahminlerine göre bugün kullanılan grip aşısı Amerika’da 1976 yılında yaşanan grip salgınında kullanılan aşının analogudur (eşi).

Aşılar Birçok Derin Hastalığa Sebep Oluyor

1976’da Amerika’da kullanılan grip aşısının sonuçları:

• Aşıdan ölenlerin sayısı gripten ölenlerin sayısından daha fazlaydı.

• 500 kişide Guillain-Barre sendromu tesbit edildi.

• Guillain-Barre sendromuna yakalanma riski 8 kat arttı.

• Grip aşısının Guillain-Barre sendromuna sebep oldugu ispat edildikten 10 gün sonra aşılama durduruldu.

• Amerikan hükümeti tazminatlar için milyonlarca dolar ödemek zorunda kaldı.

Aşıların sebep olduğu belirtilen bazı rahatsızlıklar şöyledir:

Çocuk Felci Aşısı: AIDS’e

Tetanos: Beyin iltihabı’na

Hepatit B: Multiple Skleroz’a (MS)

Kızamık: Kalın bağırsak iltihabı, Beyin iltihabı’na

Kabakulak: Şeker hastalığı, Kramplı hastalıklar, Nörölöjik hastalıklar’a

Karma Aşılar: Ani çocuk ölümleri’ne

Grip Aşısı: Guillain-Barre sendrom’una, genetik ve fenotipik değişimlere sebep olmaktadır

Düşünün ve Karar Verin

Kendinize ve ailenize yaptırılacak her aşı için geniş bilgi toplayın. İçindekileri ve etkilerini öğrenin. Aşı olup olmamak konusunda SADECE SİZ karar verebilirsiniz. Unutmayın; aşıların sonuçları karşısından TEK SORUMLU SİZ OLACAKSINIZ.

Ne ilaç üreticileri, ne doktorlar, ne de devlet birimleri aşı ile oluşacak zararlar karşısında sorumluluk kabul etmezler.

 Dr. Aidin SALİH

6 Kasım 2009 Cuma

Muska Asmak ve Koruyucu Tedavide Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Temime ve Tedavi İle Alakası
 
