Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

6 Kasım 2009 Cuma

Muska Asmak ve Koruyucu Tedavide Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Temime ve Tedavi İle Alakası
 
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Bismillah.
Abdullah b. Vehb, el-Cami Fi'l-Hadis adlı cüzünde (no:675) İbn Lehia ve Amr b. el-Haris - Bukeyr b. el-Eşecc - el-Kasım b. Muhammed - Aişe radıyallahu anha isnadıyla şu hadisi rivayet etmiştir:
Aişe radıyallahu anha dedi ki:
ليس بتميمة ما علق بعد أن يقع البلاء
"Belanın gerçekleşmesinden sonra asılan şey temime değildir"
İsnad:
İsnadı sahihtir. Bütün ravileri güvenilirdir. İbn Lehia kitapları yandıktan sonra ezberinden rivayet etmeye başlamış ve rivayetleri karıştırmıştır. Lakin Abadile (yani Abdullahlardan biri) ondan rivayette bulunduğu zaman hüccettir. Çünkü sözü edilen Abdullahlar, İbn Lehia'nın kitapları yanmadan önce ondan rivayette bulunmuşlar, ezberinden rivayet etmeye başlayınca da onun rivayetlerini almamışlardır.ayrıca bu rivayette İbn Lehia tek kalmamış, İbn Vehb bunu Amr b el-Haris'den de rivayet etmiştir.
Hadis mevkuftur, lakin hükmen merfudur.
Tahric:
 İbn Abdilberr et-Temhid (17/163) Tahavi Şerhu Meani'l-Asar (4/325) Beyhaki (9/350) Nevevi el-Mecmu (9/66)
Şerh:
Temime; Arapların çocukları nazar gibi şeylerden koruması için astıkları şeylerdir. Bunun takdir edilen şeyi def edeceğini iddia etmeleri şirk olur. (İbnu'l-Cevzi Garibu'l-Hadis 1/112) Munavi bu izahı İbn Abdilberr'den nakletmiştir: Feyzu'l-Kadir (6/234)
İbn Faris'in Mucemu'l-Mekayisi'l-Luga adlı esesinde (1/313) şöyle denilmektedir: "Temime kelimesiyle tedavinin tamamlanmasını ve şifa talebini kastederler." bkz.: Lisanu'l-Arab (12/67)
İbnu'l-Esir, en-Nihaye'de (1/536) İbn Faris'in izahına şunu ekler: "Onlar bununla ancak şirk işliyorlardı. Çünkü onlar bununla haklarında yazılmış takdiri, Allah'tan başkasının def edebileceğine inanıyorlardı."
Tahavi de şöyle demiştir: "Bize göre bunlar, belayı önlemek için, beladan önce asılan şeylerdi. Böyle bir şeye ise Allah Azze ve Celle'den başkasının gücü yetmez. Bundan dolayı temime yasaklanmıştır. Çünkü bu bir şirktir. Belanın gelmesinden sonra olanlarda ise sakınca yoktur. Çünkü bu bir tedavidir." (Şerhu Maani'l-Asar 4/325)
Kadı Ebu Bekr İbnu'l-A'rabi, Tirmizi şerhinde şöyle demiştir: "Kuran ayetlerini asmak sünnete uygun değildir. Sünnete uygun olan sadece asmaksızın okumaktır."
İbn Abdilberr, Temhid'de (17/163) "Kim temime asarsa Allah onun işini tamama erdirmesin" hadisinin izahında şöyle demiştir: "Bu hadisin anlamı; bir belanın gelip gelmeme ihtimalinden korkarak, belanın vuku bulmasından önce temime asanın sıhhat ve afiyetini  Allah tamamlamasın demektir... Bütün bunlar, cahiliye halkının yaptıkları gibi, beladan koruyacağını veya geri çevireceğini zannederek temime ve kolyeler asmaktan sakındırmak içindir. Bunları Allah'tan başkası geri çeviremez. Afiyet veren de, belayı veren de, O'dur, O'nun ortağı yoktur. işte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların yaptıkları bu cahilliklerden yasaklamıştır." 
Diğer bazı hadislerde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, temime'nin yani muska, nazar boncuğu , cevşen, iğde dalı gibi şeyler asmanın şirk olduğunu, bir şey asanın Allah ile alakası kalmayıp o şeye havale edileceğini (Tirmizi 4/403, Nesai 7/112, Ahmed 4/310, 311, İbn Ebi Şeybe 7/375, Beyhaki 9/351) bildirmiştir.
