Sabır ve Kulluk
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
بِسْــــمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şahadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûludur.
“Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra. Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.
Allah Azze ve Celle insanları ve cinleri kendisine kulluk etmeleri için yaratmış ve Kur’ân’da bu dünyanın deneme ve iptila yurdu olduğunu, ahiretin ise karşılık ve kalıcılık yurdu olduğunu açıklamıştır. Buna göre insan hayatı boyunca çeşitli imtihan ve belalara maruz kalacaktır. Yine onun bu yolculuğu boyunca muhtaç olduğu en önemli kulluk vazifesi sabırdır.
Ka’b b. Malik radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَثَلُ الْمُؤْمِنِ مَثَلُ الْخَامَةِ مِنَ الزَّرْعِ تُفَيِّئُهَا الرِّيَاحُ تُعَدِّلُهَا مَرَّةً وَتُضْجِعُهَا أُخْرَى حَتَّى يَأْتِيَهُ الْمَوْتُ وَمَثَلُ الْكَافِرِ كَمَثَلِ الْأَرْزَةِ الْمُجْذِيَةِ عَلَى أَصْلِهَا لَا يُصِيبُهَا شَيْءٌ حَتَّى يَكُونَ انْجِعَافُهَا مَرَّةً وَاحِدَةً
“Müminin ölünceye kadar durumunun misali çöldeki ot gibidir. Rüzgâr onu bir devirir, bir doğrultur, bir yaralar. Kâfirin misali ise kökü sağlam kavak ağacı gibidir, tek seferde yıkılıncaya kadar bir şey onu devirmez.”[1]
Sabır dört kısma ayrılır:
1- Allah’ın kaza ve kaderine sabretmek: Belalara sabretmek sabrın türlerinden biridir. Müslüman, kendisine iradesi dışında isabet eden Allah’ın kaza ve kaderine sabreder. Allah’ın kulu dünyada imtihanı bunun üzerinedir. Nitekim Allah Teâlâ darlık zamanlarında sabredenleri şöyle nitelemiştir:
{وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الأَمْوَالِ وَالأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ}
“And olsun ki sizi biraz korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 155) Sonra Allah Subhanehu ve Teâlâ, Müslümanlara bu gibi durumlarda ne söyleyeceklerini göstererek şöyle buyurmuştur:
{الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ}
“Onlar ki, kendilerine bir musibet eriştiği zaman “Muhakkak biz Allah’a âidiz ve muhakkak O’na dönücüleriz!” derler.” (Bakara 156) Allah Teâlâ’ya tevekkül etmek ve karşılığı O’ndan beklemek de yine sabırdan sayılan şeylerdendir.
Yine Allah’ın kaza ve kaderine razı olmak, teslim olmak ve işini Allah Teâlâ’ya bırakmak, Allah’ın kaza ve kaderine öfkelenmemek ve şikâyet etmemek de kuldan istenen şeylerdir. Kul bilmelidir ki kaderleri bilen Allah Teâlâ’dır ve onu kullarına açmaz. O her işinde hikmet sahibidir.
Kaza ve kadere razı olmak sabırdan daha üstün bir derecedir ve bu belaya sabrın en üstün derecesidir. Kul bu dereceye, kendisine isabet eden her şeyin Allah Teâlâ’nın takdiriyle olduğunu bildiği, O’nun emrine teslim olup hükmünden razı olduğu zaman ulaşır. O zaman hayatı güzelleşir ve gönlü huzurlu olur. Belaya yalnızca sabretmek ise sabrın ikinci derecesidir ve bu mü’mine vaciptir. Allah Teâlâ tarafından bununla emrolunmuştur. Sabrın dünya ve ahirette hayırlı sonuçları vardır.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
قَالَ اللَّهُ تَعَالَى إِذَا ابْتَلَيْتُ عَبْدِيَ الْمُؤْمِنَ وَلَمْ يَشْكُنِي إِلَى عُوَّادِهِ أَطْلَقْتُهُ مِنْ أَسَارِي ثُمَّ أَبْدَلْتُهُ لَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ وَدَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ ثُمَّ يُسْتَأْنَفُ الْعَمَلَ
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Mü’min kulumu belaya uğrattığım zaman beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse onu esirlerim arasından azat ederim, sonra onun etini daha hayırlı bir etle ve kanını ondan daha hayırlı bir kanla değiştiririm. Sonra yeniden amel etmeye başlar.”[2]
Sabır ile rıza arasında birçok farklar vardır. Sabırda nefsi Allah’ın takdirine öfkelenmekten alıkoymakla beraber bu beladan dolayı acı duymak ve belanın gitmesini istemek söz konusudur. Rıza ise nefsin huzur içinde olması, Allah’ın takdirinden dolayı gönlün genişlik duyması ve hissedilen acının gitmesini temenni etmemektir.
