Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

24 Aralık 2014 Çarşamba

Cehaletin Mazeret Olması Hakkında - Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah

Şeyh Mukbil rahimehullah'a şöyle soruldu:
"Küfür veya bid'at işleyene hüccet ikamesi şart koşulur mu? Halbuki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Zulhuveysira hakkında hükümde bulunmuş: "Bunun neslinden dinden ok gibi çıkan bir topluluk olacak" buyurmuştur. Yine: "Hariciler cehennem köpekleridir" buyurmuştur. Diğer hadiste de: "Kaderîler bu ümmetin Mecusileridir" buyurmuştur.
Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah şöyle cevap verdi:
 
يحكم عليه بظاهر فعله، والعذر بالجهل بينه وبين الله سبحانه وتعالى، فنحن نؤمن ونعتقد أن الجاهلين يعذرون وربما يختبرون في عرصات القيامة، كما جاء في حديث أبي هريرة وفي حديث الأسود بن سريع.


"Fiilinin zahirine göre hüküm verlir. Cehaletin mazeret olması o kişiyle Allah Subhanehu ve Teala arasındadır. Biz iman ve itikad ediyoruz ki cahiller mazur olacak ve bazısı kıyamet meydanında imtihan edilecektir. Nitekim Ebu Hureyre ve el-Esved b. Surey' radıyallahu anhuma hadislerinde bu gelmiştir."
(Tuhfetu'l-Mucib s.100 soru: 104)


Münafık İthamı Tekfircilik midir?

Eğer bir kimse, üzerinde münafıklık alametlerini açıkça taşıyorsa, durumu tıpkı savaş sırasında mü'minlere karşı koymak üzere irtidat edenlerin durumuna benzer. Bu kimse mü'minleri arkadan vurmak suretiyle düşmanların toparlanmasını ve mü'minlerin de dağılmasını ister ve bunu sağlar, sonra da onlara: "Eğer biz bir savaşın varlığını bilseydik, kesinlikle size uyardık, size bağlı kalırdık." derler. Fakat müşriklerin üstün gelmeleri durumunda hemen onlara katılırlar ve onlarla birlikte hareket ederler. Müslümanların üstün gelmeleri durumunda ise, bu defa müslümanlardan yana tavır koyarlar.
Münafıklar kimi zamanlarda müşrikleri överler, mü'minleri bırakıp onlara velayet yetkisi verir, onları sever ve onlara destek verirler. İşte bu ve benzeri nitelikler Allah Teala'nın anlatmış olduğu münafıklara dair alametlerdir. Dolayısıyla durumları buna uyan ve böyle bir durum sergileyenlere mutlak manada münafık ve bu alametlere de nifak alametleri denir.
Nitekim sahabeler de -Allah kendilerinden razı olsun- çoğunlukla bunu  yapıyorlardı.
Huzeyfe radıyallahu anh şöyle diyor: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in henüz hayatta olduğu dönemde kişi bir söz konuşurdu, bu konuştuğu söz sebebiyle münafık olurdu." Hatta Avf b. Malik, bu çirkin sözü konuşana, sırf bu yüzden şöyle derdi: "Yalan söyledin. Çünkü sen münafıksın"
Ebu Nuaym Sıfatu'n-Nifak'ta (no 126) sahih isnad ile rivayet ediyor: "Birisi Huzeyfe radıyallahu anh'e münafık kimdir?" diye sordu. Dedi ki: "İslamı dile getiren, ama onunla amel etmeyen kimsedir."
Yine Huzeyfe radıyallahu anh şöyle demiştir: "Şimdiki munafıklar daha şerlidir. Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem zamanında gizleniyorlardı, şimdi açıktan münafıklık yapıyorlar" (Bkz.: el-Muhalla (11/225)
Bu rivayette özellikle: "Şimdi açıktan münafıklık yapıyorlar sözü", onların küfür fiillerini işledikleri halde Müslüman olduklarını söylemelerine delildir.
Aynı şekilde Ömer radıyallahu anh de, Hatıb radıyallahu anh kıssasında şöyle demişti: "Ey Allah'ın Rasulü! Bırak beni de şu münafığın boynunu vurayım." Başka bir rivayette ise: "Bırak beni de, boynunu vurayım. Çünkü o münafıktır."
Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi aleyhi ve sellem O'nun yanıldığını söylemesine rağmen bu ithamından dolayı Ömer radıyallahu anh'ı cezalandırmadı. Çünkü görünen alametler bunu gösteriyordu.
İşte bu ve bunun gibi bir çok örnek vardır. Aynı şekilde Useyd b. Hudayr radıyallahu anh, Sa'd b. Ubade radıyallahu anh’e: "Yalan söyledin, ancak sen münafıksın ve munafıklar adına mucadele ediyorsun" demişti (Buhari 2661) Muslim (2770)
Bu arada bilinmesi gereken bir husus da şudur: Gerek görünüş bakımından münafık olanlara, gerekse münafıklığını gizleyenlere mutlak anlamda nifak ya da münafık damgası vurmak caizdir. Buna göre, gerçekten münafık olmadığı halde nifak alametlerini üzerinde taşıyanlara da münafık adı verilebilir.
Bu türden bazı hususları yanlışlıkla işleyen, bunun farkında olmayan ya da herhangi bir şekilde ve maksatla söylemesi sebebiyle, münafık olmaktan çıkan bir kimseye mutlak anlamda münafık denilmesi durumunda, buna kimse karşı çıkamaz.
Useyd b. Hudayr radıyallahu anh'ın Sad b. Ubade radıyallahu anh’e 'münafık' demesi üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buna karşı Useyd b. Hudayr'a bir şey demeyip, onu  uyarmaması buna örnektir.
Bilindiği gibi bu sahabi yani Sa'd b. Ubade radıyallahu anh münafık değildi. Böyle olmamasına rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “O münafık değildir' türünden bir şey söylememiştir.
Böyle bir durumda sükut edilmesi, o kimsenin münafık olduğunu göstermeyebilir. Ancak sürekli bir oraya, bir buraya gidip gelen, ne müslümanlarla ne de müşriklerle tam birlikteliği olmayan kimse kesinlikle münafıktır. Heva ve hevesiyle hareket eden
kimselere ise, mutlak anlamda münafık adını vermek caiz değildir. Dünyevi meselelerde aralarında bulunan düşmanlık yüzünden veya sırf kızgınlığı nedeniyle ya da bazı meselelerde sürüp giden farklı düşüncelere sahip olmaları sebebiyle bir Müslümana mutlak anlamda yani kafir olduğunu kastederek münafık demenin caiz olmayacağı malumdur.
Selef, bid’at ehlini ve bid’at ehline yakınlık gösterenleri münafık olarak nitelemiştir. Daha önce bu konuyla ilgili birçok nakiller aktarmıştım.
Münafık ithamının tekfirden başka olduğunu gösteren hususlardan birisi de, kişinin kendisinin münafık olduğunu söylemesi caiz iken, kafir olduğunu söylemesinin caiz olmamasıdır.
Burayde radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:Kim kendisinin İslam’dan berî olduğuna sadık olarak yemin ederse bir daha İslâm’a selametle dönemez. Kim de bunu yalancı olarak söylerse o dediği gibi (İslam’dan berî)dir.” Sahihtir. Hakim (4/332) Ebu Davud (3258) İbn Mace (2100) Nesai (3772) Ahmed (5/355) Beyhaki (10/30) Bezzar (10/292)
Halbuki Hanzala radıyallahu anh “Hanzala münafık oldu” demiştir. Kıssa meşhur ve malumdur. Yine Abdurrahman b. Avf ve Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh kendileri adına nifaktan korkmuşlardır.
Asrımızın cahil davetçilerinin zihinlerinde ve dillerinde münafık, kafir ve mürtet ıstılahları birbirine karışmıştır. Bazen münafığı mürtet ilan ederek (Sufileri genel olarak müşrik sayanlar ve Müslümanlık iddiasında olan yöneticileri tekfir edenler gibi) Haricilerle ittifak edenleri, bazen Müslümanda asla nifak bulunmayacağını, dolayısıyla nifak hasletlerine sahip olanı münafık diye nitelemeyi haricilik olarak görerek Mürcie ile ittifak edenleri görürüz. Bazen de amelî nifak ve itikadi nifak birbirine karışır.
Bu meselelerin biraz olsun aydınlanması için şunları izah etmemiz gerekir:
1- Her münafık kafir değildir. Bazı nifak hasletleri, imanla bağdaşmayan yalan, sözde durmamak, emanete hıyanet etmek, sevgide ve düşmanlıkta aşırılık ederek hakkın dışına taşmak gibi fiillerde vuku bulmaktır. Bunlar amelî yahut ahlakî nifaktır. Bu kimseler Allah indinde de, insanlar katında da müslüman kalmış olabilirler. Bunun nifakla nitelenmesi, sözle fiilin tutarsızlığı sebebiyledir.
2- Bazı münafıklar Allah katında kafirdir, lakin insanlar nazarında müslüman hükmü taşırlar. Tevhid kelimesini söylediği veya müslüman olduğunu iddia ettiği halde bilerek, kasten küfür ve şirk fiillerinde bulunanlar böyledir. Abdullah b. Ubey b. Selul gibi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaptırım sahibi bir kadı tarafından hüccet ikamesi ile kalplerindeki küfrün açığa çıkması haricinde bunların öldürülmesini yasaklamıştır. Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmettikleri, demokrasi düzenlerini takip ettikleri halde müslüman olduklarını iddia edenler bu sınıftandır. Yine la ilahe illallah dedikleri halde kendilerine tebliğ edilen hüccete rağmen namaz kılmayanlar, şirk koşmaya devam eden sufiler de bu sınıftadırlar. Cehmî, Rafızî taifeleri de böyledir. Bunlardan pek çoğunun Allah katında kafir olduklarına dair kuvvetli zanlarımız, hatta yakînimiz olsa dahi, onlar müslüman olduklarını iddia ettikleri sürece ve istitabe edip hükmü uygulayacak yetkili İslam Kadısı bulunmadığı müddetçe onlara ancak münafık muamelesi yapabiliriz.
Ubeydullah b. Adiy b. el-Hıyar radıyallahu anh’den: “Ensardan biri kendisine (şöyle bir olay) anlattı: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem otururken bir kişi yanına geldi ve münafıklardan birini öldürmek için gizlice izin istedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sesini yükselterek şöyle dedi: “Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmiyor mu?” Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu şehâdet değil.” “Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şehadet etmiyor mu?” diye sordu. Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu (hakikî) şehâdet değil” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Namaz kılmıyor mu?” dedi. Adam: “Evet ey Allah’ın Rasûlü! Ancak bu namaz değil” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşte bu kişilere dokunmayı Allah bana yasakladı.” Sahihtir. Ahmed (5/432, 433) Malik (1/171) Şafii (1/13)
Evs radıyallahu anh’den: “Sakîf heyetiyle birlikte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldim. Bir çadırda oturuyorduk. Bir müddet sonra ben ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkes kalkıp gitti. Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına girdi ve gizlice bir şeyler söyledi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Git ve onu öldür!” dedi. Adam dönüp giderken yanına çağırdı ve: “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmiyor mu?” diye sordu. Adam: “Evet şehadet ediyor, ama korunmak için söylüyor” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu bırakın (öldürmeyin)! İnsanlarla Lâ ilahe illallah' deyinceye kadar mücâdele etmekle emrolundum. Bunu kabul ederlerse işte o zaman (hukukî ceza dışında) canlarının ve mallarının dokunulmazlığı vardır.” Muhammed b. Cafer dedi ki: “Şû'be'ye sordum: “Hadiste; “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet etmiyor mu?” şeklinde (risâlet cümlesi) geçmiyor mu?” O da: “Olduğunu zannediyorum, (ancak) tam bilemiyorum” dedi.” Sahihtir. Ahmed (4/8, 9) Nesai (7/80) Darimi (2/218)
3- Mürtet; İslam dininden çıktığını söz veya fiiliyle ilan ederek başka bir dine geçen yahut dinsizliği tercih eden yahut yaptırım sahibi kadı tarafından hüccet ikamesi yapılarak mürtet olduğu ilan edilen ve ölümüne hükmedilen kimsedir. Fıkıh kitaplarında kendilerine cehaletin mazeret olmadığı zikredilen sınıf da bunlardır. İslam dininden başka bir dine mensup olan için şüphesiz cehalet mazeret değildir. Allah katında mazur olsa dahi, insanlar nazarında mazur değildir. Tekfir edilmeleri vacip olanlar bu kimselerdir. Cehaletin tekfire mani olması ancak aslen Müslüman sayılan kimse hakkındadır.
Son asırlarda uzun zamandır İslam Davetçisi yahut Selefî davetçi olarak bilinen birçok kimsenin vahim yanlışlar içinde olduğuna uyarmak zorunludur. Suud’un meşhur ulemasından pek çok kimse dahi bâtıl bir uygulama içindedirler. Türkiye’de ve Avrupa’da selefilik daveti getirdikleri iddia eden birçok kimse de harici akidesiyle dirsek teması halindedirler. Her ne kadar onlar “hata eden kardeşlerimiz” olsalar da, Hariciler yeryüzündeki en şerli topluluktur. Onlara benzemekten teberri etmek gerekir. İslam’da kardeşlerimiz olsalar da, aynı menhec üzerinde bulunduğumuz “özel kardeşlik bağıyla kardeşlerimiz” yani dostlarımız değillerdir.
Nitekim bizler bid’at fırkalarını tekfir etmeyiz, istesek de istemesek de islam dinine mensup herkes dinde kardeşimizdir. Lakin bid’at ehline “kardeşim” diyemeyiz. Zira insanlara anlayacağı dilden hitap etmekle emrolunduk. Kardeş sözü dost anlamında kullanılmaktadır ve bid'ât ehline dost olmak münafıklıktır. Bid’at ehline hitaben “Kardeşim değilsin” demenin tekfircilik olduğunu lanse edenler ancak bulanık suda avlanmaya çalışan, hak ile bâtılı daha çok karıştırmayı arzulayan habis maksatlı ahlâk fukaralarıdır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Sigaranın Hükmü Üzerinden Sergilenen Aymazlıklar

