Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

17 Haziran 2025 Salı

Kişide Sünnet ve Bid’at’in Bir Araya Gelmesi Hakkında Haddadiye’ye Red

 Mahmud el-Haddad şöyle demiştir: “Mürcielik sıfatı sabit olunca, sünnet sıfatı kalkar.”[1]

Bu düşünce, bir kimsede hayrın ve şerrin, nifak ve İslam’ın, sünnet ve bid’atin bir araya gelmesini düşünemeyen Hariciler ve Mu’tezile’nin görüşüdür. Allah Teâlâ ise şöyle buyurmaktadır:

وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ

Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.” (Yusuf 106)

Bu ayet her ne kadar müşrikler hakkında nazil olmuşsa da İbn Kesir rahimehullah, riyâ gibi gizli şirk türlerinin de bu ayet kapsamında olduğunu söylemiş ve maksadına delalet eden bazı hadisleri zikretmiştir.

Şevkanî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu açıklama, ayetin belli bir topluluk hakkında nazil olması hakkında söylenenlere aykırı değildir. Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilir.”[2]

Yine Sıddık Hasen Han el-Kannucî, şöyle demiştir: “Sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel kapsamlı oluşuna itibar edilmesi bilinen kurallardandır.”[3]

Bu ayette bir kimse müslüman olsa da onda gizli şirkin bulunabileceğine delildir. Bu da bir şahısta hayrın ve şerrin bir araya gelebileceğini açıklamaktadır.

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ وَإِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ 

Şu dört şey kimde bulunuyorsa o hâlis bir münafıktır. Kimde de bunlardan bir özellik bulunursa onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir haslet var demektir: Güvenildiği zaman ihanet etmesi, konuştuğunda yalan söylemesi, söz verdiğinde sözünde durmaması, hasımlaştığında haktan bâtıla dönmesi.”[4]

Ma’kıl b. Yesar radıyallahu anh’den: “Ebu Bekr radıyallahu anh ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittiğimde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

يَا أَبَا بَكْرٍ لَلشِّرْكُ فِيكُمْ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَهَلِ الشِّرْكُ إِلَّا مَنْ جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ؟ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَلشِّرْكُ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى شَيْءٍ إِذَا قُلْتَهُ ذَهَبَ عَنْكَ قَلِيلُهُ وَكَثِيرُهُ؟ قَالَ قُلِ اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أُشْرِكَ بِكَ وَأَنَا أَعْلَمُ وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا أَعْلَمُ

Ey Ebu Bekr! Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.” Ebu Bekr radıyallahu anh:

“Şirk, Allah ile beraber başka bir ilah edinmekten başka bir şey midir?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Nefsim elinde olana yemin ederim ki şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana söylediğin takdirde şirkin azının da çoğunun da gideceği bir şeyi bildireyim mi? Şöyle de:

“Allah’ım! Bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeden ortak koştuğumdan da senden bağışlanma dilerim.”[5]

Bu konuda tek bir şahısta hayır ve şerrin, İslam ve nifakın, iman ile gizli şirkin bir arada bulunabileceğini gösteren birçok naslar vardır.

İbn Abbas radıyallahu anhuma Bakara suresi 17. Ayeti hakkında şöyle demiştir:

هَذَا مَثَلٌ ضَرَبَهُ اللَّهُ لِلْمُنَافِقِينَ أَنَّهُمْ كَانُوا يَعْتَزُّونَ بِالْإِسْلَامِ فَيُنَاكِحُهُمُ الْمُسْلِمُونَ وَيُوَارِثُونَهُمْ وَيُقَاسِمُونَهُمُ الْفَيْءَ فَلَمَّا مَاتُوا سَلَبَهُمُ اللَّهُ ذَلِكَ الْعِزَّ كَمَا سَلَبَ صَاحِبَ النَّارِ ضَوْءُهُ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ يَقُومُ فِي عَذَابٍ

“Allah burada münafıkları misal vermiştir. Onlar İslam ile izzet bulurlar, Müslümanları nikâhlarlar, onlara varis olurlar, ganimetten pay alırlar. Öldükleri zaman ise Allah onlardan bu izzeti alır, tıpkı ışık sahibinden ışığın alınması gibi karanlıkta, yani azapta bırakır. Onlar (münafıklar) hidayeti göremez, söyleyemez ve anlamazlar. Onlar belalar getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir.”[6]

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Selefin sözlerinin çoğunda kalpte iman ve nifakın bulunabileceği açıklanmıştır.”[7]

Yine şöyle demiştir: “Hariciler, Mu’tezile ve bazı Şialar gibi belli bir günahkâr kimsenin cehennemde ebedî kalacağını söyleyen kimselere gelince, onlara göre bir şahısta mükâfat ve ceza bir araya gelmez.”[8]

Yine şöyle demiştir: “İmanın bir kısmı giderse tamamı gider” diyenlere gelince, bu imkânsızdır. Bu iman konusunda bid’atlere sapan kimselerin dayandıkları asıldır. Onlar imanın bir kısmı gidince tamamının gideceğini ve geride bir şey kalmayacağını zannettiler…”[9]

Yine şöyle demiştir: “Bir şahısta hayır ve şer, taat ve masiyet, sünnet ve bid’at bir araya gelirse onda bulunan hayır oranında kendisine muvalat gösterilip ödüllendirilmesini ve kendisinde bulunan şer oranında kendisine düşmanlık gösterilip cezalandırılmasını hak eder. Böylece bir şahısta değer verilmesini ve aşağılanmasını gerektiren hasletler bir araya gelebilir… Bu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in üzerinde ittifak ettikleri bir asıldır. Onlara Hariciler, Mu’tezile ve bunlara uyanlar muhalefet etmişler, insanlara ya sadece ödüllendirilmeyi hak ettikleri ya da sadece cezalandırılmayı hak ettikleri şeklinde muamele etmişlerdir…”[10]



[1] Mahmud el-Haddad, Kasidetu’l-İmam Ebi Bekr b. Ebi Davud (s.39)

[2] Fethu’l-Kadir (3/59)

[3] Fethu’l-Beyan (6/414) Bkz.: Şankiti Advau’l-Beyan (3/66)

[4] Sahih. Buhârî (34) Muslim (58)

[5] Sahih. Buhârî Edebu’l-Mufred (716) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (1/150) Ebû Ya'lâ (1/60) Sahihu Edebi’l-Mufred (551)

[6] Hasen. Taberi Tefsir (1/337, 348, 369) İbn Ebî Hâtim Tefsir (158, 167, 172)

[7] Mecmuu’l-Fetava (7/304)

[8] Minhacu’s-Sunne (5/570)

[9] Mecmuu’l-Fetava (7/223)

[10] Mecmuu’l-Fetava (28/209)

16 Haziran 2025 Pazartesi

Bid’at Sahibine Salih Amellerin Fayda Vermeyeceği Düşüncesinin Reddi

 Muasır bid’atçilerden Haddadiye fırkasının önderi Mahmud el-Haddad, Mu’tezile ve Haricilere tabi olarak bidatçinin salih amellerden faydalanamayacağını, bid’atin diğer amelleri de iptal ettiğini iddia etmiştir.

El-Haddad, “Yevmun La Zille…” kitabında (s.118) şöyle demiştir: “Bid’atlerinden tevbe edip sünnete rücu etmedikleri sürece Hariciler ve diğer bid’at ehline cihad ve diğer amelleri fayda etmez.

Doğrusu bid’at, tekfiri gerektiren bir bid’at olmadığı sürece, yalnızca dâhil olduğu ameli bozar. Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

Kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa o reddolunur.” Bunu Muslim rivayet etmiştir.

Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde şu lafızla gelmiştir: “Kim şu emrimizde ondan olmayan bir yenilik ihdas ederse o reddolunur.”

Kıble ehli olan müslümanların diğer amellerine gelince iki şartla kabul edilir: İhlâs (ameli yalnız Allah’a has kılmak) ve ittiba. (amelin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uygun olması)

Küfür söz konusu olmadıkça diğer ameller iptal olmaz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Her kim de imanı inkâr ederse muhakkak onun ameli boşa gitmiştir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.” (Maide 5)

لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

And olsun Allah'a ortak koşacak olursan, amellerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (Zumer 65)

وَلَوْ أَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Eğer onlar da şirk koşsalardı yaptıkları boşa giderdi.” (En’am 88)

وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ

Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onlar dünyada da, ahirette de amelleri boşa gidenlerdir.” (Bakara 217)

İbn Teymiyye rahimehullah, es-Sarimu’l-Meslûl’de (s.55) şöyle demiştir: “Amelleri küfürden başkası iptal etmez… Zira amelleri ancak onu nefyeden şeyler iptal eder. Amelleri mutlak olarak nefyeden ise ancak küfürdür. Bu, sünnet esaslarından bilinen bir durumdur.”

