بســـــــــــم الله الرحمن الرحيم
Ahabu’l-Uhdud Kıssası ve İbretler
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûludur.
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra,
Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.
Nefisler kıssaları sever ve onlardan etkilenir. Bundan dolayı Kuranı kerimde bir çok faydalı kıssalar anlatılmıştır. O kıssaların en güzelidir.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de Kuranın uslubuna uygun şekilde, sahih hadislerinde geçmiş peygamberler ve kavimler hakkında ibretler dolu kıssaları en fasih ve beliğ bir şekilde anlatmıştır. Muhakkak ki o hevasından konuşmaz, söyledikleri şeyler kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir. (Necm 3-4)
Günümüzde gençlerin çoğu yabancıların zararlı, suç, fuhuş, argo içeren kıssalarına meyletmektedir. Bu da İslam düşmanlarının arzuladığı şekilde netice vermekte, dinden ve selim fıtrattan sapmalar meydana çıkmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetten nakledeceğim Ashabu uhdud kıssasında, çıkarılması gereken çok önemli ibret ve dersler vardır. inşallah önce Kuran ve sünnette kıssanın geçiş şeklini, sonra da bu kıssadan alınması gereken hisselerden bazılarını zikredeceğim.
Allah Teala Buruc suresinin 4. Ayetinden 11. Ayetine kadar olan bölümde şöyle buyurmuştur:
4 — Uhdûd ashabının canı çıksın
5 — Tutuşturucu ateşlerle,.
6 — Hani onlar, onun çevresinde oturmuşlardı,
7 — Mü'minlere yaptıklarını seyretmekteydiler.
8 — Onlar; ancak Azîz, Hamîd Allah'a inandıkları için mü'minlerden öç almışlardı.
9 — O ki göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Ve Allah, her şeye Şâhid'dir.
10 — Şüphesiz ki mü'min erkekleri ve mü'min kadınları belâya uğratanlar sonra da tevbe etmemiş olanlar, işte onlar için cehennem azabı vardır. Ve yakıcı azâb da onlaradır.
11 — Doğrusu îmân edip sâlih amel işlemiş olanlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyükkurtuluş budur.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ashabı uhdudun kıssası şöyle anlatılmaktadır:
İmâm Ahmed İbn Hanbel ve İmam Müslim, Süheyb radıyallahu anh'den şöyle rivayet etmişlerdir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce gelen kavimlerde bir kral vardı ve bir de onun büyücüsü vardı. Büyücü yaşlanınca krala dedi ki: Ben yaşlandım, ecelim geldi. Binâenaleyh bana bir genç ver de ona büyü öğreteyim. Kral ona bir. delikanlı verdi ve o, delikanlıya büyü öğretiyordu. Büyücü ile kral arasında bir de râhib vardı. Delikanlı rahibin yanına geldi ve onun sözlerini dinleyip ona hayran oldu, sözlerine bağlandı. Delikanlı büyücünün yanına geldiğinde büyücü onu dövdü ve; seni tutan nedir? dedi. Ailesinin yanına geldiğinde onlar da delikanlıyı dövüp; seni tutan nedir? dediler. Delikanlı bunu rahibe dert yanarak anlattı. Râhib dedi ki:
Büyücü seni döveceği zaman: Ailem beni tutukladı, de. Âilen sana zarar vereceği zaman da: Büyücü beni tutukladı, de.
Süheyb der ki: Onlar bu durumda iken bir hayvanın üzerinde büyük bir musibet gelip çattı. Ve insanları içeri tıkadı onu aşıp çıkamadılar. Delikanlı dedi ki: Bugün ben rahibin durumunun mu Allah katında daha iyi olduğunu, yoksa büyücünün durumunun mu daha iyi olduğunu öğrenirim. Bir taş aldı ve:
“Allah'ım, eğer rahibin durumu Senin için daha iyi ve büyücünün durumundan daha sevimli ise bu hayvanı öldür de insanlar onun endişesinden kurtulup dışarı çıksınlar, dedi. Taşı attı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar böylece onun tehlikesinden kurtuldular. Delikanlı bu durumu rahibe haber verince, râhib dedi ki:
Yavrucuğum, sen benden daha üstünsün ve sen ileride deneneceksin. Denendiğin zaman benim aleyhimde yol gösterme. Delikanlı sağırları işittiriyor, dilsizleri konuşturuyor ve diğer hastaları iyileştirerek onları tedâvî ediyordu. Kralın meclisinde bulunan arkadaşlarından birisi kör olmuştu, delikanlının ününü duydu ve ona pek çok hediyelerle gelip; beni hastalığımdan kurtar da şurada bulunanların hepsi senin olsun, dedi. Delikanlı;
