Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

24 Mayıs 2012 Perşembe

Ferec Hüdür'e Cevap

           Birkaç gün önce Ferec Hüdür'ün Kütüb-ü Sitte'nin Kur'ân'a Arzı adlı eserinin mukaddimesi üzerine bir reddiye yayınlamıştım. Adı geçen yazar şahsına hakaret edildiği düşüncesiyle şöyle bir e-mail göndermiştir:

            "Yücel Seyfullah Erdoğmuş
            Eleştirilmeyi, hatta benimle tartışılmasını da anlarım. Fakat sövmeyi hiç anlamam. Aşağıda ki yazıda bana yapmış olduğun “kustuğunu yalayan köpek misali” benzetmesini aynen sana iade ediyorum. Terbiyesizlik yapma ne yazacaksan edebinle yaz.
           Fereç Hüdür
          1- Ne sahabeler ne de tabiin döneminde hadis öğretisi olmayıp İslam adına sadece Kur’ân öğretisi bulunduğunu, hadis rivayetinin yasaklandığını yazar nereden bilmektedir? Şayet Ehl-i Sünnet tarafından rivayet edilen bilgileri delil gösterecek olursa yazarın kendisi, bu rivayetlerin peygamber adına hadis uyduran ve bunlara bir de isnad ekleyen (!) dolayısıyla güvenilemeyecek kimseler tarafından yapılmış uydurmalar olduğunu iddia ederek iftirada bulunuyordu. Böylece kustuğunu yalayan köpek misali kesmekte olduğu dalın üzerine binmiştir. "

            Kamu oyuna da bildiririm ki, şahsa hakaret amacımız söz konusu bile değildir. Yapılan benzetme yazarın çirkin fiilleri ve yazmış olduğu yazılardaki dinimizin değerlerine, kitap ve sünnet delillerinden edinmiş olduğumuz akide değerlerine yönelik hakaretleri hakkındadır.
            Evet, fiillere ve itikatlara yapılan eleştiriyi şayet Ferec Hüdür, şahsa hakaret kabul ediyorsa, bizim yaptığımız şey, sahabe asrından beri milyonlarca müslümana kendisinin yaptığı hakaretin iadesinden ibarettir. Ortada terbiyesizlik varsa, yazarın bizim sahip olduğumuz mukaddesata karşı yapmış olduğu terbiyesizliktir!
             Diğer ilginç bir konu ise yazar hakkında kullandığım "İslam düşmanı" ifadesinden değil de, yazarın tutarsızlığını ifade için kullandığım "kustuğunu yalayan köpek misali" ifadesinden gocunmuş olmasıdır. İlginç!  
             Ebu Muaz el-Çubukabadi

Zaruretler ve Hacetler Konusunda Muasırların Sapmaları


Fıkıh Usulündeki Zaruretler ve Hacetler Konusunda Muasırların Sapmaları


Ebu Muâz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Bismillah.
Muhtelif konularda “zaruret” ve “hacet” kelimeleri le karşılaşılmakta, usul bilmeyen davetçiler (!) tarafından bu kelimelerin hoyratça kullanıldığına şahit olmaktayız. Mesela, kimlik ve pasaport gibi konularda fotoğraf kullanmanın zaruret olduğu hükmünü gören bazı cahil davetçilerin “İslam’a davet için fotoğraf ve video kayıtlarını kullanmak da zarurettir” gibi abuk subuk laflar ettiklerini, ilim ehlinin zaruret hakkında söyledikleri hükmü, Allah’tan korkmadan savsakladıklarını, bir de utanmadan kendilerine “selefi” dediklerini gördük. Nitekim diyanet işleri başkanlığının yüksek tuğyan kurulu da geçtiğimiz yıllarda ev edinmenin zaruret olduğu, dolayısıyla bu konuda faizli kredi çekilebileceği hükmünü ilan etmiş, tagutun ilahiyatçılardan ve avamdan oluşan kulları da bir kez daha Allah ve rasulüne isyan bayraklarını kaldırmışlardı. 
Zaruret ve hacet terimlerinin savsaklandığı diğer bir konu da, kadının zaruret haricinde evinden çıkamayacağı konusudur. Bu konuda da hevalarına uyanlar kafalarına göre zaruret ve hacet tayinine gitmişler, kadınlar istedikleri gibi – hem de mahremsiz olarak şehir dışına çıkma yasağını delmek suretiyle - evlerinden çıkar olmuş, sokaklar göz zinası yapmak isteyenler için açık sinema; irfan yuvası olması gereken okullar flört medresesi haline gelmiş, dini davetin yapıldığı meclislerde dahi kadınlarla erkeklerin birbirlerini görmelerini engelleyen hicab duvarları ve perdeler aradan kalkmıştır.  
Bu konularda Allah’ın kitabından ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden delillerle uyarılar yaptığımızda hemen taklit ettikleri hocalarının, naslar karşısında hiçbir değeri olmayan sözleriyle mukabele etmektedirler! Bunlar bidat ehli fırkalar olarak bildiğimiz, önderlerini açıkça rab edinen kimseler değil, kendilerine “selefi” diyen, tevhid ehli geçinen arkadaşlar maalesef! Taklit kendilerini kör etmiş de haberleri yok! Başkalarının gözüne dürtmeye çalıştıkları nasları kendileri görmez olmuşlar! Ve la havle ve la kuvvete illa billah!
Rağbet yayınları arasında Şuayb el-Arnaut ile röportajların yayınlandığı bir kitap çıktı. Orada Şuayb’a Türkiye’deki üniversitelerde başörtüsü yasağı karşısında kadınların ne yapacakları da sorulmuş, cevap ise hadisle meşgul olan birine hiç mi hiç yakışmayan, Türkiye’deki ilahiyatçı asalakların combala koştuğu bir sapıklıkta: “Başörtüsü nedeniyle hocalar okullarını terk etmemeli. Başları dışında vücutlarının her yerini örtsünler. Üniversitede hoca olarak kalabiliyorlarsa Allah onlara kolaylık ihsan edene dek içeri girerken başlarını açsınlar, ama dışarı çıkarken örtsünler. Bu zarurettir ve zaruretler miktarınca takdir edilir…” (Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular s.468)
Yani demek istiyor ki, “Dışarıda rabbin olan Allah’a itaat et, içeride rabbin olan taguta itaat et” Fesubhanallah. Demek ki Fethullah Gülen’ler sadece Türklerden çıkmıyor! 
İşte bu da zaruret kavramının başka bir tahrifidir. “Allah’ım, aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi helak etme!”
Başka bir konu, genel seçimlerde oy kullanmanın zaruret olduğu söylenerek “oy kullanmak vacip” diyenlere, buna karşılık aşırılık yapan diğer bir kesimin “oy kullanmak küfürdür” demelerine şahit olmamızdır. Halbuki oy kullanmak hakkında olsa olsa hacet olduğu söylenebilir ki, bu da tartışma götüren bir meseledir.
Diğer bir mesele, çocukların devletin sapık unsurlarla dolu okullarına gönderilmesinin zaruret veya hacet nispetinde görülmesidir. Halbuki çocukların sokağa salınması bile, - maalesef - adı geçen okullara gönderilmesinden daha ehven hale gelmiştir!
Velhasıl, vurdumduymazlık almış başını gidiyor. Şikayetimiz bunların, dini kılıflara sokularak yapılması yüzündendir!  Şimdi gelelim fıkıh usulünün kaidelerine göre zaruret nedir, hacet nedir meselesine:

