Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

1 Temmuz 2023 Cumartesi

Zamanın Gariplerine Nasihat

 Dinlemek yalnız kulak vermekle değil kalbi de vermeyi gerektirir:

Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.” (Kaf 37)

Kalp vermeden dinleyen anlamaz ve bu durum kâfirlerin hayvanlarla benzeştirilen bir özelliğidir:

And olsun, cinlerden ve insanlardan pek çoğunu cehennem için yarattık ki onların kalpleri vardır onunla anlamazlar, gözleri vardır fakat onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. Bunlar hayvan gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf 179)

Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar. (Furkan 44)

İlim ehli olarak kabul ettiğin bir kimseye bir şey sorduğunda veya istişare ettiğinde gönlünde başka fikirler, planlar, tercihler olmaması gerekir. Vahyin nasları karşısında da kişinin gönlünde yan çizecek mazeretlere kapılar kapatılmış olmalıdır. İstişare edecek ilim ehli bulamayan Allah’tan istihare eder, lakin istihare yapanın da gönlü boş değildir, işini Allah’a havale etmemiştir! İstişare de yalan, istihare de yalan! Açıklandığı zaman haktan hoşlanmayacak bir nefis taşırken soru sormak da yalan! Hevâna göre hareket edeceksen istişare neden? İlim ehline müracaat neden?

İlim ehline ulaşanların imtihanı bu! Peki bu zamanda güvenilir sünnet ehli hadis alimi bulmak imkansıza yakın olduğu için ilim ehli bulamayanlar nasıl hareket etmelidir?

Huzeyfe radıyallahu anh’ın rivayet etmiş olduğu meşhur hadiste, o Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e müslümanların halifesinin ve cemaatinin bulunmadığı zaman ne yapılacağını sormuş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona bütün fırkalardan uzaklaşmasını, evinde ağaç kabuğu dişlemek zorunda kalsa bile bu fırkalardan hiç birine katılmamasını emretmiştir:

Huzeyfe b. El-Yemân radıyallahu anh’den: “İnsanlar Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e hayrı soruyor; ben de başıma gelir korkusu ile ona şerri soruyordum. Dedim ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Biz câhiliyyet ve kötülük içinde idik. Sonra Allah bize bu hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan sonra şerr var mı?” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Evet!” buyurdu. Ben: “Ya bu şerrden sonra bir hayır olacak mı?” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Evet! Ama onda bulanıklık olacaktır!” buyurdu. Ben: “Onun bulanıklığı nedir?” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Benim sünnetimden başka yol tutan; benim yolumdan başka yolda giden bir kavim! Onların bazısını iyi görür, bazısına karşı çıkarsın” buyur­du. Ben: “Bu hayırdan sonra bir şerr olacak mı?” diye sordum. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Evet! Cehennemin kapılarında bir takım davetçiler olur ki, kim bunlara icabet ederse onu oraya atarlar” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın rasulü! Onları bize anlat” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Onlar bizim aşiretimizden bir kavimdir! Bizim dilimizle de konuşurlar!” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın rasulü! Bu başıma gelirse ne buyurursun?” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

Müslümanların cemaati ile imamından/halifesinden ayrılmazsın!” buyurdu. Ben tekrar: “Şayet cemaatleri ve imamları/halifeleri yoksa?” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bu fırkaların hepsinden uzaklaş! Bir ağacın kütüğünü ısırıp bu halde iken ecel sana yetişse bile![1]

Nebevî hilafet otuz sene sürmüş, sonra ısırıcı sultanlık başlamıştır.

Sefîne radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

Benden sonra halifelik otuz senedir. Sonra krallık olur.” Ebu Bekr radıyallahu anh’ın halifeliği iki sene, Ömer radıyallahu anh’ın halifeliği on sene, Osman radıyallahu anh’ın halifeliği on iki sene, Ali radıyallahu anh’ın halifeliği altı sene sürdü.”[2]

Cemaat, sünnet ehli âlimlerin meclisleriyle devam etmiştir. Başında sünnet ehli hadis âlimi bulunmayan her grup ise ancak birer fırkadır.