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Bismillah.
Abdullah b. Vehb, el-Cami Fi'l-Hadis adlı cüzünde (no:675) İbn Lehia ve Amr b. el-Haris - Bukeyr b. el-Eşecc - el-Kasım b. Muhammed - Aişe radıyallahu anha isnadıyla şu hadisi rivayet etmiştir:
Aişe radıyallahu anha dedi ki:
ليس بتميمة ما علق بعد أن يقع البلاء
"Belanın gerçekleşmesinden sonra asılan şey temime değildir"
İsnad:
İsnadı sahihtir. Bütün ravileri güvenilirdir. İbn Lehia kitapları yandıktan sonra ezberinden rivayet etmeye başlamış ve rivayetleri karıştırmıştır. Lakin Abadile (yani Abdullahlardan biri) ondan rivayette bulunduğu zaman hüccettir. Çünkü sözü edilen Abdullahlar, İbn Lehia'nın kitapları yanmadan önce ondan rivayette bulunmuşlar, ezberinden rivayet etmeye başlayınca da onun rivayetlerini almamışlardır.ayrıca bu rivayette İbn Lehia tek kalmamış, İbn Vehb bunu Amr b el-Haris'den de rivayet etmiştir.
Hadis mevkuftur, lakin hükmen merfudur.
Tahric:
 İbn Abdilberr et-Temhid (17/163) Tahavi Şerhu Meani'l-Asar (4/325) Beyhaki (9/350) Nevevi el-Mecmu (9/66)
Şerh:
Temime; Arapların çocukları nazar gibi şeylerden koruması için astıkları şeylerdir. Bunun takdir edilen şeyi def edeceğini iddia etmeleri şirk olur. (İbnu'l-Cevzi Garibu'l-Hadis 1/112) Munavi bu izahı İbn Abdilberr'den nakletmiştir: Feyzu'l-Kadir (6/234)
İbn Faris'in Mucemu'l-Mekayisi'l-Luga adlı esesinde (1/313) şöyle denilmektedir: "Temime kelimesiyle tedavinin tamamlanmasını ve şifa talebini kastederler." bkz.: Lisanu'l-Arab (12/67)
İbnu'l-Esir, en-Nihaye'de (1/536) İbn Faris'in izahına şunu ekler: "Onlar bununla ancak şirk işliyorlardı. Çünkü onlar bununla haklarında yazılmış takdiri, Allah'tan başkasının def edebileceğine inanıyorlardı."
Tahavi de şöyle demiştir: "Bize göre bunlar, belayı önlemek için, beladan önce asılan şeylerdi. Böyle bir şeye ise Allah Azze ve Celle'den başkasının gücü yetmez. Bundan dolayı temime yasaklanmıştır. Çünkü bu bir şirktir. Belanın gelmesinden sonra olanlarda ise sakınca yoktur. Çünkü bu bir tedavidir." (Şerhu Maani'l-Asar 4/325)
Kadı Ebu Bekr İbnu'l-A'rabi, Tirmizi şerhinde şöyle demiştir: "Kuran ayetlerini asmak sünnete uygun değildir. Sünnete uygun olan sadece asmaksızın okumaktır."
İbn Abdilberr, Temhid'de (17/163) "Kim temime asarsa Allah onun işini tamama erdirmesin" hadisinin izahında şöyle demiştir: "Bu hadisin anlamı; bir belanın gelip gelmeme ihtimalinden korkarak, belanın vuku bulmasından önce temime asanın sıhhat ve afiyetini  Allah tamamlamasın demektir... Bütün bunlar, cahiliye halkının yaptıkları gibi, beladan koruyacağını veya geri çevireceğini zannederek temime ve kolyeler asmaktan sakındırmak içindir. Bunları Allah'tan başkası geri çeviremez. Afiyet veren de, belayı veren de, O'dur, O'nun ortağı yoktur. işte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların yaptıkları bu cahilliklerden yasaklamıştır." 
Diğer bazı hadislerde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, temime'nin yani muska, nazar boncuğu , cevşen, iğde dalı gibi şeyler asmanın şirk olduğunu, bir şey asanın Allah ile alakası kalmayıp o şeye havale edileceğini (Tirmizi 4/403, Nesai 7/112, Ahmed 4/310, 311, İbn Ebi Şeybe 7/375, Beyhaki 9/351) bildirmiştir.
Bu rivayet dikkate alındığında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, belanın gelmesinden önce, Allah'ın takdirini savacağı düşüncesiyle bir şey asmayı yahut günümüzde koruyucu tedavi adına yapılan asılsız bazı tedavileri kastettiği anlaşılır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, İmran b. Husayn radıyallahu anh'ın kolunda zayıflığı giderdiği düşüncesiyle asılan bir halka görünce buna şiddetle karşı çıkmıştır. Bela veya hastalık vuku bulmadan önce korunmak için muska, nazarlık gibi şeyler asmak caiz değildir, bu şirke götüren bir vesiledir. Bir ara "bio sağlık bileziği" adıyla mıknatıslı bilezikler yaygın olmuştu. sonra bunun faydasız bir şey olduğu ilan edildi ve bir çok kimse bu bilezikleri kullanmayı terk ettiler, bazıları da kullanmaya devam etti. Sözkonusu bilezikler ile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in İmran b. Husayn'ı sakındırdığı halkaya beslenen asılsız itikad birbirine benzemektedir.
Bela vuku bulduktan sonra ise ancak Kur'an ve sünnette meşru oluşu  belirtilen rukyeleri yapmak ve tedavi olmak meşrudur. Nitekim başka bir hadiste: "Tedavi olunuz, zira Allah şifasını indirmediği bir hastalık vermemiştir" (Ahmed 4/315 Ebu Davud tıb 1) buyrulmuş, ancak bu konuda da haram ile tedavi yasaklanmıştır.
Tahavi, konumuz olan hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "İşte bu sebeple dağlama tedavisinin hastalığın inmesinden önce yapılması yasaklanmış, belanın gelmesinden sonra yapılmasının da mubah kılınmış olması ihtimali vardır. Çünkü belanın gelmesinden sonra yapılan iş ancak bir tedavi olur."
Dünya sağlık örgütü (WHO) bütün ülkelerde bazı aşıların 0-5 yaş arası çocuklara uygulanmasını ısrarla devam ettirmekte, bunun hakkında Armagedon ile ilişkilendirilen çeşitli teoriler gündeme gelmektedir. Bunların komplo teorisi olup olmadığı şimdilik bizi çok da ilgilendirmiyor, lakin şurası bir gerçektir ki, hastalığın vaki olmasından önce "koruyucu tedavi" olarak, hastalıklara karşı koruyucu olduğu ispatlanamayan ve hatta faydadan çok zarar verdiği bildirilen aşıları yaptırmanın meşru oluşuna delalet eden açık bir nas yoktur ve bu tevekkül inancını sarsıcı şüpheler taşımaktadır. Bunun Allah'ın takdirini def edeceğine inanmak ise bir çeşit şirktir.