Karanlığa Taş Atarak  Zaman Zaman Beni Mürcie, Suudcu, Tagut Taraftarı Gibi Delilden Yoksun İthamlarla Suçlayan Bir Sitenin Sigara Meselesi Hakkındaki Reddiyesine Cevaptır
Bismillah.
Muvahhid adı gibi tevhide önem verdiklerini hissettiren bir site, “şirk daveti” yaptığının farkında olmadan, taassupçu bir bakış açısıyla, idrakine ulaşamadıkları ilme düşmanlık etmekte, kendilerini hapsettikleri taassubun dar çerçevesinin dışında kalanları, delile dayanıp dayanmadığına aldırmadan bir çırpıda “sapık”, “kafir”, “müşrik”, “bel’am”, “mürcie” gibi dayanaksız ithamlarla akılları sıra bertaraf etmeye çalışmaktadır. Bahsi geçen sitede “Sigaranın Hükmü” başlıklı bir yazı ile daha önce sigaraya veya naslarda ismen yahut illeten haramlığı tayin edilmemiş herhangi bir şeye “haram” deyivermenin ne denli büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekmek için bunun Allah’a ve rasulüne iftira olacağı uyarısını vurgulayan bir makaleme, ilmî usulden uzak bir tarzda, gûyâ cevap verildiği zannedilmiştir. Yazdıkları bu cevabın ilmî usulden uzak oluşunun hakiki sebebi, bu usulü bilmiyor oldukları mıdır, yoksa ilmin usulleri hevalarını beslemediğinden midir bilemeyeceğim. Her iki durumda da bu yaptıkları Allah'ın dinine karşı bir edepsizlik, cehalet veya suçtur.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Suya Okuyarak Rukye Meşru mudur?

