Küllerinin Savrulmasını Vasiyet Eden Adam Hadisi
Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbani Rahimehullah
Terceme: Ebu Muaz el-Çubukabadî
Elbani Sahiha 3048.- “Sizden öncekilerden birisi tevhid dışında hiçbir hayır işlememişti. Ölüm zamanı yaklaştığında ailesine “Bakın! Ben öldüğüm zaman cesedimi yakın, küllerimi rüzgarlı bir günde (yarısını karada, yarısını denizde savurun. Vallahi eğer Allah buna kadir olursa alemlerde kimseye etmediği bir azap ile bana azap eder)” dedi. Öldüğü zaman dediğini yaptılar. (Allah karaya emretti ve karada olanlar bir araya geldi. Denize emretti ve denizde olanlar bir araya geldi.) Bunun üzerine o Allahın elinde (ayağa) kalktı. Allah Azze ve Celle buyurdu ki: “Ey Adem oğlu! Seni böyle yapmaya iten sebep nedir?” dedi ki: “Ey rabbim! Bunun sebebi senden korkumdur” (Diğer rivayette: Sen de biliyorsun ki senden korktuğumdan dolayı böyle yaptım şeklindedir) Bunun üzerine o, tevhid dışında hiçbir iyi amel işlemediği halde bağışlandı.)
Bunu Ahmed (2/304); Ebu Kamil – Hammad - Sabit – Ebu Rafi – Ebu Hureyre radıyallahu anh yoluyla rivayet ettiler. Bir çok kimse de bunu el-Hasen ve İbn Sirin yoluyla Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiler.
Derim ki: Bu isnad sahih olup Ebu Hureyre radıyallahu anh’e kadar kesintisiz ulaşmaktadır. Ravileri güvenilir olup, Ebu Kamil dışındakileri Müslim’in ricalindendirler. Ebu Kamil’in ismi ise Muzaffer b. Mudrik el-Horasani’dir. O hafız ve ittifakla güvenilir bir ravidir.
Hammad ise; Hammad b. Seleme’dir. Bu hadis Hammad’dan iki ayrı isnad ile gelmiştir:
1- Asım b. Behdele – Ebu Vail – Abdullah b. Vail – Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh yoluyla: Ahmed (1/398) mevkuf olarak rivayet etmiştir. (Yine Ebu Ya’la (5105) diğer bir tarikle İbn Mesud radıyallahu anh’den mevkuf olarak rivayet etmiştir. Şahitleriyle isnadı hasendir.) anlaşılacağı üzere bu hükmen merfudur. Ahmed rahmetullahi aleyh sanki bu rivayetin ardından Hammad – Sabit – Ebu Rafi – Ebu Hureyre radıyallahu anh – Nebi sallallahu aleyhi ve sellem tariki ile aynısını rivayet ederek, bunun merfu olduğuna işaret etmek istemiştir.
2- Ebu Kaz’a’ – Hakim b. Muaviye – babası – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yoluyla: “Sizden öncekilerden birine Allah mal ve çocuklarını çoğaltmış, uzun zaman yaşamıştı. Ölüm zamanı gelince dedi ki: “Ey çocuklarım! Sizin için nasıl babalık ettim?” Onlar: “Hayırlı bir baba oldun” dediler. “Bana itaat eder misiniz?” dedi. “Evet” dediler. “Bakın, öldüğüm zaman kömür gibi oluncaya kadar beni yakın” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Bunu yaptılar. Sonra “Havanda ezin” – eliyle bunu işaret etti – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Bunu da yaptılar” dedi ki: “Sonra rüzgarlı bir günde denize (küllerimi) savurun. Umulur ki Allah beni yok eder.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “- Vallahi -Bunu da yaptılar. Allah Teala’nın kabzasında olduğu halde Allah ona: “Ey Ademoğlu! Seni böyle yapmaya iten sebep nedir?” buyurdu. Dedi ki: “Ya rab, Sana olan korkum” dedi. Buyurdu ki: “Bunun üzerine Allah onu bu sebeple bağışladı.”
Ahmed (4/447, 5/3) Taberani Mu’cemu’l-Kebir (19/427 no 1073)
Derim ki: Bu isnad sahihtir. Bütün ravileri güvenilirdir.
