Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Nisan 2017 Pazar

İbn Hazm'ın Müziği Helal Saymadaki Saptırmalarına Cevap

Soru: Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh. İbn Hazm rahimehullah müzik hakkında bazı hadisleri tahkik ederek, müziğin haram olmadığı sonucuna varıyor. Bende def dışında çalgı aletlerinin haram olduğunu biliyordum. Bu konuda şüphelerim oluştu. Bu konu hakkında açıklama yapabilirmisiniz? Berakallahu fîk.
Cevap: Aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. İbn Hazm’ın müzik meselesi ve diğer bazı meselelerde hevası ile hareket ederek Kur’ân ve sünnet’in açık naslarına muhalafeti, kitap ve sünnnetin delillerini ortaya çıkarak samimi ehl-i sünnet alimleri tarafından reddedilmiş, müziği helal saymak için ortaya koyduğu bâtıl yorumlar iptal edilmiştir. Fakat münafıkların tağutlarından biri olan Yusuf el-Kardavi adlı şeytan İbn Hazm’ın bu ayak kaymasını put edinerek yeniden bununla fetva vermiş ve müslümanlardan birçoğunu dininde saptırmıştır.
1- Müziğin haramlığını ifade eden hadis Sahihu’l-Buhari’dedir. Buhârî (5590)  Buhârî bu hadisi “kale/dedi ki” lafzıyla kendi hocasından başlayan bir isnadla rivayet etmiştir. İbn Hazm’ın bunu hazmedememesi, sırf Buhârî’nin hocasından yaptığı bu rivayette “haddesena”, “ahberana” veya “enbeena” gibi işitme sigalarından birini kullanmamış olmasıdır. Halbuki böyle bir rivayetin yani “kâle”, “an”, “enne” gibi lafızlarla yapılan bir rivayetin munkatı sayılabilmesi için, bu rivayeti yapanın müdellis bir ravi olması gerekir. İmam Buhârî ise müdellis değildir.  Bu yüzden hadis usulune karşı İbn Hazm’In böylesine açık tutarsızlığı, bütün muhaddisler tarafından reddedilmiş ve bunu İbn Hazm’ın şaz kaldığı meselelerden olarak değerlendirmişlerdir.
2- Aşağıda ez-Zeberced adlı kitabıma aldığım bir hadisi ve isnadını zikrediyorum. Buhârî’nin Muallak olarak rivayet ettiği iddia edilen bu hadis, Buhârî’ninşartlarına göre sahihtir, isnadı muttasıldır, hiçbir illeti yoktur:
Da’lec es-Secezi rahimehullah, el-Munteka Min Musnedi’l-Mukillîn kitabında şöylece rivayet ediyor:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ بْنِ مِهْرَانَ الْإِسْمَاعِيلَيُّ، وَمُوسَى الْجَوْنِيُّ، قَالَا ثنا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ ثنا صَدَقَةُ بْنُ خَالِدٍ ثنا ابْنُ جَابِرٍ حَدَّثَنِي عَطِيَّةُ بْنُ قَيْسٍ حَدَّثَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ غَنْمٍ حَدَّثَنِي أَبُو عَامِرٍ أَوْ أَبُو مَالِكٍ الْأَشْعَرِيُّ وَاللَّهِ مَا كَذَبَنِي أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَيَكُونَنَّ فِي أُمَّتِي أَقْوَامٌ يَسْتَحِلُّونَ الْحَرِيرَ وَالْخَمْرَ وَالْمَعَازِفَ وَلَيَنْزِلَنَّ أَقْوَامٌ إِلَى جَنْبِ عَلَمٍ لَهُمْ يَرُوحُ عَلَيْهِمْ بِسَارِحَةٍ فَيَأْتِيهِمْ رَجُلٌ بِحَاجَتِهِ فَيَقُولُونَ لَهُ ارْجِعْ إِلَيْنَا غدًا فَيُبَيِّتُهُمُ اللَّهُ فَيَضَعُ بِالْعَلَمِ عَلَيْهِمْ وَيَمْسَخُ آخَرِينَ قِرَدَةً وَخَنَازِيرَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
Ebu Âmir veya Ebu Mâlik el-Eşarî radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
Muhakkak ki ümmetimde bazı kimseler ipeği, sarhoş edici içkileri ve çalgı aletlerini helal sayacaklardır. Muhakkak ki bazı kimseler bir dağın yamacında konaklayacaklar,  onlara ait koyun sürüsüyle çoban sabahları yanlarına gelecektir. Bir adam ihtiyacı için onlara geldiğinde:
“Bugün git, yarın gel” diyecekler, onlar geceledikleri zaman Allah dağı bir kısmının üzerinlerine indirecek, diğerleri de kıyamet gününe kadar maymunlara ve domuzlara döndürüleceklerdir.” (Da’lec b. Ahmed es-Secezî, el-Munteka Min Musnedi’l-Mukillin (8) İbn Hibbân (15/154) Taberânî (3/282) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (588) Beyhakî (3/221, 272) İbn Asakir Tarih (67/189
Şeyh el-Elbani rahimehullah da Tahrimu Alati’t-Tarb adlı risalesinde İbn Hazm’ın iddiasına ayrıntılı cevap vermiştir. Yine el-Elbani, İbn Hazm'a taassup eden inatçı zahirîlerin, İbn Hazm'ın bile dile getirmediği eleştirilerle hadisin isnadında geçen Hişam b. Ammar ve Atiyye b. Kays hakkında yaptıkları tutarsız eleştirilere de cevap vermiştir. Kısaca söylemek gerekirse, ömrünün sonlarında hafızası bozulan ve telkin kabul etmeye başladığı söylenen Hişam b. Ammar tek kalmamış, Bişr b. Bekr ona mutabaat etmiştir. Bununla birlikte Buhari, Hişam b. Ammar'ın hafızasının bozulmasından önceki rivayetleriyle hüccet getirmiştir. 