Şeyh Muhammed Hamid el-Fakî, Fethu’l-Mecid dipnotunda, suya okuyarak rukye yapma ve tedavi için hastaya bu suyu içirme hakkında şöyle demiştir:

“Bu gibi meselelerde Leys b. Ebi Suleym’in, İbn Kayyım’ın veya bir başkasının görüşüyle amel edilmez. Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan bir sünnetle amel edilebilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ise ne İbn Ebi Suleym’in ne de İbn Kayyım’ın dedikleri şey sabit olmuştur. Vehb b. Munebbih’ten nakledilen şey ise İsrailoğullarının adetidir. Rasullerinin hayırlısının yolu değildir. Bu konuda gevşeklik gösterilmesi, bid’atlere ve sonra büyük şirke bir kapıdır. Kendi nefsine karşı samimi olan mü’minin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve raşid halifelerin – radıyallahu anhum – yoluna azı dişleriyle sarılması, kimden gelirse gelsin sonradan çıkarılan şeylerden uzak durması gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herkesin sözünü kabul etmek veya reddetmek mümkündür.”

Şeyh Muhammed Hamid el-Fakî'nin bu fetvasını tercüme ettikten sonra suya okuyarak rukye yapmakla ilgili olarak şu hadisin tahkikini yaptım ve hadisin isnadının hasen olduğunu gördüm:
İbn Ebi Şeybe (5/44); Abdürrahim b. Süleyman - Mutarrif (b. Tarif) - el-Minhal b. Amr - Muhammed b. Ali (el-Hanefiyye) - Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh isnadıyla rivayet ediyor:
بَيْنَا رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم ذَاتَ لَيْلَةٍ يُصَلِّي, فَوَضَعَ يَدَهُ عَلَى الأَرْضِ, فَلَدَغَتْهُ عَقْرَبٌ, فَتَنَاوَلَهَا رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم بِنَعْلِهِ فَقَتَلَهَا، فَلَمَّا انْصَرَفَ, قَالَ: لَعَنَ اللهُ الْعَقْرَبَ مَا تَدَعُ مُصَلِّيًا، وَلاَ غَيْرَهُ, أَوْ نَبِيًّا, أو غَيْرَهَ، ثُمَّ دَعَا بِمِلْحٍ وَمَاءٍ, فَجَعَلَهُ فِي إِنَاءٍ, ثُمَّ جَعَلَ يَصُبُّهُ عَلَى إِصْبَعَهِ حَيْثُ لَدَغَتْهُ وَيَمْسَحُهَا، وَيُعَوِّذُهَا بِالْمُعَوِّذَتَيْنِ
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gece namaz kılarken elini yere koyunca bir akrep onu soktu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayakkabısını alarak onu öldürdü. Namazı bitirdiği zaman şöyle buyurdu:

"Allah akrebe lânet etsin, ne bir namaz kılanı ne de başkasını (veya ne bir nebiyi be de başkasını dedi) rahat bırakıyor." Sonra tuz ve su istedi, bunları bir kaba koydu, sonra akrebin soktuğu yere parmağını sürerek mesh etti ve bu arada muavvizeteyni okudu." 

Bunu İbn Ebi Şeybe'nin tarikinden Beyhaki Şuabu'l-İman'da (no:2575) rivayet etmiştir.
Ebu Nuaym, Mutarrif b. Tarif'e ulaşan kendi isnadıyla Tarihu İsbehan'da (s.297), Tıbbu'n-Nebevî'de (572) ve Marifetu's-Sahabe'de (no: 4946) rivayet etmiştir.
el-Minhal b. Amr dışında bütün ravileri sika, isnadı muttasıldır. Minhal b. Amr ise saduk bir ravi olup bazen vehmeder. Bu sebeple isnadı hasendir.
Şeyh el-Elbani rahimehullah ise Mişkat tahkikinde (no: 4567) sahih demiştir.
Allah en iyi bilendir.

Hadis Ehlinin Fıkıh Öğrenme Menhecinin Özellikleri

Birinci özellik: Hadis ehline göre hadis ile fıkıh arasında fark yoktur.
İkinci Özellik: Onlar hadisin sahihini araştırır ve nerede bulsalar ona tabi olurlar.  Eğer hadis sahabe ve onlardan sonrakiler indinde veya onlardan bir grup indinde amel edilen bir hadis ise onunla amel ederler. Zira Selef böyle bir hadis ile amel edileceğinde ittifak etmiştir.
Üçüncü özellik: Hadis ehlinin şiarı salih selefe tabi olmaktır.
Dördüncü özellik: Üzerine kaidelerin bina edildiği ve istinbatta bulunulan esaslar; kitap ve sünnetin lafız ve manaları ile sahabe ve tabiinin sözleridir.
Beşinci özellik: Tartışma, husumet ve dinde kelam yapmayı zemmederler.  Kelam ile kastedilen; Allah Teâlâ ve sıfatları, kader meseleleri gibi akide konularında nas haricinde yorum yapmaktır. Yine helal ve haram meselelerinde tartışmayı, çok soru sormayı, meydana gelmemiş olaylar hakkında sormayı kötülerler.
Altıncı özellik: Şerî naslara uygun düşsün veya düşmesin, aklî şartlar ve kaideler gibi sonradan çıkma ilimlere, kelamcıların ve felsefecilerin metotlarına karşı çıkarlar. Yine  batın ilimleri,  marifet, kalp amelleri, şahsi görüş (mücerred re’y), zevk, keşif gibi sonradan çıkma ilimlere de karşı çıkarlar.
Yedinci Özellik: Fıkıh öğrenme şu aşamalarla tamamlanır:
Birinci aşama: Sahih olanla sahih olmayanı ayırt etmek
İkinci aşama: Kitap ve sünnet naslarını zaptetmek
Üçüncü aşama: Nasların manaları ve anlaşılması üzerinde durarak içtihat etmek, Sahabe, tabiin ve onlara tabi olanlardan gelen rivayetleri değerlendirmek. Böylece faydalı ilme ulaşmak ki, bunun özel faydası Allah Teâlâ’nın haşyetidir.
Sekizinci Özellik: Din meselelerine görüşlerle ve akıl ile dalmamak.
* Deliller çeliştiği zaman mümkünse nasların araları bulunur (cem etmek)
* Eğer bu mümkün değilse ve şartları yerine gelmişse neshe hükmedilir.
* Eğer nesh söz konusu değilse tercihe gidilir.
Kitap ve sünnet naslarında tercih şöyle olur:
* Nas, zahire tercihe edilir
* Zahir, te’vil edilmiş olana tercih edilir.
* Mantuk, mefhuma tercih edilir.
* İspat eden, nefyedene tercih edilir.
* Asıldan nakleden, asıl üzere bırakana tercih edilir. Zira asıldan nakledende daha ziyade ilim vardır.
* Tahsis edilmemiş umum, tahsis girmiş olan umuma tercih edilir
* Kıssa sahibi, diğerlerine tercih edilir.
* Kat’î icma, zannî icmaya tercih edilir.

Hak Kendisine Açıkça Belli Olmayan Kimse Çoğunluğun Görüşüne Uyabilir mi?


Şeyh el-Elbanî rahimehullah el-Akidetu’t-Tahaviyye ta’likinde (80-81) şöyle demiştir: “Müslümanın delile aykırı olduğunu anladığı görüşlere muhalefet etmesi şazlık değildir. Yanılanların aksine, cumhurun görüşüne aykırı bile olsa bu şazlık değildir.  Zira ne kitapta ne de sünnette cumhurun (çoğunluğun), delil bulunmadığı durumda muhaliflerinden daha doğru yolda olacaklarını gösteren bir delil yoktur!

Evet, Müslümanlar bir şeyde, bildikleri bir ihtilaf olmaksızın ittifak ederlerse, buna tabi olmak gerekir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra,  rasule muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir” (Nisa 115) Ama ihtilaf halinde kitap ve sünnete müracaat etmek farzdır. Hak kime belli olursa, ona tabi olması gerekir. Kime de belli olmazsa, ister cumhurun kavline uysun, ister aykırı olsun, kalbinden fetva istesin. Hiç kimsenin kendisine hakkın belli olmadığı her konuda cumhurî olabileceğine inanmıyorum. Bilakis gönlünün yatışmasına ve genişlemesine göre bazen cumhura uygun düşer, bazen muhalefet eder. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müftüler sana fetva verse de sen kalbinden fetva iste” buyururken ne kadar da doğru söylemiş!

