Daha önce el-Elbani rahimehullah’ın “Fetihten sonra hicret
yoktur” hadisini öne sürerek hicreti inkâr eden bazı muasır bid’atçilere
verdiği cevabın tercümesini aktarmıştım. Ne hikmettir ki, selefin “Bid’ate
sapanlardan anlayış alınır” sözünü doğrular şekilde bazı geri zekalılar
el-Elbani’nin bu fetvasını tam aksi istikamette yorumlayarak, hicret gibi, nas
ve icma ile sabit olan önemli bir din esasını inkara kalkışarak
zındıklaşmışlardır! Konu hakkındaki nas ve icma gayet açık olmakla beraber,
şeytanın askerlerinin Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın adını da bu batıl
hevalarına uydurmalarına mani olmak adına, el-Elbani rahimehullah’ın bu
konudaki başka bir ifadesini kısaca özetleyerek aktaracağım:
El-Elbani es-Sahiha’da şöyle demiştir: “Hafız İbn Kesir
Tefsir’inde (1/542 Nisa suresi 97-100 ayetleri) dedi ki: “Bu ayeti kerime
müşriklerin arasında yaşayan herkes hakkında geneldir. Bu, hicrete gücü yeten
ve (bulunduğu beldede) dini ikame etmeye imkânı olmayan her kes, hicret
etmediği takdirde nefsine zulmetmiştir ve bu ayetin nassı ile onun haram
işlediğinde icma vardır.”
Alim ve fakih olan kimse bu ayetin umumi ifadesinin küfür
beldelerinden hicret etmekten daha fazlasına delalet ettiği hususunda da şüphe
etmez. Nitekim İmam Kurtubî rahimehullah Tefsirinde (5/346) açıkça bunu
belirtmiş ve şöyle demiştir: “Bu ayette günah işlenen yerlerden de hicret etmek
gerektirine delil vardır. Said b. Cubeyr rahimehullah dedi ki:
إذا عمل بالمعاصي في أرض فاخرج منها، وتلا: (ألم
تكن أرض الله واسعة فتهاجروا فيها؟
“Bir yerde günahla amel ediliyorsa oradan çık.” Sonra “Allah’ın
arzı geniş değil miydi, ordadan hicret etseydiniz ya” (Nisa 97) ayetini okudu.
Bu eseri İbn Ebî Hâtim Tefsir’inde (2/174) sahih isnadla
Said b. Cubeyr rahimehullah’tan rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de
(8/263) buna işaret ederek diyor ki: “Said b. Cubeyr rahimehullah bu ayetten
günah işlenen yerden hicret etmenin vacip olduğunu istinbat etmiştir.”
Nitekim bazı cahil hatipler, doktorlar ve prof.lar Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Fetihten sonra hicret yoktur” hadisinin
hicreti mutlak olarak nesh ettiğini zannetmişlerdir. Bu kitap, sünnet ve
imamların sözleri hakkında utanç verici bir cahilliktir. Nitekim ilim iddia
eden bir prof. ile aramda geçen bir münakaşada onun bunu zikrettiğini işittim! Az
önce işaret ettiğim hatip, tevbenin kesilmeyeceğini açıkça bildiren hadisi “Hicret
tevbe kesilmedikçe devam eder, tevbe kapısı da kıyamet gününe kadar açıktır…”
şeklinde zikredince cevabı yeterli bulmadı. Bu yüzden değerli okuyuculara
Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin zikredilen iki hadis arasında çelişki olmadığı hakkında
söylediklerini aktaracağım. Mecmuu’l-Fetava’da (18/281) diyor ki:
“Her ikisi de
haktır. Birincisi belli bir zamanla sınırlı hicretin kastedildiği hadistir. Bu
da Mekke’den ve başka arap bölgelerinden Medine’ye hicret hakkındadır. Zira bu
hicret, Mekke ve diğer küfür diyarı olan bölgelerde yaşayanlar hakkında meşru
idi. O zamanlar iman Medine’de idi. Daru’l-Küfürden, Daru’l-İslam’a hicret,
gücü yeten herkese farzdır. Mekke feth edilince orası Daru’l-İslam halinde
geldi ve araplar İslama girdiler. Bu bölge de tamamen daru’l-islam haline
geldi.