Zehirlenmeye karşı Acve hurması gibi gıdalar, sahih hadislerle meşru bir sebep olduğu bildirilen hakiki sebeplerdir. Nazarlık, muska, faydası ispatlanmamış aşılar gibi sebepler ise, hakiki değil, vehmî (zannî) sebeplerdir.  Sebeplere sarılma konusunda hakiki sebepler ile vehmî sebepleri Hafız İbn Receb, Şeyh İbn Useymin ve Şeyh Sa'dî kaide olarak zikretmişlerdir. İbn Teymiyye, İbn Kayyım ve diğer imamların zikrettikleri diğer bir kaideye göre de; "Tevekküle dayanarak meşru sebepleri terk etmek; akıl için bir lekedir.  Sebeplere dayanarak tevekkülü terk etmek ise din için bir lekedir."
Herhangi bir şey asılmadan, okumak şeklindeki rukye ise, hastalık veya belanın başa gelmesinden önce de sonra da, içeriği sakıncasız olduğu sürece meşrudur. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bana yaptığınız rukyeleri söyleyin, çünkü şirk olmadığı sürece rukye yapmakta sakınca yoktur." (Müslim selam 64)
Konumuz olan temime ise, rukyeden yani okuma suretiyle yapılandan farklıdır. Çünkü temime, muska, iğde dalı, nazar boncuğu gibi asılan şeyleri ifade etmektedir. Temime, muska ve nazarlık anlamlarına geldiği gibi, tedavi amacıyla asılan maddeleri de kapsamı içine alır.
İşte konumuz olan Aişe radıyallahu anha rivayetinin önemi burada devreye girmektedir. "Belanın vuku bulmasından sonra asılan şey temime değildir" sözünde kastedilenin, yukarıda zikrettiklerime uygun olarak, doğru anlaşılması için şunları düşünmek durumundayız;
Salih selefimiz, herhangi bir kimsenin boynunda ip, kolye, muska, nazarlık gibi şeyler görünce bunu koparmanın, o kimseyi azat etmek gibi olacağını belirtmişlerdir. Demek ki hastalık veya bela başa geldikten sonra olsa dahi, içeriği Kuran'dan olsa bile muska, ip, nazarlık gibi şeyler asılamaz. Zira bunların meşru kılınan tedaviden olmadığı gibi, tıbben de bir faydası olmadığı bilinen bir husustur. Ancak tedavi edici özelliği sebebiyle bağlanan maddelerin - az sonra zikredeceğim hadiste geçen Ud-i Hindî gibi - belanın vuku bulmasından sonra asılmasının temime'den sayılmayacağı Aişe radıyallahu anha hadisinde zikredilen husus olmalıdır.
Bu gibi maddeler tedavi olarak kullanılabilirse de, belanın vuku bulmasından önce bunları asmanın da aynı şekilde diğer temime unsurları kapsamında olacağı anlaşılmaktadır. Şüphesiz bu da tevekkülü zedeleyici bir anlam taşımaktadır. Zira bu gibi maddelerin faydası ancak hastalığın vuku bulmasından sonra sözkonusudur. hastalıktann önce kullanılarak, koruyacağı düşüncesiyle bunların asılması, bağlanması, kuruntudan ibarettir.
İbn Abdilberr el-İstizkar'da (8/397) İshak b. Rahuye'den, İmam Ahmed'in, "Belanın vuku bulmasından sonra asılan şey mubahtır" dediğini nakletmiştir.
Bu blogda yayınladığım diğer yazıda müslüman, araştırmacı bir tabip olan Dr. Aidin Salih hanımefendinin, koruyucu tedavi adına yapılan aşıların hiçbir şekilde faydalı olmadığı, bilakis ciddi zararlar verici mahiyette olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca bazı aşıların içeriğinde de gayri meşru maddelerin bulunduğu ifade edilmektedir. Şer'î maslahatların gözetilmesi açısından elbette bu gibi konularda kafir tabiplerin değil, müslüman tabiplerin değerlendirmeleri bizim için önemlidir.
Sebeplere sarılmak meşrudur, lakin tutunulan sebebin, meşru bir sebep olduğu bilinmelidir. Belanın gelmesinden sonra temime asmak meşru diyerek nazar boncuğu veya içinde ne olduğu bilinmeyen muskalar yahut içinde bidat terkipler olduğu bilinen şiaların uydurduğu ve sonra da taptıkları, üzerine hurafeler bina ederek - hiçbir ameli olmasa da - cennete götürücü vesile saydıkları,  kendilerine nurcular denilen gafil kimselerin de sahiplendikleri cevşen gibi şeyler asılamaz. Zira bunlar yasaklanmıştır. Ne koruyucu olması amacıyla ne de tedavi amacıyla asılamaz.
Ümm Kays bt. Mihsan radıyallahu anha şöyle demiştir: "Bir oğlum ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gittim, üzerine boğazındaki ağrıdan dolayı uzre (burnuna bezden tampon ile birlikte nazar boncuğu gibi şeyler) asmıştım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu astığınız şeylerle çocuklarınızı neden korkutuyorsunuz? size ûd-i Hindî'yi tavsiye ederim. Onda yedi hastalığa şifa vardır. Bunlardan birisi zatulcenb'dir. Boğaz ağrısında burna çekilir, zatulcenbden dolayı da ağıza damlatılır." (Buhari tıb 21, Müslim selam 86-87)
Bu hadiste görüldüğü gibi, hastalıktan sonra dahi nazar boncuğu gibi şeylere tevessül etmek yasaklanmış, meşru olan tedavi tarif edilmiştir.
Allah en iyi bilendir.

13 Ekim 2009 Salı

Kalbin Genişlemesi

Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.

"Ey iman edenler! Âllah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),


"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra,

Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.

İyi bilinmesi gerekir ki, tevhid; gönlün ferahlığını ve genişliğini sağlayan en önemli sebeptir. Gönlün ferahlığı ve genişliği, tevhid ne kadar kamil ise o oranda artar. Nitekim Allah Azze ve Celle buyurur ki;

Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah'ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.”(Zümer 22)

Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.”(En’am 125)

Şüphesiz tevhid ve hidayet, kalp genişliğini sağlayan sebeplerin en büyüğüdür. Şirk ve dalalet, gönül darlığına sebep olan şeylerin başında gelirler.