9 Kasım 2014 Pazar

İki Rek’atli Namazların Son Rekatinde Nasıl Oturulur?

Bazı kardeşlerimiz sadece dört rekatli namazların son rekatindeki oturuşta teverruk yapılacağını okudukları, fakat iki rekatli namazların ikinci rekatinde teverruk yapılacağına dair bir sarahat bulamadıklarını ifade etmişlerdir.
Doğrusu iki rek’atlik yada dört rek’atlik namazlar fark etmeksizin, kendisinde selam verilen bütün oturuşlarda teverruk yapılmasıdır. Bu konudaki delili, aşağıda İbn Huzeyme’nin Sahih’inden tercüme ettiğim şu bâb’da görebilirsiniz:

1 Kasım 2014 Cumartesi

Hiç İlmin Yolcuları ile Cehaletin Yolcu'su Bir Olur mu?


İstanbul’da sanki kahvehane kıssacıları gibi din anlatan, konuşmalarının yüzde sekseninde ne söylediğini bilmeyen bir cehalet Yolcu’su “Bu zamanda cerh ve ta’dil olmaz, onun devri geçti” gibi her zamanki zırvalarından birini daha yuvarlamış. Halbuki muşarun ileyh hadis ehline sürekli dil uzatmakta, cerh etmekte, bununla beraber Usame b. Ladin, Said Nursî, (hükümetle arası açılmadan önceki) Fethullah Gülen gibi dalalet önderlerine ücretsiz yağlama/yıkama hizmeti vererek “ta’dil” yapmaktadır. 
Yine aynı makulesi “cerh ve ta’dil vazifesini” eda edenleri cerh etmekten ibarettir. Evet, muasır Nasreddin hocanın bindiği dalı kestiğini görüyor, “düşersin” diyoruz ama,  kendilerinde “Madem düşeceğimi bildin, öyleyse ne zaman öleceğimi de bil” diyerek, “vakıayı itiraf” alçak gönüllüğünü de göremiyoruz.

Cerh ve Ta’dil meselesine gelince, ilmin yolcuları bu konuda aynı minvalde, birbirleriyle ittifak halinde, bu ilmin kıyamet gününe kadar devam edeceğini söylüyorlar. Aşağıda vereceğim linkte bu konuda muasır ilim ehlinin sözlerini görebilirsiniz. Bu linkteki fetvalardan sadece İbn Useymin’in gayet veciz üslupla verdiği cevabı tercüme edip aktaracağım:
Soru: Cerh ve ta’dil sünneti ölmüş müdür? (Sünnete) muhalefet edenin şahsiyetine göz yumarak reddiye vermenin hükmü nedir?
Şeyh Muhammed b. Salih el-Useymin rahimehullah’ın cevabı: “Ben bu sözün batılın kastedildiği hak söz olmasından korkarım. Cerh ve Tadil, Allah’a hamd olsun ne ölmüş, ne gömülmüş ve ne de hastalanmıştır. O ayaktadır! Kadı’nın huzurunda şahitler için cerh ve ta’dil olur. Hasmın cerh edilmesi ve onlardan delil istenmesi mümkündür. Yine rivayette de cerh ve ta’dil olur. İmamımızın kıraatinden Allah Teâlâ’nın şu kavlini işittik: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirdiğinde araştırın.” (Hucurat 6) İnsan türü devam ettiği sürece cerh ve ta’dil devam edecektir. Lakin ben birinin cerh edilmeyecek biri hakkında onun mecruh olduğunu söylemesinden korkarım. O zaman da bu fetva halkın kusurlarını yaymaya bir vesile olur.
Bu yüzden diyorum ki: Bir kimsede herhangi bir ayıp varsa, maslahat, ihtiyaç veya zaruret bunu açıklamayı gerektiriyorsa bunu açıklamakta sakınca yoktur. Lakin en güzeli: “Bazı insanlar şöyle yapıyor, bazı insanlar şöyle diyor” demektir. Bunu iki sebepten söylüyorum: Birincisi: Muayyen bir şahıs hakkında hüküm vermekten selamette olmak. İkincisi: Bu hüküm onu da, başkalarını da kapsar. Ancak belli bir şahıstan dolayı insanların fitneye düştüklerini görürsek ve o kimse insanları bir bid’ate veya bir sapıklığa davet ediyorsa işte o zaman insanların ona aldanmamaları için muayyen şahsı belirtmek zorunlu olur.”

21 Ekim 2014 Salı

İslam Ordusu mu, Deccal'in Ordusu mu?

Aralarından Deccal Çıkıncaya Kadar Hariciler Eksik Olmaz
Abdullah b. Ömer Radıyallahu anhumâ'dan, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Öyle genç bir cemâat türeyecek ki Kur'an okuyacaklar. Fakat okudukları Kur'an onların boğazlarının çemberlerinden öteye geçmeyecektir. Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır.” İbn Ömer dedi ki: "Ben Rasûlulah Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem'den: Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır” fık­rasını 20 defadan fazla işittim." Râvî İbn Ömer bundan sonra Rasûlullah'ın buyurduğu hadisin son parçasını şöyle nakletti: Nihayet bu cemâatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında veya onların askerleri arasında Deccal çıkıverecektir.” (Sahih. İbn Mace (174)
 
Hariciler Önce Halkı Tekfir Ederler,
 
Sonra Halifelik İddia Eder, Biat İsterler,
 
Sonra Hislere Tabi Olarak Delilsiz Söylentilere Uyarlar, 
 
Sonra Deccale Tabi Olurlar
 
 
Huzeyfe radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizin için en çok şu kimseden korkarım; Üzerinde güzelliği görünene kadar Kuran’ı okuyan, İslam üzerinde bir gömlek iken Allah’ın dilediği zaman ondan sıyrılıp kılıcıyla komşusunun üzerine yürüyen ve onu şirk ile itham eden kişi.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Hangisi şirke daha layık, itham edilen mi, yoksa itham eden mi?” buyurdu ki;
Hayır, bilakis itham eden şirke layıktır.” (Hasen. Bezzar (7/220) İbni Hibban (1/282) Tahavi Müşkilul Asar (Tuhfetul Ahyar- 71) Buhari Tarihul Kebir (4/301) İbni Kesir Tefsir (2/266) İbni Kesir Camiul Mesanid (3/300)
 
Muaz b. Cebel radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor; Ümmetim için en çok şu üçünden korkarım;
Birincisi; Kur’an’ı, onun ihtişamını görünceye kadar okuyan kimsedir. Allah onun üzerindeki İslam gömleğini soyar ve o da kılıcını kaldırıp komşusuna vurarak onu şirk ile itham eder.” Dediler ki;  “Ey Allah’ın Rasulü! Bu şirk ithamına hangisi layıktır?” buyurdu ki; “İtham eden layıktır.
 
İkincisi; Allah’ın kendisine yetki nasip ettiği kimsedir. Bu kimse der ki; “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.” Hâlbuki yalan söylemektedir. Yaratıcıdan başka sığınılacak halife yoktur.
 
Üçüncüsü ise söylentilere dalan kimsedir. Bir söylenti bittiğinde ondan daha uzun sürenine dalar. Şayet Deccal’e yetişirse hemen ona tabi oluverir.” (Hasen. Taberani (20/88) Taberani Müsnedu Şamiyyin (2/254) Fesevi Ma’rife (2/358) Mecmau’z-Zevaid (5/228) Cem’ül Fevaid (6057) İbni Kesir Camiul Mesanid (11/480) İbni Ebi Asım Diyat (s.22) İbni Ebi Asım es-Sunne (1/24)
 
Deccal Şam-Irak Arasından Çıkar!
 