Zaruriyyat ve Hâciyyat


Usulcülere göre zaruret: Din ve dünya maslahatlarının yerine gelmesi için zorunlu olan işlerdir. Din ve dünya maslahatları: dinin, aklın, canın, neslin ve malın korunmasıdır. Bunlar kaybedildiğinde dünya maslahatları düzgün yürümez. Hatta işler bozulur ve hayat kaybedilir. Ahirette de kurtuluş ve nimetler kaybedilir, apaçık bir ziyana dönülür.
Hacet: Meşakkate, sıkıntıya ve maslahatın elden kaçmasına sebep olan darlığın kalkmasına duyulan ihtiyaçtır. 
Zaruret ve hacet arasındaki fark: Hacet, zorunlu kalınmayan meşakkat ve zorluk halidir. Bu elden kaçırıldığı zaman helak olunmaz. Zaruret ise insanın yasak olan şeyi kullanmadığı takdirde helak olacağı veya helake yaklaşacağı bir sınıra gelmesidir. Yani insan, hacet olan bir şeye sıkıntı ve zorluğu kaldırmak için ihtiyaç duyar. Bu gerçekleşmediği zaman büyük bir fesat olur. Mesela yemek yemediği zaman helak olmayacak durumdaki aç kimse böyledir. 

Hacet ile Zaruret Arasındaki Farklar


1- Hacetteki meşakkat, zaruret halindeki meşakkatten daha azdır. Hacet durumunda ihtiyaç duyulan şeyin yerine gelmemesi helak edici değildir. Mesela su kuyularındaki yosun ve yaprakların suyu bozması durumunda hacet halinde meşakkati kaldırmak, sıkıntıyı kaldırmak babındandır. Zarurette ise sıkıntıyı kaldırmak, zararı kaldırmak babındandır. Şayet bu terk edilirse; helak olmak, organlardan birinin veya malın kaybı gibi dinin altı maksadından birinin yok olması söz konusu olur.
2- Zaruret bizzat haram olan bir şeyden faydalanmakla alakalıdır, hacet ise dolaylı olarak haram olan şeyden faydalanmak hakkındadır.
3- Zarurete iten sebep mecburiyettir, hacete iten sebep ise kolaylaştırmadır. Bunun anlamı şudur: Hacet halinde kişi sıkıntıyı gidermekle gidermemek arasında muhayyerdir. Zaruret halinde ise tercih hakkı yoktur. 
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah haramları mubah kılan zaruretlerin oluşması meselesinden bahsettikten sonra şöyle der: “Kadınların altın ve ipekle süslenmesi, altın ve ipekle tedavi gibi, ihtiyaç için caiz kılınanlar zaruret için caiz kılınmış değildir. Bunlar ölü etinin mubah olması örneğinde olduğu gibi zaruretten dolayı değil, ancak faydanın kemali için mubah kılınmıştır. Hacet bu faydanın kemali içindir. Zira eksik faydalanma beraberinde kemaline ihtiyaç da meydana getirir. İşte hacet bu gibi konulardadır. Zaruret ise, yokluğu halinde ölüm, hastalık, farzları yerine getirmekten aciz kalma gibi durumların meydana gelmesi hakkındadır. Mesela böyle bir zaruret halinde ölü eti yemeye mecbur kalmak, muteber zarurettir. “[1] 
Nitekim dolaylı olarak haram olan bir şey kaçınılmaz olabilir. Böyle bir durumda önceki kaide kaybolur ve bunun hükmü, hacetin hükmünü değil, zaruretin hükmünü alır. Mesela tabibin kadın hastaya bakması hacettir. Kadın tabibenin ona bakabileceği zamanda erkek tabip kadına bakamaz. Gece doğum gibi durumlarda kadın tabibe yoksa, erkek tabibin bakması hacetten daha çok zarurete yakındır. 
4- Zaruret, şiddet, sıkıntı ve meşakkat bakımından, ölü eti, kan ve domuz eti gibi haramları mubah kılar. Hacet ise ihtiyaçtır ve eksikliktir. Hacet, zaruretten daha kapsamlıdır.
5- Zaruretin delilleri açıktır. Hacete gelince genellikle galip zanna ve umumi delillere müracaat edilir.
6- Zaruret şahsîdir. Mecbur kalandan başkası ondan faydalanamaz. Hacete gelince burada fertlerden biri hakkında ihtiyacın gerçekleşmiş olması şart koşulmaz. Galip zanna göre ihtiyaç varsa yeterlidir.
7- Zaruret haramlığı kaldırır, hacet ise harama götüren vesileler hakkındaki engeli kaldırır. Bu, ikinci maddede zikredilenin bir cüzüdür.
8- Zaruret azı da, çoğu da mubah kılar. Hacet ise yalnızca azı mubah kılar.
9- Zarureti, mecbur kalan kimse takdir eder. Haceti ise müçtehit takdir eder.
10- Zaruretin, hakkında kuruntu yapılan şey hakkında değil, meydana gelmesi kesin olan bir şey hakkında olması zorunludur. Lakin bu durumun belirli bir şahıs hakkında özel olması böyle değildir. Hacetin takdirinde orta halli, sıradan bir şahsın konumu dikkate alınır, özel şartlara bağlanmaz. Zira teşri, umum sıfattadır.
11- Zaruretin hükmü söz konusu zaruretin vaktiyle sınırlıdır. Hacetin hükmü ise devamlıdır. Bununla beraber bazen zaruret kelimesi kullanılarak hacet kastedilmiştir. Bu kaideye dair hüküm mutlak değildir. Nitekim alimler sakıncalıyı mubah kılan hacet hakkında en önemlileri şu şekilde olan şartlar koşmuşlardır:

Sakıncalıyı Mubah Kılan Hacetin Şartları


a- Dinin aslî hükmüne muhalefet edilebilmesi için alışılmışın üzerinde sıkıntı derecesine ulaşmış bir şiddetin meydana gelmiş olması.
b- Bu hacetin takdirinde insanlardan vasat olan birisi ve çoğunluğun ihtiyacı dikkate alınmalıdır. Hacet şayet özelse, bununla ilgili olan belli grubun orta hallisine bakılır.
c- Hacetin belirlenmesinde, umumi hükme muhalefet dışında maksada ulaşmaya başka bir yol bulunmamalıdır.  
d- Söz konusu olan hacet, tıpkı zarurette olduğu gibi, ihtiyaç miktarı kadar takdir edilir. 
e- Hacet üzerine kurulu hüküm, Allah’ın kitabından veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden, bunun hususi hükmünü ifade eden bir nassa muhalif olmamalı, şeriatın maksatlarına çelişmemeli ve daha büyük maslahatın kaybına sebep olmamalıdır.
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: 
Şeyh Abdullah b. Beyye, el-Farku Beyne’z-Zarura ve’l-Hace Tatbikan Ala Ba’di Ahvali’l-Ekalliyati’l-Muslime
Şeyh Abdurrahman b. Salih Abdullatif, el-Kavaid ve’z-Zavabiti’l-Fıkhiyyeti’l-Mutazamminati Li’t-Teysir
Dr. Abdullah el-Fakih’in işrafıyla; Fetava Mevkii’ş-Şebeketi’l-İslamiyye, fetva no: 127340



[1] Mecmuu’l-Fetava (31/225-226)