İlim ve akıldan nasibi az olan bazıları bu durumun, bazı fiillerin işlenmesi halinde amellerin iptal olacağına dair gelen naslara aykırı olduğunu zannedebilirler. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat imamları katında ise bunların açıklaması vardır. Mesela Hucurat suresi 2. Ayetinin tefsiri hakkında İbn Teymiyye’nin Sarimu’l-Meslul kitabındaki nakillere bakılabilir.

Böylece Mahmud el-Haddad’ın “Akidetu Ebi Hatim ve Ebi Zur’a” kitabında (s.106) geçen şu sözlerinin ne kadar tehlikeli sözler olduğu anlaşılır: “…Bid’atçi nasıl merhamet ile nitelenebilir? O kendisine merhamet etmemiş ve bid’atiyle kendisini helak etmiştir…”

Başka eserlerinde bid’at sahibinin dünyada ve ahirette helak olduğu gibi ifadeler kullanmaktadır. (Bkz. Yevmun La Zille s.146)

Ehl-i Sünnetin mezhebi ise, bid’ati sebebiyle tekfir edilmedikleri sürece, bid’at ehline merhamet etmek ve onlar için bağışlanma dilemektir. Aynı şekilde günahkârlara da merhamet ederiz ve onlardan birinin cennetlik veya cehennemlik olduğunu, ahirette helak olanlardan olduğunu söylemeyiz.

İmam Ahmed rahimehullah, Abdus b. Malik’in rivayet ettiği risalesinde şöyle demiştir: “…Kıble ehlinden hiç kimsenin işlediği bir amel sebebiyle cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih olan amel hakkında ümit besleriz ve (kabul edilmemesinden) korkarız. Günahkârın kötü ameli hakkında da korkarız ve Allah’tan rahmetini umarız…” (Tabakatu’l-Hanabile 2/172)

Yine İmam Ahmed rahimehullah, Muhammed b. Avf et-Tâi’nin rivayet ettiği akide metninde şöyle demiştir: “…Kıble ehlinden hiç kimsenin cennetlik veya cehennemlik olduğunu söylemeyiz. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hakkında cennetlik olduğuna şahitlik ettiği dışında…” (Tabakatu’l-Hanabile 2/342)

İbn Teymiyye rahimehullah Fetava’sında (12/389) şöyle demiştir: “Muhakkak ki İmam Ahmed, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyen Cehmiyye’den gördüğü hapis, işkence ve eziyetlere rağmen halife için ve kendisini dövüp hapsedenler için dua etmiş, onlar için bağışlanma dilemiş ve yaptıkları zulümden dolayı onlara hakkını helal etmiştir. Şayet onlar mürtet olsalardı onlar için bağışlanma dilemek caiz olmazdı…”

Seleften bazılarından Haddadîlerin kendi lehlerine delil olduğunu zannettikleri bazı sözler gelmiştir.

Bunlardan birisi, Hişam b. Hassân’ın, el-Hasen el-Basrî rahimehullah’tan rivayet ettiği şu sözdür:

“Bid’at sahibinin ne bir namazı, ne bir orucu, ne bir haccı, ne bir umrası, ne bir cihadı, ne farzı ne de nafilesi kabul edilir.”

Bunu el-Firyabi el-Kader’de (375) rivayet etmiştir. O’nun tarikinden: Acurri eş-Şeria (137, 2054) el-Lalekai İtikad (270) İbn Vaddah el-Bid’a (benim tercümem no: 66) rivayet etmişlerdir. Hişam b. Hassan’ın el-Hasen el-Basri’den rivayetlerinin bazılarının mürsel olması sebebiyle isnadında tedlis şüphesi vardır.

Selefin bu gibi sözlerinde Haddadi’lere bir delil yoktur. Çünkü bu sözler, sahibinin tekfirini gerektiren büyük bid’ate hamledilir. Küfür olan bir bid’at sebebiyle kâfir olan kimsenin salih amelleri elbette fayda vermez. Lakin sahibinin tekfirini gerektirmeyen/küfür olmayan bid’atler böyle değildir.

Allah en iyi bilendir.


 

Küfre veya Bid'ate Düşen Kimsenin Allah Katında Mazur Olsa da Dünyada Fiiline Göre Hükmedilmesi

Soru: “Küfre düşen kimsenin küfrüne hükmedilir mi? Bid’ate düşen kimse açıklama yapılmadan ve hüccet ikame edilmeden bid’atçi olduğuna hükmedilir mi?”

Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî’nin cevabı: “Küfre düşen ve bu konuda kendisine açıklama yapılmayan kimse Allah katında mazurdur. Çünkü sahih olan görüşe göre o kimse cehaletiyle mazurdur. Lakin şu an biz Hristiyan’ın kâfir olmadığını söyleyemeyiz. Bu, Kur’ân’ı yalanlamak olur. Yahudi’nin kâfir olmadığını söyleyemeyiz. Bu Kur’ân’ı yalanlamak olur. Veya onlara hücceti ikame etmemiş olmamız sebebiyle onlara hüccetin ulaşmamış olduğunu söyleyemeyiz.

Allah’tan başkasına seslenerek dua eden, Allah’tan başkasından istigasede bulunan veya Allah’tan başkası için kurban kesen şirkî bir amelde bulunmuştur. Ona müşrik muamelesi yapmak gerekir. Lakin bu kimsenin kendisi ile Allah arasında mazur olmasını gerektiren bir durumu olabilir. Eğer bilmiyorsa:

وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا

Biz, bir rasûl göndermedikçe azap edecek değiliz.” (İsra 15)

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ إِذْ هَدَاهُمْ حَتَّى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَ

Allah kendilerine hidayet verdikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar bir kavmi sapıklığa sürüklemez.” (Tevbe 115)

Yine bid’at meselesi de böyledir. Aslen sünnî olan ve sünnet menheci üzere olan kimseden bir bid’at meydana gelirse “Bid’at işledi” deriz ama onu “mubtedi/bid’atçi” diye isimlendirmeyiz. Mesela Osman radıyallahu anh’ın Cum’a için birinci ezanı okutmuştur. İbn Ömer radıyallahu anhuma birinci ezanı bid’at olarak isimlendirmiştir. Ama hiç kimse Osman radıyallahu anh’ın bid’atçi olduğunu söylemeye cüret edemez!

Lakin Hadramut’ta, Sa’ade’de, İb’de veya başka bir yerde bir şahıs her ay mevlid yapıyor ve insanları mevlide ve şirkî amellere davet ediyor! Bu kimsenin bid’atçi olmadığını söyleyebilir miyiz? Bilakis o bidat’çidir! O bid’atçidir!

Bu meselede asıl şudur: Eğer şahsın menheci sünnet üzere olup kendisinden bir bid’at meydana gelirse onun bid’atçi olduğuna hükmetmeyiz. Eğer menheci bid’at üzere ise ve diğer bir bid’at işliyorsa bu kimsenin öncesinde ve sonrasında mubtedi/bid’atçi olduğunu söyleriz.”

Es’iletu Nisâ Lihac’dan naklen: Ebu Abdillah el-Masnaî; el-Munteka Min Ahiri Fetava’l-İmam el-Vâdiî (fetva no: 99)

Âlimin Oturması İçin Özel Mekân Edinmesi Hakkında

 Hocanın derste talebelerinden yüksekte oturması ve bu konuda delil getirilen hadis hakkında soruldu.