Diyorum ki: Hammad b. Seleme’nin bu hadisi üç ayrı isnadla, üç farklı sahabeden rivayet etmesi, kendisinin büyük hafızlardan biri olduğunu gösterdiği gibi, hadisin sahabeler arasında meşhur olduğunu da gösterir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen bu rivayeti diğer iki sahabeden gelen rivayetler pekiştirmektedir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen rivayet yollarına gelince:
1- Ebu Zinad – A’rec – Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfuan benzerini rivayet etti
Bunu Malik (1/238) Buhari (7506) Muslim (8/97) Hatib Tarih’te (4/389) İbn Abdilberr et-Temhid (18/38) hepsi Malik yoluyla rivayet ettiler. Ziyadeler Müslim’e aittir.
2- ez-Zuhri – Humeyd b. Abdirrahman – Ebu Hureyre radıyallahu anh
Bunu Buhari (3481) Muslim (8/97-98) Nesai (1/294) İbn Mace (4255) Abdurrazzak Musannef’te (11/283 no 20548) Ahmed (2/269) İbn Sa’ad Zevaidu’z-Zühd’de (372/1056) rivayet ettiler.
Sahabelerden:
1 ve 2- Huzeyfe b. el-Yeman radıyallahu anh merfuan benzerini rivayet etti. Ukbe b. Amr: “Ben de öyle dediğini işittim. O adam kefen soyucusu idi” dedi.
Bunu Buhari (3452) Ahmed (5/395) Beyhaki Şuab (5/430 no7160) Taberani (17/231-235) rivayet ettiler.
Nesai ve İbn Hibban (2/22 no 650) yalnızca Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet ettiler. Bu Buhari’nin (6480) rivayetidir.
3- Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den benzerini rivayet etti. Onun lafzında: “Şayet Allah kadir olursa azap eder” ifadesi vardır. yine orada: “Bunun üzerine verdikleri sözü yerine getirdiler” ifadesi vardır.
Bunu Buhari (6481 ve 7508) Muslim, İbn Hibban (649) Ahmed (3/69, 70, 77-78) İbn Abdilberr (11/39) Taberani (6/306) rivayet ettiler.
Ebu Ya’la Müsned’inde (2/284 no 1001 ve 8/469 no 5055) zayıf olan diğer rivayet yolları ile Ebu Said radıyallahu anh’den muhtasar olarak rivayet etti.
4- Selman radıyallahu anh’den:
Bunu Taberani (6/306 no:6123) Ebu Said radıyallahu anh hadisinin ardından “Aynı metinle” diyerek rivayet etti. Sonra şöyle dedi: “Benzerini rivayet etti. Orada “Küllerimin yarısını karada yarısını denizde savurun” dedi.
Yine Buhari (6481) Ebu Said radıyallahu anh hadisinin sonunda Selman radıyallahu anh’den diyerek zikretti. Ancak bu ziyadelerin tamamını zikretmiştir. Buziyade müttefakun aleyh olan – daha önce geçtiği gibi - Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisinde sabittir. Sahih oluşunda şüphe yoktur.
Bil ki, konumuz olan hadiste “Tevhid dışında” ifadesi, sahih isnadla gelmiş olmasına rağmen, Hafız İbn Abdilberr dirayet bakımından sahih olduğunu belirtse de rivayet bakımından şüphe ortaya koymuştur. Sanki o isnadına vakıf olmamış gibidir. Zira Ebu Rafi – Ebu Hureyre radıyallahu anh’den diyerek muallak şekilde zikretmiş ve şöyle demiştir (18/40):
“Bu lafız – eğer sahihse – bu adamın iman etmiş biri olduğu hususundaki müşkülü kaldırmaktadır. Nakil yönünden sahih olmasa da anlam yönünden sahihtir. Usul bunu destekler ve düşünce bunu gerektirir. Zira kafir olarak ölenlerin bağışlanmaları mümkün değildir. Çünkü Allah Azze ve Celle bunu haber vererek kafir olarak ölen hakkında: “Kendisine şirk koşanı bağışlamaz” buyurmuştur. Bu konuda kıble ehli arasında ihtilaf yoktur.
Adamın mümin olduğunun delili: “Neden böyle yaptın” sorusuna: “Sana olan korkum ya rabbi” demesidir. Haşyet (korku) ancak sadık bir müminde bulunur. Hatta alim müminde bulunur. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Allahtan ancak alim kulları korkar” (Fatır 28) dediler ki: “Allah’tan korkan iman etmiş ve onu bilmiş demektir. O’ndan korkmayı hafife alan ise ona iman etmemiştir. Doğruluk kendisine ilham edilen anlayışlı kimse için bu husus gayet açıktır.