“ben kimseyi hastalıktan kurtaramam ancak Azız ve Celîl olan Allah kurtarır, eğer O'na inanırsan ben senin için Allah'a duâ ederim de seni iyileştirir, dedi. O da Allah'a inandı ve delikanlı da onun için Allah'a duâ etti, adam iyileşti. Sonra adam hükümdarın katına geldi ve her zaman oturduğu yere oturdu. Hükümdar ona:
Ey Falanca gözünü sana kim geri verdi? dedi. Adam; Rabbım, dedi. Hükümdar; ben mi? deyince adam; hayır benim ve senin Rabbın olan Allah, dedi. Hükümdar:
Senin benden başka Rabbın da mı var? dedi. Adam; evet benim ve senin Rabbın olan Allah, dedi. Ve hükümdar adama işkence yapmaya başladı. Nihayet adam delikanlıyı haber verdi. Hükümdar ona elçi gönderip çağırttı ve dedi ki: Çocuğum, sen sağırları duyuracak, dilsizleri konuşturacak kadar büyüde ilerledin ve şu hastalıkları iyileştirecek kadar geliştin, dedi. Delikanlı;
“ben kimseyi iyileştiremem. Yalnız ve yalnız Aziz ve Celîl olan Allah şifâ verir, dedi. Hükümdar: Ben mi? deyince, delikanlı; hayır, dedi. Hükümdar ona:
Senin benden başka Rabbın mı var? dedi. Delikanlı;
benim de Rabbım senin de Rabbın olan Allah, dedi. Hükümdar onu da alıp işkence etmeye başladı ve işkenceye devam edince, delikanlı rahibi haber verdi. Râhib getirilince ona; dininden dön, denildi. Râhib bunu yapmadı. Hükümdar testereyi rahibin başının ortasına koydu ve onu ortadan iki parçaya ayırdı. Kör olan adama:
Dininden dön, dedi. Adam bunu yapmayınca testereyi başının ortasına koydu ve yere kadar onu ikiye parçaladı. Delikanlıya:
Dininden dön, dedi. O bunu yapmayınca bir toplulukla birlikte onu falanca ve falanca dağa yolladı ve onlara dedi ki: Dağın tepesine vardığınızda eğer dininden dönerse döner, yoksa dağın tepesinden onu fırlatın. Adamlar onu dağın tepesine götürdüler ve dağa çıkarınca delikanlı dedi ki:
Allah'ım, onlara karşı Sen dilediğin şekilde beni koru. Dağ yerinden oynadı ve onların hepsi aşağı düştüler. Delikanlı araştırarak hükümdarın yanına geldi. Hükümdar ona:
Arkadaşların ne yaptılar? dedi. Delikanlı: Onlara karşı Allah bana yetti, dedi. Bunun üzerine hükümdar bir grup adamıyla birlikte onu bir sandala bindirerek dedi ki:
Denizin dalgalı yerine vardığınızda dininden dönerse döner, yoksa onu denize atıp boğun, dedi. Onlar denizin dalgalı yerine gittiklerinde delikanlı:
Allah'ım, dilediğin şekilde beni onlardan koru, dedi. Bunun üzerine hükümdarın adamlarının hepsi denizde boğuldular. Delikanlı dönüp geldi ve hükümdarın yanına girdi. Hükümdar:
Arkadaşların ne yaptı? dedi. Delikanlı onlara karşı Allah bana yetti, dedi. Sonra hükümdara dedi ki: Benim sana söyleyeceğimi yapmadıkça beni öldürmeye gücün yetmez. Eğer benim sana bildirdiğimi yaparsan beni öldürürsün. Hükümdar:
Neymiş o? deyince, delikanlı dedi ki:
Sen, insanları yüksekçe bir yerde toplarsın, sonra beni bir hurma kütüğüne asarsın, sadağından bir ok alırsın ve delikanlının Rabbı olan Allah adına der ve atarsın. Eğer böyle yaparsan beni öldürürsün. Hükümdar böyle yaptı ve oku yayının atış yerine koydu, sonra; delikanlının Rabbı olan Allah adına, deyip attı' Ok delikanlının gözüyle kulağının ara yerine isabet etti ve delikanlı elini okun değdiği yere koyup öldü. Bunun üzerine halk; delikanlının Rabbına inandık, dediler. Hükümdara; görüyor musun Allah'a andolsun ki korktuğun şey başına geldi. Halkın hepsi îmân etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar, demirci başına emretti de her tarafta çukurlar kazıldı ve ateşler yakıldı. Hükümdar dedi ki:
Kim dininden dönerse onu bırakın, dönmeyenleri ateş çukuruna atın. Suheyb der ki:
Orada birbirlerine karşı savunuyor ve mücâdele veriyorlardı. Nihayet yavrusunu emziren bir kadın getirildi. Sanki kadın eğilip ateşe düşmek üzereydi. Çocuk dedi ki:
Anneciğim sabret, sen muhakkak hak üzeresin.
Rebi' b. Enes, bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Ateş, çukurların dışına taşarak kâfirleri yaktı. Nitekim âyet-i kerimede: "Onlar için can yakıcı bir azap vardır." buyrulmuştur. Bu onların, dünyada yandıklarını beyan etmektedir.” (Taberi 30/135)
Kıssadan çıkarılacak dersler
1- her doğan fıtrat üzere doğar. Selim fıtrat her zaman hak ve hayırlı olanla beraber olmayı, şerden uzak durmayı gerektirir. Bu genç de rahipten hakkı işittiği zaman hayır tarafında olmaya yönelmiş ve sihirbaz gibi kafirlerden, şer tarafından ayrılmıştır.