Atiyye b. Kays'a gelince tabiindendir. Tabiinden olan bir ravi, şayet meçhulu'l-ayn değilse hakkında müfesser bir cerh sabit olmadığı sürece sika kabul edilirler. Muhaddislerin usulü böyledir. Atiyye b. Kays ile Buhari ve Muslim hüccet getirmişler, hiçbir muhaddis imam bu yüzden Buhari ve Müslim'e tenkit getirmemişlerdir. Zira İbn Sad, Atiyye b. Kays'ın maruf olduğunu, yani meçhul olmadığını söylemiş, hakkında müfesser bir cerh varid olmamıştır. Lakin heva ehli, sırf taklit ettikleri İbn Hazm'ı haklı çıkarabilmek için, İbn Hazm'ın dahi öne sürmediği bir gerekçeyle Atiyye b. Kays'ı zayıf sayma cüretinde bulunmuş, muteşeddid imamlardan Ebu Hatim er-Razi'nin Atiyye hakkında söylediği: "Salihu'l-hadis" tabirini öne sürmüşlerdir. Hadis usulü bilmeyen heva ehlinin hadis ilmine kirli teşebbüsleri, birçok kimseyi aldatmaktadır! Muteşeddid tenkid ulemasının cerhlerinin mutlak olarak kabul edilmeyeceği usulde bilinen bir husustur. Ebu Hatim'in "salihu'l-hadis" tabiri ise, muteşeddid bir imamdan, müfesser olmayan bir tabirdir. Şayet Ebu Hatim müfesser bir cerhte bulunsaydı bile, kendisi müteşeddidlerden olduğu için bu cerhi yine kabul edilmezdi. Mutedil imamlar olan Buhari ve Muslim'in Atiyye b. Kays ile hüccet getirmiş olmaları, sünnet ehli için yeterli bir tevsiktir.
Adiy b. Ertae rahimehullah dedi ki:
أَنَّ عَوْفَ بْنَ مَالِكٍ، خَرَجَ مِنْ دِمَشْقَ إِلَى بَعْضِ قَرْيَاتِ بَنِي فَزَارَةَ إِلَى صَدِيقٍ كَانَ لَهُ فِيهَا، فَاجْتَمَعَ إِلَيْهِ نَفَرٌ، فَجَعَلُوا يَتَحَدَّثُونَ، فَقَالَ رَجُلٌ: مَنْ يَذْكُرُونَ مِنْ أَصْحَابِ الدَّجَّالِ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ؟ فَقَالَ عَوْفُ بْنُ مَالِكٍ: " قَوْمٌ يَسْتَحِلُّونَ الْخَمْرَ وَالْحَرِيرَ وَالْمَعَازِفَ حَتَّى يُقَاتِلُونَ مَعَكُمْ، فَيُنْصَرُونَ كَمَا تُنْصَرُونَ، وَيُرْزَقُونَ، حَتَّى يُوشِكَ قَاتِلُهُمْ أَنْ تَقُولَ: فَعَلَ اللَّهُ بِأَوَّلِنَا كَذَا وَكَذَا، لَوْ كَانَ حَرَامًا مَا نُصِرْنَا وَلَا رُزِقْنَا، حَتَّى إِذَا خَرَجَ الدَّجَّالُ لَحِقُوا بِهِ، لَا يَتَمَالَكُونَ عَنْهُ، يُخْرِجُهُمْ إِلَيْهِ أَعْمَالُهُمْ
“Avf b. Malik radiyallahu anh Dımeşk’ten çıkıp Fezare oğullarının köylerinden birinde bir arkadaşına gitti. Orada bir topluluk konuşmaya başladı. Bir adam dedi ki:
“Bu ümmetten deccalin ashabı olacakları kimler anlatacak?” Avf b. Malik radiyallahu anh dedi ki:
“Bir topluluk içkiyi, ipeği ve çalgı aletlerini helal sayarlar. Sizinle beraber savaşıp, sizin yardım gördüğünüz gibi yardım görür, kazanırlar ve rızıklanırlar. Ta ki içlerinden biri şöyle der: “Allah öncekilerimize şöyle ve şöyle yapsın! Şayet bu (helal saydıkları içki, ipek ve çalgılar) haram olsaydı yardım görüp rızıklanmazdık.” Sonunda deccal çıkınca ona katılırlar. Ondan kendilerini alıkoyamazlar. Amelleri, kendilerini ona götürür.”
Bunu Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin’de (no:2872) ve onun tarikiyle İbn Asakir Tarih’te (47/38) hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Şahsi re’y ile söylenecek bir söz olmadığından hükmen merfudur.
Bu rivayetlerde meâzif kelimesiyle, bütün çalgı aletlerinin haram olduğu zımnen bildirilmiş, diğer bazı hadislerde de ud, davul, kaval gibi ismen zikredilerek; telli, vurmalı ve üflemeli çalgıların haramlığına dair sahih veya hasen hadisler sabit olmuştur. Haram kılınan bu çalgı aletlerinden yalnızca def istisna edilmiştir.
Konuyla ilgili diğer bir mesele de "ginâ"/şarkı tabiridir. İster erkekler, isterse hür olmayan kadınlar veya çocuklar söylesin, dünyevî bir içeriğe sahip olan türkü ve şarkıları, çokça bununla meşgul olmamak şartıyla, düğünde ve bayramlarda dinlemeye cevaz verilmiştir.
Hamasî cihad şiirleri, bid'at ve şirk önderlerini aşağılayan, sünneti yüceltip bid'atleri reddeden şiir ve neşitleri ezgilerle okumak ise teşvik edilen, dil ile cihaddan sayılan işlerden sayılmış, sahabe ve tabiin bunu mescidlerde de yapmışlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hassan b. Sabit için mescide minber kurdurmuştur. 
Bunlar sorudaki konunun dışında kalan şeyler olup, ayrıntıya başka yerlerde girmiş olduğumuzdan burada sözü uzatmıyorum.
3- Verdiğiniz linkte İbn Hazm’ın müziğin helalliğine dair öne sürdüğün delillerin hiçbirinde def dışında çalgı aletlerinin helal olduğunu gösteren bir delil yoktur.
* Mescid'de habeşlilerin oyun oynamasında çalgı aletleri söz konusu edilmemektedir.
* Yine cariyelerin bayram ve düğün günlerinde söyledikleri şarkıyı dinlemenin caiz olması, müzik aletlerinin helal olduğu manasına gelmez.
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın çoban kavalı sesiyle ilgili rivayetine gelince, bu siteden daha önce sema' ile istima' arasındaki farka dair yazı yayınlamıştım. Kişi kendi tercih ve ihtiyarı olmaksızın kulağına gelen sesi işitmesinden sorumlu değildir, kasıtlı olarak müzik dinlemesiyle yani istima etmesiyle mes'ul olur.  Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem çoban kavalını işitince kulağını tıkamış, fakat yanındaki İbn Ömer radıyallahu anhuma'ya kulağını tıkamasını emretmemiştir. Yine İbn Ömer radıyallahu anhuma, Nafi'nin yanında aynı şeyi yapmış, Nafi'ye kulağını tıkamasını emretmemiş, Rasulullah'ın kulağını tıkadığını söylemekle yetinmiştir. Bu rivayette de İbn Hazm’ı destekleyen bir durum söz konusu değildir.
* Bazı kimseler Şevkani'nin Neylu'l-Evtar'da selefin müzik aletleri konusunda ihtilaf ettiklerini iddia etmesine dayanmaktadırlar. Lakin Neylu'l-Evtar'da müzik aletlerini helal sayan seleften herhangi bir kimseden sahih bir rivayet ispat edememiştir. Sahih olarak gelenler ise, yalnızca def çalmanın/dinlemenin ve cariyelerin söylediği şarkıyı dinlemenin caiz olduğuna dair rivayetlerdir. Bu konu zaten tartışma konusu değildir. Def dışındaki müzik aletlerinin haramlığı hususunda ümmetin selefinden muhalefet eden hiç kimse yoktur.
* Diğer bazı kimseler de aşırı giderek, cevazına deliller sabit olmasına rağmen def çalınmasına da karşı çıkıyor veya otobüste, kafelerde vb. ortamlarda kişinin kendi arzusuyla dinlemediği, kulaklara gelen müzikten dolayı o ortamı terk etmeyi farz görüyorlar!
Bir kimse böyle bir ortamı terk eder veya kulağını tıkarsa müstehap bir iş yapmış olur. Lakin kulağını ve kalbini, dışarıdan gelen müzik sesine vermediği sürece, o ortamı terk etmeyerek veya kulağını tıkamayarak, müstehap bir fiili terk edeni günahkâr saymak aşırılıktır. Bu aşırılık sahipleri, kendilerinin de benzer bir vebalin altında olduklarını unutuyorlar. Hoparlörlerden türlü musiki makamlarıyla teganni edilen ezanları dinlememek için nasıl bir önlem alıyorlar? Yahut bu akıllarından geçiyor mu? Fasık komşuları düğün yapıp çalgı çaldıkları zaman veya Allah'tan korkmayan dükkan sahipleri açılış yaptıklarında müzik yayınladıkları zaman nerelere kaçabiliyorlar? Şayet kaçabiliyorlarsa, çeşitli sebeplerle, rahatsız oldukları bu seslerden kaçamayan kimseleri günahkâr mı görüyorlar? Şayet öyleyse hangi delile dayanarak günahkar sayacaklar?
Şüphesiz buradaki günahkarlık, bu ezanları teganni ile okuyanların, umumi müzik yayını yapanlarındır. Engellemeye gücümüzün yetmediği münkerlerden kalbimizden buğz etmek suretiyle Allah'ın affını umarız.  

 

25 Nisan 2017 Salı

İbn Abbas Radiyallahu anhuma’ya Nispet Edilen Tefsir Hakkında

2- Başka bir kardeşimiz tercümesi yeni yayınlanmış olan İbn Abbas Tefsir’i hakkında sormaktadır
Cevap:
Bahsedilen Tefsir, Firuzabadî’nin derlediği Tenviru’l-Mikbas adlı tefsirdir. Bu tefsirde İbn Abbas’a ulaştırılan isnadların geneli zayıf raviler, bir kısmı da hadis uydurmakla itham edilen kişilerden oluşmaktadır. Yani büyük bir kısmının İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya nispeti sahih değildir.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya ait bütün bir tefsir olarak sadece Ali b. Ebi Talha’nın sahifesi muteber bir isnada sahiptir. Buhârî, Sahih’inde bu sahifeden rivayetler zikretmiştir. Benim Sahih Tefsir adlı çalışmam, Ali b. Ebi Talha’nın İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan yaptığı tefsir rivayetlerini tamamıyla içermekte, ayrıca diğer hadis kaynaklarında İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan sağlam isnadlarla gelen tefsirleri de içermektedir.
Ali b. Ebi Talha sahifesi’nin tahkikli arapça neşri tek cilt olarak, Raşid Abdulmun’im er-Raccal tarafından yapılmış, 1991 yılında Muessesetu‘l-Kutubi’s-Sekafiyye tarafından Beyrutta ilk baskısı gerçekleştirilmiştir. Kitapta 1460 rivayet zikredilmiştir, 560 sayfadır.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan tefsire dair sahih veya hasen isnadlarla gelenleri görmek isteyenler Sahih Tefsir adlı çalışmama bakmalıdırlar. Tenviru’l-Mikbas adlı uydurma derlemeyi ise tavsiye etmiyorum.