“Şayet Allah buna güç yetirirse” sözüne gelince, alimler bunun anlamında ihtilaf ettiler. Dediler ki: “Bu adam Allah Azze ve Celle’nin kudret gibi bazı sıfatlarını bilmiyordu. Allah’ın dilediği herşeye güç yetireceğini bilmiyordu. Dediler ki: “Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarından birini bilmeyip diğer sıfatlarına iman eden ve bilen cehaletiyle Allah’ın sıfatlarından birini bilmemesiyle kafir olmaz.” Dediler ki: “Kafir ancak hakka karşı inat edendir. Bilmeyen kafir değildir.” İşte bu, önceki alimlerin ve onların yolunda giden sonrakilerin yoludur.
Diğerleri de dediler ki: “Allah buna kadir olursa” sözü ile güç yetirme anlamında (kudret) değil, kaza anlamında kader kastedilmiştir.” Dediler ki: “Bu, Allah teala’nın Zi’n-Nun hakkındaki şu ayeti gibidir: “Gazaplı halde gidince buna kadir olamayacağımızı sandı”
Alimlerin bu kelimebin tevili hakkında iki görüşü vardır:
1- Bu takdir ve kaza anlamındadır.
2- Taktir (cimrilik) ve baskı anlamındadır.
Alimlerin bütün bu söyledikleri mümkündür. İki açıklamadan birine göre takdiri: “Bu adam “Eğer Allah’ın takdirinde böyle geçmişse her suçluya suçundan dolayı azap eder. Beni de Allah, suçumdan dolayı alemlerde kimseye yapmadığı azapla cezalandırır”
İkinci açıklamaya göre ise takdiri şöyledir: “Vallahi Allah bana günahlarıma karşılık olarak sıkıntı verir ve hesabımı zorlaştırır.” Dedi. Sonra korkusunda aşırı giderek ölümünden sonra yakılmasını emretti.
Bu adamın Allah’ın sıfatlarından olan, ilim ve kudreti hakkındaki cehaletine gelince, bu imandan çıkarıcı değildir. Görmez misin ki Ömer b. el-Hattab, İmran b. Husayn ve sahabeden bir topluluk (radıyallahu anhum) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e kader hakkında sorular sordular. Müslümanlardan hiçkimseye göre onların bu sorularıyla kafir olduklarını söylemek veya sordukları esnada mümin olmadıklarını söylemek mümkün değildir.
Leys – Ebu Kubeyl – Şufey el-Asbahi – Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma’dan kader hakkındaki hadisi rivayet etti. Orada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının: “İş bitirilmişse ne işleyelim?” dedikleri geçmektedir.
(Bunu Ahmed ve sahih kaydıyla Tirmizi rivayet etmişlerdir. Es-Sahiha’da (848) Mişkat’ta (96) tahrici yapılmıştır. İşaret edilen İmran radıyallahu anh hadisi ise Buhari ve Müslim’in rivayetidir. Bu hadis Zılalu’l-Cenne’de (412, 413) tahric edilmiştir. Yine aynı eserde Ömer radıyallahu anh hadisi (170) numarada tahric edilmiştir.)
İşte onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleri idi. Aynı zamanda alimlerin en üstünleri idiler. Bilmeyen kimseler olarak, öğrenmek için kaderi sordular. İnatçının sorusu gibi inatla sormadılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bilmedikleri şeyi öğretti. Öğrenmeden önce bu konudaki cahillikleri ise kendilerine bir zarar vermedi. Şayet bir an bile bundan cahil kalınmasında bir genişlik olmasaydı bütün bunlar imana şehadet ile birlikte mutlaka öğretilirdi. İslama girmelerinden sonra da bundan sorumlu tutulurlar, islamın altıncı bir şartı olarak bu da sayılırdı. Allahtan yardım isteyerek bunu iyi düşünmelisin.
Bunlar usulden anlayarak sunduğum şeylerdir. Nitekim bu konudaki bütün hadis yorumlarında içtihat ettim ve bundan başka bir şeye ulaşamadım. Kendimi temize çekmiyorum. Her bilenin üstünde bir bilen vardır. başarılı kılan Allah’tır.