Ebu Hureyre ve Ebu Zerr radıyallahu anhuma şöyle dediler:

كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَجْلِسُ بَيْنَ ظَهْرَانَيْ أَصْحَابِهِ فَيَجِيءُ الْغَرِيبُ فَلَا يَدْرِي أَيُّهُمْ هُوَ حَتَّى يَسْأَلَ فَطَلَبْنَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَجْعَلَ لَهُ مَجْلِسًا يَعْرِفُهُ الْغَرِيبُ إِذَا أَتَاهُ فَبَنَيْنَا لَهُ دُكَّانًا مِنْ طِينٍ كَانَ يَجْلِسُ عَلَيْهِ وَإِنَّا لَجُلُوسٌ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَجْلِسِهِ إِذْ أَقْبَلَ رَجُلٌ أَحْسَنُ النَّاسِ وَجْهًا وَأَطْيَبُ النَّاسِ رِيحًا كَأَنَّ ثِيَابَهُ لَمْ يَمَسَّهَا دَنَسٌ حَتَّى سَلَّمَ فِي طَرَفِ الْبِسَاطِ فَقَالَ السَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مُحَمَّدُ فَرَدَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ قَالَ أَدْنُو يَا مُحَمَّدُ قَالَ ادْنُهْ فَمَا زَالَ يَقُولُ أَدْنُو مِرَارًا وَيَقُولُ لَهُ ادْنُ حَتَّى وَضَعَ يَدَهُ عَلَى رُكْبَتَيْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِسْلَامُ؟ قَالَ الْإِسْلَامُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ وَلَا تُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَتُقِيمَ الصَّلَاةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ وَتَحُجَّ الْبَيْتَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ قَالَ إِذَا فَعَلْتُ ذَلِكَ فَقَدْ أَسْلَمْتُ؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ صَدَقْتَ فَلَمَّا سَمِعْنَا قَوْلَ الرَّجُلِ صَدَقْتَ أَنْكَرْنَاهُ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِيمَانُ؟ قَالَ الْإِيمَانُ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَتُؤْمِنُ بِالْقَدَرِ قَالَ فَإِذَا فَعَلْتُ ذَلِكَ فَقَدْ آمَنْتُ؟ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَمْ قَالَ صَدَقْتَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَا الْإِحْسَانُ؟ قَالَ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ قَالَ صَدَقْتَ قَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي مَتَى السَّاعَةُ؟ قَالَ فَنَكَسَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا ثُمَّ أَعَادَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا ثُمَّ أَعَادَ فَلَمْ يُجِبْهُ شَيْئًا وَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ وَلَكِنْ لَهَا عَلَامَاتٌ تُعْرَفُ بِهَا إِذَا رَأَيْتَ الرِّعَاءَ الْبُهُمَ يَتَطَاوَلُونَ فِي الْبُنْيَانِ وَرَأَيْتَ الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ مُلُوكَ الْأَرْضِ وَرَأَيْتَ الْمَرْأَةَ تَلِدُ رَبَّهَا خَمْسٌ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا اللَّهُ {إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ} إِلَى قَوْلِهِ {إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} ثُمَّ قَالَ لَا وَالَّذِي بَعَثَ مُحَمَّدًا بِالْحَقِّ هُدًى وَبَشِيرًا مَا كُنْتُ بِأَعْلَمَ بِهِ مِنْ رَجُلٍ مِنْكُمْ وَإِنَّهُ لَجِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ نَزَلَ فِي صُورَةِ دِحْيَةَ الْكَلْبِيِّ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla oturdukları bir sırada garip ve tanınmayan bir adam gelip kimin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu bilemeyip sormuştu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yabancılar geldiğinde kendisinin tanınması için üzerine oturacağı bir yer yapmamızı emretti. Biz de üzerine oturacağı çamurdan bir yer yapmıştık. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem makamında biz de O’nun yanında oturuyorken güzel yüzlü ve güzel kokulu bir adam geliverdi, elbisesi hiç kirlenmemiş gibiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in oturduğu serginin yanına yaklaşarak:

“Esselâmü aleyküm ya Muhammed!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de selâmını aldı. Adam:

“Yaklaşayım mı? Ey Muhammed” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

Yaklaş” buyurdu. Birkaç sefer: “Yaklaşayım mı?” diye sordu ve iyice yaklaşarak ellerini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dizleri üzerine koydu;

“İslâm nedir? Ey Muhammed” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İslâm; Allah’a hiçbir şeyi O’na ortak koşmadan kulluk etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Kâbe’yi haccetmen ve Ramazan orucunu tutmandır” buyurdu. Adam:

“Bunları yaparsam Müslüman olur muyum?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Evet” buyurdu. Adam: “Doğru söyledin” dedi. Adamın bu sözünü duyunca, hem soruyor hem de doğruluyor diyerek hoş karşılamadık. Adam:

“Ey Muhammed! İman nedir? Bana haber ver” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İman; Allah’a, Meleklerine, Kitablarına Peygamberlerine ve kadere iman etmendir” buyurdu. Adam:

“Bunları yaptığım takdirde Mü’min olur muyum?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

Evet” buyurdu. Adam yine: “Doğru söylüyorsun” dedi. Adam:

“Ey Muhammed! İhsan nedir? Bana bildir” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir, sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” Adam: “Doğru söyledin” dedi. Adam:

“Ey Muhammed bana kıyamet ne zaman kopacaktır ondan haber ver” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başını eğdi ve hiç cevap vermedi. Sonra adam sorusunu tekrarladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yine cevap vermedi üçüncü sefer sorusunu tekrarlayınca, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem başını kaldırdı ve şöyle buyurdu:

Kıyametten sorulan kimse sorandan daha iyi bilmiyor fakat onun alametleri vardır, o kıyamet alametleriyle bilinir. Fakir ve tanınmayan deve çobanlarının bina yükseltmekle yarış ettiklerini gördüğünüzde, yalın ayak başı çıplak kimselerin krallar olduklarını gördüğünde ve kadınların efendilerini doğurduklarını gördüğün zaman kıyamet yaklaşmış demektir. Beş şey vardır ki onları Allah’tan başka hiç kimse bilmez: Kıyametin ne zaman kopacağını bilen Allah’tır… Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yalnızca Allah’tır.” (Lokmân 34) dedikten sonra ashaba hitap edip buyurdu ki:

Muhammed’i gerçek din ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki kıyametin vaktini sizden birinizden daha iyi bilmiyorum. Bu Dihyetu’l-Kelbi şeklinde gelen Cibril’dir

Bunu Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih isnadla: Nesâî (4991) Ebû Dâvûd (4698) Bezzar (9/419) İshak b. Rahuye (165) ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd bunu muhtasar olarak zikretmiştir. Buhârî ve Muslim, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; “Çamurdan özel bir oturma yeri (dükkân) tahsis edilmesi” kısmı olmaksızın rivayet etmişlerdir.

Muslim’in (no: 8) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde şöyle geçer:

فَأَسْنَدَ رُكْبَتَيْهِ إِلَى رُكْبَتَيْه وَوَضَعَ كَفَّيْهِ عَلَى فَخِذَيْهِ

“…(Cibril aleyhi's-selâm) dizlerini (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in) dizlerine dayadı ve ellerini (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in) uylukları üzerine koydu…”

Yukarıda geçen Ebu Zer ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma hadisinde ise;

وَضَعَ يَدَهُ عَلَى رُكْبَتَيْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

Cibril aleyhi's-selâm’ın, ellerini, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dizleri üzerine koyduğu geçmektedir.

Bu lafız sahabeden bir topluluktan rivayet edilmiştir:

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Beyhakî (4/350) Darekutni (2708) Esbahani Tergib (2277)

Ebu Malik radıyallahu anh’den: Ahmed (4/129, 164)

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ahmed (1/319) Ziyau’l-Makdisi (11/18) ve Bezzar (Keşfu’l-Estar 24)

Abdurrahman b: Ganem radıyallahu anh’den: İbn Asakir (35/311)

İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Esbahani et-Tergib (134)

Haris el-Eşari radıyallahu anh’den: Lu’lû Cüz (10)

Enes radıyallahu anh’den: Bezzar (13/334)

Şu halde yapılan oturma yeri (hadisin metninde dukkân şeklinde geçer) çok yüksek değil, yalnızca bir oturaktır. Muslim’in İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde “Dizlerini dizlerine dayadı” şeklindeki ifade ise cumhurun rivayetine aykırı görünmektedir. Allah en iyi bilendir.

İmam Kurtubi, bu hadisten, âlimin kendisine özel bir mekânda oturmasının müstehap olduğunu, talim veya buna benzer ihtiyaç ve zaruret sebebiyle bu oturağın yüksek olabileceğini istinbat etmiştir.

10 Haziran 2025 Salı

Misallerle Delaletu’n-Nâs

 Delaletu’n-Nas iki kısımdır.

Birincisi: Nassın lafzında zikredilmese de, hükmü zikredilen şeyden daha şiddetli şekilde gelen bir illet sebebiyle, zikredilmeyen şeyin, zikredilenin hükmüne daha öncelikli olarak dâhil olmasıdır.

1. Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “uf!” deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra 23)

Bu ayet, ana babaya uf demenin ve buna delalet eden herhangi bir kelime ile azarlamanın haram olduğunu göstermektedir. Bu haramlık “uf” sözünün kendisi sebebiyle değildir, bilakis ana babaya eziyet verici herhangi bir sözle eziyet vermek yasaklanmaktadır. Arap dilini bilen herkes bütün bunları anlar. Kastedilen eziyet vermenin yasaklanmasıdır. Sövmek, dövmek ve benzer davranışlarda da bu durum söz konusudur. Hatta bunlar, nasta zikredilenden daha şiddetli şeylerdir. Böylece nas, anlamıyla bütün bunları kapsamakta ve bu illete dahil olan herşeyin haramlığı sabit olmaktadır. Çünkü bunlardaki illet, nasta zikredilenden daha kuvvetli bir şekilde bulunmaktadır.

2. Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” (Zilzal 7-8)

Ayetin lafzı, hayır ya da şer olarak zerre ağırlığınca amel işleyenin karşılığını göreceğini ifade etmektedir. Zerre ağırlığından daha fazlasını, mesela dağlar gibi amel işleyenin karşılığı ayette zikredilmemiştir. Bununla beraber, daha fazla amel, karşılık bakımından aynı hükmü almaya daha önceliklidir.

Bu türe en alt seviyenin zikri ile en üst seviyeye uyarıda bulunmak denilir. Bu, haramlar hakkındadır. Mubahlara gelince, Allah, bizimle anlaşmalı olmayıp savaş halinde olan kâfirlerin kanlarını mubah kılmış, malları zikredilmemiştir. Onların kanları dışında ulaştığımız bedenleri ve malları ise öncelikli olarak mubahtır.[1]

Bazı usulcüler bunu “Fehvâ’l-hitab” ve “Mefhûmu’l-evlâ” diye adlandırmışlardır.[2] İmam Şafii rahimehullah buna “Kıyasu’l-Celî” adını vermiştir.[3]

İkincisi: Nasta zikredilen şey ile aynı seviyede olduğu halde ismi zikredilmeyen şeyin, gerektiren illet sebebiyle aynı hükmü almasıdır.

Örnek: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler ancak karınlarında ateş yemiş olurlar ve yakında alevli bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa 10)

Bu ayette yetimlerin mallarını yemek suretiyle telef etmek zikredilmektedir. Bu malları yakmak veya denize atmak gibi diğer telef etme yolları zikredilmemiştir. Şüphesiz bu telef etme yolları da, yetimin malını haksız olarak yemek suretiyle telef etmekle aynı seviyededir ve ateş tehdidini hak ettirir. Böylece diğer telef yolları da, haksızlıkla yemekle aynı hükmü alır.

Bu kısım “Mefhûmu’l-muvâfakat” ve “Lahnu’l-hitab” diye isimlendirilmiştir. Yine diğer bazı usulcüler de “Mefhumu’l-musavi” diye adlandırmışlardır.

Bu türün (delaletu’n-nâsın) hüccet olmasının şartı, illetin nasta zikredilenlerden biliniyor olması ve sonra bu illetin (ister evlâ yoluyla ister musavat yoluyla olsun) gerçekleşmesidir.[4]



[1] Bkz.: Şafii er-Risale (s.513)

[2] Bkz.: er-Risale (s.513-515)

[3] Cem’ul-Cevami (1/240) Şerhu Kevkebi’l-Munir (3/481)

[4] Bkz.: el-Burhan (1/449) Tilimsani Miftahu’l-Usul (s.90) Cem’u’l-Cevami (1/242) el-Medhal İla Mezhebi’l-İmam Ahmed (s.274)

4 Haziran 2025 Çarşamba

Uyku Abdesti Bozar mı?

Soru: Es selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. Kıymetli hocam bana çelişkili gibi görünen bir hadis hakkında olacak sorum. Buhari ve Müslimin ibn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ettiği bir hadiste Rasul Aleyhisselamın gece namazını kıldıktan sonra uyuduğu ve tekrar uyandıktan sonra abdest almadan tekrar namaza durduğu rivayet ediliyor. Hadiste bunun abdesti bozmayan hafif uyku olduğuna delâlet eden bir durumda gözükmüyor bilakis ibn Abbas horlayarak uyuduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu rivayeti, uyukunun abdesti bozduğu ile ilgili rivayetlerle nasıl cem edebiliriz veya bu hadisi açıklayan başka rivayetler var mıdır? Allah sizleri ve bizleri hayırlı ilimle rızıklandırsın.

Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah ve berakatuhu.

Uykunun kendisinin abdesti bozucu olduğunu gösteren bir rivayet sabit olmamıştır. Ancak birçok âlimler, derin uyku halinde kişi kendisinden yellenme gibi abdest bozucu bir halin meydana gelmiş olmasının farkına varmayacağı için derin uykuyu abdest bozucu saymışlardır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince, o “Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” buyurduğu için, O’nun başkalarından farklı bir hale sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı ilim ehli de: “Gözler kıçın bağıdır” şeklinde rivayet edilen hadise dayanarak uykuyu abdest bozucu saymışlardır. Ancak bu rivayet sahih bir yoldan sabit olmamıştır.

Uykunun abdesti bozmadığına dair deliller şu şekildedir:

Enes radiyallahu anh’den:

أُقِيمَتِ الصَّلاَةُ وَالنَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُنَاجِي رَجُلًا فِي جَانِبِ المَسْجِدِ فَمَا قَامَ إِلَى الصَّلاَةِ حَتَّى نَامَ القَوْمُ

“Namaz için kâmet okundu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescidin yanında bir adamla fısıldaşıyordu. Cemaat uyuklamadıkça namaza kalkmadı.”[1]

Alkame rahimehullah’tan: “Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَنَامُ وَهُوَ سَاجِدٌ فَمَا يُعْرَفُ نَوْمُهُ إِلا بِنَفْخِهِ ثُمَّ يَقُومُ وَيَمْضِي فِي صَلاتِهِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem secdede iken uyurdu. Uyuduğu ancak horlamasından anlaşılırdı. Sonra kalkar namazına devam ederdi.”[2]

El-Esved rahimehullah’tan: “Aişe radiyallahu anha dedi ki:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَامَ حَتَّى نَفَخَ فِي سُجُودِهِ ثُمَّ قَامَ فَصَلَّى

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem secdelerinde uyur, hatta horlardı. Sonra kalkıp namaz kılardı.”[3]

Nafi rahimehullah’tan:

أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ يَنَامُ جَالِسًا ثُمَّ يُصَلِّي وَلَا يَتَوَضَّأُ

“İbn Ömer radiyallahu anhuma oturur halde uyurdu, sonra abdest almadan namaz kılardı.”[4]

Kays b. Abbad rahimehullah’tan:

رَأَيْتُ أَبَا مُوسَى صَلَّى الظُّهْرَ ثُمَّ اسْتَلْقَى عَلَى قَفَاهُ فَنَامَ حَتَّى سَمِعْنَا غَطِيطَهُ فَلَمَّا حَضَرَتِ الصَّلَاةُ قَامَ فَقَالَ هَلْ وَجَدْتُمْ رِيحًا أَوْ سَمِعْتُمْ صَوْتًا؟ قَالُوا لَا فَصَلَّى الْعَصْرَ وَلَمْ يَتَوَضَّأْ

“Ebu Musa radiyallahu anh’ın öğle namazını kıldıktan sonra ensesi üzerine yattığını ve uyuduğunu gördüm. Hatta onun horlamasını işittik. Namaz vakti gelince kalktı ve dedi ki:

“Benden yel kokusu veya sesi işittiniz mi?” Oradakiler: “Hayır” dediler. Bunun üzerine yeni bir abdest almadan ikindiyi kıldı.”[5]



[1] Sahih. Buhârî (642) Muslim (376)

[2] Sahih. Begavi Şerhu’s-Sunne (164) Ebû Ya'lâ (9/250) İbn Ebî Şeybe (1/124) İbn Ebî Şeybe Musned (369) Taberânî (10/74) Taberânî Evsat (1/268) el-Elbani es-Sahiha (2925) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (750, 977, 2205)

[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İshak b. Rahuye (1490) Ahmed (6/135) İbn Mâce (474) İbn Ebî Şeybe (1/157) el-Elbani es-Sahiha (6/1027)

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Malik (1/22) Beyhakî (1/120)

[5] Sahih mevkuf. İbnu’l-Munzir el-Evsat (46) İbn Ebî Şeybe (2/115) İbn Hacer Muvafakatu’l-Haber (1/125)

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Sabir Meşhur Adlı Sahtekâr Gazetecinin Yalanları Hakkında Uyarı

Sabir Meşhur adında, çoğu hadis inkârcısı zındıklarda görüldüğü üzere suratı bıyıksız ve sakalsız, yani kendisini kadınlara ve kâfirlere benzeterek laneti hak etmiş, çok yalancı bir sahtekâr Mısır’lı gazetecinin Mehdi hadislerinin sıhhati üzerinde şaibe dolu çarpıtmalarla dolu bir videosu Türkçe’ye de çevrilmiş ve bu videonun altına bazı asalaklar da beğeni ifade etmişler.