Nevvas b. Sem'an radıyallahu anh'den: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bir sabah Deccâl'den o kadar çok bahsetti ki, onun hurmalığın içinde olduğunu sandık. O'na doğru gittiğimizde bizim hâlimizin far­kına varmış olacak ki bize sordu: “Neyiniz var?” Dedik ki: “Ey Allah'ın rasulü! Sabahleyin Deccâl'den o kadar çok bahsettin ki hatta biz onu hurmalığın içinde olduğunu sandık.” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Benim sizin hakkınızda korktuğum Deccal’den başkadır. Zira ben sağ iken Deccâl çıkarsa ona karşı ben sizi savunurum. Eğer çıktığın­da ben yoksam, o zaman herkes kendisini sa­vunsun. Her bir müslüman hakkında Allah ona karsı müdafaa etmekte vekilimdir. O (Deccâl) kısa kıvırcık saçlı bir gözü olan bir delikanlıdır, tıpkı Abdu'l-Uzzâ b. Katan'a benziyor. Kim ona erişirse ona karşı Kehf sûresinin ilk ayetlerini okusun. O Şam ile Irak arasından çıkacak; sağa sola saldırıp azgınlaşacak. Ey Allah'ın kulları sebat edi­niz!” buyurdu..." (Sahih. Muslim 2937)
 
 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Sigaraya Haram Demek Allah'a ve Rasulüne İftiradır!

Sigarayı Haram Sayan Sözde Fakihlerin Usul Hatası
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
 
Bismillah.
Takdim:
Kur’ân’ı Kerim’de ve sahih sünnette haram kılınan yiyecek ve içecekler incelendiğinde şu hakikatler ortaya çıkar:
a- Helal kılınanlar temiz olan şeylerdir, haram kılınanlar ise habis olan şeylerdir.
b- Helal; asıl olandır ve haram ondan istisna edilendir.
c- Helal olan bir şeyi haram kılmak caiz değildir.
d- Helal olan bir şeyi haram kılmak Allah’a ortak koşmak sayılır ve teşri konusunda Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hakkına taşkınlıktır.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Hadis Rivayet Ederken Sigara İçen Kimseden Rivayet Alınır mı?

Ebu Suleyman el-Cendî el-Eserî dedi ki: “Mısır diyarının, sufi ve mutaassıp bir eşari olan müftüsü Ali Cum’a’nın şöyle dediğini kulaklarımla işittim: “Şeyh Muhammed Yasin el-Fadanî sigara içerdi. Nargile çekerken Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisini rivayet ederdi. Şeyh el-Fadanî Mekke’li alimlerden yetmiş kişiden sigara içtiklerini bize rivayet etti.” Ses kaydı elimde mevcut ve böyle diyor! Asrın hadis müsnid’i olan Şeyh Fadanî’den bu sabit olmuş mudur? Yoksa bu haber Ali Cum’a’nın yalancı biri olduğuna mı delalet eder? Eğer sabit ise böyle bir kimseden hadis rivayeti caiz midir?”
Şeyh Muhammed Ziyad Tekile şöyle cevap verdi: “Şeyh el-Fadanî rahimehullah Allah onu affetsin, Hicaz’lı şeyhlerin çoğu gibi nargileyi haram görmez ve içerdi. Yine Şam, Mısır ve başka yerlerin şeyhlerinin çoğu da yakın zamana kadar böyleydi. Sigara içmek aralarında yaygın idi ve haram görmezlerdi. En fazla mekruh görenler vardı. Belki de onlara sigaranın vücuda verdiği zararı, bugünkü alimler katında olduğu gibi netleşmemişti. Yine Yemen alimlerinin geneli kât kullanırlar. Allah’a hamd olsun bu mesele bu zamanda şeyhlerin ve ilim talebelerinin geneli katında açıklığa kavuşmuş, çirkin bir münker olarak görmeye başlamışlardır.
Değerli kardeşim! Şeyh Fadani’nin hadis rivayet ederken nargile içmesini yadırgamamalısın. Ben şeyhlerden birçok kimsenin nargile konusunda tesahulde bulunup kullandıklarını biliyorum. Bu mesele onların katında hadis rivayet ederken yeme ve içme gibidir. Ben Zebid’de 1420 yılında şeyhlerden birinin yanına girdim. Yanında nargile, sigara ve kât vardı. Bu şeyh’ten hadis almak ve o mecliste kalmak hoşuma gitmediği için hemen çıktım. Halbuki onun bu konuda ruhsat verdiğini biliyordum. Ben ise haram ve habis gördüğüm bu şeyden şiddetle tiksindim.
Ama bunu yapan kimseden rivayetin caiz olmasına gelince; masiyet, bid’atten hafiftir. Bid’atine davet etmeyen bid’atçiden rivayet dahi caizdir. Peki masiyetinde tevil sahibi olan, onu haram görmeyen ve mürüvveti zedeleyici görmeyen kimseden rivayet nasıl caiz olmasın? Şeyhlerimizden bu durumda olan kimselerden rivayeti terk edenler, böyle bir rivayeti haram gördüklerinden değil, veradan dolayı terk ediyorlardı. Bu genel bir konudur. Ama el-Fadanî rahimehullah’a gelince, Neylu’l-Emani adlı kitabımda onun hakkında özel olarak indimde bulunanları ve Şeyh Bedruddin el-Haseni’den bahsederken açıkladım. .."
Halid b. Ömer dedi ki: “El-Fadanî ve Ebu Turab ez-Zahirî veya başkaları gibi nargile kullanan şeyhler hakkında adalet; onların Allah’ın dini hakkındaki itikatlarına göre hükmetmemizdir. Bizim itikadımıza göre değil. Eğer mubah görüyorsa bu yüzden onu kötüleyemeyiz. Bilakis delillerle hatasına reddiye veririz. İnsanlara görüşünün isabetli olmadığını açıklarız. Onu helal gördüğü şeyden dolayı ayıplayamayız. Yine bid’at ehline buğz etmemiz ve onların bid’atlerinden ve hatalarından teberri etmemiz, onlara karşı adaletten bizi engellemez.”
* Sigaranın haram olduğunu veya zararlı olduğunu iddia edenlere ilgili risalemde cevap vermiş bulunuyorum.

Bid'atçi, Kendisine Uyulan Biriyse Ona Sükut Edilmez


Soru: Bid’atçiye merhamet etmek caiz midir?
Şeyh Ubeyd b. Abdillah el-Cabiri’nin cevabı: “Şayet bid’ati fısk türünden ise ona merhamet etmeye mani yoktur. Eğer ilim ile bilinen biriyse ona merhamet edilmez. İnsanlar arasında ilim ve fazilet sahibi olarak biliniyorsa yani insanlar onun görüşlerini takip ediyorsa ona merhamet edilmez, sükut edilmez. Müslümanların avamına gelince, onlara inkarda bulunmamakta mani yoktur.
İkinci olarak; Rafızilik, Cehmilik, vahdeti vücud, hulul gibi küfür olan bid’atleri varsa, bid’atleri üzere öldükleri takdirde onlar kâfirlerdir.
Bid’ati fısk türünden olanlar hakkında söylediğimizin delili Allah Teâlâ’nın şu kavlidir: “Şunu iyi bil ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur. Günahın için, mümin erkekler ve mümin kadınlar için bağışlanma dile.” (Muhammed 19)
Fasıklar; fıskları ister bid’at türünden olsun, ister süluk (gidişat) türünden olsun, bid’atleri yüzünden onlardan iman vasfı tamamen kalkmaz. Ancak imanın kemali kalkar.
Bu şekilde fısk olan bid’ati üzerine ölen kimse Allah’ın dilemesindedir. Allah dilerse azap eder, dilerse cehenneme koyar, Allah ile karşılaşıncaya kadar tevbe etmediği bid’atine karşılık azap eder, fakat o cehennemde ebedî kalmaz.