Bütün bunlar Hafız İbn Abdilberr’in oldukça sağlam açıklamalarıdır ve bunlar kendisinin ilimde ve dinin hem usulü hem de füruu konusunda bir imam olduğunu göstermektedir. Allah ona İslam ve müslümanlar adına hayırlı karşılıklar versin.
Özetle: Kefen soyucusu olan adam tevhid ehli bir mümindi ve çocuklarına yakılmasını emretmişti. Bu ya Allah Teala’nın kendisinin küllerini bir araya getirme kudretini bilmediğinden – bana göre bu uzak bir ihtimaldir – ya da Rabbinin azabına olan aşırı korkusundan kaynaklanmıştı. Bu korku, İbn Mulakkin’in de dediği gibi anlayışını örtmüştü. (Fethu’l-Bari 11/314) Kıssa hakkındaki bütün rivayet yollarının toplamından benim tercih ettiğim anlam da budur. Allah Subhanehu ve Teala en iyi bilendir.
Her iki açıklama da eşittir. Kesin olan şu ki, bu adam tevhidini ortadan kaldırıp imandan küfre çıkaran bir iş yapmamıştır. Bunun örneklerinden birisi de, üzerinde yiyecek ve içeceği bulunan bineğini kaybedip, tekrar bulduğunda sevincinin şiddetinden dolayı: “Allah’ım sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” diyen kimsedir.
(Bunu Müslim (8/93) Begavi şerhus-Sunne (5/87) Enes radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir. Hafız İraki Tahricu’l-İhya’da (4/5) Müslim’in Numan b. Beşir’den bu ziyade ile rivayet ettiğini zikretmiştir. Bu bir yanılgıdır. Numan b. Beşir’in rivayetinde bu ziyade yoktur. Bunu Ahmed (4/273, 275) Numan radıyallahu anh’den rivayet etmiştir. Yine Buhari ve Muslim diğer bir yol ile Enes radıyallahu anh’den muhtasar olarak rivayet ettiler. Buhari ve Müslim İbn Mesud radıyallahu anh’den uzun bir metinle rivayet ettiler. Ancak Buhari bunu mevkuf olarak zikretmiştir. Müslim, İbn Hibban (2/9 no 620) Ahmed (2/316, 500) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Enes radıyallahu anh’in rivayetinin benzerini muhtasar olarak rivayet ettiler.)
Bütün bunlar, kendilerinde bulunan sığ bir ilimle aldanmış gençlerden oluşan iki gruba çok kuvvetli bir reddiyedir.
Birinci grup: Cehaletin hiçbir şekilde mazeret olmadığını söyleyenlerdir. Hatta onların muasır olanlarından biri bu konuda risale yazmıştır! Usulün ve detaylı nasların gerektirdiği doğru şudur: Müslümanlardan olup, saf, ilmî bir islam ortamında yaşayan kimselerin, - fakihlerin dedikleri gibi - dinde zorunlu olarak bilinmesi gereken hükümlerden cahil kalması, mazur görülmez. Zira davet kendisine ulaşmış ve hüccet ikame edilmiştir. Ama davetin ulaşmadığı kafir bir toplumda yaşayan veya tebliğ ulaşıp müslüman olan, lakin islama yeni girmiş olması sebebiyle bu hükümlerden bazılarını bilemeyen yahut Kitap ve sünneti bilen ilim ehlinden kendisine tebliğ edecek kimseyi bulamayan kimseler mazur görülürler. – bana göre – bugün şirk, bidat ve hurafelerin yaygınlaştırıldığı, cehaletin galip geldiği bazı islami ülkeler de bu konumdadırlar. Kendilerine üzerinde bulundukları sapıklığı açıklayacak bir alim bulamamaktadırlar. Veya böyle alimler bulunsa da onun davet ve tebliği çoğuna ulaşmamıştır. Yine hak davet kendilerine ulaşmadığı için bunlar da öncekiler gibi mazurdurlar. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Sizi ve ulaştığı herkesi bununla uyarmak için” yine: “Bir rasul göndermedikçe azap edici değiliz.” Buna benzer deliller alimlerin, fetret ehlinin ister fert, ister kabile ve gruplar halinde olsunlar, sorumlu tutulmayacaklarına dair görüş bildirmelerini gerektirmiştir. Zira zahirinden anlaşıldığı gibi illetleri ortaktır. Bu husus ilim ve görüş sahiplerine gizli kalmamaktadır.