İshâk b. Rahuye rahimehullah dedi ki:  “Cahillere sevâdu’l-a’zâm (büyük karaltı) nedir diye sorsan, “İnsanlar cemaatidir” derler. Bilmezler ki, cemaat; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in izine ve yoluna sarılan âlimdir. Onunla beraber olup, ona uyan cemaattir. Ona muhalefet eden ise cemaati terk etmiştir.”[3]

İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Hadis imamlarından birine sevadu’l-azamdan bahsedilince şöyle demiştir: “Sevadu’l-azamın ne olduğunu bilir misin? O Muhammed b. Eslem et-Tusî ve ashabıdır.” İhtilaf ehli işleri tersine döndürmüşler, sevadu’l-azam, hüccet ve cemaati; cumhur (çoğunluk) diye iddia etmişlerdir. bu çoğunluğu sünnetin ölçüsü saymışlardır. Ehlinin az olması ve asırlarda ve beldelerde tek kalmaları sebebiyle sünneti; bid’at, marufu; münker görür hale gelmişlerdir. “Ayrılanın cehenneme ayrılmış olacağı” cemaati, insanların çoğunluğu zannetmişlerdir. İhtilaf ehli bilmezler ki; bütün insanlar onun üzerinde olsalar bile şaz; hakka aykırı düşendir. Hak üzere olan tek kişi ise cemaattir. Nitekim Ahmed b. Hanbel’in zamanında küçük bir azınlık dışında bütün insanlar şaz (aykırı) idiler. İmam Ahmed ve onun gibiler ise cemaat idi. O zaman kadılar, müftüler, halife ve onların bütün takipçileri şaz idiler. İmam Ahmed ise tek başına cemaat idi. İnsanların akılları bunu almayınca halifeye dediler ki: “Ey mü’minlerin emiri! Sen, kadıların, valilerin, fakihler ve müftülerin tamamı batıl üzeresiniz de, tek Ahmed b. Hanbel mi hak üzere?” Halifenin ilmi bunu kavrayabilecek durumda değildi. İmam Ahmed’i uzun süre hapsettikten sonra kamçı cezası vermeye başladı. La ilahe illallah! Dünkü gece bu sabaha ne kadar da benziyor! İşte bu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin rableriyle karşılaşıncaya kadar yoludur, selefleri bu yoldan geçmiştir, sonrakileri de bu yol beklemektedir:

Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde değiştirmemişlerdir.” (Ahzab 23) Hareket ve kuvvet ancak Alî ve Azîm olan Allah iledir.”[4]

Hadis Âlimi Olmayan Bütün Hatipler Bid’atçi Kıssacılardır!

Selef, hadis âlimi olmadığı halde insanlara din anlatan, Allah’a davet ettiğini iddia eden kimselere “Kıssacılar” demilşler ve onlara şiddetle karşı çıkmışlardır.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 İnsanlara ancak bir yönetici, görevlendirilmiş bir kimse veya bir riyâkar kıssa anlatır.”[5]

Muhammed b. Yusuf rahimehullah dedi ki: “El-Evzaî rahimehullah’a, toplanıp da aralarından birinin: “Hayrı anlatın” dediği bir topluluk hakkında sordum. Dedi ki:

“Böyle yapmasınlar. Eğer devam ederlerse onların yanından kalk.”[6]

Muaviye b. Kurra rahimehullah dedi ki: “Biz kıssa anlatan bir adam gördüğümüzde: “Bu bir bid’at sahibidir” derdik.”[7]

Ebu Osman en-Nehdî rahimehullah’tan: “Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’ın görevlendirdiği âmillerden birisi O’na şöyle yazdı:

“Burada toplanıp müslümanlar için ve yönetici için dua eden bir topluluk var.” Ömer radıyallahu anh ona onları yanında getirmesini yazdı. Ömer radıyallahu anh kapıcısına bir kamçı hazırlamasını söyledi. Onlar Ömer radıyallahu anh’ın yanına girince onların ileri gelenine kamçısını kaldırdı. Bunun üzerine dedim ki:

“Ey mü’minlerin emiri! Biz kastettiğin kimseler değiliz. Onlar sana doğudan gelen bir topluluktur.”[8]

Mucahid rahimehullah’tan: “Bir kıssacı geldi ve İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın yakınına oturdu. Ona:

“Kalk” dedi. Adam kalkmayınca ona bir zabıta gönderip kaldırttı.” İbn Vaddah rahimehullah dedi ki:

“Kıssacıların mescidlerde kalmaları uygun olmaz ve orada kalmalarına müsaade edilmez.”[9]

