İlmin kokusundan dahi koklamamış bazı düşük şahsiyetler,
kendilerini “İslam Davetçisi” olarak tanıtarak mal mal konuşmalar yapıyorlar. O
kadar saçmalıyorlar ki, kulu oldukları; “halkın teveccühü”nü kazanabilmek için
toplumun yücelttiği “Ebu Hanife” gibi bazı isimlerin arkasına sığınıyor, bir
taraftan Ebu Hanife’nin haktan saptığı hususlara uyarı yapanları “âlimlere
hakaret edenler” diye lanse ederken, diğer taraftan, aslında Ebu Hanife’yi
eleştirenlerin bu ümmetin büyük imamlarının ta kendileri olduğu gerçeğini
gizleyerek, Ebu Hanife’yi cerh eden âlimlere olmadık hakaretler yapıyorlar.
Eceli gelen köpek cami duvarına işer!
Ebu Hanife putunun arkasına saklanıp; onu eleştirenlere
ağıza alınmayacak hakaretler yapanlar aslında; Ehl-i Sünnet’in
büyük imamlarına hakaret ediyorlar: Sufyan es-Sevri, Sufyan b. Uyeyne, Malik b. Enes,
Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şureyk b. Abdillah, el-Evzai, Veki b.
el-Cerrah, Ebu Zur’a, Yahya b. Main, Abdullah b. Mubarek, İmam Şafii, Ahmed b.
Hanbel, İshak b. Rahuye, İbn Kuteybe, Ukayli, İbn Hibban ve Ebu Hanife'yi cerh etmekte icma ve ittifak etmiş olan daha birçok
imamlara!
Alimlerin aslında Ebu Hanife’yi eleştirmedikleri, bilakis
öven bir çok alimin de bulunduğu yalanını da sözlerine ekliyorlar. Halbuki Ebu
Hanife’nin lehinde ve aleyhinde nakledilen sözlerin hangisi sahih, hangisi asılsız,
bir bilgileri de yoktur. Sahihi sakimden ayıramayan eblehler davetçi edasıyla
ortaya atlayıp tribünlerden alkış toplama derdine düşünce bu olanlar oluyor.
Ehl-i Sünnet’in Bid’atçi Ravi ve Alimlerden Nakilde
Bulunma Metodu
İslam’ın ilk yıllarında insanlar tek bir kişinin kalbi üzere
idiler. Tek kaynaktan faydalanıyorlardı. Kişi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu” dediği zaman kulaklar ve gözler hemen ona yönelirdi.
Fitneler meydana gelip de insanlar zorluk ve zilletlerle karşılaşınca hevâ ve
bid’at ehli ortaya çıktı. İnsanlar o zaman isnad sormaya başladılar ve: “Ricalinizin
isimlerini bize söyleyin” dediler. Ehl-i Sünnet’e baktılar ve onların hadisini
aldılar, bid’at ehlinin ise hadislerini almadılar.
Sonra bid’atler çoğaldı ve yayıldı, bidat ehlinin sayısı
arttı, onlar da ilim aldılar ve onlardan çoğu hadis ravilerinden ve
hafızlarından oldular. Ehl-i Sünnet bu vaka karşısında, sünnetin korunması
maslahatını, onlara hecr uygulama ve onlardan rivayet almamadaki maslahatın önüne
geçirerek, onlardan rivayette bulunma mecburiyetinde kaldı. Şayet onlardaki
hadisleri terk etselerdi elbette Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok
sünnetleri kaybolacaktı.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Basra halkı arasında Kaderîlik
çoğaldığı zaman şayet onlardan hadis rivayeti terk edilecek olsaydı elbette,
onların ezberlemiş oldukları ilim, sünnetler ve eserler yok olacaktı. İlim ve
cihad vaciplerini yerine getirmek, ancak kendisinde bid’at bulunan birisi
vasıtasıyla mümkün oluyorsa, onun zararı, bu vacibi terk etmenin zararından
daha düşüktür.” (Mecmuu’l-Fetava 28/212)
Bununla beraber onlar, kendilerinden rivayette bulundukları
şahısların durumlarını da beyan ediyorlar, “Bize falan kaderî tahdis etti”, “Bize
falan rivayet etti, o kılıçla ayaklanma görüşündeydi”, “falan saduktur, lakin
mürciîdir”, “bize falan tahdis etti, o kaderî, mu’tezilî ve cehmî idi” gibi
sözlerle durumunu belirtiyorlardı. Bunun örnekleri:
1- Hassan b. Atiyye hakkında: Ahmed b. Hanbel, Osman b. Said
ed-Darimi ve Yahya b. Main sika demişlerdir. Ebu Bekr b. Ebi Hayseme, Yahya b.