Bu rivayet dikkate alındığında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, belanın gelmesinden önce, Allah'ın takdirini savacağı düşüncesiyle bir şey asmayı yahut günümüzde koruyucu tedavi adına yapılan asılsız bazı tedavileri kastettiği anlaşılır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, İmran b. Husayn radıyallahu anh'ın kolunda zayıflığı giderdiği düşüncesiyle asılan bir halka görünce buna şiddetle karşı çıkmıştır. Bela veya hastalık vuku bulmadan önce korunmak için muska, nazarlık gibi şeyler asmak caiz değildir, bu şirke götüren bir vesiledir. Bir ara "bio sağlık bileziği" adıyla mıknatıslı bilezikler yaygın olmuştu. sonra bunun faydasız bir şey olduğu ilan edildi ve bir çok kimse bu bilezikleri kullanmayı terk ettiler, bazıları da kullanmaya devam etti. Sözkonusu bilezikler ile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in İmran b. Husayn'ı sakındırdığı halkaya beslenen asılsız itikad birbirine benzemektedir.
Bela vuku bulduktan sonra ise ancak Kur'an ve sünnette meşru oluşu  belirtilen rukyeleri yapmak ve tedavi olmak meşrudur. Nitekim başka bir hadiste: "Tedavi olunuz, zira Allah şifasını indirmediği bir hastalık vermemiştir" (Ahmed 4/315 Ebu Davud tıb 1) buyrulmuş, ancak bu konuda da haram ile tedavi yasaklanmıştır.
Tahavi, konumuz olan hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "İşte bu sebeple dağlama tedavisinin hastalığın inmesinden önce yapılması yasaklanmış, belanın gelmesinden sonra yapılmasının da mubah kılınmış olması ihtimali vardır. Çünkü belanın gelmesinden sonra yapılan iş ancak bir tedavi olur."
Dünya sağlık örgütü (WHO) bütün ülkelerde bazı aşıların 0-5 yaş arası çocuklara uygulanmasını ısrarla devam ettirmekte, bunun hakkında Armagedon ile ilişkilendirilen çeşitli teoriler gündeme gelmektedir. Bunların komplo teorisi olup olmadığı şimdilik bizi çok da ilgilendirmiyor, lakin şurası bir gerçektir ki, hastalığın vaki olmasından önce "koruyucu tedavi" olarak, hastalıklara karşı koruyucu olduğu ispatlanamayan ve hatta faydadan çok zarar verdiği bildirilen aşıları yaptırmanın meşru oluşuna delalet eden açık bir nas yoktur ve bu tevekkül inancını sarsıcı şüpheler taşımaktadır. Bunun Allah'ın takdirini def edeceğine inanmak ise bir çeşit şirktir.
Zehirlenmeye karşı Acve hurması gibi gıdalar, sahih hadislerle meşru bir sebep olduğu bildirilen hakiki sebeplerdir. Nazarlık, muska, faydası ispatlanmamış aşılar gibi sebepler ise, hakiki değil, vehmî (zannî) sebeplerdir.  Sebeplere sarılma konusunda hakiki sebepler ile vehmî sebepleri Hafız İbn Receb, Şeyh İbn Useymin ve Şeyh Sa'dî kaide olarak zikretmişlerdir. İbn Teymiyye, İbn Kayyım ve diğer imamların zikrettikleri diğer bir kaideye göre de; "Tevekküle dayanarak meşru sebepleri terk etmek; akıl için bir lekedir.  Sebeplere dayanarak tevekkülü terk etmek ise din için bir lekedir."
Herhangi bir şey asılmadan, okumak şeklindeki rukye ise, hastalık veya belanın başa gelmesinden önce de sonra da, içeriği sakıncasız olduğu sürece meşrudur. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bana yaptığınız rukyeleri söyleyin, çünkü şirk olmadığı sürece rukye yapmakta sakınca yoktur." (Müslim selam 64)
Konumuz olan temime ise, rukyeden yani okuma suretiyle yapılandan farklıdır. Çünkü temime, muska, iğde dalı, nazar boncuğu gibi asılan şeyleri ifade etmektedir. Temime, muska ve nazarlık anlamlarına geldiği gibi, tedavi amacıyla asılan maddeleri de kapsamı içine alır.