Sabir Meşhur adlı deccal, özetle Mehdî hadislerinin hiçbirinin sahih olmadığını, bunun Yahudilik’ten geçen bir inanç olduğunu, Şiilerin ve Selefîlerin hurafeye inandıklarını, önceki İslam devletlerinin yıkılmasının sebebinin de Mehdi’nin geleceğine inanmak olduğunu, her fırkanın kendi itikadına göre Mehdî hadisleri uydurduğunu vs. bir dolu ipe sapa gelmez, gerçek dışı yorumlar ve saçma sapan sözde siyasi analizler (!) yapıyor. Sonra Mehdi hadislerine inanmanın Türkiyedeki zalim hükümetin de yıkılmasına zemin oluşturacağını iddia ederek, iktidar yanlılarının duygusal sempatisini kazanmaya çalışıyor!

Ehl-i Sünnet’in mehdî konusunda delil aldıkları hadislerden sadece bir iki tanesini örnek veriyor, sonra bu hadislerin isnad zincirinde yer alan bazı raviler hakkında kasıtlı çarpıtmalarla dolu nakillerde bulunuyor. Yine özetle, bu hadisleri sadece şii ravilerin rivayet ettiği yalanını söylüyor, Zir b. Hubeyş rahimehullah’ın Yahudi dönmesi Abdullah b. Sebe ile irtibatı olabileceği ihtimalinden hareketle, bu hadisleri sadece Zir b. Hubeyş’in uydurmuş olduğunu iddia ediyor.

O kadar çok yalan söylüyor ve göz göre göre öyle çarpıtmalar yapıyor ki, bilmeyenler, bu adamın doğru söylediği, üstelik kaynak da gösterdiği zannına kapılıyorlar! Aslında Arap dünyasında Sabir Meşhur adlı bu sahtekârın yalanları defalarca ortaya konmuş ve ipliği pazara çıkarılmıştır. Lakin Türkçe’ye çevirilen videolarındaki sahtekârlıklarını ortaya koyalım ki, Arapça da bilmeyen Türkler aldanmasınlar!

Daha önce yayınladığım yazılarda Mehdi hakkında sabit olan birçok sahih tarikten hadisler zikretmiştim. Suyuti’nin el-Urfu’l-Verdi Fi Ahbari’l-Mehdî adlı risalesine yapmış olduğum terceme ve tahkikte de bu konuda gelen rivayetlerin sahih ya da zayıf sıhhat derecelerini tespit etmiştim. Burada sadece Sabir Meşhur denen deccalin apaçık söylediği yalanları ortaya koymakla yetineceğim:

Sabir Meşhur’un zikrettiği ve bütün uyduruk tezlerini üzerine bina ettiği hadis, Ebû Dâvûd’un Sunen’inde (no:4282) rivayet ettiği şu hadistir:

 4282 - حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ أَنَّ عُمَرَ بْنَ عُبَيْدٍ حَدَّثَهُمْ ح وحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلَاءِ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ يَعْنِي ابْنَ عَيَّاشٍ ح وحَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ سُفْيَانَ ح وحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا زَائِدَةُ ح وحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنِي عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى عَنْ فِطْرٍ الْمَعْنَى وَاحِدٌ كُلُّهُمْ عَنْ عَاصِمٍ عَنْ زِرٍّ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَوْ لَمْ يَبْقَ مِنَ الدُّنْيَا إِلَّا يَوْمٌ قَالَ زَائِدَةُ فِي حَدِيثِهِ لَطَوَّلَ اللَّهُ ذَلِكَ الْيَوْمَ ثُمَّ اتَّفَقُوا - حَتَّى يَبْعَثَ فِيهِ رَجُلًا مِنِّي- أَوْ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي - يُوَاطِئُ اسْمُهُ اسْمِي وَاسْمُ أَبِيهِ اسْمُ أَبِي زَادَ فِي حَدِيثِ فِطْرٍ يَمْلَأُ الْأَرْضَ قِسْطًا وَعَدْلًا كَمَا مُلِئَتْ ظُلْمًا وَجَوْرًا وَقَالَ فِي حَدِيثِ سُفْيَانَ لَا تَذْهَبُ أَوْ لَا تَنْقَضِي الدُّنْيَا حَتَّى يَمْلِكَ الْعَرَبَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي، يُوَاطِئُ اسْمُهُ اسْمِي قَالَ أَبُو دَاوُدَ لَفْظُ عُمَرَ وَأَبِي بَكْرٍ بِمَعْنَى سُفْيَانَ

4282- Bize Musedded tahdis etti, o Ömer b. Ubeyd’den tahdis etti;

* ikinci yol: Bize Muhammed b. el-A’lâ tahdis etti, dedi ki: bize Ebu Bekr yani İbn Ayyaş tahdis etti:

* üçüncü yol: Bize Musedded tahdis etti, dedi ki: bize Yahya tahdis etti, o Süfyan’dan rivayet etti:

* dördüncü yol: bize Ahmed b. İbrahim tahdis etti, dedi ki: bize Ubeydullah b. Musa tahdis etti, dedi ki bize Zaide haber verdi:

* beşinci yol: bize Ahmed b. İbrahim tahdis etti, dedi ki bana Ubeydullah b. Musa, Fıtr (b. Halife)’den aynı manada rivayet etti

Bunların hepsi Asım (b. Behdele)’den, o Zirr (b. Hubeyş)’ten, o Abdullah (b. Mes’ud) radıyallahu anh’den, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

Dünyanın sadece bir günü kalsa bile” – Zaide’nin rivayetinde şöyledir:

Muhakkak Allah o günü uzatır” – sonra hepsi ittifakla şu lafızla rivayet etti:

O günde Allah benden (veya Ehl-i Beytimden) bir adamı gönderir ki onun ismi benim ismime, babasının ismi babamın ismine uyar” Fıtr’ın rivayetinde şu ziyade vardır:

Öncesinde yeryüzü zulüm ve haksızlıklarla dolmuş olduğu gibi yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle doldurur.” Sufyan’ın rivayetinde şu şekildedir:

Ehli Beytim’den, ismi benim ismime uyan bir adam araplara hükümdar olmadıkça dünya sona ermez

Ebû Dâvûd dedi ki: Ömer (b. Ubeyd) ve Ebu Bekr (b. Ayyaş)’ın rivayetleri de Sufyan’ın rivayetiyle aynı manadadır.”

Evet, Ebû Dâvûd’un ilgili rivayeti bu şekildedir ve Ebû Dâvûd bu hadisi görüldüğü gibi beş ayrı tarikten rivayet etmiştir.

Sabir Meşhur bu rivayet hakkında şu çarpıtmaları yapıyor:

1- Hadisin isnadında geçen Ömer b. Ubeyd, et-Tanafisî’dir ve sika oluşunda ittifak vardır. Ancak Sabir Meşhur burada bir bozukluk ispat edemeyince ravinin adını kasten Amr b. Ubeyd olarak okuyor! Hâlbuki Amr b. Ubeyd tarihen bu tabakanın ravisi de değildir. Amr b. Ubeyd, Hasen el-Basri rahimehullah’ın döneminde yaşamış, metruk, hadis uyduran, Mutezile itikadına sahip bir sapıktır. Sabir Meşhur adlı şarlatan ise, sika bir ravi olan Ömer b. Ubeyd et-Tanafi’nin ismini kasten, Amr b. Ubeyd şeklinde okuyor, et-Tanafisi’den bir zaman önce yaşamış metruk Amr b. Ubeyd’in hal tercemesini biyografi kitaplarından açarak hadisin uydurma olduğunu güya ispatlamaya çalışıyor!