İbrahim b. el-A’lâ el-Ganevî dedi ki: “Said b. Ebi’l-Hasen Ebu Yahya el-Muarkab ile karşılaştı ve ona: “Beni tanıyın, beni tanıyın” diyen kimdir?” dedi. O da dedi ki:

“O kişi benim ey Said!” Said b. Ebi’l-Hasen: “Onun sen olduğunu bilmiyordum” dedi. Ebu Yahya:

“O benim. Ali radiyallahu anh bana uğradığında ben Kufe’de kıssa anlatıyordum. Bana: “Sen kimsin?” dedi. Ben de: “Ebu Yahya’yım” dedim. Dedi ki:

“Sen Ebu Yahya değilsin. Sen: “Beni tanıyın, beni tanıyın” diyorsun. Sen nasih ve mensuhu biliyor musun?” Ben: “Hayır” dedim. Bunun üzerine:

“Hem kendini, hem de başkalarını helak ettin” dedi. Ben de artık kimseye kıssa anlatmadım. Bunun sana bir faydası oldu mu ey Said?”[10]

Ebu Amir Abdullah b. Luhay rahimehullah dedi ki:  “Muaviye b. Ebi Sufyan radiyallahu anh ile beraber hac yaptık. Mekke’ye geldiğimizde Ferruh oğullarının azatlısı olan bir kıssacının Mekke’lilere kıssa anlattığı haber verildi. Muaviye radiyallahu anh ona:

“Bu kıssaları anlatmakla mı emrolundun?” diye haber gönderdi. O da: “Hayır” dedi. Muaviye radiyallahu anh:

“O halde izinsiz olarak kıssa anlatmana sebep olan nedir?” dedi. Adam dedi ki:

“Allah Azze ve Celle’nin bize öğrettiği ilmi yayıyoruz.” Muaviye radiyallahu anh dedi ki:

“Şayet senden daha önce haberim olsaydı cemaati senden koparırdım.” Sonra kalktı, Mekke’de öğle namazını kıldı ve dedi ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Şüphesiz Kitap ehli dinlerinde yetmiş iki millete ayrıldılar. Bu ümmet de yetmiş üç millete ayrılacak, biri dışında hepsi ateşte olacaktır. O (kurtulan) biri de el-Cemaattir. Ümmetimde bazı topluluklar çıkacak, uyuz hastalığının sahibini ele geçirip, girmedik bir damar ve eklem bırakmadığı gibi hevâlar/bid’atler onları kuşatacak.” Vallahi ey Arap topluluğu! Eğer Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdikleriyle amel etmeyecekseniz, ondan başka bir şeyi yapmamanız daha iyidir!”[11]

Ca’fer b. Muhammed rahimehullah’tan: “Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh bir gün Kufe Mescid’ine çıktı. Bir adam kıssa anlatıyor, etrafında da birçok insan vardı. Kamçısıyla ona vurdu. Bir adam dedi ki:

“Allah’a davet eden ve O’nu çokça zikreden bir adamı mı dövüyorsun?” Bunun üzerine Ali radıyallahu anh dedi ki:

“Muhakkaki ben halîlim Ebu’l-Kasım sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

Ümmetimde “Kıssacılar” denilen bir topluluk olacak. Onların bu meclislerindeki bir amel Allah’a yükselmeyecektir.”[12]

Muhakkak ki selefin bu kıssacılara karşı çıkmaları bu kıssacıların ilim sahibi olmadan insanlara din anlatmaya kalkışmaları sebebiyledir. Yoksa ilim sahiplerinin kıssa anlatmaları meşrudur:

Ebu Abdirrahman es-Sulemî rahimehullah’tan:  “Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh bir kıssacı gördü ve ona:

“Sen nesh eden ile nesh edileni biliyor musun?” diye sordu. O da: “Hayır” dedi. Ali radiyallahu anh dedi ki:

“Hem kendin helak oldun, hem de başkalarını helak ettin.”[13]