Selefi Davete Karşı Parazit Yapan Taklitçilere…



Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir:
“Malik, Şafii, Ahmed gibi imamlar – Allah onlardan razı olsun – taklidi caiz görmemişlerdir dediğimize göre, İmam İbn Hazm rahimehullah da aynı şekilde taklid edilmez.  Onun “el-İhkam Fi Usuli’l-Ahkam “ kitabı, fıkıh usulü kitaplarının en güzellerinden biri sayılır. Fıkıh usulü kitapları “şu caizdir”, “şunu yap”, “şunu yapma”, “şu vaciplik ifade eder”, “şu mubahlık ifade eder” vb. şeyler der. Ebu Muhammed b. Hazm rahimehullah’a muhalif olarak çok az delil getirilmiştir. Zira o Allah’ın kitabından ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden deliller getirir. Bununla beraber kendisinin sahih saydığı ve sahih görmeyip zayıf saydığı hadisler vardır. Bu diğer alimlerde olduğu gibi, tashih ve tad’îf meselesidir. Onun nakli hüccettir. Ama kendi anlayışı, tıpkı anlayışlarından istifade ettiğimiz diğer alimlerde olduğu gibidir. Onları taklid etmeyiz. Zira taklid haramdır.
Müslümanın, Allah’ın dininde taklid etmesi caiz değildir. Avam dahi olsa, Allah’ın kitabından ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden sormalıdır. Avam da Allah Teâlâ’nın: şu ayetlerinin kapsamındadır: “Rabbinizden size indirilen bu Kitaba uyun; O'nun dışındakileri dostlar edinip de onlara uymayın. Zaten ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (A’raf 3)
Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının” (Haşr 7)
O’nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden yahut acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur 63) Avam bu delillerin kapsamı içerisinde mi yoksa değil mi? Öyleyse neden: “Avam taklid eder” diyorsunuz? Avam da Allah Teâlâ’nın şu ayetinin kapsamındadır:
Allah ve Rasülü bir şeye hükmettikleri zaman, mü'min erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Avamın öğrenmesi gerekir. Alime gider ve: “Bu meselede Allah’n hükmü nedir?” diye fetva sorar. Sonra ona delil zikredilir. Delili anlarsa anlar, anlamazsa ona bu meselede Allah’ın hükmü bu denilmiş olur. Allah’a hamd olsun avam bir çok kimse görüyoruz; kimisi işçi, kimisi hamallık yapıyor, kimisi çiftçi, türlü zorluklar altında çalışan kimseler delil soruyorlar. Onlar, tahrif eden kimseleri aciz bırakıyorlar! Bazen bir çiftçi bir bidatçinin önüne durarak: “Bu meselede delilin ne?” diyor. Bidatçi ne diyecek? O da: “Biz ancak delile tabi oluruz. Bizi delilden başkasıyla aciz bırakamazsın” der. Ben her Müslümana delili talep etmelerini nasihat ederim.
Size soruyorum ey Allah için kardeşlerim! Avam mı daha çok, yoksa ilim ehli mi? Elbette avam çok. Neden çoğunluğun kalabalığını artıralım da onları komünistlerin, baasçıların, Hristiyanların ve İslam düşmanlarının kucağına bırakalım? Neden onları Allah’ın kitabıyla ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetiyle bağlantıya geçirmeyelim? Neden onlara Allah’ın kendilerine farz kıldığı ilim talebini öğretmeyelim? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlim talebi her Müslümana farzdır” buyuruyor. Avamın dışındakilere mi diyor? “İlim talebi avam dışında her Müslümana farzdır” demiyor!  Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah kimin hayrını murad ederse, onu dinde fakih (anlayış sahibi) kılar” buyuruyor. Avam dışındakileri mi diyor?!
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetini her bağıranın peşine giden, otlayan hayvanlar gibi mi bırakalım? Bilakis onların aralarında onların Allah’a kitabıyla ibadet edeceklerini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetiyle ibadet edeceklerini açıklamalıyız ki, bundan sorumlu olduklarının farkına varsınlar! Mevlid merasimi düzenleyenlerden, Allah’tan başkasına dua edenlerden, ölülerin türbelerini mesh edenlerden, boncukçu ve muskacılardan delilleri talep etsinler!

Ey toplumda Allah’a davet eden kişi, ne oluyor? Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin hutbesine avam, alim, cahil herkes katılıyordu. Meclislerinin çoğunda: “Allah benim sözümü işitip kavrayan, sonra işittiği gibi nakleden kimseye rahmet etsin” diyordu.
Yine birçok meclisinde: “Burada bulunan, burada olmayana tebliğ etsin. Nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki, fakih değildir” buyuruyor, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, tebliğ etmeye teşvik ediyordu.
İşte bu Müslümanın ve Allah’a davet edenin durumudur! Bu, davetini, sınıflardan bir sınıfa tahsis etmemektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hakkında Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “De ki Ey insanlar! Ben, sizin hepinize birden Allah'ın rasulüyüm” (A’raf 158) O, Allah’ın bütün mükelleflere gönderilmiş rasulüdür! Bazı davetlerde, taklid ve sapıklık davetçilerinin durumunda olduğu gibi sadece falan ve filana özel değildir! Şüphesiz sapıklık davetçilerinin çoğu geride kör topluluklar bırakmayı önemsiyorlar. Bu yüzden adalet adı altında komünizme davet ediyorlar, onlar da icabet ediyorlar. Hürriyet/özgürlük adı altında açılıp saçılmaya davet ediyorlar, onlar da icabet ediyorlar, iktisad/ekonomi adı altında faizli bankalara davet ediyorlar, onlar da icabet ediyorlar! Herhangi bir isim altında fesada davet edildiklerinde icabet ediyorlar!
Avam hakkında Allah’tan korkmamız ve onların Allah’ın kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden sorumlu olduklarını hissettirmemiz gerekir…”
Şeyh Mukbil b. Hadi, el-Mukterah (s.189-192) Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukabadi.

18 Mayıs 2012 Cuma

Ferec Hüdür'ün Saptırmaları Hakkında


İslam Düşmanı Ferec Hüdür’ün Sünnet İnkarına Reddiye

Bismillah.

