Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakultesinin hadis bölümünü işgal eden, hadis inkarcısı mutezilelerin, Türkiye'de hadis ilmine hatrı sayılır hizmetleri olan Talat Koçyiğit ile yaptıkları ve sapıklık yayan dergileri "İslamiyat"'ta yayınladıkları bir söyleşide, muşarun ileyh şu anısını nakletmektedir:
...Aslında ilahiyatla hiç ilgisi olmayan kimseler, dinî konularda fetvalar veriyorlar. Maalesef, bizim Türkiye’deki en büyük hastalık bu. Bakıyorsun, adamın din konusunda herhangi bir bilgisi yok; ama din hakkında, dinin herhangi bir konusu hakkında “Hayır, o öyle değil; böyledir!” diye hüküm verebiliyor. Bir hukukçu, bakıyorsunuz, “Şöyle davranmak veya davranmamak lazım!” diye açık açık fetva verebiliyor. Bir hukukçu, bir tabip, İslami konularla hiç ilgilenmemişse nasıl fetva verebilir? Bir asker, aynı şekilde, İslami konularda bir Kur’an hükmünü nasıl inkar edebilir? Ama maalesef bu hâdiseler ülkemizde yaşanıyor. Maalesef, Kenan Evren’in durumu da böyleydi. Üniversite’de, bir yönetim kurulu toplantısında idik. Bir ara rektör dışarı çıktı ve geri döndü; bana, “Talat Hoca, fakültene Sayın Cumhurbaşkanı geliyor; hemen git, ben de geliyorum.” dedi. Ben Fakülte’ye geldiğimde, Fakülte’ye de haber vermiş olacaklar ki, hazırlık başlamıştı. Bazı yerleri siliyor, temizliyorlardı. Dekanlığa girdim; oradan yolu gözlüyorum. Biraz sonra konvoy göründü. Biz de dışarıya çıktık. Arkalarından ancak yukarıya birinci kata çıktıklarında yetişebildik. “Dekanlık aşağıda sayın Cumhurbaşkanım” dedim. Koridoru geçerek diğer merdivenlerden aşağı indik. Cumhurbaşkanı makama oturdu. Karşıdaki kanepeye de rektör oturdu. Bazı öğretim üyesi arkadaşlar da onların karşısında ayakta duruyorlar. Ben de Cumhurbaşkanı’nın yanında ayakta duruyorken, rektör bir ara otur diye işaret etti. Ben de sandalyeye oturdum. Kenan Evren başörtüsüyle alâkalı konuşuyor: Başörtüsüne ne gerek varmış; tarak olmadığı için saçlar taranamıyormuş, bu yüzden eskiden örtü varmış... Bu gibi sözler söylüyor. Bu arada ben de, bunun Kur’an’da metnen mevcut bir Allah emri olduğunu söylemek için izin istiyorum; ancak, o dönüp bakmıyor bile. Başörtüsünden bahsettikten sonra, benim “Müsaade eder misiniz Sayın Cumhurbaşkanım” demelerime rağmen, uzun süre konuşmasına devam ediyor; nihayet, başörtüsü meselesini bıraktı ve içki meselesine geldi. “İçki de bunun gibi,” dedi “içki, çok içenler için haram kılınmış; çok içilmesi haram. Dışarıdan misafirler, cumhurbaşkanları geliyor; onlarla, sağlığına deyip bir kadeh içiyoruz, sarhoş olmuyoruz. Bu kadar içilirse haram olmaz; bu kadar içki haram sayılmaz.” dedi. Ben yine başladım: “Müsaade buyurur musunuz Sayın Cumhurbaşkanım” diye. Kendileri içki hakkında konuşmaya yine devam ettiler; artık fetva veriyorlar. Karşısında da İlahiyat Fakültesi’nin hocaları var. Sözünü nihayet bitirdi ve bana döndü, ne söyleyeceksen söyle, der gibi... Bunun üzerine, ben başörtüsü meselesine hiç girmedim. Fakat içki