el-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Bizden önceki
şeriatlerle delil getirenlerin hatasını düşündüm, yakın geçmişte seçimleri ve
bunun meşru olmadığını konuşuyorduk. Bazı İslamî cemaatler, Allah’ın
indirdiklerinden başkasıyla hükmetmek üzere kurulu olan parlementolara girme
vartasına düştüler. Oturumdakilerden birisi senin şüphene benzer bir şüphe
ortaya attı. Şöyle diyordu: “İşte Yusuf Aleyhi's-selâm; “Dedi ki: “Beni ülkenin
hazineleri üzerine tayin et. Çünkü ben bir koruyucuyum, bilenim.” (Yusuf
55) O, putperest Aziz’in otoritesi altında bir yönetici olduğuna göre
müslümanların bu parlementolara girmesine neden cevaz vermiyorsunuz?”
Benim cevabım iki veya daha fazla açıdan olmuştu:
Birinci açı: Yusuf aleyhi's-selâm bu üstün makama meşru
olmayan seçimler yoluyla ulaşmadı. Ancak Allah Azze ve Celle’nin engin hikmeti
onu Aziz’in karısıyla iptila etti ve ikisinin arasında olanlar oldu. Bunun
neticesinde hapse atıldı. Hapiste kaldığı süre içinde iki kişiyle bir kıssası
geçti. Bu iki kişiden biri öldürüldü, diğeri kralın sulayıcısı oldu. Bildiğiniz
gibi kral o rüyayı gördü. “Hükümdar dedi ki: “Yedi zayıf ineğin, yedi semiz
ineği yediğini, yedi yeşil başak ve diğerleri ise kupkuru görüyorum. Ey ileri
gelenler! Eğer rüya yorumunu biliyorsanız benim bu rüyamı çözüverin.” Dediler
ki: “Karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenler değiliz.” O
iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve dedi ki: “Ben bunun
yorumunu size haber veririm, hemen beni gönderin.” “Yusuf! Ey doğru sözlü! Bize
söyler misin; yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ve
diğerleri kuru olan ne demektir? Umarım ki insanlara da dönerim, belki onlar
öğrenmiş olurlar.” (Yusuf 43-46)
Bu fetva krala iletildi ve kral bunu
beğendi. “Hükümdar dedi ki: “Onu bana getirin, onu bana en yakınlardan
kılayım.” Onunla konuştuğunda dedi ki: “Sen bugün bizim yanımızda önemli bir
yer sahibisin, güvenilirsin.” (Yusuf 54)
Yusuf aleyhi's-selâm, yüksek bir makam olan hedefine ulaşmak
için bir yol tuttu. Bunda vebale girecek bir tehlike yoktu. Ancak rabbimiz Azze
ve Celle çeşitli şekillerde olayları ona takdir etti ve kralın kendisi onu
devletinde vezir yaptı ve o da rabbinin vahyiyle, kâfirin diniyle değil, kendi
şeriatinin hükmüyle hükmetti. Bir açısı budur.
Bizler ise bugün şirk kapılarını ve putperest küfür
kapılarını çalıyoruz! Yusuf aleyhi's-selâm’ın vebale sokacak bir uygulamaya
girmesi bir yana, böyle bir tehlikenin kapısını dahi çalmamıştır. Bildiğiniz
gibi seçimler içinde mü’min veya kâfirin, erkek ile kadının ayırt edilmediği, insanların
hepsinin eşit sayıldığı kâfir sistem olarak uygulanmaktadır. Kadına, erkeğe
verilen hakların aynısı verilmektedir. Buna göre bu seçimler, kapılarını açtığı
zaman mü’min de, kâfir de, erkek de, kadın da, salih de, tâlih de buna katılır.
Sonucunda da ancak halkın en şerlileri seçilir. Bu kafir yolları tuttuğumuzda
olan budur. Yusuf aleyhi's-selâm’ın kıssası ile günümüzdeki seçimler
birbirinden tamamen farklıdır.”[1]
Yine El-Elbani rahimehullah
şöyle demiştir: “Seçimlere katılmak zulmedenlere meyletmek demektir. Çünkü bildiğim
kadarıyla sahih İslam kültüründen birşeyleri olan bütün müslümanlar itikat
ederler ki; seçim sistemi ve parlementolar İslamî bir nizam değildirler.”
Yine şöyle demiştir: “İlimlerine
güvenilen müçtehitlerden birinin görüşü üzere kurulu olan, müslümanların
mezheplerinden bir mezhep ile hükmetmek ile Allah’a ve rasulüne iman etmeyen kâfirlerin
sistemleri üzere kurulu olan parlementolar birbirinden farklıdır. Hatta o
kâfirler Allah Teâlâ’nın şu gibi ayetlerinin kapsamına öncelikle giren
kimselerdir:
“Kendilerine
kitap verilmiş olanlardan, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve
rasulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dinini din olarak kabul
etmeyenlerle küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın”
(Tevbe 29)
Parlementoya girip de kendileriyle savaşmamız emredilen
kimselerin kanunlarıyla hükmetmek için aday olmak isteyen müslümanlara hayret
edilir!
Elbette parlementerlerin hükmettiği parlemento sistemi ile
İslamî şura birbirlerinden çok farklıdır!”
Yine şöyle demiştir: “Şüphesiz bu seçimler ve parlementolar
İslamî değildir. Ben bir müslümana bu parlementoya vekil adayı olmasını asla
tavsiye etmem. Zira o İslam için asla bir şey yapamaz. Bilakis akıntıyla
sürüklenir gider.”[2]
Rebi b. Hadi
el-Medhali şöyle demiştir: “Demokrasi yoluyla yönetime veya millet meclisine
ulaşmak imandan kaynaklanan bir şey değildir. Çeşitli partile bölünmek üzere
kurulu olan seçimler yapmayı Allah haram kılmıştır. Kadınların seçimlere katılmasına
ve parlementoya girmek için aday olmasına davet etmek İslam ile gelen hidayet,
nur, adalet ve ihsana aykırıdır. İslam, ümmeti Allah için kardeşlik ve muhabbet
üzere birlik olmaya, tek bir akide etrafında toplamaya çağırır.
Demokrasi ise ümmeti
parçalar, parti gruplarının ve fertlerin nefislerinde, yalan, bozuk ahlak ve
kınanmış hizipçilik üzere kurulu yayın vasıtaları eliyle daha çok oy kazanmak
için düşmanlık ve kin eker. Bu yüzden başta
Amerika olmak üzere Yahudi ve Hristiyanlar bu demokrasiyi şart koşmak için
çalışır, bunu İslam ümmetine karşı “Kadın hakları” iddiasıyla sunarlar.”[3]
[1]
Mevsuatu’l-Elbani Fi’l-Akide (9/621-623)
[2]
Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur (660- 1. Fetvadan 5. Fetvaya kadar, seçimlerin ve
parlementoya girmenin hükmü)
[3]
Rebi b. Hadi, Zikra Li’l-Muslimin Umumen ve Liulemaihim ve Hukkamihim Husususen
başlıklı makalesi