Main’in, onun hakkında: “Kaderî idi” dediğini nakletmiştir. Yunus b. Seyf dedi
ki: “Kaderiyyenin iki inatçı keçisi kaldı, onlardan biri de Hassan b. Atiyye’dir”
(Tehzibu’l-Kemal 6/36-38)
2- Abdullah et-Teymî hakkında: el-Mervezi dedi ki: “Ahmed b.
Hanbel’e Abdullah et-Teymî hakkında sordum, dedi ki: “Saduk’tur, lakin onun
hakkında gülme hadisi için: “(Yalan olduğunu ima ederek: “O tohum gibidir”
dediği anlatılıyor. Bu cehmiyyenin sözüdür” (el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce
1/383)
3- Abdullah b. Ebi Nuceyh hakkında: el-İclî dedi ki: “Sikadır,
onun kaderiyye görüşünde olduğu söylenmiştir. Denildiğine göre onu Amr b. Ubeyd
ifsad etmiştir.” (Ma’rifetu’s-Sikat s.281) Bkz.: et-Ta’dil ve’t-Tecrih (2/854)
4- Hammad b. Ebi Suleyman hakkında: Ebu Zur’a dedi ki: “Ebu
Nuaym’ın şöyle dediğini işittim: “Hammad b. Ebi Suleyman Murcie idi.” (Ebu Zur’a,
Tarihu’d-Dimeşk s.295) Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Hammad ircâ görüşüyle
suçlanmıştır.” Nesai dedi ki: “Sika idi, ancak o mürciî idi.” Mugira dedi ki: “İbrahim
(en-Nehai) vefat ettiği zaman el-Hakem ve ashabı Hammad’a geldiler ve irca
görüşünü ortaya attılar.” (Tarihu’l-İslam 7/348)
5- Şebabe b. Suvvar hakkında: Ahmed b. Hanbel dedi ki: “İrca
görüşünden dolayı onu terk ettim ve ondan rivayette bulunmadım.” Ali b.
el-Medini dedi ki: “Saduk bir şeyh idi. Ancak o irca görüşünü söylüyordu.” (İbn
Adiy, el-Kamil 5/72) Muhammed b. Sa’d dedi ki: “Şebabe b. Suvvar el-Fezari
sika, hadis konusunda salih idi ve mürcie idi.” (Tarihu Bağdad 9/289)
6- Ebu İsrail el-Mellâî hakkında: Ebu Zur’a dedi ki: “Saduktur,
ancak görüşünde aşırılık vardır.” (Tehzibu’l-Kemal 3/80) el-Ukayli dedi ki: “Hadisinde
yanılgı ve ızdırap vardır, bununla beraber kötü bir mezhebi vardı.” (ed-Duafa
1/245)
7- Katada b. Diame es-Sedusî hakkında: Hanzala b. Ebi Sufyan
şöyle dedi: “Tavus, Katade’den kaçardı. Katade kaderilik ile suçlanıyordu.”
(Tehzibu’l-Kemal 23/509) Tavus’a: “Katade sana geliyor denilince: “O gelirse
ben kalkarım” dedi. Ona: “O bir fakihtir” denilince: “İblis ondan daha
fakihtir, zira İblis: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık” demiştir” dedi.”
