İbn Hazm el-Endelusî, el-İhkâm
fî Usûli’l-Ahkâm’da (6/76-78) şu açıklamayı yapmıştır:
“Rasûlüllâh sallallahu
aleyhi ve sellem’in: “Benim sünnetime ve Hulefâ’i Râşidîn’in sünnetine
sarılın” sözünden, onun bize güç yetirilemeyecek olanı emretmeyeceğini
öğrendik. Ondan sonra Hulefâ’i Râşidîn’in aşırı ihtilafa düştüklerini
gördük. Bu durumda, dördüncüsü olmayan üç husustan birisi gerekir.
1- Ya ihtilaf
ettiklerinin tamamını almamız ki, bu mümkün olmayan bir şeydir, güç
yetirilemez. Çünkü onda bir şeyin hem kendisi, hem zıddı vardır. Ebû Bekir radıyallahu
anh ile Âişe radıyallahu anha’nın görüşüne göre, bir kimsenin, kardeşlere
vermeden dedeyi mirasçı kılması mümkün değildir. Ömer radıyallahu anh’ın
görüşüne göre, dedeye üçte bir, geri kalan da kardeşlere verilir. Ali radıyallahu
anh’ın görüşüne göre de, dedeye altıda bir, geri kalan, kardeşlere taksim
edilir. İhtilaf ettikleri meselelerin
hepsinde böyledir. Bu husus geçersizdir. Çünkü insanların bunu yapmaları mümkün
değildir. Bu birinci husustur.
2- Ya da dilediğimiz
birisini almamızın mübah olmasıdır. Bu, İslâm’dan çıkmak demektir. Çünkü
böylesi, Allah Teâlâ’nın dininin bizim isteğimize havale edilmesi gibi bir
durum meydana getirir. Birimiz dilediğini haram; dilediğini helal sayar.
Birimiz diğerinin helal kıldığını haram hale getirir.
Allah Teâlâ’nın: “Bugün
size dininizi tamamladım” (Mâ’ide 3)
“Bunlar Allah’ın
koyduğu sınırlardır. Bunları aşmayın.” (Bakara, 229) ve:
“Tartışmaya girmeyin” (Enfâl, 46) sözleri, bu bozuk olan hususu geçersiz hale getirir ve
şunu gerektirir: O zaman haram olan, kıyamet kopuncaya kadar haramdır. O gün
vacip olan kıyamet gününe kadar vaciptir. O gün helal olan, kıyamet gününe
kadar helaldir. Yine, şayet onlardan birinin görüşünü alırsak, zarurî olarak
diğerinin görüşünü terk etmiş oluruz ki bu takdirde onların sünnetine uymuş olmayız.
Böylece bu da bizi zikredilen hadisin zıddına bir sonuca götürürdü ve ondan
istenilen alınır veya yüz çevrilirdi. Biz zikredilen hadisin zıddına bir sonuca
vardık. Bu, bize, Endülüs’te bizimle birlikte olan cahil bir müftüyü
hatırlattı. Fetva istemek üzere kendisine iki kişi geldiğinde, fetvanın altına
şöyle yazmıştı:
“İki şeyhin (Ebû
Bekir radıyallahu anh ile Ömer radıyallahu anh’ın) söylediği şekilde
söylüyorum. İki şeyhin ihtilaf ettiği hükmüne varıldı.” Fetvaların altına
söylediğimizi yazınca; oradakilerden birisi:
“İki şeyh ihtilaf
etmiş” dedi. Bunun üzerine müftü şöyle dedi:
“Onlar ihtilaf ettiği
için ben de ihtilaf ediyorum.”[1]
Bu iki husus geçersiz
olunca, geriye sadece üçüncü husus kaldı. O da şöyledir:
Diyelim, onların
ittifak ettiklerini aldık. Bu ancak, diğer sahabelerin onlarla birlikte ittifak
ettikleri, Rasûlullâh sallallahu aleyhi
ve sellem’in sünnetine uyma ve onları söyleme konusundadır.
3- Yine Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in, Hulefâ’i
Râşidîn’e uyulmasını emretmesinde, mecburen şu iki husustan biri söz konusu
olur.
a- Ya Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in,
onların sünnetinden başka sünnetler edinmelerini mübah kılması ki, bunu hiçbir
Müslüman söylemez.
Bunu caiz kılan, inkâr
ve irtidat etmiş olur, onun kanı ve malı helal hale gelir. Çünkü dinin tamamı
ya vaciptir ya vacip değildir; ya haramdır, ya helaldir. Dinde, asla bu
kısımlardan başka kısım yoktur. Kim, Hulefâ’i Râşidîn’in, Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in getirmediği
bir sünneti koymasını mubah görürse, bu kimse onların
- Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında,
ölünceye kadar helal olan bir şeyi haram
kılmalarını;
- Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in
haram kıldığı bir şeyi helal kılmalarını;
- Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in farz kılmadığını
farz kılmalarını;
- Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği ve
ölünceye kadar kaldırmadığı bir farzı kaldırmalarını mübah kılmış olur.
Bu hususlardan birini
caiz gören kimse, tartışmasız, bütün ümmetin ittifakıyla, müşrik kâfirdir.
Başarı Allah’tandır. Bu husus, Allah’a hamd olsun, geçersizdir.
b- Veya Rasûlüllâh
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini uygularken onlara uyulması ki, biz
bunu söylüyoruz. Hadis, asla bundan başka bir anlama gelmez.”
[1] Bu, kendisini herkesle
çarpışmaya ehil görerek; olgunlaşmadan önce üzümü kurutan ve henüz tüyü
bitmeden önce kendisini dev zannederek savaş alanlarına çıkan talebelerin
misalidir. Sunum ve temsil yeteneklerini beğenerek kaslarını gösterir. Lakin
tartışmaya girip imtihan edilince durumu ortaya çıkar ve sırt üstü yere düşer.
Çünkü göklerde manevra yapmak için kanatlar mesabesinde olan; geniş ilim ve
basiret yeteneğini kuvvetlendirmemiştir.