meselesiyle ilgili olarak bazı hususları açıklamaya çalıştım. “İçki üç safhada haram kılınmıştır. Nazil olan ayetlerden ilki, ‘içkinin faydası da vardır zararı da vardır; ancak, zararı faydasından büyüktür’ demiştir. Bu ayet nazil olunca, Müslümanlar büyük ölçüde içkiden uzaklaşmıştır. Ondan sonra aradan bir süre geçinde, bir gün bir sahabi cemaate namaz kıldırırken içkili olduğu için ayeti yanlış okumuş; bu hâdise üzerine, ‘sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın’ ayeti nazil olmuş; ancak, bu ayet nazil olmakla beraber, içki henüz mutlak haram kılınmamıştır. Dolayısıyla, bazı kimseler içkiyi bıraksa bile, bazıları devam etmiştir. Ancak, içenlerin sayısı bir hayli de azalmıştır; çünkü ‘sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın’ dendiği için, içki içme vakti kısıtlanmıştır. Bunları göz önünde bulunduran pek çok Müslüman içkiyi terk etmişlerdi. Nihayet aradan belli bir süre geçinde, Müslümanlar içkiyi terk etmeye de alıştırılmış bir hâldeyken, içkinin kesinlikle haram olduğunu ifade eden ayet nazil olmuştur. Bu noktada artık içki haramdır. Azı da çoğu da fark etmez. Pislik her zaman pisliktir; çoğu pislik olanın azı da pisliktir; azı içilince, pislik, pislik olmaktan çıkmaz.” İşte bunları söyledim. Orada hiçbir şey söylemedi; tepkisi ortaya daha sonra çıktı –ben öyle düşünüyorum. Ondan sonra kalktı; koridorları geçerken rastladığı kız öğrencilere, “Başınızı örtmeniz için burada sizi zorluyorlar mı?” diye sordu. Kızlar, “Hayır! Biz İslam’ın emri olduğu için örtünüyoruz.” dediler. Sonra kütüphaneye indik; kütüphanede oturan bir kız öğrenciye, “Başını örtmeyi annen baban mı söyledi yoksa burada mı söylediler?” diye sorunca “Hayır! Burada Kur’an, tefsir okuyorum; onlar bize Allah’ın emrini söylüyorlar. Ben de onu yerine getiriyorum.” dedi. Daha sonra Fakülte’den çıktık; Cumhurbaşkanı, arabasına binip ayrılacağı zaman, rektör arabanın penceresine yaklaştı, rektöre bir şeyler söyledi ve sonra da ayrıldı. Aradan ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Bir bayram arifesi Uşak’a gitmek için izin istedim. Rektör “Gitme! Fakülte yalnız kalmasın.” anlamında bir şeyler söyledi. Nedense bu benim garibime gitti; bana dokundu. Tarık Somer’le aramız çok iyi olduğu için, “İsterseniz, istifa dilekçesi yazayım da öyle gideyim,” diye şaka vari sözler söyledim. “Zaten böyle bir şey var; söyleyeyim mi söylemeyeyim mi? Ancak, aramızda kalsın; kimseye söyleme.” dedi. “Sen, Cumhurbaşkanı geldiği zaman ona birtakım sözler söylemiştin; Cumhurbaşkanı o zaman ayrılırken arabanın camından ‘Bu dekanı buradan al!’ demişti bana. Fakat ben ‘Şimdi dekanı buradan alırsam, bu bazı infiallere sebep olur; yakında görev süresi bitecek, o zaman dekanı değiştiririz.’ dedim ve işi hallettim.” dedi. Aradan pek geçmedi, hallettiler ve Fakülte’de başka profesörler olduğu hâlde, Fakülte’den birini değil de, Meliha (Anbarcıoğlu) Hanım’ı dekan yaptılar.
http://www.davetci.com/d_soylesi/rop_tkocyigit.htm