2- Hadisin isnadına geçen Zaide, Zaide b. Kudame’dir ve meşhur sünnet ehli bir imamdır. Fakat Sabir Meşhur adlı şarlatan, bu ravinin biyografisini göstermek için baba isminde benzerlik olan başka bir raviyi; Zekeriya b. Ebi Zaide’nin hal tercemesini kaynaklardan açıyor ve onun hakkında söylenen eleştirilerin altını çiziyor!

Zekeriya b. Ebi Zaide de hakkında zararsız eleştiriler bulunsa da, güvenilir bir ravidir, Buhârî ve Muslim ricalindendir, fakat Sabir Meşhur burada çarpıtma yaparak, Zaide b. Kudame’yi, Zekeriya b. Ebi Zaide gibi lanse etmeye çalışıyor.

Asıl mesele, bu hadisin ravisi olan Zaide b. Kudame’dir ve o asla herhangi bir bid’at ile bilinen hiç kimseden rivayet etmeme konusundaki hassasiyetiyle meşhur, sünnet ehli, ittifakla sika bir imamdır. Lakin bu ravininin böylesine sağlam bir imam oluşu Sabir Meşhur’un işine gelmediği için, Zaide b. Kudame yerine, Zekeriya b. Ebi Zaide’nin biyografisini veriyor!

3- Bu hadisi Fıtr b. Halife’nin de rivayet etmiş olmasını hadisin sıhhatine bir şaibe gibi öne sürüyor!  Fıtr b. Halife, Ali radıyallahu anh’ı Osman radıyallahu anh’den üstün gördüğü için şiilikle itham edilmiş olsa da, muhaddisler tarafından güvenilir birisi olduğu için rivayetleri terk edilmeyecek bir ravi olduğu ifade edilmiştir.

Üstelik bu hadisin rivayetinde Fıtır b. Halife tek kalmış değildir ki, bu hadisi uydurmakla itham edilsin! Kimse Fıtr’ı yalanla da itham etmemiştir, onun sika (güvenilir) ve saduk (dürüst) olduğunu söylemişlerdir!

Ebû Dâvûd’un buradaki rivayetinde Fıtr b. Halife şu ziyadeyle rivayet etmiştir:

Öncesinde yeryüzü zulüm ve haksızlıklarla dolmuş olduğu gibi yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle doldurur.”

Fıtr, bu ziyade ile rivayette de tek kalmamıştır. Birçok raviler Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh hadisinde bu ziyadeyi rivayet etmişlerdir. Yine aynı ifade Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh hadisinde de sabit olmuştur. Bunlardan bazıları:

Taberani (10/134); Amr b. Abdilgaffar – Şu’be – Asım – Zir – İbn Mes’ud radıyallahu anh yoluyla,

Taberani (10/135) Vasıt b. el-Haris – Asım – Zir – İbn Mes’ud yoluyla,

Taberani (10/136) Muaz b. Hişam – babası – Asım – Zir – İbn Mes’ud yoluyla,

Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (1233) Ubeydullah b. Musa – Zaide – Asım – Zir – İbn Mes’ud yoluyla

ed-Dani Sunenu’l-Varide’de (563) el-A’meş – Asım – Zir – Abdullah b. Mes’ud yoluyla

 Ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten’de (553) Ata b. Aclan – Ebu Nadre – Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh yoluyla

Ahmed b. Hanbel (11130) bu lafzı Matar el-Verrak – Ebu Sıddık en-Naci – Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh yoluyla

Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (9460), Ebû Dâvûd (4285) ve Hakim (4/557) İmran el-Kattan – Katade – Ebu Nadre – Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh yoluyla

Bu zikredilen raviler ve daha burada sayamadığım birçokları, söz konusu lafzı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmişlerdir.

Dolayısıyla bu ziyadeyi sadece Fıtr’a veya Zirr b. Hubeyş'e yüklemek ve onları itham etmek de boş bir iftiradan, desteksiz bir atmasyondan ibarettir!

4- Sabir Meşhur, Zir b. Hubeyş rahimehullah’ı da mehdi hadisini uydurmakla itham ediyor! Hâlbuki mehdi hakkındaki hadisler Zir b. Hubeyş dışında birçok kimseler tarafından da rivayet edilmiş ve hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde bu hadisler sabit olmuştur.

Zirr b. Hubeyş rahimehullah’a gelince, nedense Sabir Meşhur isimlerini çarpıtarak eleştirilmiş ravilerin hal tercemelerine dair kaynakları açtığı gibi Zirr b. Hubeyş hakkında herhangi bir kaynağa atıfta bulunmadan itham etmekle/karanlığa taş atmakla yetiniyor! At çamuru, tutmazsa izi kalır hesabı! İngiltere’de gördüğü eğitimden mi öğrendi acaba bu taktikleri?!

Çünkü gerçekten kaynaklara müracaat etse morarıp kalacak!

Tehzibu’l-Kemal’de şöyle denilir: “Zir b. Hubeyş b. Hubaşe b. Evs… (Buhârî, Muslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mace ondan rivayette bulundular)

Cahiliyye dönemine de yetişmiş olup muhadram’dır. Yahya b. Main: “Sika” dedi. Muhammd b. Sa’d Kufe’li tabiinin ilk tabakasında zikretti ve dedi ki: “Sika idi. Çok hadis rivayet etmiştir…”

Hafız İbn Hacer de Tehzibu’t-Tehzib’de (3/321) İmam Ahmed’in Zir hakkında Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın en sağlam ashabından olduğunu söylediğini nakletmiştir.

Zir b.Hubeyş rahimehullah hakkında olumsuz bir eleştiri yoktur!

Lakin Sabir Meşhur’u tanıyan herkes bilmektedir ki, Sabir Meşhur, Ali radıyallahu anh’ı Muaviye radıyallahu anh’a karşı haklı bulan herkesi şiilikle itham etmekte ve birçok yalanlarla iftiralar atmaktadır! O, Mehdi hadisleri hakkındaki sözlerinde, Reşid Rıza'nın aşağıda işaret edilecek olan ve çürütülmüş iddialarını essah sanarak dayanak edinmiştir:

Mehdi Hadislerinin Mütevatir Oluşu

Son zamanlarda türeyen yazarlardan bir grup[1], Mehdî’nin gelmesini inkâr etmekte, Onunla ilgili hadislerin çelişkilerle dolu olup batıl olduğunu ve Mehdî’nin sadece Şia’nın halk hikâyelerinde icat edildiğini ve sonradan ehl-i sünnetin kitaplarına karıştığını söylemektedirler.

Bu yazarlar, Tarihçi İbn Haldun’un meşhur Mukaddime’sinde Mehdî hadislerini zayıflamasından etkilenmektedirler. Oysa İbn Haldun bu sahada geniş bir ilme sahip değildir ki o hadislere sahih veya zayıf diyebilsin. Fakat o, birçok Mehdî hadisine karşı çıktıktan sonra şöyle diyor:

Bu gördüğünüz Mehdî’nin ahir zamanda çıkacağına dair rivâyet edilen hadislerdir. Sizin de gördüğünüz gibi bu hadislerin çok azı hariç hepsi tenkid edilmekten kurtulamamaktadır.”[2] 

İbn Haldun’un bu sözünden anlaşıldığına göre Mehdî hadislerinden çok azı tenkid edilmekten kurtulabilmiştir. Öyleyse şöyle diyebiliriz: Eğer bir hadis dahi sahih olursa bu, Mehdî’nin varlığına dair delil olarak yeter. Kaldı ki Mehdî hadisleri sahih olarak mütevâtir olmuştur!?.