14 Ekim 2014 Salı

Deccalin Su Gösterdiği Ateş, Ateş Gösterdiği Sudur, Muasırların Üslubu; Deccal'in Üslübudur


Sahih bir isnad ile Fudayl b. Iyad rahimehullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

لَأَنْ آكُلَ عِنْدَ الْيَهُودِيِّ وَالنَّصْرَانِيِّ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ أَنْ آكُلُ عِنْدَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ فَإِنِّي إِذَا أَكَلْتُ عِنْدَهُمَا لَا يُقْتَدَى بِي وَإِذَا أَكَلْتُ عِنْدَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ اقْتَدَى بِي النَّاسُ , أُحِبُ أَنْ يَكُونَ بَيْنِي وَبَيْنَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ حِصْنٌ مِنْ حَدِيدٍ , وَعَمَلٌ قَلِيلٌ فِي سُنَّةٍ خَيْرٌ مِنْ عَمِلِ صَاحِبِ بِدْعَةٍ وَمَنْ جَلَسَ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ لَمْ يُعْطَ الْحِكْمَةَ وَمَنْ جَلَسَ إِلَى صَاحِبِ بِدْعَةٍ فَاحْذَرْهُ , وَصَاحِبُ بِدْعَةٍ لَا تَأْمَنُهُ عَلَى دِينِكَ وَلَا تُشَاوَرْهُ فِي أَمْرِكَ وَلَا تَجْلِسْ إِلَيْهِ , فَمَنْ جَلَسَ إِلَيْهِ وَرَّثَهُ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ الْعَمَى وَإِذَا عَلِمَ اللهُ مِنْ رَجُلٍ أَنَّهُ مُبْغِضٌ لِصَاحِبِ بِدْعَةٍ رَجَوْتُ أَنْ يَغْفِرَ اللهُ لَهُ , وَإِنْ قَلَّ عَمَلُهُ فَإِنِّي أَرْجُو لَهُ , لِأَنَّ صَاحِبَ السُّنَّةِ يَعْرِضُ كُلَّ خَيْرٍ وَصَاحِبُ الْبِدْعَةِ لَا يَرْتَفِعُ لَهُ إِلَى اللهِ عَمَلٍ , وَإِنْ كَثُرَ عَمَلُهُ إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلَائِكَتَهُ يَطْلُبُونَ حِلَقَ الذِّكْرِ فَانْظُرُ مَعَ مَنْ يَكُونُ مَجْلِسُكَ لَا يَكُونُ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ فَإِنَّ اللهَ تَعَالَى لَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ , وَعَلَامَةُ النِّفَاقِ أَنْ يَقُومَ الرَّجُلُ وَيَقْعُدَ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ. وَأَدْرَكْتُ خِيَارَ النَّاسِ كُلُّهُمْ أَصْحَابُ سُنَّةٍ وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْ أَصْحَابِ الْبِدْعَةِ لَا تَجْلِسْ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ أَحْبَطَ اللَّهُ عَمَلَهُ , وَأَخْرَجَ نُورَ الْإِسْلَامِ مِنْ قَلْبِهِ , وَإِذَا أَحَبَّ اللَّهُ عَبْدًا طَيَّبَ لَهُ مَطْعَمَهُ لَا تَجْلِسْ مَعَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ؛ فَإِنِّي أَخَافُ أَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ مَنْ أَتَاهُ رَجُلٌ فَشَاوَرَهُ فَدَلَّهُ عَلَى مُبْتَدَعٍ فَقَدْ غَشَّ الْإِسْلَامَ , وَاحْذَرُوا الدُّخُولَ عَلَى صَاحِبِ الْبِدَعِ؛ فَإِنَّهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْحَقِّ الْأَرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ , فَمَا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ , وَمَا تَنَاكَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ , وَلَا يُمْكِنُ أَنْ يَكُونَ صَاحِبُ سُنَّةٍ يُمَالِئُ صَاحِبَ بِدْعَةٍ إِلَّا مِنَ النِّفَاقِ

Şüphesiz Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yemem, bid’at sahibinin yanında yemek yememden daha iyidir. Zira ben eğer Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yersem kimse bana uymaz. Eğer bid’at sahibinin yanında yemek yersem insanlar bana uyarlar.
Benimle bid’at sahibi arasında demirden bir kale olmasını isterdim.
Sünnet ile az amel, bid’at sahibinin çok amelinden hayırlıdır. Kim bir bid’at sahibiyle oturursa ona hikmet verilmez.
Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakındırın. Bid’at sahibine dinin hakkında güvenemezsin. İşin hakkında da onunla istişare etme. Onun yanında oturma. Kim bid’at sahibiyle oturursa Allah Azze ve Celle ona körlük bulaştırır.
Allah bir kimsenin bid’at sahibine buğzettiğini bilirse, ameli az da olsa Allah’ın onu bağışlamasını umarım. Muhakkak ki ben ondan ümitliyim. Çünkü sünnet ehlinin her iyiliği arz edilir. Bid’at sahibinin ise ameli çok olsa da Allah’a bir ameli yükseltilmez.
Muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin zikir halkalarını arayan melekleri vardır. Kimin yanında oturduğuna dikkat et. Yanındaki bid’at sahibi olmasın! Zira Allah onlara bakmaz. Münafıklığın alameti, kişinin bid’at sahibi ile beraber oturmasıdır.
İnsanların hayırlılarına yetiştim, hepsi de sünnet ashabı idi ve bid’at ashabından sakındırıyorlardı.
Bid’at sahibiyle oturursan Allah amelini iptal eder ve İslam nurunu kalbinden çıkarır. Allah bir kulu sevdiği zaman yemeğini (yemek arkadaşlarını) güzelleştirir.
Bid’at sahibiyle oturma. Zira ben üzerine lanet inmesinden korkarım.
Kime bir kimse danışmak için gelir de, ona bid’atçi birini gösterirse İslam’ı aldatmış olur.
Bid’at sahibinin yanına girmekten sakının. Zira onlar haktan alıkoyarlar.
Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar anlaşır, tanışmayan ruhlar ise ihtilaf ederler. Sünnet ehli birinin bid’at sahibine meyletmesi mümkün değildir. Bunun sebebi ancak münafıklıktır.”
Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (8/103-104) İbn Batta el-İbane (437-441)  el-Lalekai İtikad (261-267)

Bid'at Ehline Düşmanlığı İptal İçin İbn Teymiyye'nin Sözünü Çarpıtan Hevâ Ehline Reddiye


Bid’at Ehliyle Muvalat Şüphesine Reddiye

Yazan: Ebu Malik el-Cuhenî er-Rıfâî
         Tercüme: Ebu Muaz
Bismillahirrahmanirrahim 
Hamd, alemlerin rabbi Allah içindir. Salat ve selam el-Emin olan rasulu, nebimiz Muhammed’e, âline ve bütün ashabı üzerine olsun.
Bundan sonra.
Bahsi geçen bu şüpheye cevap, Salih selefin yoluna muhalefet ederek sorun çıkaranlara reddiyedir. Bu en kuvvetli şüphedir ve Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın Mecmuu’l-Fetava’da (28/209) geçen şu sözünden alınarak karıştırma yapılmıştır:
“Bir kimsede hayır, şer, fücur, taat, ma’siyet, sünnet ve bid’at bir araya gelmişse, kendisinde bulunan hayır miktarında dostluk edilmeyi ve ödüllendirilmeyi, kendisinde bulunan şer miktarında düşmanlık ve cezalandırılmayı hak eder. Bir şahısta ikram edilmeyi ve aşağılanmayı gerektiren haller bir araya gelmiş olur. Mesela fakir hırsızın, hırsızlıktan dolayı eli kesilir ve ona beytu’l-mal’den ihtiyacını giderecek bağış verilir.”
Selefin menhecine muhalefet eden bu kimseler, bu sözü varacağı tehlikeye aldırmayan bir anlayışla anlıyorlar ve Şeyhulislam’ın sözünü şöyle açıklıyorlar:
Bid’atçide hayır ve şer, taat ve masiyet bir araya gelmiştir. O halde onda bulunan hayır kadar sevilir ve dostluk edilir. Bunun gereği olarak da bid’atçiye darılman, onunla bağları kesmen, buğzetmen ve mutlak buğzu izhar etmen caiz değildir. Çünkü o hayrı ve şerri, taat ve masiyeti bir araya getirmiştir.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin sözü hakkında yaptıkları bu açıklamadaki tuhaf maksatları çok açıktır.
Bunlar, kalabalıklaşma ve yığılma ehlidir. Üzerinde salih selefin ve onlardan sonraki imamların icma ettikleri “Bid’atçiye hecr (darılma) kaidesine itiraz etmekte, bu ümmetin samimi mensuplarını onların yolundan engellemektedirler: Sünnet ehli olanla bid’at ehli olanı, selefi ile tekfirci olanı nasıl tek çatı altında toplayabilirsiniz?!
Nitekim Salih selefimiz bid’atçiden hecr uyguluyor (onlardan bağları kesiyor), buğzu ve öfkeyi izhar ediyor ve insanları onlardan sakındırıyorlardı.
Nitekim Fudayl b. Iyad rahimehullah şöyle demiştir:
صاحب البدعة لا تأمنه على دينك ولا تشاوره في أمرك ولا تجلس إليه فمن جلس إلى صاحب بدعة ورثه الله العمى