İşte konumuz olan Aişe radıyallahu anha rivayetinin önemi burada devreye girmektedir. "Belanın vuku bulmasından sonra asılan şey temime değildir" sözünde kastedilenin, yukarıda zikrettiklerime uygun olarak, doğru anlaşılması için şunları düşünmek durumundayız;
Salih selefimiz, herhangi bir kimsenin boynunda ip, kolye, muska, nazarlık gibi şeyler görünce bunu koparmanın, o kimseyi azat etmek gibi olacağını belirtmişlerdir. Demek ki hastalık veya bela başa geldikten sonra olsa dahi, içeriği Kuran'dan olsa bile muska, ip, nazarlık gibi şeyler asılamaz. Zira bunların meşru kılınan tedaviden olmadığı gibi, tıbben de bir faydası olmadığı bilinen bir husustur. Ancak tedavi edici özelliği sebebiyle bağlanan maddelerin - az sonra zikredeceğim hadiste geçen Ud-i Hindî gibi - belanın vuku bulmasından sonra asılmasının temime'den sayılmayacağı Aişe radıyallahu anha hadisinde zikredilen husus olmalıdır.
Bu gibi maddeler tedavi olarak kullanılabilirse de, belanın vuku bulmasından önce bunları asmanın da aynı şekilde diğer temime unsurları kapsamında olacağı anlaşılmaktadır. Şüphesiz bu da tevekkülü zedeleyici bir anlam taşımaktadır. Zira bu gibi maddelerin faydası ancak hastalığın vuku bulmasından sonra sözkonusudur. hastalıktann önce kullanılarak, koruyacağı düşüncesiyle bunların asılması, bağlanması, kuruntudan ibarettir.
İbn Abdilberr el-İstizkar'da (8/397) İshak b. Rahuye'den, İmam Ahmed'in, "Belanın vuku bulmasından sonra asılan şey mubahtır" dediğini nakletmiştir.
Bu blogda yayınladığım diğer yazıda müslüman, araştırmacı bir tabip olan Dr. Aidin Salih hanımefendinin, koruyucu tedavi adına yapılan aşıların hiçbir şekilde faydalı olmadığı, bilakis ciddi zararlar verici mahiyette olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca bazı aşıların içeriğinde de gayri meşru maddelerin bulunduğu ifade edilmektedir. Şer'î maslahatların gözetilmesi açısından elbette bu gibi konularda kafir tabiplerin değil, müslüman tabiplerin değerlendirmeleri bizim için önemlidir.
Sebeplere sarılmak meşrudur, lakin tutunulan sebebin, meşru bir sebep olduğu bilinmelidir. Belanın gelmesinden sonra temime asmak meşru diyerek nazar boncuğu veya içinde ne olduğu bilinmeyen muskalar yahut içinde bidat terkipler olduğu bilinen şiaların uydurduğu ve sonra da taptıkları, üzerine hurafeler bina ederek - hiçbir ameli olmasa da - cennete götürücü vesile saydıkları,  kendilerine nurcular denilen gafil kimselerin de sahiplendikleri cevşen gibi şeyler asılamaz. Zira bunlar yasaklanmıştır. Ne koruyucu olması amacıyla ne de tedavi amacıyla asılamaz.
Ümm Kays bt. Mihsan radıyallahu anha şöyle demiştir: "Bir oğlum ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gittim, üzerine boğazındaki ağrıdan dolayı uzre (burnuna bezden tampon ile birlikte nazar boncuğu gibi şeyler) asmıştım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu astığınız şeylerle çocuklarınızı neden korkutuyorsunuz? size ûd-i Hindî'yi tavsiye ederim. Onda yedi hastalığa şifa vardır. Bunlardan birisi zatulcenb'dir. Boğaz ağrısında burna çekilir, zatulcenbden dolayı da ağıza damlatılır." (Buhari tıb 21, Müslim selam 86-87)
Bu hadiste görüldüğü gibi, hastalıktan sonra dahi nazar boncuğu gibi şeylere tevessül etmek yasaklanmış, meşru olan tedavi tarif edilmiştir.
Allah en iyi bilendir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)