Bundan birkaç sene önce Ferec Hüdür  tarafından Kütüb-ü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’ân’a Arzı ismiyle bir kitap yayınlanmıştı. Kitaba göz attığımda yazarın iddialarının üzerinde durmaya değmeyecek kadar basit ve pervasızca olduğunu gördüm ve bu kitaba reddiye yapmayı erteledim. Bugün çalışmalarım arasında dinlenmek için ara verdiğimde kitap tekrar gözüme ilişti ve yazarın mukaddimesinde ortaya attığı şüphelere kısaca değinerek, hadis kültüründen uzak birçok kimsenin kolayca düşebilecekleri tuzaklarına cevap vereyim diye düşündüm. İnşaallah faydalı olur.
Ferec Hüdür, Kütübü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’â Arzı kitabında (s.2) şöyle diyor: “Ne sahabeler ne de Tabiin tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’ân öğretisi anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklar da mevcuttu. Ondandır ki, bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında, hicri 3. Asırda geliştirildi. Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler. Bunlara sormak gerekir: Hadis metnini uyduran insanların senedi de uydurmamaya verilmiş sözleri mi var? …
Cevap: 
Bu sözleriyle yazar, kendi kendine çelişkiye düşmektedir:
1- Ne sahabeler ne de tabiin döneminde hadis öğretisi olmayıp İslam adına sadece Kur’ân öğretisi bulunduğunu, hadis rivayetinin yasaklandığını yazar nereden bilmektedir? Şayet Ehl-i Sünnet tarafından rivayet edilen bilgileri delil gösterecek olursa yazarın kendisi, bu rivayetlerin peygamber adına hadis uyduran ve bunlara bir de isnad ekleyen (!) dolayısıyla güvenilemeyecek kimseler tarafından yapılmış uydurmalar olduğunu iddia ederek iftirada bulunuyordu. Böylece kustuğunu yalayan köpek misali kesmekte olduğu dalın üzerine binmiştir. 
2-  Hadis hakkında yapılan tasniflerin hicri 3. Asırda ve Mekke ile Medine’nin uzağında başladığını söyleyerek karanlığa taş atmıştır. İlk olarak oryantalist İslam düşmanlarının attıkları bu iftira, bizzat sahabeler ve onlardan hadis yazan tabiinden ravilerin hadis cüzlerinin el yazma nüshalarının bulunup ispat edilmesiyle çoktan çürütülmüş bulunmaktadır. Hemmam b. Munebbih’in sahifesi ile Mustafa el-A’zami’nin Dirasat Fi Hadisi’n-Nebevî (İlk Devir Hadis Edebiyatı, İz yayıncılık) kitabının sonunda neşredilen sahabe ve tabiine ait birçok el yazma eser bunların örnekleridir. Bu çalışmalar Türkçe’ye tercüme edilmiş bulunmaktadır.
3- Yazar Kur’an’ın ölçü edinilmesini önerirken, hadislerin ve isnadlarının uydurma olduğunu iddia etmektedir. Burada biz de şunu sorarız: Neden Kur’ân’ı ölçü edinmeliyiz? Çünkü Kur’ân Allah tarafından korunmuştur diyecektir. Peki hangi vesile ile korundu? Onu ezberleyen kullar vesilesiyle. Ya hadisler korunmadı mı? Allah’ın, Nebi’sinin sünnetini korumaya sözü yok mu? 
Elbette yazar Allah’ın böyle bir koruması olmadığını iddia ediyor. Biz de diyoruz ki, Allah’ın Kur’ân’ı korumasına hadislerin de korunması dâhildir, hatta korunması vaad edilen şey, öncelikle sünnettir. Şöyle ki:
Allah Teâlâ “Sana da, insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye zikr’i indirdik” (Nahl 44) buyurmuştur. Burada insanlara indirilen; Kur’ân’dır. İndirilen Kur’ân’ı açıklaması için peygambere indirilen zikr ise sünnettir. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
Zikr’i biz, evet biz indirdik; onu muhafaza edecek olan da elbette biziz” (Hicr 9) Burada korunması vaad edilen zikr; Nahl 44. Ayette zikr olarak nitelenen sünnettir. Kur’ân’ın korunması ancak sünnetin muhafazasıyla olur. Zira Nahl 44. Ayetinde insanların Kur’an’ı doğru anlayabilmeleri peygamberin sünneti tarafından açıklanmasına bağlanmıştır. Peygamberin Kur’an hakkında açıklaması olmaksızın Kur’an doğru anlaşılamıyorsa, sünnet (yani zikr) korunmaksızın Kur’ân’ın korunması anlam ifade etmeyecektir. Nasıl ki Kur’an lafızları, hafızlar tarafından ezberlenip naklediliyorsa, Kur’ân’ın beyanı olan sünnet de hadis hafızları tarafından ezberlenilip nakledilmiştir. 
Şimdi geriye yazarın iftirası kaldı; hangi ravi, hangi hadisi uydurup ona bir de isnad eklemiştir? 
O ravinin bunu uydurduğunu ne şekilde ispat edecektir? 
Kur’ân’a arz edip tespit ederim iddiasıyla yazdığı kitaptaki zihin kuruntusu hurafe ve saçmalıklarla mı? 
Hadisten anladığı şeyi Kur’an’dan anladığı manaya arz ederek tespitte bulunmak en sapıkça ve Kur’an’ın kendisine bizzat aykırı bir metottur. Zira Rabbimiz Azze ve Celle, kulların Kur’ân’ı, peygamberin beyanı olmadan doğru bir şekilde anlayamayacağını zaten bildirmektedir. 
Dinde şahitlerin şahitliğine itibar esası yazarı ilgilendirmiyor mu? Bu şahitlerden hangisinin kusuru olmuşsa ancak bunu ispat ederek belirlemede bulunmalı, aksi halde kendilerine iftirada bulunduğu binlerce ve hatta milyonlarca Müslümanın ve kuşkularıyla saptırdığı uydularının ikişer elinin ahirette kendisinin iki yakasında olacağını unutmamalıdır.

Yazarın Ebu Hureyre Radıyallahu anh Hakkında Saptırmaları:


Yazar (s.2-3) şöyle diyor: “Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayalî bir şahıs olan Ebu Hureyre’ye isnad ettiler. Ebu Hureyre’nin kelime manası kedinin babası demektir ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı ne de babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır. El-Kutb el-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez. Zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır.”
Cevap:
Yazarın “Ebu Hureyre diye birinin hiç yaşamadığı” kanaati gibi kanaatlerin değeri olsaydı, ben de yazarın kendi babası olarak bildiği şahsın aslında hiç yaşamadığı, aslında babasının, Allah’tan başka kimse tarafından bilinmeyen başka birisi olabileceği şeklindeki kanaatimi dile getirebilirdim. İnsanların şahitliklerine itibar etmeyi yazar kabul etmediği için delil getirmekten de aciz kalırdı.
Yazarın Ebu Hureyre ve babasının ismi hakkında nakledilenleri gündeme getirerek garip iddialarda bulunmasına gelince, Hafız İbn Hacer rahimehullah, el-İsabe kitabında bu rivayetlerden birçoğunu naklederek değerlendirmelerde bulunmuş, sonuç olarak şöyle demiştir: “Rivayetlerin naklindeki sıhhat bakımından bu sayı şu üç isme indirgenir: Umeyr, Abdullah ve Abdurrahman. İlk iki isim hem cahiliye’de hem de İslam’da kullanılan isimlerdir. Abdurrahman ismi ise sadece İslam’a has bir isimdir.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetlerine gelince, Ebu Hureyre radıyallahu anh en çok hadis rivayet eden sahabelerden olmakla beraber, O’nun tek başına rivayet ettiği, yani tek kaldığı hadislerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Buhari Hadisleri Hakkında Yazarın Tüccar Hesabı