Tarihçi imam Takıyuddin Ahmed b. Ali el-Makrizi, der ki: “Ömer b. Şebbe anlatıyor: el-Hasen’e: “Kıssacılık ne zaman çıktı?” denildi. O da: “Osman radıyallahu anh’ın hilafeti zamanında” dedi. “İlk kıssa anlatan kim oldu?” denildi. O da: “Temim ed-Dari” cevabını verdi.” İbn Şihab’ın şöyle dediği anlatılır: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidinde ilk kıssa anlatan Temim ed-Dari olmuştur. O, Ömer radıyallahu anh’den insanlara vaaz etmek için izin istemiş, O halifeliğinin son zamanlarına kadar izin vermemişti. Sonunda Cuma günleri Ömer radıyallahu anh çıkıncaya kadar ona izin verildi. Osman radıyallahu anh’den izin istedi ve ona Cuma günleri vaaz vermesi için izin verildi. Temim de bunu yaptı.”[14]

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın Cuma günü insanlara vaaz ettiği de sahih olarak sabit olmuştur.[15]

Bugün insanların şuna dikkat etmeleri gerekir! Hadisin sahihini zayıfından ayırabilen sünnet ehli hadis âlimleri neredeyse yok denecek kadar azdır. İnternette, sosyal medyada, evlerde veya derneklerde insanlara din anlatan ve Allah’a davet ettiği söylenen kimseler hadis âlimleri değillerdir! Onlar ancak fırka önderleridir!

Yeryüzünde uzun zamandır Nebevî halife yok, nübüvvet varisleri olan hadis âlimleri ise yok denecek kadar azalmıştır! İnsanların lüzumsuz gayretkeşlik yaparak, “Bulunduğumuz beldede hadis âlimi yok, o zaman biz müslümanlar olarak kendi aramızda toplanıp kitap okuyalım, ilim dersi yapalım” demeleri veya internette, youtubda, sosyal medyada insanları davet edelim demeleri asla doğru değildir! Bu ancak yeni bir fırka oluşturmaktır! Emredilen şey ise ya sünnet ehli hadis âlimi varsa onun meclislerinden istifade etmek, böyle bir âlim yoksa bütün fırkalardan uzaklaşıp kendini yetiştirmeye çalışmaktır.

Yine selef evlerde toplanıp insanların kendi aralarında ders yapmalarına da karşı çıkmışlardır. Bilakis varsa mescidlerde ilim halkalarına katılmak gerekir. Yine hadis âlimi bulamayan kimseler, mescidlerde toplanıp Kur’ân kıraati dersi yapmalı, hiçbir yorum katmadan sıhhati ilim ehli tarafından belirlenmiş hadis kitapları okumalıdır.

Yunus b. Ubeyd rahimehullah’tan: “İnsanlar toplanıyorlardı. El-Hasen el-Basrî rahimehullah onlara gelince bir adam dedi ki:

“Ey Ebu Said! Şu meclisimiz hakkında ne dersin? Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten bir topluluktur. Kimseye dil uzatmıyorlar. Bir gün şunun evinde bir gün bunun evinde toplanıp Allah’ın kitabını okuyoruz, rabbimize dua ediyoruz ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salat ediyoruz. Kendimiz için ve müslümanların geneli için dua ediyoruz.” Bunun üzerine el-Hasen rahimehullah bundan şiddetle yasakladı.”[16]

Abdullah b. Galib rahimehullah’tan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir evde toplanmış bir topluluğa geldi ve:

Neden toplandınız?” dedi. Onlar da:

“Allah’ı zikrediyoruz, bu şerri olmayan bir gündür” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Şerri olmayan bir gün öyle mi? Kaybettiklerinizle dağılın!”[17]

Abdullah b. El-Habbab rahimehullah’tan: “Biz mescidde idik. Bir cemaatle beraber secde ayeti okuyor ve ağlıyorduk. Babam bana birini göndererek çağırdı. Onun yanına gittiğimde sopasını almış üzerine yürüdü. Dedim ki:

“Ey babacığım! Ne yaptım, ne yaptım?” Dedi ki:

“Seni Amalika (kıssacılar) ile beraber otururken görmedim mi?” Sonra dedi ki:

“Bu şu an çıkmakta olan bir boynuzdur.”[18]

Anlattığım vecih üzere olmayan bütün toplantılar, internet ortamındaki dersler, Whatsapp ve Telegram grupları ancak bid’at ve fırka gruplarıdır!

