Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

7 Temmuz 2020 Salı

Şirkte Mazeret Olur mu? Meselesi


Soru: Esselemu Aleykum Hocam.  Şirkte özür olmaz diyen birisi bana, Tevhid bizi asli Kafirlerden ayıran şeydir. Tevhid konularında ihtilaf olmaz, ondan dolayı şirkte mutlaka tekfir vardır dedi.
Hocam, benim kalbim de pek mutmain değil maalesef. Yani kendine Müslüman diyen fakat şirk koşan birisi nasıl daha Mülsüman olur? Bu bizi zaten ayıran şeydir kafirlerden. Hem şirkte mesela te'vilden dolayı özür varsa, her şeyde özür olur diyene ne derdiniz?


Cevap: Aleykum selam. Böyle konuşan haricî meşrepli kimselerle oturmanız, konuşmanız, selam vermeniz ve almanız caiz değildir. Böyle kelamcılık yapanlara meylediyorsanız sizde de bir sapma var demektir. Menhecinizi Kur’ân, sünnet ve ümmetin salih selefinin anlayışı mı belirliyor yoksa Suud vahhabi anlayışından ve Mısır ihvancılarının siyasetlerinden mezcedilerek ortaya çıkmış alaturka, ne idüğü belirsiz kelam ve felsefeler mi? önce bunun ayrımını iyice belirlemelisiniz. 
Bu söylemlerin sahiplerinin istisnasız tamamı sigaraya haram diyerek (helali haram kılmakla) şirk koşuyor, onlara müşrik mi diyelim? Dünyanın küre olduğuna veya döndüğüne inanıyorlar, (Hatta Ebu Hanzala denen zındık Kur’ân ayetlerini ateistlerin bigbang teorisine uydurana kadar çarpıtıyor) kafir olduklarını mı söyleyelim? Video suretleri çekerek şirk işliyorlar, alelıtlak ve muayyen olarak müşrik olduklarını mı söyleyelim? Corona yalanlarına ve hastalığın bulaştığına inanıyor, maske takıyorlar, her birerinin muayyen olarak müşrik olduklarını mı söyleyelim? Birçok örnek verilebilir, çok göz önünde olanlardan bazı örnekler bunlar.
Meselenin aslı kişilerin iman ve islamına hükmetme meselesidir. Bizler şahısların imanına hükmedemeyiz. Zira iman kalp, dil ve azaların tasdikidir. 
Biz sadece dil ve azaların tasdiki ile ilgili kısmına şahit olabiliyoruz. Bir kimse müslüman olduğunu söylüyor ve kıblemize yöneliyorsa (namaz kılıyor, erkekse sarık sarıp şalvar veya izar giyiyor, sakal bırakıyorsa, kadınsa siyah ve bol örtüyle bütün bedenini örtüyorsa) onun müslüman olduğuna hükmediyoruz, lakin ne kadar çok salih amellerde bulunursa bulunsun mü’min olduğuna şahitlik edemiyoruz. 
Aynı şekilde ne kadar çok fısk fücur işlerse işlesin onun da kâfir olduğuna şahitlik edemiyoruz. 
Küfür ve şirk fiillerine gelince, nasıl ki iman amellerinde ancak dil ve azalarla tasdike itibar ediyorsak, küfür ve şirk amellerinde de dil ve azaların bu fiili tasdik etmesini ararız. İlim ehlinin “Kişi imana neyle girdiyse imandan onunla çıkar” derken kastettikleri budur. Yani müslümanlardan olduğu bilinen bir kimse zahiren küfür veya şirk olan bir fiil içindeyse doğrudan bu fiil  sebebiyle onun küfrüne veya şirkine hükmedilmez, dilinin kalbinde olan itikadına şahitlik etmesi istenir. 
Musa aleyhi's-selâm levhaları öfkeyle yere atmıştı, fiili küfürdü lakin o bunu küfür olan bir itikad sebebiyle yapmamıştı. 
Yahut devesini ve yükünü kaybeden adam devesiyle karşılaşınca “Allah’ım sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” derken sözü küfürdü, lakin itikadı bunun tam aksi yönde idi. 
Usame b. Zeyd radiyallahu anhuma, savaş esnasında kılıç darbesinden korunmak için tevhid kelimesini söyleyen adamı öldürdüğünde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu “kalbini mi yardın?” şeklinde azarlamıştı. 
Cennetle müjdelenmiş olduğu için müşrik olmayacağı garanti olan Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh, cahiliyye alışkanlığı olarak dilinden Lat ve Uzza adına yemini kaçırıvermişti. Ona hemen la ilahe illallah söylemekle kefaret kılması tavsiye edildi. 
Yine Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh babaları adına yemin edince, Allah’tan başkası adına yeminin şirk olduğunu ifade eden hadis varid olmuştur. 
Lakin bu fiillerin sahipleri küfür itikadından dolayı bunu işlememişlerdi. Bundan dolayı islam alimleri tekfirin şartları ve manilerini gözetmeden tekfirin haricilerin yolu olduğunu ifade etmişlerdir. 
Şu durumda, küfür veya şirk fiilini işleyen kimselerin bunun şirk olduğunu bildikleri halde işlemiş oldukları, bu yetmez, bu fiile kastetmiş olarak işledikleri, bu yetmez, bu konuda ikrah altında olmadan yaptıkları, bu da yetmez geçerli bir te’vilde bulunmaksızın bunu işledikleri bilinmek zorundadır. Bunu da ancak yaptırım sahibi İslam Kadıları hem meseleyi, hem şahsın durumunu tahkik ederek gerçekleştirebilirler ve neticesinde irtidata hükmedebilirler.
Bundan bir istisna vardır ki dinde bilinmesi zorunlu olan yani alimlerin de avamın da eşit bilgiye sahip oldukları meselelerin inkarı söz konusuysa mesela bir kimse namazı inkar ediyorsa, ayet inkar ediyorsa, “bu zamanda kitap ve sünnetle amel edilmez” gibi aleni inkar içeren sözler söylüyorsa, faizi, zinayı vb. helal görüyor ve bu itikadını diliyle ifade ediyorsa, Cuma ve cemaat namazlarını yasaklıyorsa vb… kadılardan başkaları da, bütün müslümanlar da bu kimselerin kafir olduklarına şahitlik ederler.
Geriye, küfür ve şirk fiilleri işledikleri halde yaptıklarının ve inandıklarının küfür ve şirk olmadığını savunan, kadı olmadığı için haklarında hüccet ikamesi uygulanamayan kimselerin durumu kalıyor. Böylelerinde tekfirin şartları yerine gelmiş ve manileri ortadan kalkmışsa bunlara münafık hükmü verilir. Bunlar dünya hukukunda müslüman gibi muamele görürler, bunun yanında aşağılanırlar, onlar salih müslümanlarmış gibi davranmak gerekmez.  Ahirette açık kafirlerden da daha çok azaba uğrayacaklardır. Abdullah b. Ubey b. Selul ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e suikast düzenleyen münafıkların durumunu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının onlara davranışlarını siyer ve tarih kitaplarından araştırınız. 
Yukarıda özetlemeye çalıştığım meselenin ayrıntıları ve delilleri için Haricilik ve Murcie Arasında Tekfir Sapması adlı kitabıma müracaat ediniz. Vesselam.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)