Ahmed Şakir, İbn Haldun’a şöyle cevap veriyor: “İbn Haldun, hadisçilerin: “Eleştirmek, övmekten önce gelir” kuralını iyi bilmiyor. Eğer onların görüşlerini ve fıkıhlarını iyi bilseydi o dediği şeyleri söylemezdi. Ama bunları okumuş ve öğrenmiş de olabilir. Fakat O, içinde bulunduğu siyasi ortamdan dolayı Mehdî hadislerini zayıf kılmıştır.”[3]

Ahmed Şakir, daha sonra İbn Haldun’un Mehdî hakkında yazdıkları şeylerin hadis tenkidi açısından birçok hata ve yanlışlıklarla dolu olduğunu açıklamaktadır. Bunların O’nun eseri Mukaddime’yi çoğaltanlardan kaynaklandığını veya gözden geçirenlerin ihmali olduğunu söylemektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Şimdi size özet olarak Reşid Rıza’nın Mehdî hakkındaki sözlerini aktaralım: Zira O’nun bu görüşü Mehdî hadisini inkâr edenlere örnektir. Reşid Rıza şöyle diyor:

Mehdî hadislerindeki çelişkiler ve şüpheler açıkça görülmektedir. Bu rivâyetleri bir bütünü oluşturacak şekilde bir araya toplamak çok zordur. O hadisleri inkâr edenler ise çoktur. Nitekim Buharî ve Müslim sahihlerinde o hadislere yer vermemişlerdir. Zaten en çok fitne ve fesad yaygaraları İslâm âleminde olmaktadır.”[4]

Sonra –aklınca- Mehdî hadislerindeki çelişkilere örnek vermektedir: “Ehl-i Sünnet’teki en meşhur rivâyetlerde O’nun ve babasının ismi Muhammed b. Abdullah’tır. Başka bir rivâyette ise Ahmed b. Abdullah. Şia’da ise Muhammed b. Hasan el-Askerî’dir. O da 11. ve 12. masum imamlarıdır ve O’nu Huccet, Kaim ve Muntazar diye lakablandırırlar....Şia’nın bir grubu olan Kiysanîye’ye göre Mehdî, Muhammed b. Hanefiye’dir ve şu an Radvâ diye bir dağda yaşıyordur.....”[5]

O’nun soyu hakkında en meşhur olan Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın çocukları olan Hz. Hasan’dan geldiğidir. Bazı rivâyetlerde O, Hz. Hüseyin’in soyundandır. Bu İmamiye Şia’sının görüşüdür. Abbas’ın soyundan geldiğine dair de birçok rivâyetler vardır.”[6]

Sonra Reşid Rıza birçok israiliyatın hadis kitaplarına girdiğini söylüyor: “Alevi, Abbasi ve İran taraftarlarının Mehdî hakkında birçok hadis uydurmada önemli rolleri olmuştur. Her grup Mehdî’nin kendilerinden olduğunu iddia ederler. Zaten Yahudi ve Mecusîler Müslümanları etkisiz hale getirmek için bu hadisleri ortada dolaştırıyorlar ki, Allah’ın O’nunla bu dini destekleyecek ve her tarafta adaleti yayılacak olan Mehdî’nin çıkması oyalamasıyla bayram ediyorlar.”[7]

Reşid Rıza’ya şöyle cevap verilir: Bir kere Mehdî’nin gelmesiyle ilgili rivâyetler daha önce de geçtiği gibi sahihtir ve manevi mütevâtir olmuştur. Âlimlerden bir grup bunu belirtmiştir.

1- Hafız Ebu’l-Hasan el-Âbirî şöyle diyor: “Mehdî konusundaki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen hadislerin çokluğu mütevâtir olmuştur. O Ehl-i Beyt’tendir. Yedi sene yeryüzünde adaletle hüküm sürer. İsa (aleyhi's-selâm) iner, Deccal’i öldürme de O’na yardımcı olur. Bu ümmete imamlık eder, İsa aleyhi's-selâm, O’nun arkasında namaz kılar.”[8]

2- Muhammed Berzencî şöyle diyor: “Kıyamet alametleri çoktur. Onlardan biri ve ilki Mehdî’dir. Bu konuda birbirinden farklı rivâyetler sayılamayacak kadar çoktur.” Sonra şöyle diyor:

“Sizinde gördüğünüz gibi Mehdî’nin ahir zamanda çıkması, peygamberin soyundan Fâtıma radıyallahu anha’nın çocuklarından olması manevi tevâtür derecesine ulaşmıştır. Bu yüzden bunu inkâr etmenin manası yoktur.”[9]

3- Muhammed Sefârînî şöyle diyor: “O’nun çıkmasıyla ilgili rivâyetler çoktur, öyle ki manevi mütevâtir derecesine ulaşmıştır. Bu hadisler ehl-i sünnet âlimleri arasında yaygındır, öyle ki onların temel akidelerinden sayılmıştır.”

Sonra Mehdî’nin gelmesiyle ilgili hadisleri ve onları rivâyet eden sahabeleri saymaktadır. Şöyle devam ediyor: “Yukarıda ismi geçen veya geçmeyen sahabe ve tabiinlerden birçok rivâyetler vardır. Bütün bunlar kesin ilim ifade etmektedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşüne göre Mehdî’nin gelmesine iman vacibtir.”[10]

4- Şevkâni diyor ki: “Mehdî’nin gelmesinin mütevâtir olduğunu elli tane hadisle açıklamak yeterlidir. Bunlar sahih, hasen ve zayıf hadistir. Şüphesiz bunlar mütevâtir olmuştur. Bu hadislerin mütevâtir olduğunu bütün usul kaideleri kabul etmektedir. Mehdî’nin gelmesiyle ilgili sahabeden gelen sözler ile bu konuda ictihad etmeye imkân yoksa da onlar en azından merfu hükmündedir.”[11]

5- Sıddık Hasan Han şöyle diyor: “Mehdî hakkındaki hadisler farklı olsa da gerçekten çoktur ve manevi mütevâtir derecesindedir. Bu hadisler sünen, mu’cem ve müsnedlerde bulunmaktadır.”[12]

6- Kettânî diyor ki: “Sonuç olarak, beklenen Mehdî hakkındaki hadisler mütevâtir olmuştur. Yine Deccal ve İsa (aleyhi's-selâm)’ın inmesiyle ilgili hadislerde mütevâtir olmuştur.”[13]

Buhari ve Muslim’in Sahihleri ve Mehdî

Buharî ve Müslim’in Mehdî hadislerini rivâyet etmemelerine gelince, bütün sahih hadisler bu iki kitapta toplanmamıştır. Bilakis sünen, müsned ve mu’cemlerde ve diğer hadis kitaplarında da birçok sahih hadis vardır.

İbn Kesir şöyle diyor: “Buharî ve Müslim kitaplarında sahih olarak verilen bütün hadisleri toplamamışlardır. Bununla birlikte onların sahih deyip de bu kitaplarına almadıkları hadisler vardır. Nitekim Tırmizi ve diğerleri, Buhari’nin sahih deyip de kitabına almadığı ama diğer sünenlerde bulunan hadisler olduğunu söylemişlerdir.”[14]

Buhârî ve Muslim’de Mehdi’ye işaret eden hadisler vardır:

1- Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

كَيْفَ أَنْتُمْ إِذَا نَزَلَ ابْنُ مَرْيَمَ فِيكُمْ وَإِمَامُكُمْ مِنْكُمْ

Meryemoğlu nüzul ettiğinde, imamınız da sizden olduğu halde durumuz nasıl olacak?”[15]

2- Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma’dan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي يُقَاتِلُونَ عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ قَالَ فَيَنْزِلُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُ أَمِيرُهُمْ تَعَالَ صَلِّ لَنَا فَيَقُولُ لَا إِنَّ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ أُمَرَاءُ تَكْرِمَةَ اللهِ هَذِهِ الْأُمَّةَ

Ümmetimde kıyamet gününe kadar hak üzere zâhir olan bir tâife bulunmaya devam edecek. İsâ b. Meryem (aleyhime's-selâm) nüzul edecek, emirleri: “Gel, bize namazı kıldır” diyecek. O da:

“Hayır, siz, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak birbirinize emir kılındınız” diyecek.”[16]

3- Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

يَكُونُ فِي أُمَّتِي خَلِيفَةٌ يَحْثُو الْمَالَ حَثْيًا لَا يَعُدُّهُ عَدًّا

Ümmetim arasında bir halife olacak, malı saçacak ve saymadan verecektir.” Ravi Cerir der ki: “Ben, Ebu Nadra ve Ebu’l-Alâ’ya:

“O halifenin Ömer b. Abdülaziz olmasını düşünür müsünüz?” dedim” Onlar: “Hayır” dedi.[17]

Buharî ve Müslim’de geçen bu hadislerden iki sonuç çıkar:

1- İsa (aleyhi's-selâm)’ın gökten indiği sırada müslümanların başında bir emir bulunur.

2- Müslümanların namaz kıldıran bir emirinin olması ve bu emirin, İsa (aleyhi's-selâm)’a namaz kıldırması için ön tarafa geçmesini teklif etmesi, bu emirin emirliğe uygun ve yerinde olduğunu gösterir. Her ne kadar bu hadislerde onun ismi “Mehdî” lafzıyla geçmiyorsa da, bu hadislerde geçen o kişinin müslümanların emiri ve imamı olması onun Mehdî olduğunu gösterir.