Sabit b. Kutbe el-Muzeni rahimehullah’tan: “İbn Mes’ûd radıyallahu anh daha önce ve daha sonra benzerini yapmadığı bir hutbe yaparak şöyle dedi:

“Ey insanlar! İtaat etmeniz ve cemâatten ayrılmamanız gerekir. Zira bu Allah’ın kendisine sarılmayı emrettiği ipidir. Muhakkak ki, cemâat ve itaatte hoşlanmadığınız bir durum, fırkada hoşlandığınız durumdan daha hayırlıdır."[19]

Amr b. Meymun rahimehullah’tan: “Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:

 “Cemaat; yalnız dahi olsan kitap ve sünnettir.” Ebu Abdillah es-Seyyibî’nin rivayetinde: “Cemaat; tek başına dahi olsan hak ehlidir” demiştir.”[20]

İnsanların kendince mezhep ve görüşler edindiği, kitap ve sünnet naslarını ancak kendi mezhep ve meşreplerinin eleğine arz ettikleri bu zamanda insanlara tebliğle uğraşmak doğru bir iş değildir:

Sen ancak görmeden rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur.” (Fatır 18)

Sen ancak zikre (kitap ve sünnetten ibaret vahye) tâbî olan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin.” (Yasin 11)

Muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da kendileri için birdir; iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinde de perde vardır. Onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Bakara 6-7)

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:

 Ey Abdullah b. Amr! İnsanların döküntüleri kaldığında nasıl olursun?” Ben: “Ey Allah’ın rasulü! İnsanların döküntüleri nedir?” dedim. Şöyle buyurdu:

Sözlerine ve emanetlerine riayet etmeyip boyunlarının ihtilaf ettikleri ve (parmaklarını birbirine geçirerek) şöyle oldukları zamandır.” Ben dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! O zaman bana neyi tavsiye edersin?” Buyurdu ki:

Marufa (dinen meşru olana) sarılman ve münkeri (dinin çirkin gördüğü şeyi) terk etmen ve kendi özel işlerinle ilgilenip halkın genelini terk etmen gerekir.”[21]

Aynısını Ebu Hureyre radiyallahu anh de rivayet etti.[22]

Ebu’l-Aliye rahimehullah’tan: “Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın yanında oturan bir cemaatin yakınlarında iki kişi arasında bir tartışma oldu ve ikisi de birbirlerine söylendiler. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’ın meclisindekilerden biri dedi ki:

“Kalkıp şu ikisine iyiliği emredip kötülükten yasaklamayayım mı?” Yanındaki bir başkası da şöyle dedi:

“Sen kendi nefsine bak. Zira Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yolda olduğunuz takdirde o sapanlar size zarar vermez.” (Maide 105)” İbn Mes’ud radiyallahu anh bunları işitince şöyle dedi:

“Bırak! Bu ayetin tevili henüz gelmemiştir. Kur’ân indirildiği yere indirildi ve bir kısım ayetlerin tevili Kur’ân inmeden önce geçti. Bir kısmının tevili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında gelmiş, bir kısmı O’ndan yıllar sonra gelmiştir. Bir kısmının tevili de bu günden sonra, bir kısmının tevili ise kıyamet günü zamanındadır. Bir kısmının tevili hesap, cennet ve cehennem zamanıdır. Kalpleriniz ve istekleriniz bir olup, fırkalara ayrılmadıkça ve birbirinize acılar tattırmadığınız sürece iyiliği emredip kötülükten nehyedin. Kalpleriniz ve istekleriniz ayrı olduğu, fırkalara ayrılıp birbirinize acılar tattırdığınız zaman herkes kendi nefsinden sorumludur. İşte o zaman bu ayetin tevili de gelmiş olur.”[23]

Cubeyr b. Nufeyr rahimehullah dedi ki:  “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının bulunduğu bir halkada idim. Ben cemaatin en küçüğü idim. İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama konusunu konuştular. Ben dedim ki:

“Allah Teâlâ kitabında: Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yolda olduğunuz takdirde o sapanlar size zarar vermez.” (Maide 105) buyurmuyor mu?” Bana söz birliği ile dediler ki:

“Kur’ân bilmediğin ve te’vilini anlamadığın bir ayet çıkarıyorsun.” Hiç konuşmamış olmayı temenni ettim. Sonra konuşmalarına döndüler. Kalkacakları zaman dediler ki:

“Sen genç yaşta bir delikanlısın. Ne olduğunu bilmediğin bir ayet çıkardın. Belki de sen o zamana yetişirsin. Boyun eğilen bir tamahkârlık, tabi olunan bir hevâ ve her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman sen kendine bak, sen hidayet üzere olursan sapıtanların sana bir zararı olmaz.“[24]

Ebu Umeyye eş-Şa’bânî rahimehullah’tan:  “Ebu Sa’lebe el-Huşenî radıyallahu anh’ın yanına gidip: “Şu ayetle nasıl amel ediyorsun?” dedim. O: “Hangi ayet?” dedi. Ben dedim ki:

“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yolda olduğunuz takdirde o sapanlar size zarar vermez.” (Maide 105) Dedi ki:

“Vallahi bu soruyu bu ayetten haberdar olan birine sordun. Bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sorduğumda şöyle buyurdu:

Siz iyiliği emredip kötülükten yasaklayın. Ancak cimriliğe boyun eğildiğini, hevâya tabi olunduğunu, dünyanın ahirete tercih edildiğini ve her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman kendi nefsine bak ve toplumun sorumluluğunu üzerinden at. Şüphesiz arkanızda sabır gerektirecek günler vardır. O gün sabreden kişi ellerinde kor tutmuş gibi olacaktır. O zaman salih amel işleyenlerin ecri, sizin gibi amel işleyen elli kişinin ecri kadardır.” Denildi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Bizden elli kişinin ecri mi, yoksa onlardan elli kişi mi?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bilakis sizden elli kişinin ecri.”[25]

Enes radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

 Sizler bugün rabbinizin açık delili üzeresiniz. İyiliği emreder ve münkerden yasaklarsınız. Allah yolunda cihad edersiniz. Sizler aranızda iki sarhoşluk ortaya çıkıncaya kadar şuan rabbinizin açık delili üzeresiniz: Cehalet sarhoşluğu ve yaşama sevgisi sarhoşluğu! O gün gizlide ve açıkta kitap ve sünnet ile amel edenlere ve ilk muhacirlerle ensara tabi olanlara muhsinlerin (iyi amellerde bulunanların) ecri vardır.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizden mi onlardan mı?” Buyurdu ki:

Bilakis sizden” Ebu’ş-Şeyh’in rivayetinde lafzı şu şekildedir:

 “…Sonra durumunuz değişir, iyiliği emretmez, münkeri yasaklamaz ve Allah Azze ve Celle’nin yolunda cihad etmez olursunuz. O gün Kitap ve sünneti ikame edenlere elli sıddıkın ecri vardır.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizden mi, onlardan mı elli sıddık?” Buyurdu ki:

Bilakis sizden.”[26]

Görüldüğü gibi, böyle zamanda emredilen şey ancak kitap ve sünneti ikame etmek, ferdî olarak bununla amel etmek, hayata geçirmek, tevhid ve sünnet ehline yakınlık kurup şirk ve bid’at ehli olan ana babadan, akrabalardan, arkadaşlardan uzaklaşmaktır. Sapmış olanları dert edinip onları çevirmeye çalışmak değil!



[1] Sahih. Buhârî (7084) Muslim (1847)

[2] Sahih. Ahmed (5/220, 221) Ebû Dâvûd (4647) Tirmizî (2226) İbn Hibbân (15/41) Hâkim (3/156) Taberânî (1/55, 89, 7/84) Tayalisi (1107)

[3] Sahih maktu. Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya (9/239)

[4] İ’lâmu’l-Muvakkiîn (3/308)

[5] Sahih. Ahmed (2/178) İbn Mâce (3753) Dârimî (2821) Taberânî Evsat (1/294, 4/342) el-Muhallisiyyat (1275) İbn Şebbe Tarihu’l-Medine (1/9)

[6] Sahih. İbn Vaddah el-Bid’a (20)

[7] Hasen. İbn Vaddah el-Bid’a (44)

[8] Hasen. İbn Ebî Şeybe (5/290) İbn Vaddah el-Bid’a (36)

[9] Sahih. İbn Vaddah el-Bid’a (40-41) İbn Ebî Şeybe (5/291)

[10] Sahih. Hazimî el-İtibar (s.4) İbnu’l-Cevzi Nevasihu’l-Kur’ân (1/153) muhtasar olarak; Ebu Nuaym Tarihu Esbehan (s.50) Abdurrazzak (3/220)