Kalp genişliğini sağlayan bir nur vardır. Allah Teala bu nuru kulunun kalbine bir ışık olarak koyar, bu iman nuru, kulun kalbine girdiği zaman, o kalp, ferahlık, genişlik, mutluluk ve sevinçle dolar. Bu nuru kaybedince de darlığa düşer, şiddetli zorluklarla baş başa kalır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Bu nur kalbe girince, kalp rahatlar ve genişler” buyurdu. Sahabeler r.a.; “Bu nurun kalbe girmesi neyle mümkün olur?” diye sorduklarında buyurdu ki;

Gurur evinden Ebediyet evine yönelmek ve gelmeden evvel ölüme hazırlıklı bulunmak ile[1]

Kişinin kalp genişliği ve gönül rahatlığı, bu nurdan payı nispetincedir. Aynı şekilde gönül darlığı ve huzursuzluk, zulmette kalmak, bu nurdan mahrumiyet nispetincedir.

Kalp genişliğini sağlayan sebeplerden biri de ilimdir. Şüphesiz ilim, kalbin her köşesini, gökten ve yerden daha geniş ve rahat kılar. Bir şahsın ilmi arttıkça, gönlünün genişliği de o nispette artar. İlim derken her ilmi kastetmiyoruz! Bu ilim, peygamberlerden miras olarak kalan ilimdir. Zira peygamberler mal ve para miras bırakmazlar, onların mirası ilimdir. Bu ilim mirasına konan, büyük bir mirasa konmuş olur. Bu ilim sahiplerinin kalbi çok geniş, yaşayışı çok hoş, ahlakları diğer insanlardan çok daha güzeldir. Allah Azze ve Celle’yi sevmek ve ebediyet evine girmek bu ilim sayesinde mümkün olur.

İmam el-Evzai’nin dediği gibi; “İlim, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ve ashabından nakledilendir. Başkası değildir.”[2]

Gönlün ferahlığını sağlayan diğer bir sebep, sevgi ve muhabbettir. Gönlün ferahlığını artırmak ve kemale erdirmek, sevgiyi, muhabbeti kuvvetlendirmeye ve olgunlaştırmaya bağlıdır. Gönlün darlığını gerektiren kuvvetli etkenlerden biri de haktan yüz çevirme, kalbi Allah’tan başkasına bağlama, Allah’ı hatırlamaktan gaflet ve O’ndan başkasını sevmektir. Allah’tan başkasını seven, bu sevgiden dolayı azap çeker ve sevdiği kimsenin esiri olur, sevdiği ile hapis olur. Dünyada bundan daha kötü bir yaşayış, bundan daha fena bir hisse olamaz.

İki çeşit sevgi vardır; birincisi; nefsin sevinci, kalbin lezzeti, ruhun nimeti, dertlerin devası olan sevgidir. Bu, kalbin tamamen Allah sevgisiyle dolmasıdır.

İkincisi; ruha azap veren, nefsi üzen, kalbi sıkan, gönlü daraltan ve her belanın sebebi olan sevgidir. Bu da Allah’tan başkasına olan sevgidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, bir kimseyi sırf Allah için sevmeyi (ya da buğz etmeyi) imanı kemale erdiren sebepler arasında zikretmesi cidden üzerinde düşünülmesi gereken konudur. Yani, sevilen kimsenin sevgisi, Allah’ın sevgisine endekslidir. Mü’min bir kul için, Allah’ın sevmediği bir kişi veya şeyi sevmesi düşünülemez.

Kalbin genişliğini sağlayan sebeplerden bir diğeri, Allah’ı devamlı olarak hatırlamak, zikretmektir. Ama ruhun zehiri, nefsin gıdası olan raks ve musikinin karıştığı zikir değil!

Yine imkan nisbetinde, Allah’ın yarattıklarına yardım etmek, maddi ihsanda bulunmak kalp genişliğine sebep olur.

Nefsi çirkin sıfatlardan temizlemek de gönlü rahatlatan etkenlerdendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sayılan hasletlerin tamamında kemal sahibi idi. Kim O’na uyarsa kamil insan olur.

Gerçeği söyleyen ve doğru yola hidayet eden yalnız Allah’tır.


25 Muharrem 1425

[1] Said Bin Mansur (5/88 no 918) Taberi Tefsiri (8/27) Kurtubi (15/247) İbni Kayyım Fevaid (s.27) Miftahu Dari's-Seade (1/149) Zadu'l-Mead (2/24) Tefsiru Begavi (4/76) Firuzabadi Sifru's-Seade (s.140) Suyuti Dürrü'l-Mensur (7/219) hadisi İbni Mes’ud r.a. rivayet etmiştir. Hadis, mürsel muttasıl olarak rivayet edilmiş olup tarikleri birbirini kuvvetlendirmektedir. Hakiym et-Tirmizi Nevadir’de İbni Ömer r.a’den rivayet etmiştir. İbni Kayyım’ın müteaddit yerlerde imam Ebu İsa et-Tirmizi’nin Cami’ine bu hadisi nisbet etmesi bir yanılgı olmalıdır.
[2] İbni Kesir el Bidaye (10/197)

19 Eylül 2009 Cumartesi

Bayramlar hakkında

Bismillahirrahmanirrahim. velhamdulillahi rabbil alemin. vessalatu vesselamu ala Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
1-Bayram tebrikleşmesi hakkında İbn Teymiyye rahimehullah İmam Ahmed'den şöyle rivayet etmiştir: "Bayramlaşmaya ilk ben başlamam. başkasının başlaması daha çok hoşuma gider. çünkü selamı almak vaciptir. bayramlaşmaya ilk başlamak ise ne farz ne de yasaklanan bir sünnettir. kim bunu yaparsa onun için bir örnek, kim de terk ederse onun için bir örnek vardır. Allah daha iyi bilir." (Mecmuu'l-Fetava 24/253)
2- Bayramlarda ziyaret caiz olmakla beraber, sıla-i rahmi bayramlara tahsis etmek, akrabalar, arkadaşlar ve komşuların bayramda ziyaret edilmediği takdirde günaha girildiğine veya sünnetin terk edildiğine inanılması bidattir. Zira - bildiğimiz kadarıyla - dinde; bayramda ziyaretleşerek tebrikleşmeye dair bir teşvik varid olmamış, sahabeler de bayrama mahsus ziyaretleşmeler yapmamışlar, bayram namazında buluşup bayramlaşmışlardır. Ziyaretleşme ve sılayı rahm hakkındaki teşvikler geneldir. Bunların bayramlara tahsis edilmesi için şer'î delil gerekir. Allah en iyi bilendir.
3- Öncekilerin; hristiyanlardaki cadılar bayramına özenerek bayramlarda çocukların şeker toplamaya çıkmalarının müslümanlar arasında sıradan hale gelmesi gibi, son günlerde de hristiyanların noel babalarına özenerek bayram dede bidati uydurulmaktadır. müslümanların dinlerinin selameti için bu çirkinliklerden uzak durması, çocuklarını da sünnet üzere terbiye etmeleri gerekir.
4- Şeyh Muhammed Abdusselam eş-Şukayri, es-Sunen ve'l-Mubtediat'ta (s.115) şöyle der: "Bayram namazından sonra mezarlıkları veya evliya kabirlerini ziyaret de bidattir. Ramazan ve Kurban bayramı geceleri ve gündüzleri ve arafe günü kılınan namazın faziletinden bahseden hadisler uydurulmuş birer yalandan ve atılmış birer iftiradan başka bir şey değildir. sizlere tavsiyem Buhari ve Müslim'den bayram namazı konularını okuyarak bilgi sahibi olmanız ve gerçeği öğrenmenizdir. Sonra bayramlarda çörek, börek, balık vb. etler ve benzerlerine (türkiyede; baklava, dolma vs. adettir) yapılan harcamalarda aşırı gitmek şüphesiz ki haramdır. çünkü Allah "Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitmeyiniz" (Araf 31) buyurmaktadır. ancak israfa kaçılmazsa bunlar mubah olan şeylerdir. zira hadiste: "Teşrik günleri yeme, içme ve Allah'ı zikretme günleridir." buyrulmuştur.
Allah salih amelleri bizden ve sizden kabul etsin, bizleri Allahın hükmüyle hükmeden bir islam devletine kavuşturarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabının sünnetine göre bayramlar yaşamayı nasip etsin.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Kafirlere Nasıl Selam Verilir?