Receb ve Şaban Ayları Hakkında

1- Bir kardeşimiz şu rivayetlerin sıhhat durumunu sormaktadır:
“Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geriye çevrilmez. Bunlar Recep’in ilk Cuma gecesi, Şaban’ın ortasında bulunan Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı geceleridir." (Câmiu's-Sağir, c. III, s. 454; Beyhaki, Şuabul İman 3438 ve 3440 hadisler)
- "Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geriye çevrilmez. Bunlar Recep’in ilk Cuma gecesi, Şaban’ın ortasında bulunan Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı geceleridir." (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 21753. Hadisin son kısmından)
- “(Allahım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına  ulaştır.)” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 2346)
Cevap:
Soruda zikredilen ilk hadis Beyhakî’nin Şuabu’l-İman adlı eserinde şöyle geçer: Ebu’d-Derda radiyallahu anh’den:
مَنْ قَامَ لَيْلَتَيِ الْعِيدَيْنِ لِلَّهِ مُحْتَسِبًا, لَمْ يَمُتْ قَلْبُهُ حِينَ تَمُوتُ الْقُلُوبُ
“Kim iki bayram gecesini, karşılığını Allah’tan umarak kıyamla değerlendirirse kalplerin öldüğü günde onun kalbi ölmez.”
Bu mevkuf rivayet uydurmadır. İsnadında Şafii’nin şeyhi İbrahim b. Muhammed metruktur. Halid b. Ma’dan’ın da Ebu’d-Derda radiyallahu anh’den işittiği bilinmemektedir.
Bu rivayetin ardından İmam Şafii şöyle demiştir:
وَبَلَغَنَا أَنَّهُ كَانَ يُقَالُ: إِنَّ الدُّعَاءَ يُسْتَجَابُ فِي خَمْسِ لَيَالٍ, فِي لَيْلَةِ الْجُمُعَةِ، وَلَيْلَةِ الأَضْحَى، وَلَيْلَةِ الْفِطْرِ، وَأَوَّلِ لَيْلَةٍ مِنْ رَجَبَ، وَلَيْلَةِ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ
“Bize ulaştığına göre şöyle deniliyordu: “Beş gecede dua müstehaptır: Cuma gecesi, kurban bayramı gecesi, ramazan bayramı gecesi, Receb’in ilk gecesi ve Şa’ban ayının ortasındaki gece.” Şafii’ye kadar isnadı sahih olsa da, İmam Şafii’ye bu söylentiyi aktaran kişi İbrahim b. Muhammed metruktur. Dolayısıyla bu sözün dinde bir aslı yoktur.
Yine aynı isnadla: İmam Şafii, İbrahim b. Muhammed’den şöyle dediğini nakletmiştir:
رَأَيْتُ مَشْيَخَةً مِنْ خِيَارِ أَهْلِ الْمَدِينَةِ يَظْهَرُونَ عَلَى مَسْجِدِ النَّبيِّ صَلى الله عَلَيه وَسَلم لَيْلَةَ الْعِيدِ, فَيَدْعُونَ وَيَذْكُرُونَ اللهَ, حَتَّى يَذْهَبَ سَاعَةٌ مِنَ اللَّيْلِ
“Medine halkının hayırlılarından olan şeyhleri Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidinde bayram gecesi çıkıp geceden bir süre geçene kadar Allaha dua ve zikir ettiklerini gördüm.” Şafii dedi ki:
وَبَلَغَنَا أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كانَ يُحْيِي لَيْلَةَ جَمْعٍ, وَلَيْلَةُ جَمْعٍ هِيَ لَيْلَةُ الْعِيدِ؛ لأَنَّ فِي صُبْحِهِمَا النَّحْر.
“Bize ulaştığına göre İbn Ömer radiyallahu anhuma cem gecesini ki - o bayram gecesidir, zira ikisinin de sabahında kurban vardır – ihya ederdi.”
Bütün bu haberlerin etrafında döndüğü kişi metruk bir ravi olan İbrahim b. Muhammed’dir.
Beyhaki bunların ardından İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet eder:
خَمْسُ لَيَالٍ لاَ يُرَدُّ فِيهِنَّ الدُّعَاءُ: لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ، وَأَوَّلُ لَيْلَةٍ مِنْ رَجَبَ، وَلَيْلَةُ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ، وَلَيْلَةُ الْعِيدِ, وَلَيْلَةُ النَّحْرِ.
“Beş gecede dua reddedilmez: Cuma gecesi, Receb’in ilk gecesi, Şa’ban ayının ortasındaki gece, bayram (ramazan bayramı) gecesi ve kurban gecesi.”
İsnadında Abdurrahman ibnu’l-Beylemani zayıftır. Oğlu Muhammed b. Abdirrahman el-Beylemani ise şiddetli zayıfıtr ve yalanla itham edilmiştir.
Netice olarak zayıflık şiddetli olduğundan şahit ve mutabaat ile takviyesi de mümkün değildir.
Soruda ikinci hadis olarak zikredilen metin, belirtilen kaynakta bu şekilde değildir. Ahmed b. Hanbel’in Musned’inde 21753 nolu rivayetin metni şu şekildedir:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِيٍّ، حَدَّثَنَا ثَابِتُ بْنُ قَيْسٍ أَبُو غُصْنٍ، حَدَّثَنِي أَبُو سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيُّ، حَدَّثَنِي أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ، قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ الْأَيَّامَ يَسْرُدُ حَتَّى يُقَالَ: لَا يُفْطِرُ، وَيُفْطِرُ الْأَيَّامَ حَتَّى لَا يَكَادَ أَنْ يَصُومَ إِلَّا يَوْمَيْنِ مِنَ الْجُمُعَةِ، إِنْ كَانَ فِي صِيَامِهِ، وَإِلَّا صَامَهُمَا، وَلَمْ يَكُنْ يَصُومُ مِنْ شَهْرٍ مِنَ الشُّهُورِ مَا يَصُومُ مِنْ شَعْبَانَ، فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللهِ، إِنَّكَ تَصُومُ لَا تَكَادُ أَنْ تُفْطِرَ، وَتُفْطِرَ حَتَّى لَا تَكَادَ أَنْ تَصُومَ إِلَّا يَوْمَيْنِ إِنْ دَخَلَا فِي صِيَامِكَ وَإِلَّا صُمْتَهُمَا قَالَ: " أَيُّ يَوْمَيْنِ؟ " قَالَ: قُلْتُ: يَوْمُ الِاثْنَيْنِ، وَيَوْمُ الْخَمِيسِ. قَالَ: " ذَانِكَ يَوْمَانِ تُعْرَضُ فِيهِمَا الْأَعْمَالُ عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ، وَأُحِبُّ أَنْ يُعْرَضَ عَمَلِي وَأَنَا صَائِمٌ " قَالَ: قُلْتُ: وَلَمْ أَرَكَ تَصُومُ مِنْ شَهْرٍ مِنَ الشُّهُورِ مَا تَصُومُ مِنْ شَعْبَانَ قَالَ: " ذَاكَ شَهْرٌ يَغْفُلُ النَّاسُ عَنْهُ بَيْنَ رَجَبٍ وَرَمَضَانَ، وَهُوَ شَهْرٌ تُرْفَعُ فِيهِ الْأَعْمَالُ إِلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ فَأُحِبُّ أَنْ يُرْفَعَ عَمَلِي وَأَنَا صَائِمٌ  
Görüldüğü gibi hadisin, soruda zikredilen metinle alakası yoktur. Sorudaki metin, yukarıda bir önceki hadisle ilgili olarak değerlendirmesini yaptığım metindir. Bu hadiste ise sadece Receb ile Ramazan arasındaki Şa’ban ayından insanların gafil olduğu, hâlbuki bu ayda da amellerin Allah’a arz edildiği bildirilmektedir. Hadisin son tarafı şu şekildedir:
“… Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Sen neredeyse bırakmayacak gibi oruç tutuyorsun ve neredeyse hiç tutmayacak gibi orucu terk ediyorsun. Ancak iki gün hariç. Şayet bu iki gün girerse sen mutlaka o günlerde oruç tutuyorsun.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
O iki gün hangisi?” dedi. Ben: “Pazartesi ve Perşembe günleri” dedim. Buyurdu ki:
O iki günde ameller âlemlerin rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçlu olduğum halde arz edilmesini isterim.” Ben dedim ki:
“Şaban ayında oruç tuttuğun kadar başka günlerde oruç tuttuğunu görmedim.” Buyurdu ki:
Bu ay, Receb ile Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Bu ayda da ameller âlemlerin rabbine arz edilir ve ben amelimin oruçlu olduğum halde yükseltilmesini isterim.” Bu hadisin isnadı hasendir.
Soruda zikredilen 3. Hadis ise Ahmed b. Hanbel’in Musned’inde (2346) şu şekilde geçer:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ، حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عُمَرَ، عَنْ زَائِدَةَ بْنِ أَبِي الرُّقَادِ، عَنْ زِيَادٍ النُّمَيْرِيِّ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ: كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا دَخَلَ رَجَبٌ، قَالَ: " اللهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ، وَبَارِكْ لَنَا فِي رَمَضَانَ " وَكَانَ يَقُولُ: " لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ غَرَّاءُ، وَيَوْمُهَا أَزْهَرُ
Bu hadisin isnadı da zayıftır. İsnadında Zaide b. Ebi’r-Rikad zayıftır.