Yazar, İmam Buhari’nin “herhangi bir hadisi Sahih’ine almadan önce gusledip iki rekat namaz kılarak istiharede bulunması” hakkında söylenenleri, çarpıtma amaçlı kullanarak matematik hesabına girişiyor ve şöyle diyor:
“…Ayrıca sahihini 16 yılda altı yüz bin hadisten seçerek tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis yazmıştır, iddiası da vardır. Şöyle bir hesap yaparsak bu sözlerin herhangi bir gerçeği ifade etmediği ortaya çıkar. Altı yüz bin hadis için altı yüz bin defa yıkandığını ve her bir hadis için de iki rekat namaz kıldığını  söylemekle, böylece (600.000:16):365=103 kere hergün yıkanmıştı. Ayrıca (600:000x2) : (16x365)=205 rekat namaz kılmıştır. Her rekati üç dakikada kılsa 3x205=605 dakika, bu da yaklaşık on saat demektir. Günde 103 kere yıkanıp on saat namaz kıldığını ve bunu 16 sene devam ettirdiğini iddia etmek, ciddiyetten uzak bir iddiadır…”
Cevap:
Tüccara sormuşlar; “iki kere iki kaç eder?” diye, o da: “Alırken mi, satarken mi?” demiş. 
Öncelikle yazar, 600.000 rakamını kullanarak saptırma yapmıştır. Zira söz konusu ettiği rivayetlerde Buhari’nin 600.000 hadis için ayrı ayrı istihare yaptığı geçmemektedir. Bilakis altı yüz bin hadis arasından seçtiği hadisleri Sahih’ine dâhil etmeden önce istihare yapmasından bahsedilmiştir. Diğer bir çarpıtmayı da tekrarlarla birlikte tutan yekûn üzerinden hesap yaparak sergilemiştir. Zira hadisin aslı için bir istihare yapılması yeterlidir. Tekrarları için buna lüzum yoktur. Şu halde kaba hesapla Buhari’nin Sahih’inde tekrarlar hariç 1750 hadis vardır. Şimdi hesabı tekrar yapalım:
(1750:16) : 365= 0,299 eder. Yani Buhari’nin 16 sene boyunca her gün gusletmiş olması da gerekmez. Hatta mükerrer rivayetler için ayrı ayrı guslettiğini düşünerek 9082 rakamını dikkate alsaydık sonuç: 1.5 çıkardı.
(1750x2) : (16x365)= 0,599 rekât namaz eder. Şayet 9082 rakamı dikkate alınarak hesaplanırsa bu dafa 3,11 rakamı çıkardı.
İşte yazarın ne kadar maksatlı girişimler içinde olduğu ortadadır. Kütüb-ü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’a Arzı kitabının içeriği ise şimdiye kadar yazdıklarımdan anlayacağınız gibi daha alçakça saptırmalar ve şeytanî hilelerle doludur. Şayet gerekir de, Allah ömür ve imkân da verirse her iddiasına tek tek cevap yazarım. 
Ferec Hüdür adlı şahsı inspeak adlı programdan hatırlıyorum. Sünnet inkârcılarının odasına girmişti ve “Sünnet olmak (hitan) fıtratı değiştirmektir” diyordu. Onun bu sözünü diğer sünnet inkârcıları da hazmedememiş ve karşı çıkmışlardı. Hâlbuki onların savundukları kaideye göre Ferec Hüdür’ü haklı bulmaları gerekiyordu. Tabîi olarak öne sürdükleri kaide, sünnet olmanın Kur’ân’da değil, sünnette gelmiş olması sebebiyle, sünnet olmanın reddedilmesini gerektiriyordu. Sünnet inkârcıları ortaya attıkları kaideye muhalefet ediyorlardı. Çünkü şayet kabul edecek olsaydılar, zaten yeterince içinde boğuldukları çıkmazlarına yenileri eklenecek, bundan sonra “fıtratı değiştirmek olur” düşüncesiyle tırnaklarını, saçlarını, koltuk altı kıllarını, hatta onlar için en zor olanı “sakallarını” kesemeyeceklerdi !!! 
Sünnete uyarak, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in hidayetine tabi olanlar için ise yollar açıktır: Onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine uyarak sakallarını serbest bırakırlar, tırnaklarını keserler, koltuk altı kıllarını izale ederler ve çocuklarını da sünnet ettirirler. Selam hidayete tabi olanların üzerine…

 Ebû Muâz el-Çubukâbâdî

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Sakalın Uçlarından Almanın Hükmü


Suudiye’den Muhibbus’-sunne’nin sorusu: Sakalda fazlalık olan kılların kesilmesinin hükmü nedir?



Şeyh Yahya el-Hacuri’nin cevabı: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sakalın serbest bırakılmasını emretmiştir. Sakalın eninden ve boyundan almak caiz değildir.