Buradan da İslam ve müslümanlar hakkında gayretli olan her müslümanın sorumluluğunun ne kadar büyük olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sorumluluk, kendilerini islam davetçisi olarak isimlendiren İslami grup ve cemaatlerin omuzlarına yüklenmiştir. Sonra onlar, bununla birlikte müslümanları kendi cahilliklerine ve islamı doğru anlamaktan gafil oluşlarına davet etmektedirler. Bir vesileyle cahillerden birinin bana dediği gibi, sanki onlar hal diliyle şöyle demektedirler: “İnsanları gafil hallerinde bırakalım” Hatta bunun hadisi şerif olduğunu bile iddia ederler! Veya bazı ülkelerdeki avam halkın dediği gibi: “Herkes dini üzerindedir, Allah yardım eder” derler. Bu büyük bir hatadır! Keşke bilselerdi. Lakin “Bir şeyi kendisi kaybeden onu başkasına veremez” diyen doğru söylemiştir!
İkinci grup: Bunlar bu asırda türemiştir. Çok az şey dışında şer’î ilme sahip değildirler. Özellikle de fıkıh usulü ve Kitap ile sünnetten Salih Selefin menhecine göre ilmi kaideler ile ilgili meseleleri bilmezler. Bununla beraber bildikleriyle mağrur olurlar. Büyük alimleri ve fakihleri kötü anlyış ve onlardan sadır olan hata sebebiyle bidatçilikle hatta bazen kafirlikle suçlamaya başlarlar. Onlar hakkında “ne vecibe ne de anlaşma” (Tevbe 8) gözetirler. Alimlerin tamamında bulunan iman, salah ve ilimlerinden bir bildikleri yoktur. Cehaletleri sebebiyle sahibini imandan çıkaran küfrün hakikatini bilmezler. Dikkat edin, sahibini imandan çıkaran küfür; hüccet ve ilim kendisine ulaştıktan sonra inkar etmektir. Nitekim Allah Teala firavunun kavmi hakkında şöyle buyurmuştur: “Nitekim kendilerine apaçık delillerimiz gelince, "bu, besbelli bir sihirdir" demişlerdi. Gönülleri, o delillerin hak olduğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulüm ve kibir yüzünden onları inkâr etmişlerdi” (Neml 13-14) Küfredenler hakkında da şöyle buyrulmuştur: “Allah'ın düşmanları için hazırlanan bu ceza ateştir. Orası, âyetlerimizi inkâr etmiş olmaları sebebiyle onlar için ebediyyen kalacakları bir yerdir.” (Fussilet 28) Bu yüzden Şeyhulislam İbn Teymiyye fetvalarından birinde (Mecmuu’l-Fetava 16/434) şöyle demiştir:
“Sünnete muhalefet eden herkesin tekfiri caiz değildir. Her hata eden kafir değildir. Özellikle de üzerinde ümmetin çokça tartıştığı konularda..”
Burada Allah’ın kelamının mahluk olmadığı meselesi, Allah’ın ahirette görülmesi, Allah’ın arşı üzerine istivası, mahlukatının üzerinde olması gibi meselelere işaret etmiştir. Bunlara iman etmek vacip, inkarı küfürdür. Lakin Mutezile, Hariciler ve Eşariler gibilerin bir şüphe ile düştükleri tevillerden dolayı, kendilerine hüccet ikame edilip de inat etmedikleri sürece tekfir edilmeleri caiz değildir.
İşte önümüzdeki kefen soyucusu örneği de buna örnektir. Allah’ın yeniden diriltmeye kudretinden şüphe etmiş olmasına rağmen bağışlanmıştır. Zira bunu inatla inkar eden biri değildir. Bilakis Allah’a ve dirilişe iman eden birisiydi. Fakat detaylarda cahilliği vardı. Şeyhulislam bu hadisi Sahih’teki rivayetle naklettikten sınra bunun mütevatir olduğunu söyler ve şöyle der (12/491):
“Burada iki önemli esas vardır:
1- Allah Teala ile ilgili: O’nun her şeye kadir olmasına iman
2- Ahiret günü ile ilgili: Allah’ın bu ölüyü diriltmesi ve amellerinin karşılığını vermesine iman. Genel manada Allah’a ve yine genel manada ahiret gününe, Allah’ın ölümden sonra sevap ve ceza olarak karşılık vereceğine iman etmiş olmakla beraber salih amel de işlemişti. Bu salih amel günahından dolayı Allah’ın cezalandırmasından korkusu idi. Allah onu, Allah’a ve ahiret gününe imanı ve salih ameli sebebiyle bağışladı.”