24 Nisan 2017 Pazartesi

Seferîlik Hakkında Tamamlayıcı Bilgiler

Medine’nin civarında Kuba halkının bulunduğu mahalle, Amr b. Avf oğullarının mahallesi, İtban b. Malik’in bulunduğu mahalle, Umm Haram bt. Milhan ve Ubade b. Samit radiyallahu anhum’un yaşadıkları mahalle gibi avâlî denilen, Medine’den uzaklıkları 2 ilâ 8 km. arasında değişen bölgeler vardı. 
Kuba mescidi Medine’den yaklaşık 2 mil/3.5 km. civarında bir uzaklıktaydı.
İbn Ömer radiyallahu anhuma her cumartesi Kuba mescidine gider, orada iki rekât namaz kılar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de gerek binekli olarak, gerek yaya olarak cumartesi günleri bu mescide gelip iki rekât namaz kıldığını söylerdi. (Buhârî (1194)
Her ne kadar bazı alimler, Kuba’ya giden Medine’li sahabelerin orada seferi olmadıklarını iddia etse de, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in veya ashabının Kuba mescidinde namazı tam kıldığına dair hiçbir rivayet sabit olmamıştır.
İki husus az önce geçen iddiayı çürütmektedir:
Birincisi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in 2 mil mesafede bulunan Kuba’ya her cumartesi gittiğini nakleden ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine harfiyyen ittiba konusunda oldukça hırslı olan İbn Ömer radiyallahu anhuma, bir millik bir mesafede dahi namazı kısaltma görüşündedir.
İkincisi, Mekke halkının Mina’da namazı kısalttıkları sabit olmuştur. Mina, Mekke’nin mahallelerinden biridir ve Mekke’ye Medine ile Kuba mescidi arasındaki mesafeden daha yakın bir mesafededir.
Söz konusu iddia sahiplerinin böyle bir iddia ortaya atmasına sebep olan unsur ise muhtemelen, üç mescid dışında bir yer için binekler yüklenip yolculuğa çıkılmaz hadisidir. Şayet sebep bu ise, buna yine iki açıdan cevap verilir:
Birincisi; bu hadis “üç mescid dışında bir yere sefere çıkılmaz” demiyor, “bineklere yük bağlanmaz” diyor. Yolculuk yasağı mutlak sefer hakkında değil, uzun yolculuklar hakkındadır.
İkincisi; şayet mutlak olarak her yolculuğun yasaklandığı takdir edilirse, Kuba mescidinin de bu üç mescide eklenecek dördüncü bir mescid olduğuna yorumlanır. Zira Kuba’da kılınacak iki rekâtlık namazın umre gibi olduğu hadiste sabit olmuştur. Abdurrazzak’ın rivayetine göre Mucemmi b. Cariye radiyallahu anh, Ömer radiyallahu anh’ın:
“Şayet kuba mescidi ancak develere binilip gidilebilecek bir uzaklıkta olsaydı bile yine oraya gider namaz kılardık” dediğini rivayet etmiştir.
Yine Sa’d radiyallahu anh: “Kuba’da namaz kılmak benim için, Mescidu’l-Aksa’da namaz kılmaktan daha sevimlidir” demiştir.
Tirmizî rahimehullah Sunen’inde (no:501) Suveyr’in Kuba halkından bir adamdan, onun da sahabeden biri olan babasından diyerek rivayet ettiği hadiste: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize Cuma namazına Kuba’dan gelip katılmamızı emretti” demiştir.”
Sonra Tirmizî rivayetin ardından: “Bu konuda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan bir şey yoktur” demiştir. El-Elbani de hadisin isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir. Zira hem Suveyr adlı ravi zayıftır, Rafizidir, hem de ismi belirtilmeyen mübhem bir ravisi vardır. Zayıflık şiddetli olduğundan şahit ve mutabaat ile kuvvetlenmesi de söz konusu değildir.
İbn Mace rahimehullah Sunen’inde (1124) ve İbn Huzeyme Sahih’inde (1860); Abdullah b. Ömer el-Ömerî – Nafi - İbn Ömer radiyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyorlar:
“Kuba halkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’le beraber Cuma namazına, Kuba’dan gelerek katılıyorlardı”
Busayri, İbn Mace Zevaid’inde: “Abdullah b. Ömer el-Ömerî sebebiyle zayıftır dedi. El-Elbani de zayıf olduğunu söyledi.
El-Ömerî Muslim’in ricalinden olsa da hafızası zayıf bir ravidir. Bununla beraber bu isnad, yukarıda zikredilen rivayetten kuvvetlidir. Şahit ve mutabaata elverişlidir.  Bu rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kuba halkına Cuma namazı için gelmelerine dair bir emri de söz konusu edilmemiştir.
Bu durum Kuba halkının tercihine bağlıdır, Cuma namazı için Medine’ye diyelen gelir, dileyen de gelmez.
Bunun şahidi, Aişe radiyallahu anha’nın şu sözüdür: “İnsanlar Avali’deki evlerinden Cuma namazına nöbetleşe olarak sırayla geliyorlardı. Kaba yün kumaşlar içinde geliyor, toza bulanıyor ve kendilerinden koku çıkıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim yanımda iken kendisine onlardan biri geldiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Keşke şu gününüz (Cuma) için temizlenseniz!” Bunu Muslim (847) ve Buhârî (902) rivayet etmişlerdir.
Bütün bunlardan sonra konuyu şöyle özetleyebiliriz:
1- Zilhuleyfe halkı, Kuba halkı gibi Medine’ye bağlı mahallelerde yaşayanlar Medine’ye geldiklerinde veya Mina halkı gibi Mekke’ye bağlı mahallelerde yaşayanlar Mekke’ye geldiklerinde seferî olurlar. Bunun aksi için de aynı durum söz konusudur. Yani Mekke’li olan Mina’ya gittiğinde seferi olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı zamanında durum böyle idi.
Bu asırdaki re’y ehlinin çıkıp da: “Zilhuleyfe artık Medine’ye dâhil oldu” veya “Mina artık Mekke’ye dâhil oldu” diyerek buralardaki seferilik ahkâmını iptal eden yeni yorumlar getirmeleri, sünneti iptal edip yerine kendi re’ylerini insanlara din kılmaları kabul edilemez. Zira dinin tamamlandığını bildiren ayet (Maide 3) indiğinde Mekke’liler Mina’da, Medine’liler Zilhuleyfe’de ve Kuba’da seferîlik hükmüne tâbi idiler.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem âlemlerin rabbi dışında hiçbir şeyden korkmadığı halde Medine’den çıkar ve dönünceye kadar namazları iki rekât kılardı.” Bu hadis Buhârî ve Muslim’in şartlarına göredir. Tirmizî (547) Nesâî (1435) Taberî Tehzibu’l-Asar (455) el-Elbani İrvâu’l-Galil (3/6)
* İmam Ebu’l-Abbas es-Serrac rahimehullah’ın sahih isnadla rivayetinde Said b. Şufey el-Hadramî rahimehullah dedi ki:
“İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya yolculuktaki namazı sormaya başladılar. O da şöyle dedi:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ailesinin yanından çıktığı zaman dönünceye kadar iki rekatten fazla kılmazdı.” İsnadı sahihtir. Ebu’l-Abbas es-Serrac Musned (1420) Tayalisi (2737) Ahmed (1/285) Taberânî (12/143) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (7/188)
2- Bir şehrin mahallelerinden birinde olan kişi, mahallesinin son evi sayılan evden itibaren sefer mesafesi kadar (yani 1 mil/1.8 km. kadar) uzaklıkta olan başka bir mahalleye Cuma namazı kılmak için dilerse gider, dilerse de kendi mahallesindeki mescidde Cuma namazı kılar. Yukarıda geçen Aişe radiyallahu anh hadisi bunun delilidir. Şayet Avali’dekiler yani civar mahallelerdekiler mukim olsaydılar sırayla nöbetleşe değil, her Cuma Medine’ye gelip Cuma namazına iştirak etmeleri gerekirdi.
Humeyd et-Tavîl rahimehullah dedi ki: “Enes radiyallahu anh (Basra’ya iki fersah uzaklıkta bulunan) kasrında olduğu zaman Cuma namazını bazen kılar, bazen kılmazdı.” Bu eser Buhârî ve Muslim’in şartlarına göredir. Musedded b. Muserhed’in Musned’inden naklen: İbn Hacer, Metalibu’l-Aliye (679) Buhârî (muallak olarak; Fethu’l-Bari 2/385)
Hasen el-Basrî rahimehullah’dan: “Abdurrahman b. Semûre radıyallahu anh Kabil’de bir veya iki kış geçirdi, namazları kısalttı, Cuma namazlarına da katılmadı.” Bu eser Buhârî ve Muslim’in şartlarına göredir. İbnu’l-Munzir el-Evsat (2289) İbn Ebî Şeybe (2/208) Abdurrazzâk (2/536)
3- Seferî olmak için, yerleşim yeri olan köy, şehir veya mahalle hududunun son evinden itibaren en az bir mil uzağa gitmeyi niyet etmiş olmak gerekir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının Medine’den bir mil uzakta bulunan Baki’de seferi olmadıkları sabit olmuştur. Asr-ı saadete şahit olan sahabeden seferilik mesafesi olarak en kısa mesafe uygulaması 1 mil şeklinde gelmiştir.
  Cebele b. Suhaym rahimehullah dedi ki: “İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın şöyle dediğini işittim:
“Bir millik (1848 metrelik) mesafeye gitsem bile namazı kısaltırım.” Bu eser Buhârî ve Muslim’in şartlarına göredir. İbn Hazm el-Muhalla (5/8) el-Elbânî, İrvau’l-Galil (3/18) es-Sahîhâ (1/259)
Buna göre kişi mahallesinin hududunu geçtiğinde 1 mil veya daha fazla bir mesafe gitmek gibi bir niyeti yoksa, mahalle hududundan sonra 1 millik alan içerisinde seferi olmaz, şayet daha fazla gitmek niyetiyle çıkmışsa, mahalle hududunu geçtiği andan itibaren seferî olur. Yolculuk dönüşünde de, mahalle hududuna girmesi ile seferîliği biter.
4- Kişinin sırf namazı kısaltmak için kısa bir yolculuğa çıkması caizdir.
Cubeyr b. Nufeyr rahimehullah dedi ki: “Şurahbil b. es-Semt radiyallahu anh Ömer radiyallahu anh ile beraber Zi’l-Huleyfe’ye gitti ve namazı iki rekât olarak kıldı. Şurahbil radiyallahu anh bunun sebebini Ömer radiyallahu anh’e sorunca dedi ki:
“Ben ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı şeyi yaptım.” Bu hadis Muslim’in şartına göredir. Ebu’l-Abbas es-Serrac Musned (1419) Buhârî Tarihu’l-Kebir (4/249) Ahmed (1/30) Nesâî (1437) Ebu Ahmed el-Hâkim el-Esami ve’l-Kuna (5/137) İbnu’l-Ca’d Musned (1703) İbn Asakir Tarih (22/456)
Sahabe Zi’l-Huleyfe’nin Medine’ye yaklaşık 6 mil/11 km uzaklıkta olduğunu zikretmektedir.
5- Bu tespitlere göre erkeğin veya kadının tek başına yolculuk etmesi hakkındaki yasak için yukarıda geçen açıklamalar geçerlidir.
Bir erkek, tek başına veya iki kişi olarak, mahalle hududundan itibaren en az bir millik mesafeye gitmek için, ıssız bir yola çıkarak yolculuk edemez, ederse mekruhtur. Bunun haram değil de mekruh olmasının sebebi, bu konudaki yasağın illete bağlanmış olmasıdır.
Kadın ise, söz konusu mesafeyi yanında mahremi olan bir erkek olmadan çıkamaz. Bu kendisine haramdır. Zira bu konuda yasaklayıcı hadis: “…helal değildir” lafzıyla da gelmiştir.
Yine kadını mahremi olan erkek sefer mesafesinde olan akrabalarının yanına götürür de bırakırsa, kadının gittiği yerde başka mahremleri bulunuyorsa, mahremlerinin mukimlik hududları içerisinde mahremsiz hareket edebilir. Şayet götürüldüğü yerde mahremi olan erkek akrabaları yoksa, zaruret söz konusu olmadıkça evden çıkmamalıdır.
6- Bu sefer hükümleri Ramazan orucu hakkında da aynı şekildedir. Mahalle hududundan sonra en az 1 mil yolculuk etmek niyetinde olan kişi dilerse oruç tutmayıp, sonra kaza eder.
Allah en iyi bilendir.