Kafirlere Nasıl Selam Verilir?
El-Elbani’nin es-Sahiha’da 704 No’lu hadise yaptığı açıklama
Terceme: Ebu Muaz
" لا تبدءوا اليهود و النصارى بالسلام و إذا لقيتم أحدهم في طريق ، فاضطروهم إلى أضيقه " .
704- “Yahudi ve Hristiyanlara selama siz başlamayın. Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız onları yolun dar yerine sıkıştırın.”
Bunu Müslim, Edebu’l-Mufred’de Buhari, Ahmed ve başkaları Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisinden merfu olarak rivayet ettiler. Bu hadisin tahrici İrvau’l-Galil (no:1271)’de yapılmıştır ve bu kitapta no:1411’de gelecektir.[1]
Burada bu hadisi zikretmemizin sebebi şudur: hadis ehlinden arkadaşlarımızla bir mecliste bir araya gelmiştik. Gayr-i Müslim birine selam ile başlamanın caiz olup olmadığı şeklinde bir soru geldi. Cevabımda bu hadisi delil getirerek caiz olmadığını söyledim. Onlardan biri hadisten anlaşılanın “şayet onlardan biri ile yolda karşılaşılırsa selama başlamanın yasak olduğunu” ama dükkanına veya evine gidildiğinde selamla başlamaya engel bulunmadığını iddia etti. Sonra bu mesele etrafında uzun münakaşalar oldu. Herkes kendi görüşüne delil getirdi. O gün benim görüşüm: “Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız…” ifadesinin, sadece yolda karşılaşılması halinde değil, mutlak olarak onlara selamla başlamayı yasakladığı, burada kayıtlama değil, bir cümlenin diğerine atfedilmiş olduğu şeklinde idi. Bu konuda bu cümlenin gerektirdiği manaya dayanmıştım. Bu mana; onların yolun dar yerine sıkıştırılması ile ancak küfürlerinden dolayı onlara ikram edilmemesine işaret edilmesidir. Bundan dolayı onlara selama başlanmaması bu anlama uygun düşer. Bu da hükmün genel oluşunun gerektirdiğidir.
Bu görüş, o gün söylediğim şey idi. Sonra bunu kuvvetlendiren ve şahitlik eden bir çok rivayet buldum:
Birincisi: Hadisin ravisi Suheyl b. Ebi Salih’in şu sözüdür:
“Babamla beraber Şam’a gitmiştim. Şam’lılar savma’a ehline (rahiplere) uğruyor ve onlara selam veriyorlardı. Babamın şöyle dediğini işittim:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu..” diyerek hadisi zikretti. Bunu Ahmed (2/346) ve Ebu Davud Müslim’in şartına göre sahih bir isnad ile rivayet etmişlerdir.
Bu, hadisin ravisi olan güvenilir tabii Ebu Salih Zekvan’ın ifadesi olup, yasağın, sadece yolda değil, evinde dahi olsa her iki kitap ehlini kapsadığını göstermektedir. Hadisin ravisi, rivayet ettiği hadisin anlamını başkalarından daha iyi bilir. Bundan yararlanmanın en az derecesi bu sözün tercihe daha uygun olmasıdır.
Buhari’nin Edebu’l-Mufred’de (1111) ve Ahmed’in Musned’inde (2/444) hadisin şu şekilde geçen metninde işkal (karışıklık) yoktur:
“Yolda müşriklerle karşılaşırsanız selama siz başlamayın. Onları yolun dar kısmına sıkıştırın” zira bu lafız şazdır.
Nitekim yine Buhari (1103) Müslim, Ahmed (2/266, 459) ve başkaları, Suheyl b. Ebi Salih yoluyla, ilk lafızla rivayet etmişlerdir.
İkincisi: Ebu Osman en-Nehdi şöyle demiştir:
“Ebu Musa (radıyallahu anh) bir lidere mektup yazarken selam yazdı. Ona:
“Kafir olduğu halde ona selam mı veriyorsun?” denildi. Dedi ki:
“Muhakkak ki o bana mektup yazdı ve selam verdi. Ben de onun selamını cevaplıyorum.”
Buhari Edebu’l-Mufred’de (1101) ceyyid (iyi) bir isnad ile rivayet etmiştir.
Bunun delil çıkarılan yönü: “Kafir olduğu halde ona selam mı veriyorsun?” diyen kimsenin sözüdür. Bu söz, sadece yolda karşılaşmaya mahsus değil, genel olarak kafirlere selam vermenin onlara göre caiz olmadığının bilindiğini düşündürüyor. Bu yüzden bunu söyleyen kimse Ebu Musa radıyallahu anh’e karşı çıkmış, o da bunu ikrar etmiş, inkar etmemiştir. Hatta selama başlayanın kendisi olmadığını, verilen selamı cevapladığını söyleyerek mazeretini söylemiştir. Böylece neyi kastettiği sabit olmuştur.
Üçüncüsü: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Rum kralı Hirakl’e yazdığı mektupta – o sırada Şam’da idi – selam ile başlamamış sadece şöyle yazmıştır:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ın kulu ve rasulü Muhammed’den Rum büyüğü Hirakl’e… Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun…”
Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Bu hadis Buhari’nin Edebu’l-Mufred (no:1109)’da mevcuttur.
Şayet bahsedilen yasak sadece yolda karşılaşmaya mahsus olsaydı, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elbette İslami selam ile başlar ve “Selam hidayete tabi olanlara” demezdi.
Dördüncüsü: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Yahudi çocuğu ziyaretinde “Müslüman ol..” demiş, selamla başlamamıştır.
Bu sahih hadisi Buhari ve başkaları rivayet etmiş olup, el-İrva’da (1272) tahrici yapılmıştır.
Şayet selama başlama yasağı sadece yolda karşılaşma hususunda olsaydı, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem elbette selamla başlardı. Zira Yahudi çocuğun yolda bulunmadığı açıktır.
Beşincisi: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem amcası Ebu Talib’in vefat hastalığında onun yanına geldiğinde yine selamla başlamamıştır. Sadece: “Ey amca! La ilahe illallah de…” demiştir.
Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiş, el-İrva’da (1273) tahrici yapılmıştır.
Bu rivayetlerden, iki kitap ehline selamla başlamanın mutlak olarak caiz olmadığı sabit olmaktadır. Yolda, evde veya başka yerde olması eşittir.
Şayet: “Selam dışında başka bir şeyle mesela “İyi sabahlar”, “iyi akşamlar” yahut “Nasılsın” gibi sözlerle başlamak caiz midir?” diye sorulursa derim ki:
Allah en iyi bilendir ya, benim anladığım kadarıyla bu caizdir. Zira hadiste zikredilen yasak sadece selam hakkındadır. Bundan da mutlak olarak Allah Azze ve Celle’nin ismini ihtiva eden İslami selam kastedilir. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“es-Selâm Allah’ın yere koyduğu isimlerinden bir ismidir. Aranızda selamı yaygınlaştırınız.”
Bunu Buhari Edebu’l-Mufred (989)’da rivayet etmiştir. Nitekim bu kitabın (es-Sahiha’nın) 184 nolu hadisi olarak daha önce geçmişti. 1894 nolu hadiste de buna işaret edilecektir.
Bu anlattıklarımızı Alkame’nin şu sözü desteklemektedir: “Abdullah (ibn Mes’ud) radıyallahu anh gayri Müslimlere işaretle selam verirdi.”
Bunu Buhari (1104) “Zımmî’ye işaretle selam veren kimse” başlığıyla açıklayarak rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir.
İbn Mesud radıyallahu anh onlara işaretle selam vererek başlamayı caiz görmüştür. Zira bu Müslümanlara has selam değildir. Bundan dolayı onlara yukarıda bahsedilen sözlerle selam verilebilir.
Hanbeli mezhebine ait “ed-Delil” gibi bazı kitaplarda onlara “Nasıl sabahladın? Akşamın nasıl geçti?” veya “Nasılsın, durumun nasıl?” gibi sözlerle başlamanın da haram olduğu geçmektedir. Buna dair sünnetten bir delil bilmiyorum. Hatta bu kitabın şerhi olan Menaru’s-Sebil’de bu hükme selama kıyaslanarak varıldığı açıklanmıştır!
Derim ki: Açıkça görüldüğü gibi; selamda bulunup bahsedilen diğer sözlerde bulunmayan faziletlerden dolayı bu uzak bir kıyastır. Allah en iyi bilendir.
Diğer bir mesele; işaretle bahsettiğim mecliste geçen başka bir konudadır. Bu da: “Gayri Müslimlerin selamına cevap verirken “ve aleykum selam” demenin caiz olup olmadığıdır.
Selamın fasih ve açık olması, Yahudilerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e yaptıkları gibi dillerini bükerek “es-Samu aleykum (ölüm üzerine olsun)” denilmemesi şartıyla bunun caiz olduğunu söyleyerek cevap vermiştim. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde verilen selama sadece “ve aleykum” diye cevap verilmesini emretmiştir. Nitekim bu Sahihayn’da ve başka eserlerde Aişe radıyallahu anha’dan sabit olmuştur.
Derim ki: Bu meşru kılmanın sebebine bakıldığında zikredilen şartın tahakkuk etmesi halinde verilen selamın aynısıyla cevap vermenin caiz olması gerekir. Bu meseleyi şu iki husus destekler:
Birincisi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Muhakkak ki Yahudiler sizden birine selam verdiklerinde ancak: “es-Samu aleyke (ölüm üzerine olsun)” derler. Siz de “ve aleyke (senin de üzerine olsun)” deyin” sözüdür.
Bunu Buhari ile Müslim rivayet etmiştir. Yine Buhari Edebu’l-Mufred’de (1106) rivayet etmiş, el-İrva’da (5/112) tahrici yapılmıştır.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: “Siz de: “ve aleyke” deyin” buyururken bunun illetini, onların “es-Samu aleyke” demelerine bağlamıştır. Bu illetlendirme onların “es-Selamu aleyke” demeleri halinde “ve aleyke’s-Selam” diye aynısıyla karşılık vermeyi gerektirir. Aşağıdaki husus da bunu destekler:
İkincisi: Allah Teala’nın: “Bir selamla selamlandığınız vakit ondan daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık verin” ayetinin umumi oluşudur. Zira bu umumilik müslüman olmayanları da kapsamaktadır.
O mecliste söylediklerim bunlar idi. Şu an ekleme yaparak şunları da söylüyorum:
Ayetin umumi oluşunu şu iki mesele pekiştirmektedir:
Birincisi: Buhari Edebu’l-Mufred’de (1107) – metin akışı ona aittir – ve İbn Cerir et-Taberi Tefsir’inde (10039) iki rivayet yoluyla; Simak – İkrime – İbn Abbas radıyallahu anhuma tariki ile rivayet ediyorlar: İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
“Yahudi, Nasrani (hristiyan) veya mecusinin selamına cevap veriniz. Zira Allah Teala: “Bir selamla selamlandığınız vakit…” buyuruyor” dedi.
Derim ki: isnadı sahihtir. Şayet Simak’ın İkrime’den rivayeti ile olmasaydı ondan rivayeti özellikle muzdariptir. Bunun merfu olması halinde böyle olması muhtemeldir. Görüldüğü gibi burada rivayet mevkuf gelmiştir. Said b. Cubeyr’in İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan şu rivayeti de bunu destekler: İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
“Şayet bana Firavun dahi “Allah sana mubarek kılsın” dese, ben: “Sana da” derim. Fakat Firavun öldü.”
Buhari Edebu’l-Mufred’de (1113) Müslim’in şartına göre sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.
İkincisi: Allah Teala’nın: “Allah sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve adaletli davranmanızı yasaklamaz. Muhakkak ki Allah adaletli davrananları sever.” Ayetidir.Bu ayet, müminlerle barışık olup yurtlarında barındıran, eziyet etmeyen kafirlere iyiliği emretmesi ve onlara karşı adaletli olunması konusunda açıktır. Şüphe yok ki onlardan biri açıkça “es-Selamu aleykum” diyerek selam verse ve biz onu “ve aleyke” diyerek cevaplasak bu ne adalete uyar ne de ona iyiliğe. Zira bizler bu durumda onunla “es-Samu aleykum” diyen kimse arasında eşit davranmamış oluruz. Bu da açıkça zulümdür. Allah en iyi bilendir.
[1] Şeyh Elbani es-Sahiha (1411)’de bu hadisin tahricini şu şekilde yapmıştır: Muslim (7/5) Ebu Davud (2/642) Ahmed (2/346, 459) İbn Sunni Amelu’l-Yevme ve’l-Leyle (337)