“Fetihten sonra hicret yoktur” hadisi, bir yerin daru’l-küfür veya daru’l-iman
olmasıyla alakalıdır. Bu ayrılmaz bir sıfat değildir. Bilakis orada
yaşayanların durumuna göre değişken bir sıfattır. Sakinleri takvalı mü’minler
olan bir yer, o vakit Allah dostlarının diyarıdır. Sakinleri belli bir vakitte kafirler
olan yerler daru’l-küfürdür. Sakinleri fasıklardan oluşan bir dönemde bu yer
daru’l-fısk /günah diyarıdır. Eğer bu yerin halkının durumları değişirse, diyarın
hükmü de buna göre olur. Yine mescidin halkı sarhoşlara dönüşürse orası daru’l-fısk,
daru’z-Zulm veya Allah’a ortak koşulan bir kiliseye dönüşür. Yine meyhane daru’l-fısk iken Allah’a ibadet
edilen bir mescide dönüştürülürse durum buna göre olur. Yine salih bir adam bir
fasıka veya mü’min bir adam bir kafire dönüşebildiği gibi bunun aksi de
söz konusu olabilir. Her biri duruma göre değişir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle
buyurdu: “Allah iman etmiş ve mutmain bir karyeyi misal verdi…” Ayet Mekke’de
nazil olmuştur. O zamanlar orası küfür diyarı iken bu belde en üstün ve Allah’ın
en sevdiği bölge olmaya devam ediyordu. Ancak küfür diyarı derken orada
yaşayanlar kastedilmektedir. Nitekim Tirmizî merfuan rivayet ediyor: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi kastederek şöyle buyurdu: “Vallahi sen
Allah’ın en üstün arzısın ve Allah’ın en sevdiği yersin. Şayet beni kavmim
senden çıkarmasaydı ben çıkmazdım.” (İsnadı sahihtir. Bkz.: Tahricu’l-Mişkat
2725)
Diğer rivayette: “Allah’ın en hayırlı arzı ve Allah’ın
bana en sevimli olan arzı” lafzıyla gelmiştir. Böylece Allah’a ve rasulüne
en sevimli yerin Mekke olduğu ortadadır. Medine’de kaldığı yer ve onunla
beraber kalan müm’inlerin hicret diyarı olduğu için Medine Mekke’den daha
üstündü. Bu yüzden sınırlarda nöbet tutmak, Mekke ve Medine’de yaşamaktan da
üstündür. Nitekim Sahih’te sabit olduğu üzere: “Allah yolunda bir gün ve bir
gece nöbet tutmak, bir aylık oruç ve gece kıyamından üstündür. Kim nöbette iken
ölürse mücahid olarak ölmüş olur. Ameli ve cennetten rızkı ona devam eder ve
fettandan (kabir azabından) emin olur.” (Muslim ve başkaları rivayet etti.