2- zaruret anında kafirlerin tuzağından kurtulmak için yalan söylemekte sakınca yoktur.
3- genç, fıtratı ile hakkı arama sürecinde karşılaştığı olayı delil getirmek istemiş, yolu kapatan hayvanın çekilmesi için Allaha dua ederken, rahibin mi yoksa sihirbazın mı hak üzere olduğunu öğrenmek istemiştir.
4- Allaha duasından sonra hak ortaya çıkmış, doğrusu aşikar olmuş, şek, yakin ile giderilmiştir. Bu müminin durumudur. Müşkülatlarını daima Allaha sığınarak halleder.
5- yoldan eziyet verici bir şeyi bertaraf etmek, insanları meşru şekilde sıkıntıdan kurtarmak talep edilen bir iştir ve bundan dolayı ecir vardır. nitekim bu husus sahih hadislerde açıklanmıştır.
6- sadık mümin kerametleri, lutufları kendisine değil, Allah’a nispet eder.
7- küçük bir çocuğa karşı dahi olsa fazileti itiraf etmek üstün bir ameldir. Nitekim rahip gence; “Ey oğul, sen bugün benden daha faziletlisin” demiştir.
8- iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan, hakkı haykıran herkes mutlaka sınanır, sabretmesi gerekir. Zira bunun Allah katında büyük bir ecri vardır. Allah Teala, Lokman aleyhisselamın diliyle şöyle buyurmuştur:
“Ey oğulcuğum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten yasakla ve sana isabet eden şeylere sabret. Şüphesiz ki bu azmedilmeye layık işlerdendir.” (lokman 17)
9- Yanlış kullanılan ifadeler yanlış haliyle bırakılmaz, doğrusunun belirtilmesi gerekir. Özellikle de tevhid akidesi ile ilgili konularda. Genç, vezire şöyle demişti: “Muhakkak ki ben kimseye şifa veremem. Şifa veren yalnız Allahtır.” Bu, Allah Teala’nın İbrahim Aleyhisselam hakkındaki şu ayetine uygundur: “Hastalandığın zaman sana şifa veren O’dur” (şuara 80)
Nebi Aleyhisselam da: “Allah ve sen dilersen” diyen bir kimseye: “Beni Allaha ortak mı koşuyorsun! Bilakis yalnız Allah dilerse de” buyurmuştur.
10- Muhakkak ki Allah Teala’nın azab edilseler de dinlerinden dönmeyen, yakılsalar, testerelerle biçilseler, boğulsalar da tagutlara itaat edip küfür sözünü söylemeye, imanın zayıfına razı olmayan imanı kuvvetli kulları vardır. bu en faziletlisidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“(Gelip geçmiş nice) peygamber vardır ki, onunla birlikte bir çok mü'min, (Allah yolunda) savaşmışlardır da, kendilerine (musibet) lerdan dolayı gevşeklik ve zaaf göstermemişler, boyun eğmemişlerdir Allah sabredenleri sever.” (Ali İmran 146)
Zorlanıp ikrah edildikleri zaman müminlerin küfür sözü söylemelerine Allah müsamaha göstermiş şöyle buyurmuştur:
“Kalbi îman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse dışında, îmanından sonra Allah'ı inkar eden ve küfre göğüs açan kimselere, Allah katından bir azab gelir. Onlar için büyük bir azab vardır.” (Nahl 106)
11- Hak söz mutlaka zafer kazanır. Kral, genci öldürmekten aciz kalmış, genç bunun nasıl olacağını öğretmeden kral bu işi tamamlayamamış lakin neticede büyük bir topluluk iman etmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“işte Allah o zaman, ona sekînetini indirmiş (ona soğukkanlılık vermiş) ve görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş ve küfredenlerin sözünü de alçaltmıştır. Zira yüce olan, ancak Allah'ın sözüdür, Allah, Azîz'dir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 40)
12- Genç, insanların iman etmesi için kendini feda etmiştir. Bu ümmetlerini kurtarmak için çalışan, gerekirse şehid olmayı dahi göze alan ihlaslı mümin kulların özelliğidir. İşte bunlar cennete gidecek kimselerdir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Aksine onlar, Rabları katında diri olup. Allah'ın fadl-u kereminden kendilerine verdiği (şehidlik mertebesinden) sevinçli bir şekilde (O'nun sayısız nimetleriyle) rızıklandırılırlar” (Ali İmran 169)
13- Allah müminleri apaçık delillerle sabit kılar, dinlerini kerametlerle destekler. İşte annesinin kucağında: “Ey anneciğim sabret, sen hak üzeresin” diyen bebek de bunlardan biridir. Annesi bu söze icabet etmiş, sabrederek ve karşılığını Allahtan bekleyerek çocuğuyla birlikte ateşe atlamıştır.
14- Müminlerin ölümlerinden sonra vardıkları yer cennet, kafirlerin ise dünyada yakılmak, ahirette ise cehennem azabı olmuştur.
Subhanekallahumme ve bihamdik ve eşhedu en la ilahe illa ente vahdeke ve estağfiruke ve etubu ileyk.