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Diyanette Tarihi Ramazan Skandalı!

Diyanet'te tarihi Ramazan skandalı

Emrullah Öztürk/ TIMETÜRK
Hilal gözetleme, ülkemizde ve İslam âleminde bir türlü çözüme kavuşturulamayan bir mesele. Ramazan yaklaşırken Hilalin görülmesi konusu yıllardır Müslümanların gündeminde yer alan tartışmalardan biri.
Konunun tartışılan tarafı, ilmi verilere dayanarak hazırlanan takvimlerde belirtilen Ramazan ve bayram günleriyle hilali gözetleyip, görüldüğünde duyurulan günün farklılık arzetmesi halinde Müslümanların kafasında oluşturulan tereddütler...
Bir taraf hilalin çıplak gözle görülmesi gerektiğini savunurken karşı taraf tekonolojik imkânların hilalin tespitini mümkün kıldığını öne sürüyor.
Peki, hangi taraf haklı?
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NIN 22 YILDIR GİZLEDİĞİ HATA NE?
Milli Gazete yazarlarından Ebubekir Sifil konuyla ilgili yaşanan tartışmaları dün köşesine taşırken 1986 - 1987 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı'nda yaşanan ve yıllardır halktan saklanan bir skandalı gözler önüne serdi. Harameyn Turizm'in sahibi Ahmet Ziya İbrahimoğlu'na, o yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı Vakit Hesaplama Şubesi'nin müdürü olarak görev yapan Albay Arif Hikmet Köklü tarafından aktarılan olay, hilal gözetleme sorumluluk ve geleneğini Türkiye'de ne kadar zayıf ve yetersiz hale düşürüldüğünün acı bir göstergesi.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu 1986 - 1987 yıllarında hilalini nasıl gördüğümüzü, birinde bir gün, diğerinde iki gün sonra Türkiye'de bayram yapılmış olması sebebiyle Müslümanların bayram günlerinde oruç tutma durumunda kalmalarını anlatmaya çalışırken, belgelerini sunmasına fırsat bırakmadan: “Evet bahsettiğiniz o iki yılda Türkiye'de biz hata yaptık Suudi Arabistan'dan hilalin görülmesi doğrudur. Mesele ilmin yanılması değil, hilalin kavuşma anıyla, dünyadan görülme anı konusundaki hatalı değerlendirmeden kaynaklanmaktadır. Bu yanılmayı ben zamanın Diyanet İşleri Başkanı'na bildirdim; fakat takvimlerden farklı bir bayram günü duyurmanın bazı sıkıntılara yol açabileceği endişesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı sessiz kalmayı tercih etti” dediğini aktardı.
TEK HatayI TÜRKİYE Mİ YAPTI?
İbrahimoğlu, bununla beraber Suudi Arabistan'daki uygulamada hata yapılmadığını veya yapılmayacağını da asla söylemek istemediğini de net bir şekilde ifade ediyor. İki binli yılların başında Ru'yet-i Hilal konusunda Suudi Arabistan'da da iki yıl hatalı uygulama yapıldığına dikkat çeken İbrahimoğlu hata anlaşılınca kamuoyuna duyurularak eksik kalan günlerin kaza edilmesi gerekliliği hatırlatılmış olduğunu belirtti.
Bu durumda her iki tarafın da hata yapabileceğini kabul etmek gerektiğini belirten İbrahimoğlu, 'dinini yaşamakta hassas ve duyarlı davranan Müslümanların nasıl hareket etmesi gerektiğini de ifade etmemiz lazım' dedi.
Suudi Arabistan'da hilali gözetleme anlayışı örf olarak yaşatılmaya çalışılıyor. İbrahimoğlu takip edilen usulun, yeteri kadar titiz davranılmasa da doğru olduğunu savunurken, bizde ise usulun doğru olmadığı gibi uygulamada da gereken titizlik ve hassasiyetin gösterilmediği tespitinde bulundu.
BİRLİK NASIL SAĞLANIR?
Eski Fetva Kurulu başkanlarından Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır'a göreyse eğer ufukta görüntüye engel bir şey varsa, dürüst bir müslümanın Ramazan hilalini gördüğüne dair yaptığı şahitlik geçerli sayılarak Ramazan ilan edilir. Ufuk açıksa o zaman, yalan söylemek için aralarında anlaşmış olmaları imkânsız olan bir topluluğun şahitliği aranır.
Bir yerde hilalin görüldüğü sabit olunca bütün müslümanların oruca başlamaları gerektiğini belirten Bayındır, Namaz vakitlerinin bölgelere göre farklılık göstermesi gibi hilalin görülmesinde de farklılıklar (ihtilâf-ı metâli) olacağını, ancak bir bölgede tespit yapılınca artık farklılıklara itibar edilemeyeceğini savundu.
Bir hadiste konuya şu şekilde işaret ediliyor: 'Ramazan hilalini görünce oruca başlayın, Şevval hilalini görünce orucunuza son verin. Eğer buluttan hilal görülmezse Şaban ayını 30'a tamamlayın.” Hem Peygamberin emrini yerine getirmek hem de astronomi âlimlerinin devamlı denetimini sağlamak için hesabın yanında ayrıca gözlemlerin yapılması gerektiğini belirten Bayındır, gözlem konusunun başıboş bırakılmasını, belirtilen şartlar içinde ve belli bir disiplin altında denetlenmesi gerektiğine dikkat çekti. Bayındır, böyle davranıldığı takdirde arzulanan birliğe ulaşılmış olacağını savunurken gerekçesini şu sözlerle açıklıyoır: 'Çünkü yalnız hesaba uymak herkesi tatmin etmez. Bu titizlik ve dikkati gösteren ülke zamanla bu işin önderi olur. Böylece hem o ülkenin kendi Vatandaşları içinde hem de bütün Müslümanlar arasında birlik sağlanmış olur. '
1974'TE TÜRKİYE'DE HANGİ ESASLAR BELİRLENDİ?
Hilal görülmesi tartışmalarına çözüm bulmak için 1974'te Diyanet İşleri Başkanlığı geniş çaplı bir çalışma başlatmış. Kandilli Rasathanesi yetkilileri ile İstanbul'da günlerce süren ilmî toplantılar gerçekleştirilmiş. Müzakereler sonunda Kandilli Rasathanesi'nin yıllardan beri devam edegelen tatbikatında bazı değişiklikler yapılması uygun görülmüş. Bu geniş çaplı çalışmanın içindeki isimlerden biri olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman, varılan anlaşmada hesaplamalarının belirlenen şu esasları göre yapıldığını aktarıyor: İslâm aleminde 'ihtilâf-ı metâli' denilen, ayın farklı bölgelerde, farklı zamanlarda doğması nazarı itibara alınmayacak. Yani ay, İslâm aleminin herhangi bir yerinde görülürse, diğer ülkeler o ayı görmeseler bile ilk olarak ayı görmüş olan memleketin hilali görmesine itibar edilir. İslâm'da birlik ve beraberliği sağlamak için diğer bölgelerde farklı zamanlarda ayın görülmesine itibar edilmez.
Karaman bunun tatbikattaki neticesini şöyle yorumluyor: O güne kadar Fas'taki tepeyi, hesaplamanın başlangıç noktası almış olan Kandilli Rasathanesi artık bu nirengi noktasını bırakacaktı. Ekvatorun kuzeyindeki +50 paralel dairesi ile, ekvatorun güneyindeki -50 paralel dairesi arasındaki topyekün 100 derecelik paralel dairelerini tarayacaktı. En erken hangi paralel dairesi üzerinde ay görülüyorsa ona göre kamerî ayın başlangıcını tayin edecek ve diğer bölgeler için de başlangıç zamanı böylece birleştirilmiş olacaktı.
Kandilli Rasathanesi 1974 tarihli protokolden sonra 1975 yılı için yaptığı hesaplamalarda bu esaslara uyduğunu belirten Karaman, fakat yine de İslâm âleminin bazı memleketleri ile yurdumuz arasında farklı bayramların devam ettiğini ifade ediyor.
İSLAM KONFERANSI TEŞKİLATI İÇİNDE NEDEN BÖYLE BİR YAPI YOK?
Dr. Ebubekir Sifil ise, aslolan her iki metodun birlikte uygulanması ve sonuçların her iki metod esasında değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu yapacak olanın da, İslam Konferansı Teşkilatı yahut bütün İslam ülkelerinin iştIrak ettiği benzeri bir yapılanmanın olduğuna işaret ediyor.
Kaynak: Time Turk
Tarih: 12:31:16 27.08.2008

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Evvabin Namazı Duha (Kuşluk) Namazıdır