Peygamberi Diyanet Anlatırsa?!


Diyanet İşlerinin başındaki cahil, halkın “beşe beş katanı(!)” övdüğünü bildiğinden populist tutumlara giriyor ve her zamanki cıvık tarzıyla kandiller, kutlu doğum haftası vb. habis bid’atleri temize çekmeye çalışıyor.  
Neymiş, ümmete peygamberi tanıtacaklar, anlatacaklarmış! Merak ediyorum, hangi peygamberden bahsediyor? Şayet müslümanların peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den bahsediyorsa, O, bu diyanetçiler gibi birçok sünnet düşmanlarının gerçek yüzünü ortaya koyup reddeden, bid’atlere taviz vermeyen, kendisinin tebliğ ettiği dışında din ve re’y ile fetva uyduranları ateşle uyaran bir peygamberdi.
Peygamberi, O’na muhalefet ederek mi anlatacaklar?
Yoksa müsteşriklerin kokuşmuş bakış açılarıyla dejenere edilmiş, münafık yetiştirme okulları olan ilahiyat fakültelerinin peygamber anlayışıyla mı anlatacaklar?
Lütfen siz anlatmayın! Lütfen diyanetin bütün personelleri istifa edip çekilsin, İslam’ı sabote etmeyi artık bıraksınlar! Lütfen Yahudilerin kurduğu dillerle konuşup, onların sahih islam anlayışına leke sürmek için kurdukları İŞİD gibi kâfir örgütlerle selefileri bir kefeye koyarak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine düşmanlık etmeyi, İŞİD üzerinden selefilere düşmanlık etmeyi bıraksınlar!
Gölge etmesinler başka ihsan istemez! Zaten imamları peygamberin namazını kıldırmıyor, müezzinleri namaz vakitlerini bilmiyor, araştırmıyor, ezanı da beş musiki makamında ezgi niyetine okuyor!
Terör örgütlerine katılan, derneklerde toplanan, oy kullanan selefi olamaz, şayet bunlar selefilik iddia ederse, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabından daha önceki bir seleflerine, iblise nispet edilirler.
Selefî; Kur’an ve sünnet naslarına, salih selefler olan sahabe ve tabiinin tabi olduğu gibi tabi olan, küfürden, şirkten, bid’atlerden, sonradan çıkma kıyaslardan, re’ylerden, mezheplerden, tarikatlerden, partilerden, derneklerden, ümmeti bölen gruplardan, demokrasiden ve her türlü küfür ideolojisinden uzak duran kimsedir. Bu böyle bilinmelidir! Kim bundan başka bir sıfatla selefiliği niteler de, selefiliğe saldırırsa işte o İslam’ın dış düşmanlarının tuzağına düşüp aldanmış veya onların bizatihi uşaklarındandır ve sahih İslam anlayışı ile harp içinde demektir.    
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in düşmanları içinde müşriklerden sonra bidatçiler, yani din adına yenilik icad edenler gelir. Allah Teâlâ: “Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinde kendilerine meşru kıldılar” (Şura 21) buyurmuştur.

20 Nisan 2017 Perşembe

Vahye Akılla İtiraz Etmek İblis’in Mirasıdır

Kitap ve sünnet naslarını fasit akıllarıyla ve re’yleriyle reddedenlerin durumu İblis’in durumu gibidir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Dedi ki: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?” Dedi ki: “Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (A’raf 12)
Hasen el-Basri rahimehullah bu ayet hakkında dedi ki: “İblis burada kıyas yapmıştır. Kıyas yapanların ilki iblistir.”
Bunu Dârimî Musned’inde, İbn Cerir et-Taberî Tefsir’inde, Herevî Zemmu’l-Kelam ve Ehlih’te ve İbn Abdilberr el-Cami’de rivayet etmişlerdir. İbn Kesir rahimehullah Tefsir’inde: “İsnadı sahihtir” demiştir.
İbn Sirin rahimehullah dedi ki: “İlk kıyas yapan İblistir. Güneşe ve aya da ancak kıyaslar sebebiyle ibadet edilmiştir.”
Bunu Dârimî Musned’inde, İbn Ebî Şeybe el-Musannef’te, Beyhakî el-Medhal’de, İbn Cerir et-Taberî Tefsir’inde, Ebu İsmail el-Herevi Zemmu’l-Kelam ve Ehlih’te, Hatib el-Bağdadi el-Fakih ve’l-Mutefekkih’te, İbn Abdilber el-Cami’de, Ebu Arube el-Harrani el-Evail’de, İbn Hazm el-İhkâm Fi Usuli’l-Ahkâm’da rivayet etmişlerdir. Hafız müfessir İbn Kesir rahimehullah Tefsir’inde: “İsnadı sahih” demiştir.
Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ahmed el-Malatî rahimehullah, et-Tenbih ve’r-Reddu Ala Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bid’a kitabında şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle Adem aleyhi's-selâm’ın durumunu anlattıktan sonra meleklere Adem’e secde etmelerini emretti ve bu haberle bizi, iblisin nasıl büyüklendiğine dair uyardı. Onun hakkında şekavetin yazılı olmasından dolayı nasıl kıyas yaptığını bize haber verdi: “Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” dedi.”
İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava’da dedi ki: “İblis; Allah’a karşı düşmanlık edenlerin, mahlukat içinde taşkınlık yapanların ve Allah’ın emrine karşı kıyasla itiraz edenlerin ilkidir. Bu yüzden seleften birisi: “İlk kıyas yapan iblistir” demiştir. Muhakkak ki Allah ona Adem’e secde etmesini emredince, o “Ben ondan üstünüm” diyerek secde etmekten yüz çevirmiştir.”
 İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah esl-Savaik’te şöyle demiştir: “Vahye karşı akıl ile itiraz etmek, şeyh Ebu Mürre’nin (şeytanın) mirasıdır. O, vahye karşı akılla itiraz edenlerin ve onun önüne geçenlerin ilkidir. Zira Allah ona Adem’e secde etmesini emrettiği zaman O’nun emrine aklî kıyasla itiraz etmiştir… Kıyas, nassa karşı olursa o bâtıl bir kıyastır ve ona “İblisçe kıyas” denilir.”