Tarih: 21.05.2010

Arada Engel Olmaksızın Kadınların Erkeklerin Arkalarında Namaz Kılmaları


Amerika’dan Muhammed’in sorusu: Kadınların arada bir perde veya duvar olmadan erkeklerin arkasında namaz kılmalarını, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında sahabelerin yaptığı gerekçesiyle caiz gören kimseye nasıl reddiye verebiliriz? Bu konunun ayrıntıları yok mudur?



Şeyh Yahya el-Hacuri’nin cevabı: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem “Evleri kadınlar için daha hayırlıdır” buyurmuştur. Bu fitne ihtimalinden dolayıdır. Şimdiki zamanda ise fitne daha şiddetlidir.

Tarih: 26.05.2010

10 Mayıs 2012 Perşembe

Sünen Kitaplarında Geçen Zayıf Hadis Numaraları Hakkında

Sorular:
            Selamun aleykum Seyfullah kardeşim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
             Ben sizlerin hazırlayıp sunduğunuz bir çalışma (Türkçeye Tercüme Edilen Hadis Kitaplarında Geçen Zayıf Hadislerin Numaraları) için rahatsız ediyorum. Bu çalışma için bilemediğim bir kaç soru var. Bunu Allah'ın izniyle bizzat sizlerden öğrenmek istedim. Eğer mümkin olursa lütfen sorularımı Allah'ın izniyle cevaplandırın. Birde bu sorularımı bir kusur gibi değerlendirmeyin.
             1. Tirmizi'nin 1. cildinde Cenazeler Bölümü'de 1061, 1062 hadislerin tahricinde Müslim'in adı geçiyor. Yani hadis Müslimin şartına göre sahih olmuşken, Albani niçin bu hadislerin sıhhatını zayıf değerlendirmiş? 3753 numaralı hadisin tahricinde Buhari ve Müslim ittifakla kitaplarına almış. Yani sahihler. Albani ise münker demiş. Benim anlamadığım bu gariplikler diğer sünenlerde de var. Daha sonra 2494 numaralı hadisi Tirmizi hasen garip olarak kabul etmiş, Albani ise mevdu demiş. Birde sonda ilel bölümünde Tirmizi "Bu kitaptaki hadislerin hepsiyle (iki hadis hariç) amel edilir..." demiş. Böyle olunca aklıma böyle bir soru geliyor. Bir hadisi bir alim sahih, diğeri zayıf derse, hangisiyle amel edilir? Tirmizi, İbn Hacer, Zehebi, İraki, Albani gibi alimler güvenilir alimlerdir. Ancak biri bir hadisin sağlam olduğunu söylerse diğeri zayıf olduğunu söylüyor. Belli her alimin kendine uygun hadisin sıhhat şartları var. Ancak sağlam bir görüş gibi hangisi tercih etmeliyiz? Tirmizinin sağlam dediği bir hadisimi, yoksa Albaninin zayıf dediği bir hadisi?
            2. Ebu Davud'da 1262 numaralı hadisde "Biriniz sabah namazından önce uzansın" lafzı geçmektedir. Ancak 1262 numaralı hadisde böyle bir lafz yok. Buna benzeri lafz 1261 numaralı hadisde var. Bu bir kusur mu? Yoksa baskı hatası mı?
            3. Nesai'de 2086 numaralı hadisde "Bu babda terceme edilmeyen Simak - İkrime yoluyla iki mürsel rivayet daha vardır ki bunlar da zayıftır." lafzı var. " Simak - İkrime yoluyla" ne demek? Benim anladığım kadarıyla Simağın İkrimeden rivayet etdiği hadis demek. Bunu doğru anlamışım mı?
           Lütfen sorularımı cevabsız bırakmayın. Cevabı Allah'ın izniyle adresime gönderin. Hepiniz Allah'a emanet olun. Azerbaycandan selam ve dualarla Elman.
Cevaplar:
           aleykum selam ve rahmetullah ve berakatuhu
          1- Muhtemelen siz Abdullah Parlayan'ın tercüme ettiği Sünenlere baktığınızda, Buhari ve Muslim'in metinleri ile karşılaştırmadığınız için böyle bir çelişki gördünüz. Tirmizi'nin 1061 ve 1062 no'lu hadisleri için el-Elbani rahimehullah Tirmizi'nin isnadı hakkında zayıf derken haklıdır. Şuayb el-Arnaut da Müsned tahkikinde isnadın zayıf fakat şahitleriyle hasen olduğuna işaret etmiştir.
           Abdullah Parlayan'ın yaptığı tercümede tahric olarak verilen bilgilerde ise hatalar vardır. Başka yerlerde olduğu gibi, sizin örnek verdiğiniz hadisleri de Buhari ve Muslim tahric etmediği halde, Buhari ve Muslim'e nisbet edilmiştir. Bu hatanın sebebi mütercim'in, "Mevsuatu'l-Hadis" adlı bilgisayar programını kullanarak tahric vermesidir diye düşünüyorum. Bu program, hadisin metninin tahricini değil, hadiste geçen herhangi bir kelimenin diğer hadislerde nasıl geçtiğini göstermek için tahricde yer göstermektedir. Fakat tahric edilen metinler kontrol edilmediği zaman, mesela Buhari veya Muslim'in aynı hadisi tahric ettikleri zannedilmektedir.
          3753 nolu rivayete gelince evet, bunu Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir. Nitekim Tirmizi de bir sonraki rivayet olarak  3754'te rivayet etmiş, Elbani buna sahih demiştir. Elbani sadece 3753 nolu rivayette geçen "ey bahadır delikanlı" ziyadesine münker demiştir. Zira bu ziyadenin yalnızca zayıf bir ravi tarafından zikredildiğini tespit etmiştir. 
        2494 nolu rivayete gelince, İmam Tirmizi rahimehullah hadislerin sıhhatine hükmetme konusunda tesahul sahibi (gevşek davranan) muhaddisler arasında sayılmıştır. Yine İmam Tirmizi'nin bir ravinin eleştirilen haline vakıf olamayıp, o ravi hakkında diğer münekkid muhaddisler tarafından tespit edilen kusurlar bulunabilir. el-Elbani de bunu kendi görüşü olarak değil, mutlaka o ravi ile muasır olan imamlardan naklederek tespit etmektedir.
         Muhaddislerin birbirlerinden farklı sıhhat hükmü vermeleri halinde ravilerin ve metinlerin durumları incelenir ve hadis usulünün gereklerine göre değerlendirmesi yapılarak hangisinin haklı olduğu tespit edilir. Her bir alimin kendine göre sıhhat şartları olduğu doğru değildir. Bilakis muhaddislerin üzerinde ittifak ettikleri beş sıhhat şartı vardır. Hadislerin metin ve isnadları, ittifak edilen bu şartlar ile değerlendirilir. Bu şartlar hakkında ayrıntılı bilgi için 40 Derste Kolaylaştırılmış Hadis Usulü adlı çalışmama veya herhangi bir hadis usulü kitabına bakabilirsiniz. Bazı imamların ittifak edilen bu beş şartların dışında ileri sürdükleri şartlar ise o muhaddisin; ya muteşeddidlerden (ince eleyenlerden) olduğunu - İmam Buhari, İbn Kattan vd. gibi - ya da mutesâhillerden (gevşeklik gösterenlerden) olduğunu - İbn Hibban, Ziyau'l-Makdisi, Tirmizi, Suyuti vd. gibi - gösterir. Önceki muhaddislerden İbn Hacer, Nevevi, Iraki, İbn Abdilberr vd. ile Muasır tahric ve tahkik yapan alimler arasında el-Elbani, Şeyh Mukbil, Ebu İshak el-Huveyni ve Şuayb el-Arnaut'un hükümlerine bakmanızı, bunlar ihtilâf etmişlerse öne sürdükleri gerekçeleri araştırmanızı, ittifak etmişlerse buna itibar etmenizi tavsiye ederim. Önceki muhaddislerle sonrakiler arasında ihtilaf olursa, sonrakilerin (muasırların) hükümleri genelde daha isabetli olmaktadır. Zira muasırlar modern imkanların da hizmete girmesiyle daha fazla kaynakları inceleme imkanı bulmuşlardır.
           2- Doğrusu Sunenu Ebi Davud'da 1261 nolu hadisteki "sağ yanına uzansın" lafzı şazdır. sehven 1262 şeklinde numara vermişim. Dikkatiniz için teşekkür ederim.
           3- Nesai'nin Sünen'inde zikredilen babda yani "Hilali görenler müslüman kimseler mi olmalı?" başlığı altında Simak b. Harb - İkrime tarikiyle 4 rivayet vardır. Ancak tercümede ilk iki rivayet terceme edilmiş, diğer iki rivayet atlanmıştır. Halbuki Nesai burada Simak - İkrime yoluyla mürsel olarak - yani İbn Abbas'ı zikretmeden Rasulullah'a ulaştırarak - iki tarikinin daha olduğunu, metinlerini zikretmeden nakletmiştir. Simak b. Harb güvenilir bir ravi olmakla beraber İkrime'den rivayetlerinde ıdtırab yaptığından El-Elbani bu rivayetlere zayıf hükmünü vermiştir. Simak - İkrime yoluyla.. ifadesi; Simak'ın İkrime'den yaptığı rivayet demektir. Doğru anlamışsınız.