“Bid’at sahibine dinin hakkında güvenme! İşin hakkında onunla istişare etme! Onun yanında oturma! Kim bid’at sahibinin yanına oturursa Allah ona körlük bulaştırır.”
* mütercimin notu: "Allah Fudayl b. Iyad'a rahmet etsin. İnegöl, Yenice, Ankara, İzmir, Konya, Bursa, Antep, İstanbul, Maraş, Adana ve başka yerlerde dernekçi bid'atçilerle oturup konuşma meselesinde yapılan uyarıları ciddiye almayan nice kimselerin kalpleri, hakkı gördükten sonra, bid'atçilerle teşriki mesai yapmaları sebebiyle kör olmuştur. Allah'tan şifa dileriz. Durum o hale geldi ki, Allah ve rasulünden başkası için, kitap ve sünnete aykırı unsurlar için dostluk ve düşmanlık belirleyerek bid'atın daniskasına düşen, şeytanın adımlarını takip eden kimseleri "onlar bid'atçi değil, anlamayan, tevil eden, mazeret sahibi kimseler" olarak nitelemeye, selefin icma ettikleri menheci ise "üslupsuzluk" görmeye başlamışlardır. Hatta bazı Şeytanlar: "Merhametsizlik" diyor! Anlamak'tan mahrum edilmenin Allah'ın bid'atçilere verdiği bir ceza olduğunu unutuyorlar! Hidayetten sonra sapıklığı satın almak ne kötü!"
O kalabalıkçı ve yığılmacılar nasıl yapıyorlar? İbn Teymiyye rahimehullah’ın bu sözüyle oynayarak her tarafa çekiyorlar, hevalarına göre açıklıyorlar, salih selefin bid’atçiye dargınlık hakkındaki icma’ına direşiyorlar. Gençler de onların Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözü hakkında söyledikleri bu yalan ve saptırmayı tasdikliyorlar!
Şayet İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün anlamı, onların söyledikleri ve anladıkları gibi olsaydı, istisnasız olarak bütün bid’at ehli bu sözün kapsamına girerdi. Bu topluluk, Seyyid Kutupçular’ı ve benzerleri kastediyorlar, bu sözü bu kapsamda değerlendirmiyorlar. Onlar Rafızilere muvalat (yakınlık) gösteren İhvanu’l-Muslimin’e karşı çıkarlar. Sufilere muvalat eden Tebliğ cemaatine karşı çıkarlar. Şayet İhvanu’l-Musliminciler ve Tebliğ cemaati onlara İbn Teymiyye’nin bu sözünü delil getirirlerse cevapları ne olurdu? Bu delil getirmeye karşı konumları ne olurdu?
Eğer Şeyh’in bu sözü ile getirilen delili reddeder ve kabul etmezlerse çelişmiş olurlar. İhvancılar ve Tebliğ cemaatinin şöyle demeleri hak olur: “Size helal de bize haram mı? Biz, İbn Teymiyye’nin sözünü, bid’atçiye muvalat, sevgi ve destek hususunda sizin delil getirdiğiniz manaya yakın olarak delil getiriyoruz. Şayet İbn Teymiyye’nin sözü sizin açıkladığınız ve şerh ettiğiniz gibiyse, size de uyar, bize de uyar.” Böylece bütün bid’at ve heva ehli bu kapsama girer. Sadece İhvancılar ve Tebliğ cemaati değil, dikkat et!
O zaman Şia, Sufiyye, Eşariyye, Maturidiyye, Mu’tezile, İbadiyye ve diğer sapıklık fırkalarına dostluk edenler sizi ilzam ederler. Ancak siz, Şeyhulislam’ın sözünü bir yerde delil olarak kullanıp, bir yerde reddetmekle çelişkiye düşersiniz.
Onların hepsinde, başta Şia’da, sonra İbadiyye’de hayır ve şer, sünnet ve bid’at, taat ve masiyet bulunmaktadır. İbn Teymiyye’nin sözünden onları nasıl çıkaracaksınız? Ya bu sözü, bütün bid’atçileri dikkate alarak anlayacaksınız ve böylece bütün bid’at ehliyle aynı safta ittifak edeceğiz, ya da selefe tabi olanlar gibi yapacaksınız! Selefe tabi olanlar İbn Teymiyye’nin sözünü sizin anladığınız gibi anlamıyor, sizin açıkladığınız gibi açıklamıyorlar. Bu sözü bid’atçilerle muvalat etmeye delil getirmiyorlar. Onlar, bir yerde bunu delil getirirken diğer bir yerde reddetmiyorlar. Bu, sizin oynamanızdır. Bize gelince, meselenin aslı indimizde sabittir. Sizin gibi çelişkiye düşmüyoruz.
Derim ki: Şayet düşünürsen, şu Seyyid Kutupçuların hali tek başına, Şeyhulislam rahimehullah’ın bu sözünü doğru anlamadıklarını ve yanlış yükleme yapmalarını açıklamaya yeter.  
Eğer: “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün düzgün ve doğru açıklaması nedir?” dersen;
Derim ki: Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah sünnette bir imamdır. O, sonraki sünnet ehlinin selefi akideyi anlayış ve takrirlerinde dayanağıdır. Buna göre, şu muhaliflerin İbn Teymiyye’nin sözünü az önce geçtiği şekilde salih selefin bid’atçiye hecr, buğz ve düşmanlığa dair icmalarını iptal edip çelişerek açıklamaları gibi, O’nun sözünün bir kısmını alıp, selefi icmalara ve eserî (rivayetlere dayalı) akidelere karşı çıkmamız yaraşmaz.
İmam Begavî rahimehullah Şerhu’s-Sunne’de (1/227) şöyle der: “Sahabe, tabiin ve onlara tabi olanlar ile sünnet imamları bid’at ehline düşmanlık ve onlara hecr (dargınlık) uygulama hususunda icma ve ittifak üzere devam etmişlerdir.”
Durum böyle olduğuna göre yürürlükte olan esaslar, selefin icma’ını koruyarak devam etmeyi gerektirir. İbn Teymiyye rahimehullah bile olsa, sonrakilerden herhangi bir alimin sözü, ilk asırlardaki icmayı delemez. Sonra, bu alimin sözünü, sahih ve açık icmaya zıt düşmeyecek şekilde yönlendirmek gerekir.
Bizler Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ı, kendisinin sözüne şu muhaliflerin salih selefin bid’atçiden ayrılmaya dair icma’ına aykırı kılarak yaptıkları tuhaf açıklamadan tenzih ederiz.  İbn Teymiyye’nin bir vadide, bunların ise başka bir vadide olmaları sana yeter.

Şayet onlar İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün akışını düşünselerdi elbette maksadını öğrenir, meramını anlarlardı. Lakin onlar O’nun sözünün bir kısmını alarak sözün akışından ayırıyorlar, sonra diledikleri şekilde açıklıyorlar. Onların durumu: “Namaz kılanlara veyl olsun” kısmını alıp da ayetin devamındaki: “Onlar ki, namazlarından gafildirler” kısmını okumayan kimseye benzer.