Delilin Nedir Ey Miskin!

Suret yapmak sözü; ister resim, ister oyma, ister makinayla çekme şeklinde olsun genel bir ifadedir. Aletle resim çeken kimse daha hızlı resmeder lakin sonuç birdir. Bütün bunların maksadı suret ortaya çıkarmaktır.
Oyma veya heykel yapanın maksadı suret ortaya koymaktır.
Resim çizenin maksadı suret ortaya koymaktır.
Kamerayla resim çekenin maksadı suret ortaya koymaktır.
Bütün bunlar arasında nasıl ayrım yapılabilir?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her suret yapan ateştedir” buyuruyor!  Bu ayrımın delili, getirdikleri felsefeler ve uydurma sözlerden başka bir şey midir?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerini kendi kafalarına göre sınırlamak istiyorlar!
Heykel veya resim şeklindeki suretlerin sakıncası, fotoğraf resmi hakkında da geçerlidir. Suretlerin sakıncaları: şirke vesile olması ve yaratma hususunda Allah Teâlâ’ya benzemedir. Bu sakıncalar kamerayla çekilen suret için de söz konusudur. Sonuç aynıdır. Maksat aynıdır. Aletle suret elde edeni, diğer suretlerden ayıran şey nedir? Hatta aletle yapılan resim, diğerlerinden daha şiddetlidir. Kamerayla suret çeken kimse, elde ettiği sureti Allah’ın yarattığına, elle çizenden veya oyma yapandan daha fazla benzetir! Fotoğraf makinasının çektiği suretteki renkleri ve hatları elle çizen veya oyma yapan elde edemez. Hatta kamerayla görüntü kaydı yapıldığında ses ve hareketler de işin içine girer. Bunu yasağın kapsamından çıkarmak için zorlama yorumların hiçbir manası yoktur!
 Malumdur ki Allah Azze ve Celle’nin kelamını ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kelamını ancak Allah’ın kelamından veya rasulünün kelamından sahih bir delil tahsis edebilir. Beşerin içtihatları, zorlamaları ve felsefeleri sahibine reddedilir. Bu husus hadis usulü ve tefsir usulünden bilinen bir durumdur. Umumî olan bir nas, delil olmadıkça tahsis edilemez. Hususî olan bir nas da insanların içtihatlarıyla genel kılınamaz. Bu kaidenin, üzerinde icma edilmiş bir kaide olduğunu kabul etmelerine rağmen makinayla elde edilen sureti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in suret hakkındaki yasağının kapsamından çıkarırken neden unutuyorlar?! Bu ayrım ilim ehli ve usulcüler katında hiçbir değeri olmayan boş bir sözdür.
Usul kaideleri onların yorumlarının hiçbirini kabul etmez. Onlar bunu iyi biliyorlar! Lakin hevâ ve mugalata yok mu! Bazen çok uzak bir yoruma kaçarlar! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her suret yapan ateştedir” diyor, falan kimse çıkıp diyor ki: “Makinayla suret yapan ateşte değildir”!! Peki delilin nedir ey miskin! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her suret yapan ateştedir diyor, sen ise makinayla suret yapan hariç diyorsun! Bu çok tehlikeli bir sözdür!
Bkz.: İânetu’l-Mustefid 2/369-371

Selefilik Kavramı İnsanları Ayırır mı? / Şeyh el-Elbani

Ben selefiyim” demen öncelikle sahih akide hakkında veya müslümanları hak üzerinde toplayan unsur hakkında bir tabirdir. Müslümanlardan kimisi şöyle diyor:

Biz selefiyiz dersek bu kelime ayrılığa sebep olur

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir ismi de ayırıcı değil mi?!

Hatta Kur’ân’ın isimlerinden birisi furkan’dır. Yani hak ile batılı ayırandır!

Rasul sallallahu aleyhi ve sellem de müslüman ile müşriği ayırmıştır. Baba ile oğulun arasını ayırmıştır. Ne ile? İslam ile ayırmıştır. Şu müslüman, şu kâfirdir.

Kitap ve sünnetten sapmış olan davetçilerin üsluplarından birisi, az önce geçen İhvanu’l-Muslimin’in menhecidir. “Bir araya gelip, sonra kültür oluşturmak.” Şimdi onlar da “Önce bir araya gelelim, sonra kültür gelir” diyorlar.

Hâlbuki bunun ardından kültür falan gelmez! Bunun delili yetmiş ya da seksen seneden beri İhvanu’l-Muslimin’in İslam hakkında ne bir ilim, ne bir anlayış ne de bir ıslah artıramamış olmalarıdır. O halde onlarda kültürle ilgili bir şey yoktur.

Yine İhvanu’l-Muslimin’in selefî (sahabe ve tabiinin yolunu izleyen) ile halefî’yi (sonrakilerin yolunu izleyeni), mezhepçiyi, sufiyi ve daha başkalarını bir araya getirmeleri nasıl mümkün olacak? Birbirine zıt olan bu unsurları tek bir İslam bayrağı altında bir araya getirmesi mümkün müdür?

İslam’ın birçok manaları vardır, bu ise islam değildir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gece namaza kalktığı zaman duasına:

Allah’ım! Ey Cebrail’in, Mikail’in ve İsrafilin rabbi!” diye başlıyor, bu duanın sonunda şöyle diyordu:

İhtilaf ettikleri konuda izninle beni hakka hidayet et. Muhakkak ki sen dilediğini dosdoğru yola hidayet edersin.”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların ihtilaf ettikleri konuda Allah’tan kendisini hakka hidayet etmesini istiyordu. Lakin şu an müslümanlar pek çok ihtilafları istiyorlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dua ettiği gibi dua etmiyorlar! Bilakis ihtilafı onaylıyor ve hal dilleriyle, bazen de ağızlarıyla diyorlar ki:

Kim bir alimi taklid ederse Allah’ın huzuruna selametle çıkar!!!” Ama kitap ve sünnete ittiba etmeyi terk edip unutmuşlardır. Yardım istenecek olan Allah’tır. La havle ve la kuvvete illa billah!