Not: Bu sorular başka kardeşlerin de aklına takılabilecek sorular olduğundan cevapları Darussunne.com sitesinde yayınlıyorum. İsminizin zikredilmesinde sakınca görüyorsanız lütfen bildirin. Dikkatiniz için teşekkür ederim. Allah ilminizi ve imanınızı artırsın.
Ebu Muaz el-Çubukabadî

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Birden Fazla Evliliğe İhtiyacı Olan Evlenmelidir


Soru: es-Selamu aleykum ve rahmetullah ve berakatuhu. Kendisinin eşler arasında adalet yapmaya gücü yetmemesinden korkan kimse bununla birlikte fuhşa düşmekten de korkuyorsa ne yapması gerekir?

4 Mayıs 2012 Cuma

Haricî Gruplar


Şeyh Muhammed el-İmam Hafazahullah’a soruldu:

El-Kaide örgütüne hariciler denebilir mi?

Cevap: Evet onlara hariciler denir. İhvanu’l-Muslimin grubuna hariciler denir. Hizbu’t-tahrire hariciler denir. Sururiyye grubuna hariciler denir. Nitekim onlar Cezair ve başka yerlerde huruç etmişlerdir.

Fetva tarihi: 02 Cemadiyessani 1433

Link: http://www.sh-emam.com/show_fatawa.php?id=369

Siyasi Partilere Girmenin Hükmü

Şeyh Muhammed el-İmam hafazahullah'a soruldu:
Soru: Siyasi partilere üye olmak caiz midir?

Fakir Kimsenin ikinci Evlilik Yapması


Şeyh Muhammed el-İmam Hafazahullah’a soruldu

Soru: Fakir bir kimsenin kendisi hakkında zinadan korkması halinde ikinci evlilik yapması caiz midir?

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)