[11] Hasen. Hâkim (1/218) Ahmed (4/102) Ebû Dâvûd (4597) Dârimî (2560) Acurri eş-Şeria (29) Taberânî (19/376) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1005) İbn Batta el-İbane (1/371) el-Lalekai İtikad (150) Hatib Muvaddahu Evham (2/205) Fesevi Ma’rife (2/189, 3/373) Mervezi es-Sunne (50, 51) İbn Ebi Asım es-Sunne (2) Beyhaki Delail (6/541) İbn Asakir Tarih (32/131) el-Elbani es-Sahiha (204) Mukbil b. Hadi Delailu’n-Nubuvve (s.475)

[12] Zayıf. İbn Vaddah el-Bid’a (30) İsnadında Bakiyye b. El-Velid mudellis olup tedlis sigası olan “an’ane” ile rivayet etmiştir. Muhammed b. Abdirrahman el-Kuşeyrî itham edilmiş biridir. Ayrıca Cafer es-Sadık’ın Ali radıyallahu anh’den rivayeti mürseldir.

[13] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebi Asım el-Muzekkir ve’t-Tezkir (14) Ali b. Harb, Hadisu Sufyan b. Uyeyne (145) Ebu Hayseme el-İlm (130) Hazimi el-İtibar (s.4) Beyhaki el-Medhal (184) Beyhaki Sunen (10/117)

[14] Makrizi el-Mevaiz ve’l-İtibar Bizikri’l-Hitat ve’l-Asar (3/199)

[15] Bkz.: Hakim (1/108, 128, 3/512) Ahmed (13/246- Ahmed Şakir neşri) İbn Ebi Şeybe (2/137) Adabu’ş-Şer’iyye (2/89)

[16] Hasen. İbn Vaddah el-Bid’a (26)

[17] Mürsel. Abdullah b. Galib’e kadar isnadı sahihtir: İbn Vaddah el-Bid’a (35)

[18] Sahih. İbn Vaddah el-Bid’a (33) İbn Ebî Şeybe (2/559)

[19] Sahih mevkuf. Taberânî, (9/198, 199) el-Lâlekâî (159) Acurri eş-Şeria (17) İbn Cerîr et-Taberî, (7/75, 76) İbn Ebî Hâtim Tefsir (3916) Hâkim (4/598) İbn Ebî Şeybe (7/474) Ebû Nuaym, el-Hilye (9/249) İbn Abdilberr, et-Temhid (21/273)

[20] Muslim'in şartına göre sahih. Hatibu’l-Bağdadi el-Fakih ve’l-Mutefakkih (1171) El-Lâlekâî, Usûlu İtikadi Ehl-i’s-Sunne (160) İbn Asakir Tarih (46/410)

[21] Muslim'in şartına göre sahih. Hennad b. es-Serî Zühd (1238) Ma’mer b. Raşid Cami (1359) Hâkim (2/173, 4/315, 481) Ahmed (2/162, 212, 221) Ebû Dâvûd (4342) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (10033) İbn Mâce (3957) İbn Ebî Şeybe (7/447) Taberânî Evsat (2/316, 4/313) Ebû Ya'lâ (9/444) Haris b. Ebi Usame Musned (772) Ebu’l-Hasen el-Esvari Emali (109) Mukbil b. Hadi Delailu’n-Nubuvve (s.456)

[22] Muslim'in şartına göre sahih: Taberânî Evsat (3/156, 8/334) İbn Hibbân (13/281, 15/125) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1182-83) Dulabî Kuna (1296)

[23] Sahih. Taberî Tefsir (9/46) İbn Ebî Hâtim (6922) Nuaym b. Hammad Fiten (38) Beyhaki Şuabu’l-İman (7552)

[24] Hasen. Taberî Tefsir (9/46)

[25] Hasen. Tirmizî (3058) İbn Mâce (4014) Taberî (9/48) İbn Ebî Hâtim (6915) Taberânî (22/220) Hâkim (4/332) İbn Hibbân (2/108) Taberî Tefsir (9/48)

[26] Sahih. İbn Ebi'd-Dunyâ ez-Zuhd (533) Ebu’ş-Şeyh el-Emsal (233) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/49)

* Said b. Ebi’l-Hasen rahimehullah’tan mürsel: İbn Vaddah el-Bid’a (190) İbn Ebi'd-Dunyâ el-Emru bi’l-Ma’ruf (30)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)