14 Nisan 2017 Cuma

Tek Başına Namaz Kılanın Namazı Cemaatle İade Etmesi

Sıla b. Zufer rahimehullah dedi ki:
اسْتَخْلَفنِي حُذَيْفَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، فَصَلَّيْنَا الظُّهْرَ، وَأَتَيْنَا عَلَى قَوْمٍ يَصُلُّونَ الظُّهْرَ فَصَلَّيْنَا مَعَهُمْ ثُمَّ صَلَّيْنَا الْعَصْرَ فَأَتَيْنَا عَلَى قَوْمٍ يُصَلُّونَ الْعَصْرَ فَصَلَّيْنَا مَعَهُمْ، ثُمَّ صَلَّيْنَا الْمَغْرِبَ، فَأَتَيْنَا عَلَى قَوْمٍ يُصَلُّونَ الْمَغْرِبَ فَصَلَّيْنَا مَعَهُمْ، فَلَمَّا قُمْتُ فِي الثالثة احتبسني
“Huzeyfe radiyallahu anh beni peşine taktı ve öğle namazını kıldık. Öğle namazı kılmakta olan bir topluluğa uğradık ve onlarla beraber yine kıldık. Sonra ikindiyi kıldık ve ikindi namazı kılmakta olan bir topluluğa geldik. Onlarla da beraber ikindiyi kıldık. Sonra akşamı kıldık ve akşam namazı kılmakta olan bir kavme uğradık, onlarla da beraber akşamı kıldık. Ben üçüncü rekate kalkarken beni tuttu.”
Musedded Musned’inde (Metalibu’l-Aliye 443, Busayri İthaf 1/216); Mu’temir – Leys – Nuaym b. Ebi Hind – Rib’i b. Hiraş – Sila yoluyla;
Ve İbn Ebî Şeybe Musannef’inde (2/276); Hafs – Leys – Nuaym – Sila – Huzeyfe radiyallahu anh isnadıyla rivayet etmişlerdir.
İbn Ebî Şeybe’nin lafzı şöyledir:
أنه صلَّى الظهر مرتين، والعصر مرتين، والمغرب مرتين، وشفع في المغرب بركعة
“Huzeyfe radiyallahu anh öğleyi iki defa, ikindiyi iki defa, akşamı iki defa kıldı, akşam namazında bir rekât daha ekleyerek çiftledi.”
İbn Ebî Şeybe’nin isnadında Nuaym ile Sila arasındaki vasıta olan Rib’i b. Hiraş isnaddan düşmüştür. Nuaym’ın Sila’dan doğrudan rivayeti de yoktur.  
Abdurrazzak (2/421 no:3935), İbn Ebî Şeybe (2/276) ve İbnu’l-Munzir el-Evsat’ta (2/401 no:1110) ; Sufyan es-Sevri – Cabir – Sa’d b. Ubeyde – Sila b. Zufer yoluyla rivayet etmişlerdir. Bu tarikle gelen lafız şöyledir:
أعدت الصلوات كلها مع حذيفة، وشفع في المغرب بركعة
“Bütün namazları Huzeyfe radiyallahu anh ile beraber iade ettim yalnız akşam namazına bir rekat ekleyip çiftledi.” Bu İbn Ebî Şeybe’nin lafzıdır, diğerlerinin lafzı buna yakındır.
Ali b. el-Ca’d Musned’inde (2/874 no:2450); Şerik – Cabir – Said b. Ubeyde – Sila b. züfer isnadıyla rivayet ediyor:
دخلت مع حذيفة مسجدًا فأقيمت فيه صلاة الظهر، فصلى معهم وقد كان صلى، ودخلت معه مسجدًا فأقيمت فيه صلاة العصر فصلى معهم وقد كان صلى، ودخلت معه مسجدًا فأقيمت فيه صلاة المغرب فصلى معهم، وقد كان صلى، ثم قام فشفع بركعة
“Huzeyfe ile beraber bir mescide girdim ve orada öğle namazına kamet getirildi. Onlarla beraber namazı kıldı. Kendisi öğle namazını kılmıştı. Onunla beraber bir mescide girdim, orada ikindi namazı için kamet getirildi, onlarla da beraber namazı kıldı. Hâlbuki ikindiyi kılmıştı. Sonra onunla beraber bir mescide girdim, orada da akşma için kamet okundu. Kendisi akşamı kılmış olduğu halde onlarla beraber de kıldı ve sonra kalkıp bir rekât daha kılarak çiftledi.”
Bu iki isnadda geçen Cabir; İbn Yezid el-Cu’fi’dir. O rafizidir ve hadiste metruktur. Tedlis de yapardı. Sa’d b. Ubeyde ise Ebu Hamze es-Sulemi el-Kufi’dir. Sahabeden bir topluluktan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Cabir el-Cu’fi, el-Hakem b. Uteybe, Zubeyd el-Yamî ve başkaları rivayet etmişlerdir. Sikadır. Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (10/290)
İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’inde; “Said b. Ubeyde” şeklinde, Abdurrazzak ve İbnu’l-Munzir’in rivayetlerinde: “Said b. Ubeyd” şeklinde geçmiştir. İbnu’l-Ca’d’ın müsned’inin bir nüshasında “Sa’d b. Ubeyd”, diğer nüshasında “Said b. Ubeyde” şeklinde geçmiştir. Sıla’dan rivayet eden raviler içinde bu isimlerde kimse yoktur. Yine Cabir el-Cufi’nin şeyhleri arasında da yoktur. Ancak Cabir el-Cufi Sa’d b. Ubeyde es-Sulemi’den rivayet edenler arasında geçmektedir.  Sa’d b. Ubeyde şeklinde tespiti doğruya en yakın olanıdır. Allahu a’lem.
Habiburrahman el-A’zami’nin İbn Ebî Şeybe tahkikinde de (3/345 no:6629) bu şekilde tespit edilmiş ve bazı nüsha yazarlarının hatasına dikkat çekilmiştir.
Şerik: İbn Abdillah en-Nehai’dir. O saduktur, hata eder. Kadılık makamına geçtikten sonra hafızası bozulmuştur.
 İbn Ebî Şeybe (2/205); İsa b. Yunus – Hafs b. Suleyman – Muaviye b. Kurra isnadıyla Huzeyfe radiyallahu anh’den şöyle rivayet etmiştir:
كان حذيفة إذا فاتته الصلاة في مسجد قومه يعلق نعليه ويتبع المساجد حتى يصليها في جماعة
“Huzeyfe radiyallahu anh kavminin mescidinde namazı kaçırdığında ayakkabılarını giyer ve namazı cemaatle kılmak için mescidleri gezerdi.”
Hafs b. Suleyman’ı – Süleyman b. Hafs da denilmiştir – tevsik eden kimse yoktur. İsa’dan başkası da ondan rivayet etmemiştir. Buhârî dedi ki: “Hafs b. Suleyman; Muaviye b. Kurra’nın Huzeyfe radiyallahu anh’den mürsel rivayetini işitmiştir. Kendisinden İsa b. Yunus rivayet etti. İsminin Suleyman b. Hafs olduğu da söylendi. Basra’lılar arasında sayılmıştır.”
Bu ravi meçhuldür. Buhârî’nin dediği gibi bu rivayet mürseldir. Zira Muaviye b. Kurre, Huzeyfe b. el-Yeman radiyallahu anh’e yetişmemiştir. Huzeyfe radiyallahu anh 36 yılında vefat etmiş, Muaviye ise 37 senedinde doğmuştur. Ömrü 76 sene ise vefatı 113 yılındadır. Bkz.: Tarihu’l-Kebir 2/363 el-Cerh ve’t-Ta’dil 3/174

Rivayetin Hükmü:

Bu eserin isnadında Leys b. Ebi Suleym vardır. O saduktur, hıfzı kötüdür. Hafıza karışıklığına uğramış ve hadisi ayırt edilemez olmuştur.  Mutabaat eden olmadıkça onun hadisiyle hüccet gelmez. Nitekim ona, kendisinden daha zayıf olan Cabir el-Cufi mutabaat etmiştir. Buna göre bu eser, bu isnad ile zayıftır. Lakin namazın cemaatle iadesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emriyle sabit olmuştur.
Namazı vaktinden erteleyen idarecilere müptela olan namazı vaktinde kılar ve onlarla beraber kıldığını nafile sayar. Bu husus Sahihu Muslim’de Huzeyfe ve İbn Mes’ud radiyallahu anhuma hadislerinde sabit olmuştur. Yine bu konuda Ubade b. es-Samit, Ebu Zerr ve daha başka sahabelerden (radiyallahu anhum) rivayetler gelmiştir.
1- Busr b. Mihcen, babası Mihcen radiyallahu anh’den rivayet ediyor:
أنه كان في مجلس مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فأذن بالصلاة، فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فصلى ثم رجع ومحجن في مجلسه لم يصل معه. فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسلم: ما منعك أن تصلي مع الناس؟ ألست برجل مسلم؟ فقال: بلى يا رسول الله، ولكني قد صليت في أهلي. فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسلم: إذا جئت فصل مع الناس، وإن كنت قد صليت
“O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisinde idi. Namaz için ezan okundu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve namaz kıldı. Sonra döndü. Mihcen radiyallahu anh yerinde duruyordu, namazı onlarla beraber kılmamıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
Seni insanlarla beraber namaz kılmaktan alıkoyan nedir? Sen müslüman bir adam değil misin?” dedi. O da:
“Evet ey Allah’ın rasulü! Lakin ben evimde kılmıştım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:
Namazı kılmış olsan bile geldiğinde insanlarla beraber yine kıl.”
Bunu Nesâî (857) Malik (1/132) Abdurrazzak (2/420, 421) Ahmed (4/34, 338) İbn Hibbân (4/60) Darekutni (1/415) Hâkim (1/244) Beyhakî (2/300); Zeyd b. Eslem – Busr b. Mihcen yoluyla rivayet etmişlerdir.
Hâkim: Sahih demiş, Malik Muvatta’da hüccet getirmiştir. Malik, kendisinden rivayet eden iki ravi olmadıkça bir sahabeden hadis tahric etmiyordu.
Busr b. Mihcen ed-Deylemi’den ise sadece Zeyd b. Eslem rivayet etmiştir ve Büsr’ü es-Sikat’ta zikreden İbn Hibban’dan başkası tevsik etmemiştir. Buna rağmen İbn Hacer Büsr hakkında: “Saduk” demiş ve İbnu’l-Kattan’ın onun hakkında: “Hali bilinmiyor” dediğini nakletmiştir. (et-Takrib 122)
Derim ki bu hadis; Busr b. Mihcen’in mestur (meçhulu’l-hal) olması sebebiyle bu isnad ve bu lafızla zayıftır. Lakin şu hadis bunun şahididir:
2- Cabir b. Yezid b. el-Esved, babası  Yezid b. El-Esved radiyallahu anh’den rivayet ediyor:
أنه صلى مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وهو غلام شاب، فلما صلى إذا رجلان لم يصليا في ناحية المسجد، فدعا بهما فجيء بهما ترعد فرائصهما فقال: ما منعكما أن تصليا معنا؟ قالا: قد صلينا في رحالنا، فقال: لا تفعلوا، إذا صلى أحدكم في رحله ثم أدرك الإِمام ولم يصل فليصل معه فإنها له نافلة
 “O Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber namaz kıldı. Kendisi genç bir delikanlı idi. Namaz bitince iki adamın kendileriyle beraber namaz kılmayıp mescidin bir köşesinde durduklarını gördü. Onları çağırdı, onlar da bacakları titeyerek geldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Bizimle beraber namaz kılmanıza mani olan nedir?” dedi. Onlar:
“Evimizde kıldık” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Böyle yapmayın! Biriniz evinde namazı kılıp da sonra imam namaz kılmamış iken yetişirse onunla beraber yine kılsın. Bu kendisi için nafile olur.” Diğer rivayette şöyledir:
شهدت مع النبي صلى الله عليه وسلم حجته، فصليت معه صلاة الصبح في مسجد الخيف ... الحديث
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber haccında bulundum. Onunla beraber Hayf mescidinde sabah namazını kıldım…” rivayeti böylece zikretti.
Bunu Ebû Dâvûd (575, 576) Tirmizî (219) Nesâî (858) Tayalisi (1247) Abdurrazzak (2/421) İbn Ebî Şeybe (2/274)  Ahmed (4/160, 161) İbn Huzeyme (1638) İbn Hibbân (3/50) Darekutni (1/413, 414) Hâkim (1/244) Beyhakî (2/300, 301); Şu’be, es-Sevri, Huşeym ve başkaları – Ya’lâ b. Ata yoluyla Cabir b. Yezid’den rivayet etmişlerdir.
Tirmizî: “Yezid b. el-Esved hadisi hasen, sahihtir” dedi.
Hâkim: “Bu hadisi Şube, Hişam b. Hassan, Gaylan b. Cami, Ebu Halid ed-Dalani, Ebu Avane, Abdulmelik b. Umeyr, Mubarek b. Fudale, Şerik b. Abdillah ve başkaları Ya’la b. Ata’dan rivayet ettiler. Nitekim Muslim, Ya’la b. Ata’dan hüccet getirmiştir” dedi. Zahebi de ona muvafakat etti.   
Hafız İbn Hacer et-Telhis’te (2/29) şöyle dedi: “Şafii, eski görüşünde: “İsnadı meçhul” dedi. Beyhaki dedi ki: “Çünkü Yezid b. el-Esved’in; oğlundan başka ravisi yoktur. Oğlu Cabir’in de Ya’la’dan başka ravisi yoktur. Derim ki: Ya’la, Muslim’in ricalindendir. Cabir b. Yezid’i ise Nesâî ve başkaları sika görmüştür. Nitekim Cabir b. Yezid’in Ya’la dışında da ravisini buldum. Bunu İbn Mende Ma’rife’de; Bakiyye – İbrahim b. Zî Himaye – Abdulmelik b. Umeyr – Cabir b. Yezid isnadıyla rivayet etmiştir.” İbn Hacer rahimehullah’ın sözü bitti.
Derim ki: İbn Hacer’in İbn Mende’ye nispet ettiği bu rivayeti Darekutni de (1/414) rivayet etmiştir. Burada Bakiyye ve şerhi, tahdis sigasını tasrih etmişlerdir. Lakin İbrahim b. Zi Himaye’nin hal tercemesine ulaşmak mümkün olmamıştır. Ya’la b. Ata el-Amiri ise sikadır. (Bkz.: el-Cerh ve’t-Ta’dil (9/302) et-Tehzib (11/403) et-Takrib (s.609)
Cabir b. Yezid b. el-Esved es-Suvaî – el-Huzaî de denildi – bir sahabe olan babasından rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Ya’la b. Ata ile Abdulmelik b. Umeyr rivayet etmişlerdir. Nesâî onun hakkında sika demiş, İbn Hibbân es-Sikat’ta zikretmiştir. Hafız İbn Hacer: “Saduk” demiştir. Neticede Cabir de sikadır. (Bkz.: Buhârî Tarihu’l-kebir (2/210) İbn Ebî Hâtim el-Cerh ve’t-Ta’dil (2/497) İbn Hibbân es-Sikat (4/102) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (4/465) İbn Hacer et-Tehzib (2/46) et-Takrib (s.137)
Bu durumda Yezid b. el-Esved radiyallahu anh hadisi sahihtir. Bir önceki rivayet ayrıca bu hadisi kuvvetlendirmektedir. Nitekim Beyhakî, İmam Şafii’nin az önce geçen sözünü zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu hadisin daha önce zikredilen şahitleri vardır. Bu hadis ve şahitleriyle hüccet getirmek sahihtir. Allah en iyi bilendir.” (Sunenu’l-Kubra 2/302)
3- Nafi dedi ki:
أن رجلًا سأل عبد الله بن عمر، فقال: إني أصلي في بيتي ثم أدرك الصلاة مع الإِمام أفأصلي معه؟ فقال له عبد الله بن عمر: نعم فقال الرجل: أيتهما أجعل صلاتي؟ فقال له ابن عمر: أَوَذلك إليك؟ إنما ذلك إلى الله يجعل أيتها شاء
“Bir adam Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’ya şöyle sordu:
“Ben evimde namazı kıldım, sonra imamla beraber namaza yetiştim. Onunla da namazı kılayım mı?” Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma ona:
“Evet” dedi. Adam:
“Hangisini farz namaz sayayım?” dedi. İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:
“Bu sana mı kaldı? Allah Azze ve Celle bunu dilediğine sayar.” Bunu Malik (1/133) ve onun tarikiyle Beyhakî (2/302) rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir.
Abdurrazzak (2/422); İbn Cureyd – Nafi yoluyla benzerini rivayet etmiş ve onda şu ziyade vardır:
غير صلاة الصبح وصلاة المغرب التي يقال لها صلاة العشاء، فإنهما لا تصليان مرتين
“Ancak sabah namazı ile “işa” denilen akşam namazı hariç zira bu ikisi iki defa kılınmaz.” Bunu Malik (1/133) şöyle rivayet etmiştir: Nafi dedi ki: “Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma şöyle derdi:
من صلّى المغرب أو الصبح ثم أدركهما مع الإِمام، فلا يعد لهما
“Akşam veya sabah namazını kılmış olan sonra imamla namaza yetişirse bu iki namazı iade etmesin.” Bu son cümle İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın sözüdür ve daha önce geçen hadisin umumi ifadesine aykırıdır.
4- Said b. el-Museyyeb rahimehullah’a bir adam bu meseleyi sorduğu zaman İbn Ömer radiyallahu anhuma ile aynı cevabı vermiştir. Bunu Malik (1/133) ve Abdurrazzak (2/422); Yahya b. Said yoluyla rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir.

Sonuçlar:

1- Namazı ferdî olarak kılmış olan kişi mescide geldiğinde cemaatin kıldığı namaza yetişirse, onlarla beraber kılmalıdır. Merfu hadiste belirtildiği gibi, bu kendisi için nafile olur.
2- Bir günde bir namazı iki defa kılmanın yasaklanmış olması sebebiyle, cemaatle ikinci defa kıldığı bu namaz için farza değil, nafile namaza niyet eder.
3- Kişi farz namazı cemaatle kılmış da, sonra başka bir mescidde cemaate yetişmişse onlarla beraber nafile niyetiyle namazı kılabilir. Şayet ithama veya birilerinin yanlış anlamasına ve örnek almasına sebebiyet verecekse, - imamın bidatçi olması gibi başka bir mani yoksa - nafile dahi olsa, bu cemaatle namazı kılması gerekir. Bu mana, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen merfu hadiste mevcuttur.
4-  Akşam veya sabah namazını merfu hadisteki umumun dışına çıkaran bir delil yoktur. Yalnız akşam namazını tekrar iade edecek kişi bir rekat daha ekleyerek çiftlemelidir. Nitekim İmam Malik, yukarıda geçen İbn Ömer radiyallahu anhuma rivayetinin ardından: “Şayet akşam namazında bir rekat daha ekleyerek kılarsa sakınca görmem” demiştir.
Allah en iyi bilendir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)