(es-Sikat 1/389) Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Katade ve Said kaderilik görüşünü
dile getirdiler ve gizlediler.” (Siyeru A’lami’n-Nubela 6/414)
8- Ebu Muaviye ed-Darir hakkında: Yakub b. Şeybe dedi ki: “Sika,
bazen tedlis yapar, irca görüşünde idi.” (Siyeru A’lam 9/76) İbn Hibban dedi
ki: “Hafız, mutkin idi. Lakin mürcie idi.” (es-Sikat 7/442) Ebu Davud dedi ki: “Kufe’de
mürcienin reisi idi.” (Siyeru A’lam 9/76)
9- İbrahim b. Tahman hakkında: Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Cehmiyye’ye
karşı sert davranan bir mürcie idi.” Ebu Hâtim dedi ki: “Horasan’dan iki şeyh
mürcie olup sikadırlar: Ebu Hamze es-Sukkerî ve İbrahim b. Tahman” (Tarihu
Bağdad 6/104, 108)
10- Abdulaziz b. Ebi Ravvad hakkında: Ebu Asim dedi ki: “İkrime
b. Ammar İbn Ebi Ravvad’a gelip kapısını çaldı ve: “Sapık nerede?” diye sordu.
Ahmed b. Hanbel dedi ki: “İbn Ebi Ravvad murcie idi ve salih bir kimseydi.”
(Zehebi, Tarihu’l-İslam 9/502-505)
11- Eyyub b. Aiz et-Tâî hakkında: Buhari dedi ki: “İrca
görüşünde idi, saduktur.” (Ed-Duafa s.25)
12- Said b. Ebi Arube hakkında: Bundar dedi ki: “Bize Abdula’la
tahdis etti, o Kaderî idi, o Said’den rivayet etti, o da Kaderî idi. O da Kata’den
rivayet etti. O da bir Kaderî idi.” (İbn Adiy, el-Kamil 4/447)
Bu konuda sayılamayacak kadar örnekler vardır. Bu zamandan
sonra ilmi yüklenen Selefîler azaldı, bid’at ehli çoğaldı ve onlar ilmi
yüklenen ve nakleden kişiler haline geldiler. Ehl-i sünnet de onlardan nakilde
bulunmak zorunda kaldılar. Lakin onlar, kendilerinden öncekilerin edindikleri
şarttan gafil kaldılar: bu şart bid’at ehlinin durumlarının açıklanması, bid’atlerinin
kınanması ve uyarılmasıdır. Bununla beraber onların bu bid’at ehlinde tazim
ettiklerini ve onları savunduklarını da görmeyiz. Ancak Zehebî gibi bazıları
bundan hariçtir.
Ta ki sonrakiler yeni bir menhec ile ortaya çıktılar.
Sapıklık ehli hakkında susmadılar, bid’atlerini de kınamadılar, onlara mazeret
bulmakla da yetinmediler, bilakis onları mazur gördüler, yücelttiler, onları
kutladılar, durumlarını yücelttiler, onları eleştirenlere hakaret ettiler,
hatta genel ve özel herkesin katında onların sünnet imamları, koruyucuları ve
savunucuları olduğu düşüncesi yerleşti!
Şeyh Bekr Ebu Zeyd şöyle demiştir: “Biz bu zamanda bu türden
topluluklarla müptela olduk. Bid’atçileri tazim ediyor, onların sözlerini
yayıyorlar, onları eleştirenlerden ve onlarda bulunan bid’atleri dile
getirenlerden sakındırıyorlar! Bid’atin bu Ebu Cehillerinden sakının!
Bahtsızlıktan ve ehlinden Allah’a sığınırız.” (Hecru’l-Mubtedi s.28)
Kişinin selefine uyması, kendisinden sonrakilere de onların
yolunu bırakması gerekir. Mutlaka nakilde bulunmak zorunda kalmışsa, kendisinden
nakilde bulunduğu bid’atçi kimsenin halini beyan etmeli, ondan sakındırmalıdır.
Bid’atçileri överek şişirmemeli, selefîn bid’atçi olduğunu açıkladığı kimseleri
bid’atçi kabul etmeli, yine selefin asrında bulunmayıp da bid’atçi ismini hak
eden kimsenin durumunu beyan etmelidir. Şüphesiz selef daha verâ sahibi idler
ve Allah’ın dinini daha iyi bilirlerdi. Onların mezhebi daha selametli, daha
hikmetli ve daha ilmîdir. Bize onlara uymak ve yollarına tabi olmak
emredilmiştir. El-Berbeharî rahimehullah şöyle demiştir: “Bizden öncekiler
bizlere karışıklık bırakmamıştır. Onlara uy ve rahat et.” (Şerhu’s-Sunne s.124)