Bu yüzden ben bu gençlere alimleri bidatçilikle ve kafirlikle suçlamaktan sakınmalarını öğütlüyorum. Gerektiği gibi ilmi tahsil edinceye kadar talep etmeye devam etsinler. Nefisleriyle aldanmasınlar. Alimlerin hakkını ve bu konudaki önceliklerini tanısınlar. Özellikle de Şeyhulislam İbn Teymiyye, öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye gibi salih selefin menhecinde olan alimlerin hakkını tanısınlar! Mecmuu’l-Fetava’ya baktıklarında ilimle dolup taştığını göreceklerdir. Özellikle de oldukça önemli olan tekfir bölümlerinde, mutlak tekfirle muayyen tekfiri ayırt etmesinde bunu açıkça görürler. Böylesi gençlere şöyle der:
“Muayyen (belli) bir şahıs hakkında tekfirin şartları ve engellerini iyice düşünmezler. Mutlak (genel) tekfir, muayyen (belli şahsın) tekfirini gerektirmez! Ancak şartlar yerine gelir ve maniler ortadan kalkarsa belli şahsın tekfiri söz konusu olabilir. Bunu İmam Ahmed ve bu genellemeleri yapan, fakat bu sözleri konuşan şahısları tekfir etmeyen imamlar böylece açıklamışlardır.”
Yani burada kastettiği: “Kur’an mahluktur”, “Allah ahirette görülmez” ve benzerlerini diyenlerdir.
Diyorum ki: bu farka dair söylenenler, bu önemli konuda ayırıcı bir çizgidir. Bu sebeple ben gençlere el-Mecmuu’l-Fetava’yı (12/464-501) iyi okuyup anlamalarını tavsiye ediyorum. Bu bölümün sonunda şunları söylemektedir:
“Bunu anladıysan, şu cahillerin ve benzerlerinin muayyen tekfirde bulunmaları – onların kafir olduklarına hükmetmeleri – hususunda öne atılmak caiz değildir. Ancak Bidat davetçilerinin sözlerinin küfür olduğunda şüphe olmasa dahi, onlardan birine rasule muhalefet ettiklerini açıkça ortaya koyan risalet hücceti ikame edilir.
Aynı şekilde bu bidatlerden bazısı diğerinden daha şiddetli olsa da, muayyen şahısların topluca tekfirinde de bu durum geçerlidir. Bidatçilerden bazısında iman bulunurken diğerinde bulunmayabilir. Hiçkimsenin müslümanlardan birini – hata ve yanlış yapsa da – hüccet ikame edilip hak kendisine apaçık hale gelmedikçe tekfir etmesi caiz değildir. İmanı kesin olarak sabit olan birinin imanı şüphe ile ortadan kaldırılamaz. Bilakis bu, ancak hüccet ikamesinden ve şüphenin ortadan kaldırılmasından sonra gerçekleşir.”
Böylece hadiste tevhid ehli bir kimsenin, bazen namaz ve benzeri amelî rükünler gibi, imanın gerektirdiklerine aykırı hareket etse de ateşte sonsuz kalmayacağına delil vardır. mütevatir olarak gelen şefaat hadislerinde Allah’ın şefaat edecek kimselere kalbinde zerre kadar iman bulunan kimseleri ateşten çıkarmalarını emredeceği bildirilmiştir. Bu hususu, Ebu Said radıyallahu anh’ın rivayet ettiği, Allah’ın hiçbir hayır işlememiş bazı insanları ateşten çıkarmayı emredeceğine dair hadis desteklemektedir. Bu hadisin tahrici ve bu konuya delil olmasına dair açıklama ileride gelecektir. Bu aynı zamanda namazın vacip olduğuna inandığı halde terk eden kimsenin ateşten çıkacağına dair açık ve sahih bir delildir. 3054 nolu hadise bakınız.