 Kıymetli kardeşim, işte sana Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın Mecmuu’l-Fetava’daki (28/209) sözünün tamamı! Bu sözleri okuduğunda Şeyhulislam rahimehullah’ın maksadının şu muhaliflerin zannettikleri gibi olmadığını öğreneceksin. Allah ona rahmet etsin, İbn Teymiyye şöyle diyor: “Bir kimsede hayır ve şer, fücur, taat ve masiyet, sünnet ile bid’at bir araya gelirse, onda bulunan hayır oranında muvalatı ve ödüllendirilmeyi hak eder. yine kendisinde bulunan şey oranında düşmanlık ve cezalandırılmayı hak eder. Bir şahısta ikram ve aşağılamayı gerektiren hallerle şu ve şu haller bulunabilir. Mesela fakir hırsızın çalmasından dolayı eli kesilir, lakin Beytu’l-mal’den onun ihtiyacını giderecek bağış yapılır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin üzerinde ittifak ettiği asıl budur. Hariciler, mutezile ve onlara uyum gösterenler buna muhalefet ederek, ödüllendirilmeyi hak eden insanın cezayı hak etmeyeceğini söylemişlerdir. Ehli sünnet ise şöyle der: “Muhakkak ki Allah, büyük günah sahiplerine cehennemde azap eder, azap ettiği bu kimseleri lütfu ve rahmetinden dolayı sonra kendilerine izin verilenlerin şefaatiyle çıkarır. Nitekim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den gelen sünnet bu şekilde belirtmiştir.”

Şeyh rahimehullah’ın sözü gördüğün gibi, ehli sünnet ve’l-cemaatin ittifak ettiği esas ile onlara muhalefet eden Harici ve Mutezile’nin sözleri hakkındadır. Onun sözünün bu esas çerçevesinde açıklanması gerekir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, büyük günah sahibine veya bid’at sahibi olan fasığa kafir muamelesi yapmaz. Onların katında zina eden kimse bir Yahudi gibi değildir. Onların katında hırsız, puta tapan bir müşrik gibi değildir. Hariciler ve Mutezile ise böyle görmezler. Hariciler bunların hepsini bir sayarlar. Mutezile ise ilk kısımdakileri (büyük günah işleyenleri) dünyada iki menzile arasında bir menzilede sayarlar, sonra ahiretteki durumları hakkında Haricilerle ittifak ederek onların cehennemde ebedî kalacaklarını söylerler.

Şeyhulislam rahimehullah’ın sözleri bu şekilde düzgünce açıklandığı zaman, selefin sözleri ile ittifak etmiş olur. Selefin bid’atçiye hecr uygulanması hususundaki icma’ı ile bu söz arasında bir çelişki yoktur. Ama Kutupçuların ve benzerlerinin açıkladığı gibi batıl şekilde açıklanırsa selefin icma’ına aykırı düşer. İbn Teymiyye rahimehullah ise bundan berîdir.

Bu muhaliflerin Şeyhulislam rahimehullah’ın sözünü bu şekilde batıl olarak açıklayıp, sonra bid’at ehline muvalat için delil getirmeleri şaşırtıcıdır. İbn Teymiyye’nin kendisi, “Bu, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin üzerinde ittifak ettikleri bir esastır” diyor. Allah’ım! Hayret doğrusu! Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, bid’atçiye muvalat edip, - iddia ettikleri gibi - onda bulunan hayır ve taatten dolayı sevilmesinde ittifak mı etmişlerdir? Ya İbn Teymiyye rahimehullah bu ittifakı aktarmada yanlış yapıyor, ya da salih selefin yolunu delmeye çalışan bu kimseler İbn Teymiyye’nin sözünü açıklamada yanlış yapıyorlar! Şüphesiz ortadaki durum ikincisidir. İbn Teymiyye’nin söylediği de doğrudur, aktardığı ittifak da doğrudur. Lakin bâtıl olsan, şu bâtıl ehlinin getirdikleri açıklamalardır.

Sonra, herhangi bir alimin sözü açıklanırken kendisinin menheci ve akidesi gözetilmelidir. Bid’atçiye muvalat için sözünü delil getirdikleri İbn Teymiyye rahimehullah’ın, bid’at ehline karşı dikilmede, onlara karşı çıkmada insanların en şiddetlilerinden olduğu, onun siyretinden malum ve meşhurdur. Allah ona rahmet etsin.

Hafız İbn Hacer rahimehullah, er-Reddu’l-Vafir’e takrizinde şöyle diyor: “Şu adamın (yani İbn Teymiyye) Rafızilerden, Hulul ve ittihatçılardan olan bid’at ehline karşı en büyük direnişi yapan insan olması hayret vericidir. Bu konuda pek çok ve meşhur eserleri ve hasır altı edilemeyecek fetvaları vardır…”

Şayet Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şu kimselerin menhecinde olduğu gibi; bid’atçiye kendisinde bulunan – iddia ettikleri - hayır ve taat oranında sevgi ve yakınlık gösterileceği menhecinde olsaydı, bid’atçilerin alimleri ve sapıklık kadıları kendisinin asrında onu defalarca öldürmeye kalkmazlardı. Allah onu, onlardan korudu.

Hafız Zehebî rahimehullah, Şeyhulislam İbn Teymiyye hakkında şöyle diyor: “Sağlam sünnete ve selefi yola destek oldu, kendisinden önce çıkmamış meselelerde deliller ve mukaddimelerle sünnete delil getirdi, öncekilerin ve sonrakilerin hücum edecekleri ibareleri kullandı, ondan ürktüler, o da cesaretle üzerine gitti, hatta Mısır ve Şam alimlerinden bir topluluk üzerine kıyam ettiler, bid’atçilikle suçladılar, tartıştılar, ona büyüklendiler, İbn Teymiyye ise ne korktu, ne yağcılık yaptı, sebat etti. Bilakis, içtihadının, zihninin keskinliğinin, sünnetler ve görüşler hususundaki geniş kapasitesinin, kendisini götürdüğü sonuç olan acı gelen hakkı söyledi. Bununla beraber verâ, mükemmel tefekkür, kavrama çabukluğu, Allah’tan korkma ve Allah’ın haramlarına tazim ile meşhur oldu. Kendisiyle rakipleri arasında hamle savaşları oldu, Şam ve Mısır olayları meydana geldi. Tek bir yaydan dönüşümlü olarak nice atışlar yaptılar, Allah onu kurtardı. Kendisi daima Allah’a yalvarır, yardım isterdi. Tevekkülü kuvvetli idi. Sarsıntılara karşı sebatkar idi. Devam ettiği virdleri ve zikirleri vardı. Diğer taraftan alimler ve Salihler, askerler ve komutanlar, tüccarlar ve ileri gelenler ile kendisini seven halk tarafından sevilirdi. Çünkü o, gece gündüz dili ve kalemiyle onlara faydalı olmaya kendisini adamıştı.” (ez-Zeyl Ala Tabakati’l-Hanabile 4/394)

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah ve sünnete, selefi akideye destek olma yolunca üstün cihadı hakkındaki bu parlak tablo, Şam’da ve Mısır’da nebevî sünnetin ve eserî akidenin düşmanları tarafından yapılan saldırılar nerede, bid’at ehline muvalat ve muhabbetten bahseden şu muhalifler nerede? Sonra da tutup bid’at ve heva ehline karşı böylesine cihad ve mücadele etmiş bir kimsenin sözünü kendilerine delil getiriyorlar!

İbn Teymiyye üzerine yalan söylüyor ve onun sözünü açıklarken saptırıyorsunuz! Onun menhecine ve itikadına muhalefet ediyorsunuz. Kendi nefislerinize acıyın. Zira İbn Teymiyye adına yalan söyleyen, güneş hakkında yalan söyleyen gibidir.

Şeyhulislam rahimehullah’ın akidesi, menheci, siyreti ve cihadı, parlaklık ve açıklık bakımından güneş gibidir.

İnsanlardan birinin sözünü delil getirmeden edemiyorsanız, işte size (muasır sünnet inkarcısı) Muhammed el-Gazalî’nin kitapları, yahut Fehmi Huveydi, yahut Said Havva, Hasen el-Benna’nın ashabı! Onları takip edin, orada hevanıza uyacak, bid’at ehline karşı dostluk ve sevgi duyup aynı safa geçebileceğiniz, cesaretlenebileceğiniz pek çok şey bulursunuz!

Belki de bu sizin için, sünnet imamları adına yalan söylemenizden, onların sözünü olmadık yerlere çekmenizden daha hayırlıdır.

Makalemi, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın rakiplerine yaptığı duasıyla bitiriyorum:

“Allah’ım! Onlara kendisiyle hakka hidayet bulacakları bir nur bağışla”

Ebu Malik Abdulhamid b. Huleyvi er-Rıfâî el-Cuhenî

12.7.1429 Salı sabahı

Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukabadî

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)