Bkz.: İrva (1200)
Sünen’de Osman radiyallahu anh’den, Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Bir gün Allah yolunda nöbet
tutmak, bin gün başka bölgelerde durmaktan üstündür.” (Tirmizî hasen dedi,
Hakim ve Zehebi sahih dediler. El-Muhtare ta’likimde (no:307) tahric ettim)
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Alah yolunda bir gece
nöbet tutmam benim için kadr gecesini Haceru’l-Esved’in yanında ikame etmemden
daha sevimlidir.” (Bilakis bu merfudur. İbn Hibbân ve başkaları sahih isnadla
rivayet ettiler es-Sahiha (1068)’de tahric ettim)
Bu yüzden yerin en üstünü her insanın içinde Allah’a ve
rasulüne en iyi itaat ettiği yerdir. Bu durumlara göre değişir. İnsan için
belli bir yer tayin edilmez. Ancak her insan hakkında, takva, itaat, huşu, hudû
ve huzura göre farklı yerler daha üstün olabilir. Nitekim Ebu’d-Derda radiyallahu
anh, Selman radiyallahu anh’e:
“Mukaddes arza gel” diye mektup yazınca, Selman radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:
“Muhakkak ki arz mukaddes olmaz, ancak kul ameliyle mukaddes olur.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Selman ile Ebu’d-Derda radiyallahu anhuma’yı kardeş kılmıştı. Selman radiyallahu anh Ebu’d-Derda’dan genel olarak bir çok konuda daha fakih idi. Bu husus da bunlardan birisidir. Nitekim Allah Teâlâ, Musa aleyhi's-selâm’a şöyle buyurmuştur: “Sana fasıkların diyarını göstereceğiz.” Bu diyar Amalika halkının diyarı idi. Sonra mü’minlerin diyarı haline geldi. Burası, Kur’an’ın arz-ı mukaddese diye gösterdiği, Allah’ın İsrailoğullarını varis kıldığı Mısır diyarıdır. Beldelerin durumları, kulların durumları gibidir. Kişi bazen müslüman, bazen kâfir olur. Bazen mü’min, bazen münafık olur. Bazen iyi ve takva sahibi, bazen fasık, facir ve şakî olur. Aynı şekilde mekânlar da sakinlerine göredir. İnsanın küfür ve günah mekanından iman ve taat mekanına hicret etmesi küfür ve isyandan tevbe ederek iman ve taate dönmesi gibidir. Bu emir kıyamet gününe kadar devam eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İman edenler ve bundan sonra hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler, işte bunlar sizdendir.” (Enfal 75) Seleften bir topluluk dediler ki: “Kıyamet gününe kadar iman edip hicret ve cihad eden herkes buna dahildir.”
“Mukaddes arza gel” diye mektup yazınca, Selman radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:
“Muhakkak ki arz mukaddes olmaz, ancak kul ameliyle mukaddes olur.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Selman ile Ebu’d-Derda radiyallahu anhuma’yı kardeş kılmıştı. Selman radiyallahu anh Ebu’d-Derda’dan genel olarak bir çok konuda daha fakih idi. Bu husus da bunlardan birisidir. Nitekim Allah Teâlâ, Musa aleyhi's-selâm’a şöyle buyurmuştur: “Sana fasıkların diyarını göstereceğiz.” Bu diyar Amalika halkının diyarı idi. Sonra mü’minlerin diyarı haline geldi. Burası, Kur’an’ın arz-ı mukaddese diye gösterdiği, Allah’ın İsrailoğullarını varis kıldığı Mısır diyarıdır. Beldelerin durumları, kulların durumları gibidir. Kişi bazen müslüman, bazen kâfir olur. Bazen mü’min, bazen münafık olur. Bazen iyi ve takva sahibi, bazen fasık, facir ve şakî olur. Aynı şekilde mekânlar da sakinlerine göredir. İnsanın küfür ve günah mekanından iman ve taat mekanına hicret etmesi küfür ve isyandan tevbe ederek iman ve taate dönmesi gibidir. Bu emir kıyamet gününe kadar devam eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İman edenler ve bundan sonra hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler, işte bunlar sizdendir.” (Enfal 75) Seleften bir topluluk dediler ki: “Kıyamet gününe kadar iman edip hicret ve cihad eden herkes buna dahildir.”
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sonra Rabbin, zulme
uğradıktan sonra hicret eden, sonra savaşan ve sabreden kimseler için, evet
Rabbin, onların bu fiillerinden sonra çok bağışlayıcıdır; çok
merhametlidir” (Nahl 110) Şeytanın dini hakkında fitneye düşürdüğü veya
günaha düşürdüğü, sonra kötülükleri terk ederek nefsiyle ve diğer düşmanlarla
cihad eden, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama ile münafıklarla cihad eden,
başına gelen sözlü ve fiillere sabreden herkes bu ayetin kapsamına dahildir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ en iyi bilendir.”
Diyorum ki (el-Elbanî): “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın
ilminden olan bu hakikat incileri, Allah’ın dinini inkar eden o cahil hatipler,
yazarlar ve doktorların ne kadar cahil olduklarını göstermektedir.” (el-Elbani
es-Sahiha 6/849-855)