Sahabeden nakledilen şu tutum, takdire rıza örneklerindendir: Cabir radiyallahu anh dedi ki:
أَنَّ أَهْلَ قُبَاءٍ أَتَوُا النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا إِنَّ الْحُمَّى قَدِ اشْتَدَّتْ عَلَيْنَا فَقَالَ إِنْ شِئْتُمْ أَنْ تُرْفَعَ عَنْكُمْ رُفِعَتْ وَإِنْ شِئْتُمْ كَانَتْ لَكُمْ طَهُورًا قَالُوا لا بَلْ تَكُونُ لَنَا طَهُورًا
“Kubâ halkı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: “Hummâ bize karşı şiddetlendi” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“İsterseniz o sizden kaldırılsın, ya da kalıp sizin için temizlik olsun.” Dediler ki: “Hayır, kalsın ve bizim için temizlik olsun.”[3]
Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh kendisine: “Senin için tabip çağırmayalım mı?” dediklerinde şöyle demiştir:
“O beni gördü!” Dediler ki: “Peki sana ne dedi?” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:
“Muhakkak ki ben dilediğimi yapanım” dedi.”[4]
Müslümanın kendisine isabet eden şeye itiraz etmesi, kaybettiğine üzülmesi, Allah Teâlâ’ya teslim olmaması ve işi O’na bırakmaması sabra ve rızaya aykırıdır. Bela sebebiyle ölümü temenni etmesi veya yanaklara vurmak, yakaları yırtmak, sızlanarak feryat etmek gibi haram bir şey yapması mü’minin sabır hasletini lekeleyen şeylerdir.
Mahmud b. Lebid radiyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِذَا أَحَبَّ اللَّهُ قَوْمًا ابْتَلَاهُمُ اللَّهُ فَمَنْ صَبَرَ فَلَهُ الصَّبْرُ وَمَنْ جَزِعَ فَلَهُ الْجَزَعُ
“Allah bir topluluğu sevdiği zaman onları belalara maruz bırakır. Bunlara sabreden bunun karşılığını alır. Bunlardan dolayı sızlananın kazancı da sızlanmak olur.”[5]
2- Ma’siyete (günah işmemek için) sabretmek: Müslüman Allah Teâlâ’ya isyan içeren bir iş yapmaktan nefsini tutmaya sabreder. Nefsine daima Allah’tan sakınmayı ve ahiret gününü hatırlatır. Günahlara sevgi duymak ve ona bağlanmaktan alıkoymak için nefsiyle mücadele eder. Müslüman nefsini, Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı fiil ve sözlerden hoşlanmamak üzere eğitir. Günahlara karşı sabretmek üç kısım üzeredir. Bunlardan ilki müslümanın kablini günahları sevmekten ve ona bağlanmaktan geri çevirmesi, günah işlenen mekânlardan veya günahkâr kimselerle ünsiyet etmekten uzak durmasıdır. İkincisi günah işlemeye imkânı olduğu halde nefsini onu işlemekten alıkoyması, ona yaklaşmamasıdır. Üçüncüsü de günaha düştüğü takdirse derhal ondan uzaklaşması ve tevbe etmekte acele etmesidir.
Günahlara karşı sabrı sağlayan sebepler vardır. Bu sebeplerden birisi de günahların kötülüklerini ve Allah Teâlâ’nın onu kula ancak çirkinlik ve düşüklüğünden dolayı haram kıldığını bilmektir.
Allah Teâlâ’dan korkmak ve Allah Teâlâ’nın kulu her an gördüğünün şuurunda olmak, Allah’ın sevmediği bir şekilde kendisini görmesinden hayâ etmek de bu sebeplerdendir.
Allah Teâlâ’nın kula olan nimetlerini, ihsanını ve gözetimini düşünmek, günahlara dalmanın bu nimetlerin yok olmasına sebep olacağını hatırlamak, günahlar sebebiyle nefsin mü’min kimseye karşı galip geleceğini ve nefsin aziz olacağını hatırlamak, kalpte Allah Teâlâ’nın sevgisinin kuvvetlendirilmesi, yiyecek, içecek ve giyim konusunda israfı ve ihtiyaçtan fazlasını terk etmek günahlara karşı sabrı sağlayan sebeplerdendir.
İnsanlarla bir araya gelmek günaha çağıran bir kapı haline gelebilir. Günahın sonuçlarının çirkinliğini, zararlarını ve kötü akibetini bilmek, ölümü hatırlamak ve uzun yaşama arzusunu kısmak gerekir.
3- Allah’a itaatte sabretmek: Allah Teâlâ’ya itaatte sabretmek sabır kapılarının en üstünlerindendir ve kulun Allah Teâlâya kullukta samimi olduğu gibi nefsine karşı da samimi olmasını sağlayan, nefsiyle taat hususunda mücahede etmesini sağlayan bir ameldir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
{وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا}
“Sabah akşam rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte gönülden sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” (Kehf 28)
Allah’a itaatte sabrın da üç kısmı vardır: Birincisi kulun taate yönelmiş ve ona hazırlıklı olmasıdır. İkincisi ibadetleri Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde eda etmesi, kalbinin taat için hazır bulunması ve boyun eğmesidir. Üçüncüsü: ameli iptal edecek olan gösteriş, duyurma, başa kakma ve eziyet gibi unsurlardan koruyarak tamamlamasıdır.
Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde kullarına sabrı emretmiştir. Şu ayette olduğu gibi:
{وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى}
“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Tâhâ 132)
Kul taate sabrı esnasında üç hal arasında gidip gelir: Amele niyetini düzelterek yönelir ve ameli Allah Teâlâ için halis kılmaya sabreder. Sonra Allah Teâlâ’nın kendisini gördüğünün şuurunda olarak sünnetleri ve edepleri tamamlar. Böylece ameli tamamlamaya sabreder. Sonra amelini gizlemek, duyurmamak ve bu amelle insanlardan veya nefsinden beğeni talep etmemek için sabreder.
Allah Teâlâ’nın zikrine devam etmek, O’nun vereceği karşılığı ummak, O’nun cezalandırmasından korku duymak, sabrın ve sevabının üstünlüğünü hatırlamak, nefsi namaz, oruç ve cihad gibi taatler ile Allah Teâlâ’ya itaate zorlamak bütün bu sayılanları kolaylaştırır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
{وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ}
“Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr 3)
4- Nimetlere sabretmek: Bu da nimetlerin şükrünü eda edip, bu nimetlerle şımarmamak ve büyüklenmemek suretiyle olur.
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَا أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْفَقْرَ وَلَكِن أَخْشَى عَلَيْكُمُ التَّكَاثُرَ وَمَا أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْخَطَأَ وَلَكِن أَخْشَى عَلَيْكُمُ الْعَمْدَ
“Sizin için fakirlikten korkmuyorum. Lakin sizin için çokluktan korkuyorum. Sizin hata ile yaptıklarınızdan korkmuyorum. Lakin sizin kasten yaptıklarınızdan korkuyorum.”[6]
Allah Teâlâ sabrın dünyadaki sonucunu sabreden kullarını sevip razı olması, onu yardımıyla desteklemesi, hayatının her meselesinde onun yanında olması şeklinde belirlemiştir. Allah sabredenlere salat eder ve bu onların üzerine rahmetin inmesine sebep olur. Buna ilave olarak sabredenlere ilahi müjde ve dünyada hoşlanılmayan şeylere karşı sabretmelerinden dolayı ahirette övülmüş sonuç vardır. Onlara sabırlarından dolayı bol karşılık olarak cennetler ve hesapsız nimetler verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ}
“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın! Allah yolunda nöbet tutun ve Allah’tan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz!” (Âl-i İmran 200)
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ}
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153)
Suheyb radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ
“Mü’minin durumuna şaşılır. Onun her durumu hayırdır. Bu, mü’minden başkası için söz konusu değildir. Ona genişlik isabet ederse şükreder, bu kendisi için hayır olur. Darlık isabet ederse de sabreder, bu da kendisi için hayır olur.”[7]
[1] Sahih. Dârimî (2791) Ziyau’l-Makdisi Muhtare (5/135) Ahmed (3/454) Nesâî Sunenu’l-Kubra (7437) Taberanî (19/94) Abd b. Humeyd (304)
[2] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Hâkim (1/500) Ebu’l-Fadl eş-Şehid İlelu Sahihi Muslim (29) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (78, 215) Beyhaki (3/375) Beyhakî Şuab (6/547, 7/187) Deylemi (8089) el-Elbani es-Sahiha (272)
[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ebu Cafer İbnu’l-Buhterî Musannefat (680) Ahmed (3/316) Hâkim (1/497) İbn Hibbân (7/198) Ebû Ya'lâ (3/408, 4/208) Abd b. Humeyd (1021) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (245) Beyhakî (3/375) Beyhakî Delâil (6/158, 159) Beyhakî Şuab (7/194)
[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (7/93) İbn Sa’d Tabakat (3/198) Hennad Zühd (382) Vahidi el-Vesit (1321) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/34) İbn Asakir Tarih (30/410)
[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ali b. Hucr es-Sa’dî Hadisu İsmail b. Cafer (383) Ahmed (5/427) İbn Şahin et-Tergib (275) Şeceri Emali (2364) Ebu’l-Abbas el-Asam Cuz’ul-Asam (26) Beyhakî el-Adab (723)
[6] Muslim'in şartına göre sahih. Ebu Zur’a ed-Dımeşkî Fevaidu’l-Muille (131) Hâkim (2/582) İbn Hibbân (8/17) Ahmed (2/308, 539) Bezzar (16/222) İbnu’l-A’rabi Mu’cem (2212) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (4/98) İbnu’l-Munzir el-Evsat (8964) Beyhakî Şuab (7/281) el-Elbani es-Sahiha (2216) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1349)
[7] Sahih. Muslim (2999)