Evvabin Namazı Duha (Kuşluk) Namazıdır
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
“Evvabin Namazı” İsminin Kuşluk Namazına Ait Olduğunun Delilleri:
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
لاَ يُحَافِظُ عَلَى صَلاَةِ الضُّحَى إِلاَّ أَوَّابٌ قال : و هي صلاة الأوابين
“Duha namazına ancak evvab (Allah’a çokça tevbe edip yönelen) kimse devam eder. O (duha namazı) evvabin (Allah’a yönelen kimselerin) namazıdır.” Bunu İbn Huzeyme ve Hakim rivayet ettiler.[1]
2- Zeyd b. Erkam radıyallahu anh’den: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ حِينَ تَرْمَضُ الْفِصَالُ
“Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı[2] zaman kılınır.” Buyurmuştur.” Bunu Müslim rivayet etti.[3]
3- Aynısını Abd b. Humeyd ve Hafız Semmuye; Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh’den rivayet ettiler.[4]
4- Zahir b. Tahir es-Sudasiyat adlı eserinde sahih isnad ile Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
يَا أَنَسُ صَلِّ صَلاَةَ الضُّحَى فَإِنَّمَا هِيَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مِنْ قَبْلِكَ
“Ey Enes! Duha namazını kıl. Zira o senden önceki evvabin’in (Allaha yönelenlerin) namazıdır”[5]
5- Deylemi, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
صلاة الضحى صلاة الأوابين
“Duha namazı evvabin namazıdır”[6]
6- Ebu’l-Kasım el-Munadili, Cüz’ünde el-Esbag b. Nubate’den rivayet ediyor:
أبصر على بن أبى طالب ناسا صلوا صلاة الضحى حين بزغت الشمس فقالوا تخيروا صلاة الأوابين قالوا وما صلاة الأوابين قال صلاة الأوابين ركعتان وصلاة المسبحين أربع وصلاة الخاشعين ست وصلاة الفتح ثمان ركعات صلاة رسول الله - صلى الله عليه وسلم - يوم فتح مكة وصلاة مريم ابنة عمران اثنتا عشرة ركعة من صلاها فى يوم بنى الله له بيتا فى الجنة
Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh bazı insanların güneş tepedeyken duha namazı kıldıklarını gördü. “Evvabin namazını tercih edin” dediler. “Evvabin namazı nedir?” denildi. Oda dedi ki: “Evvabin namazı, iki rekattır. Tesbih ediciler onu dört rekat kılar. Huşu sahipleri onu altı rekat kılar. Fetih namazı ise sekiz rekattır ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi gününde bunu kılmıştır. Meryem bt. İmran’ın namazı ise on iki rekattir. Bu namazı kılan için Allah cennette bir ev yapar.”[7]
7- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
أوصانى خليلى بثلاث لا أنام إلا على وتر وأن أصوم ثلاثة أيام من كل شهر وأن لا أدع ركعتى الضحى فإنها صلاة الأوابين
“Dostum (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) bana üç şey tavsiye etti; vitir kılmadan uyumamam, her aydan üç gün oruç tutmam ve iki rekat duha namazını terk etmememi tavsiye etti. Zira bu evvabin namazıdır.”[8]
8- Ali radıyallahu anh insanların güneş doğarken namaz kıldıklarını gördü ve şöyle dedi:
عَنْ عَلِيٍّ : أَنَّهُ رَآهُمْ يُصَلُّونَ الضُّحَى عِنْدَ طُلُوعِ الشَّمْسِ ، فَقَالَ : هَلاَّ تَرَكُوهَا حَتَّى إذَا كَانَتِ الشَّمْسُ قِيدْ رُمْحٍ أَوْ رُمْحَيْنِ ، صَلَّوْهَا فَذَلكَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ
“Bunu güneş bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar terk edin! Bu miktar yükselince kılın zira bu evvabin namazıdır.”[9]
Akşam Namazından Sonra Evvabin Adıyla Kılınan Namaz Sabit Değildir
1- İbn Nasr, Muhammed b. Munkedir’den mürsel olarak rivayet ediyor:
من صلى ما بين المغرب والعشاء فإنها من صلاة الأوابين
“Kim akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa o evvabin namazıdır”[10]
2- İbn Merduye, İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor:
من عقب ما بين المغرب والعشاء بنى له فى الجنة قصران ما بينهما مسيرة مائة عام وفيهما من الشجر ما لو يراهما أهل المشرق وأهل المغرب لأوصلهم فاكهة وهى صلاة الأوابين وهى غفلة الغافلين وإن من الدعاء المستجاب الدعاء الذى لا يرد ما بين المغرب والعشاء
“Akşam ile yatsı arasında namaz kılana cennette iki saray yapılır ki ikisinin arası yüz yıllık mesafedir. Arası ağaçlarla doludur. Doğulular ve batılılar bu ikisini görmüş olsaydılar onun meyvelerine ulaşırlardı. Bu evvabin namazıdır ki, gafiller bundan habersiz kalır. Muhakkak bu vakitte kabul edilen dua vardır. Akşam ile yatsı arasında edilen dua geri çevrilmez.”[11]
3- İbn Zencuye İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan mevkuf olarak rivayet ediyor:
إن الملائكة لتحف بالذين يصلون بين المغرب والعشاء وهى صلاة الأوابين
“Muhakkak ki melekler akşam ile yatsı arasında namaz kılanlara hediye verirler. Bu namaz evvabin namazıdır.”[12]
4- Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مَا بَيْنَ أَنْ يَنْكَفِتَ أَهْلُ الْمَغْرِبِ إِلَى أَنْ يُثَوَّب إِلَى الْعِشَاءِ
“Evvabin namazı; akşam namazını kılanların yatsı namazını beklemek için ibadete çekildikleri zaman kıldıkları namazdır.”[13]
5- Mekhul’den mürsel olarak:
من صلى بعد المغرب ركعتين قبل أن يتكلم كتبتا في عليين
“Kim akşam namazından sonra hiç konuşmadan iki rekat kılarsa bu iki rekat illiyyinde yazılır”[14]
6- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
من صلى بعد المغرب ست ركعات لم يتكلم فيما بينهن بسوء عدلن له بعبادة ثنتي عشرة سنة
“Kim akşam namazından sonra aralarında kötü bir şey konuşmadan altı rekat namaz kılarsa kendisi için on iki senelik ibadete bedel olur.”[15]
7- Aişe radıyallahu anha’dan:
من صلى بين المغرب والعشاء عشرين ركعة بنى الله له بيتا في الجنة
“Kim akşam ile yatsı arasında yirmi rekat namaz kılarsa Allah onun için cennette bir ev yapar”[16]
8- İbn Amr radıyallahu anhuma’dan:
من صلى ست ركعات بعد المغرب قبل أن يتكلم غفر له بها ذنوب خمسين سنة
“Kim akşam namazından sonra konuşmadan altı rekat namaz kılarsa elli senelik günahları bağışlanır.”[17]
9- Ömer b. Ebi Halife, Ata el-Horasani’den:
عمر ابن ابي خليفة قال سمعت عطاء الخراساني وصلى معنا المغرب فأخذ بيدي حين انصرفنا فقال ترى هذه الساعة ما بين المغرب والعشاء فإنها ساعة الغفلة وهي صلاة الأوابين ومن جمع القرآن فقرأه من أوله الى آخره في الصلاة كان في رياض الجنة
Ata el-Horasani bizimle beraber akşam namazını kıldı. Namazdan ayrılınca elimden tuttu ve şöyle dedi:
“Akşam ile yatsı arasında şu gördüğün vakitler gaflet saatleridir. Bu vakitte evvabin namazı vardır. kim kuranı başından sonuna kadar bu vakitte okur ve ardından namaz kılarsa cennet bahçelerinde olur.”[18]
10- Ammar b. Yasir radıyallahu anhuma’dan:
رأيت حبيبي صلى الله عليه وسلم يصلي بعد المغرب ست ركعات ، ثم قال : من صلى بعد المغرب ست ركعات غفرت له ذنوبه وإن كانت مثل زبد البحر.
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i akşam namazından sonra altı rekat kılarken gördüm.” Sonra dedi ki: “Kim akşam namazından sonra altı rekat kılarsa günahları deniz köpükleri kadar dahi olsa affedilir.”[19]
Netice:
Sahih hadislerde evvabin namazı olarak duha (kuşluk) namazı tarif edilmektedir. İnsanlar arasında yaygın olarak akşam namazından sonra altı rekat olarak kılınıp “evvabin namazı” denilen namazın ise sabit bir aslı olmadığı gibi, bu namaza “evvabin namazı” adını veren rivayetler sadece zayıf yahut uydurma rivayet yollarıyla gelmiştir. Dolayısıyla sahih rivayetlere muhalif olan bu metinler hadis ıstılahatına göre “münker” rivayetler olarak değerlendirilir. Akşam ile yatsı arasında nafile namaz kılmaya gelince bazı sahabelerden bu amel sabit olmuştur. Ancak hiçbir sahabeden bu namaza evvabin namazı dedikleri sabit olmamıştır. Allah en iyi bilendir.
Nafile namazlar ibadetler babından olduğu için mutlaka meşruluğuna dair delil mevcut olduktan sonra amel edilmelidir. Allah Azze ve Celle delilsiz amel edenleri kınamış, delil ile hareket edenleri şu ayetinde övmüştür:
“Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslenen ve hevasına uyan gibi olur mu?” (Muhammed 14)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de “Her kim emrimiz bulunmayan bir amelde bulunursa o reddolunur” buyurmuştur.
[1] Hadis hasendir. İbn Huzeyme (2/228) Hâkim (1/314) lafız her ikisine aittir. Taberani Mucemul Evsat (4/159) Hakim hadisin Müslim’in şartına göre sahih olduğunu söyledi. Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Elbani Silsiletul Ehadisis Sahiha’da (702, 1994) Hasen dedi. Bkz.: Suyuti Camiu’s-Sagir (9955)
[2] Nevevi, Müslim Şerhinde (6/30) der ki; “ramda’; kum'un güneşin hararetiyle şiddetle ısınması anlamına gelir. Yani; deve yavrularının ayakları kumdan yandığı zaman” demektir. Fasîl; deve yavrularının küçükleri demektir.” Bkz.: Neylul Evtar (2/81)
[3] Hadis sahihtir. Müslim (musafirin 143-144 no:748) İbn Ebi Şeybe (2/173) Tayalisi (687) Ahmed (4/366) İbn Huzeyme (2/229) İbn Hibban (6/280) Darimi (1457) Beyhaki (3/49) Taberani (5/207) Bezzar (4315) Elbani Sahiha (1164)
[4] Sahih. Abd b. Humeyd (527) Camiu’s-Sagir (5072) Busayri İthaf (1763) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (684) Hafız ibn Hacer isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
[5] Zayıf. Zahir b. Tahir eş-Şehami Es-Sudasiyat (287) Ebu Abdillah es-Saidi es-Sudasiyat (2/3) Ebu Ya’la (7/197, 273) Bezzar (7396) Beyhaki Şuab (6/429 no:8766) Taberani Evsat (5/328) İbn Şahin et-Tergib (121) İbn Adiy (1/418) Busayri İthaf (1755) Suyuti Camiu’s-Sagir (5012) Suyuti “sahih” demiştir. Elbani Daifu’l-Cami (3476) ed-Daife (3773)
[6] Sahih. Deylemi (3729) İbn Şahin et-Tergib (129) İbn Abdilberr et-Temhid (8/136) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/241) Elbani es-Sahiha (1994) Sahihu’l-Cami (3827) Suyuti Camiu’s-Sagir (5083)
[7] Kenzu’l-Ummal (23437) isnadını bulamadım. Az sonra gelecek olan 8 nolu hadis bunun şahididir.
[8] Sahih. Darimi (1745) Ahmed (2/265, 505) İbn Huzeyme (2/227) es-Sahiha (1164) isnadı sahihtir.
[9] Sahih. İbn Ebi Şeybe (2/174) Hatib el-Mufterak (3/336)
[10] Zayıf. İbn Nasr Muhtasaru Kıyamil-Leyl (s.20, 78) İbn Mubarek Zühd (1259) Beyhaki (3/19) Camiu’s-Sagir (8804) Iraki el-Muğni (600) Zubeydi İthaf (3/372) Elbani Daifu’l-Cami (5676) ed-Daife (4617) Suyuti ve Elbani: zayıf demişlerdir.
[11] Uydurma. Curcani Tarihu Curcan (s.74 no:21) İbn Adiy (2/20) İbn Tahir Makdisi Zehiratu’l-Huffaz (5400) Hafız Makdisi bunun uydurma olduğunu söylemiştir. İsnadında Ömer b. Subh hadis uyduran birisidir. Beşir b. Zadan ise bir hiçtir.
[12] Kenzu’l-Ummal (21839) isnadında ulaşamadım.
[13] Zayıf. İbn Ebi Şeybe (2/197) İbn Mubarek Zühd (1260) isnadında Musa b. Ubeyde zayıftır.
[14] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.58) İbn Ebi Şeybe (2/16) Camiu’s-Sagir (8802) Munavi et-Teysir (2/826) Daifu’l-Cami (5660) Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf demiştir.
[15] Çok zayıftır. Tirmizi (435) İbn Mace (1167) İbn Huzeyme (1195) Ebu Yala (10/414) el-Askeri Musnedu Ebi Hureyre (s.71) Taberani Evsat (1/250) Camüu’s-Sagir (8803) Iraki el-Muğni (1264) Daifu’l-Cami (5661) Tirmizi, Hafız Iraki ve Suyuti zayıf demiştir. Tirmizi dedi ki: “İsnadında Amr b. Ebi Has’am vardır. Muhammed b. İsmail el-Buhari onun hakkında: “hadiste münkerdir, çok zayıftır” demiştir.” Bkz.
[16] Uydurma. İbn Mace (1374) İbn Şahin et-Tergib (s.172) Suyuti Camiu’s-Sagir (8805) Daifu’l-Cami (5662) isnadında Yakub b. Velid yalancı bir ravidir. Suyuti zayıf, Elbani uydurma demiştir.
[17] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.57) İbn Şahin et-Tergib (272) Muhlis el-Fevaid (8/34) İbn Ebi Hatim İlel (1/78) Camiu’s-Sagir (8806) isnadında Muhammed b. Gazvan vardır. Ebu Zur’a: “Uydurmaya benziyor” demiş, İbn Hacer, Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf olduğunu belirtmiştir. Elbani Daifu’l-Cami (5665)
[18] Zayıf. Maktu bir rivayettir. Ebu Nuaym Hilye (5/200) meçhul ravileri vardır.
[19] Zayıf. Taberani Sagir (900) Taberani Evsat (7/191) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (1785) İbn Asakir (43/352) İbn Cevzi İlel (1/453) Elbani Daifu’t-tergib (333) İbn Mende dedi ki; isnadında Salih b. Katan tek kalmıştır. Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (2/230) Salih b. Katan’ın hal tercemesini bulamadım demiştir. Dolayısıyle bu ravi meçhuldür.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)