Nitekim Sünen ve Müsned kitaplarında bulunan hadisler Sahihayn’daki bu hadisleri açıklamaktadır ve bu şahsın Muhammed b. Abdullah isimli Mehdî olduğunu göstermektedir. Zira bazı hadisler diğer bazı hadisleri tefsir eder.

Yine bu hadislere delil olarak Hâris b. Ebî Usame’nin “Müsned”inde geçen Cabir radıyallahu anh’den rivâyet ettiği şu hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

يَنْزِلُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ فَيَقُولُ أَمِيرُهُمُ المهدي تَعَالَ صَلِّ بِنَا فَيَقُولُ لَا وَإِنَّ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ أُمَرَاءُ تَكْرِمَةُ اللَّهِ لِهَذِهِ الْأُمَّةِ

İsa b. Meryem aleyhime's-selâm nüzul eder. Emirleri olan Mehdi, kendisine: “Gel bize namazı kıldır” der. O da der ki: “Hayır! Bu ümmete Allah’ın bir ikramı olarak, siz birbirinize emir kılındınız.”[18]

Bu hadis, Müslim’de geçen İsa (aleyhi's-selâm)’a namaz kıldırması için teklifte bulunan müslümanların emirinin “Mehdî” isimli kişi olduğunu gösterir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan:

الْمَهْدِيُّ مِنَّا يَدْفَعُهَا إِلَى عِيَسى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ

“Mehdi bizdendir. İmamlığı Îsâ b. Meryem aleyhime's-selâm’a verir.”[19]

Hişam rahimehullah’tan: “Muhammed b. Sirin rahimehullah dedi ki:

الْمَهْدِيُّ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ وَهُوَ الَّذِي يَؤُمُّ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّلَامُ

“el-Mehdî bu ümmettendir ve İsa b. Meryem aleyhime's-selâm’a imamlık yapacak kişi de O’dur.”[20]

Sıddık Hasen Han kıyamet alametlerinden bahseden kitabında Mehdî ile ilgili hadislerin sonuncusu olarak Müslim’deki Cabir hadisini verdikten sonra şöyle diyor: “Bu hadiste açıkça Mehdî ismi geçmemektedir. Fakat daha önce geçen benzeri hadis ve delillerden onun beklenen Mehdî olduğu anlaşılır.”[21]

Hadiste israiliyat meselesine gelince, doğru, bunların bir kısmı Şia’dan bir kısmı da taassupçulardan gelmiştir. Fakat hadis âlimleri bunları belirtmiş ve bunlarla ilgili özel olarak uydurma ve zayıf hadisleri içeren kitapları yazmışlardır. Ayrıca hadis ravileri için özel ince kaideler koymuşlardır.

Öyle ki hadis uydurucusu bid’at sahipleri ortaya çıkmıştır. Böylelikle Allah Teâla, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in temiz sünnetini kirli ellerden ve hain kişilerden korumuş ve dini muhafaza buyurmuştur.

Eğer taassubdan dolayı bir takım rivâyetler varsa bunlar, diğer sahih olan rivâyetleri terk etmemizi gerektirmez. Sahih olan rivâyetlerde Mehdî’nin ismi ve sıfatı geçmektedir. Eğer insan, sahih hadislerde özellikleri kayıtlı olan bir şahsı Mehdî olarak belirler ve onun Mehdî olduğuna inanırsa artık onun Mehdî olduğunu inkâr edemez.

Sonra gerçek Mehdî kimseyi kendisine uyması için davet etmez. Allah istediği zaman onu insanlara gösterir ve insanlar onu kendine has özelliklerinden tanırlar. Ama hadislerde çelişkiler olduğu görüşü sahih olmayan rivâyetlerden çıkmaktadır. Sahih hadislerde böyle bir şey yoktur.

Ayrıca Mehdî konusunda, Şia ile Ehl-i Sünnet arasında farklılıklar olması bir şey ifade etmez. Gerçek kararı Kur’an ve sahih hadis verir. Şia’nın bu konuda batıl ve hurafe görüşleri sahih hadisleri kabul etmemeyi gerektirmez.

İbn Kayyım şöyle diyor: “İmamiye şiasına göre Mehdî, Hasen radıyallahu anh’ın değil Huseyn radıyallahu anh’ın evlatlarından Muhammed b. Hasen el- Askerî el-Muntazar’dır.”[22] Gözlerden uzak, her yerde hazır, Musa (aleyhi's-selâm)’ın asasına sahip olup, beşyüz yıl kadar önce Samarrâ’daki mağaraya girip ondan sonra kendisini gören kimse olmamış, kendinden ne haber alınmış ne de izine rastlanmıştır. İşte şiiler her gün onu beklerler ve bu mağaranın kapısında bir atla durup, kendi yanlarına çıkması için: “Yâ Mevlâna, çık. Yâ Mevlâna, çık” diye çağırırlar, sonra da perişan ve bitkin olarak geri dönerler. İşte onların durumu budur.

Bu adamlar bu tür sapık görüşleri yüzünden âdemoğlunun utancı ve her akıllının alaya aldığı gülünç duruma düştüler.”[23]

Mehdi’ye Delalet Eden Kur’an Ayeti

es-Suddî rahimehullah “Allah Teâla’nın “Allah’ın mescitlerini, içlerinde O'nun adının anılmasından alıkoyan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir?” (Bakara 114) ayetinin tefsirinde dedi ki:

هُمُ الرُّومُ كَانُوا ظَاهَرُوا بخت نصر عَلَى خَرَابِ بَيْتِ الْمَقْدِسِ وَفِي قَوْلِهِ {أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ} قَالَ فَلَيْسَ فِي الْأَرْضِ رُومِيٌّ يَدْخُلُهُ الْيَوْمَ إِلَّا وَهُوَ خَائِفٌ أَنْ تُضْرَبَ عُنُقُهُ أَوْ قَدْ أُخِيفُ بِأَدَاءِ الْجِزْيَةِ فَهُوَ يُؤَدِّيهَا وَفِي قَوْلِهِ {لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ} قَالَ أَمَّا خِزْيُهُمْ فِي الدُّنْيَا فَإِنَّهُ إِذَا قَامَ المهدي وَفُتِحَتِ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ قَتَلَهُمْ فَذَلِكَ الْخِزْيُ

 “Burada Rumlar kastedilmektedir. Onlar Beytu’l-Makdis’in tahribi için Buhtannasar’a yardım etmişlerdir.” “İşte onlar var ya, onlara oralara korka korka girmekten başka bir şey yoktur.” (Bakara 114) Yeryüzündeki her Rum ya boynunun vurulacağı endişesi ile ya da cizye vermek korkusu ile Allah’ın mescidine girer, ancak yine de cizyeyi verir. “Onlar için dünyada rezillik vardır.” (Bakara 114) Onların dünyadaki zilleti, Mehdi’nin çıkıp Konstaniyye’yi feth etmesi ve Rumları öldürmesidir. Kastedilen rezillik budur.”[24]



[1] Onlardan bazıları şunlardır: “Reşid Rıza, Menâr Tefsiri” (9/499-504) Ahmed Emin “Duha’l-İslâm”(3/237-241). Bütün bunlara Abdulmuhsin el-Abbad,  “Mehdî hakkında gelen sahih hadisleri yalanlayanlara cevap” adlı kitabında geniş olarak cevap vermektedir.

[2] İbn Haldun, “Mukaddime (s: 574)

[3] Şerhu Musnedi Ahmed (5/197-198)

[4] Menâr Tefsiri (9/499)

[5] Menâr Tefsiri.(9/501)

[6] Menâr Tefsiri.(9/502)

[7] Menâr Tefsiri (9/501-504)

[8] Tehzibu’l-Kemal (3/1194) el-Menâru’l-Munîf (s:142) Fethu’l-Bâri (6/493,494)

[9] el-İşâa (s: 87 ve 112)

[10] Levamiu’l-Envâr (2/84)

[11] et-Tevzîh, el-İzâa (s:113,114)

[12] el-İzâa (s:112)

[13] Nazmu’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-Mütevâtir. (s:147)

[14] “el-Baisu’l-Hasis Şerhu İhtisari Ulumi’l-Hadis (s:25)

[15] Sahih. Buhârî (3449) Muslim (155)

[16] Sahih. Muslim (156)

[17] Sahih. Muslim (2913) Bezzar (Keşfu’l-Estar 3327) Begavî Şerhu’s-Sünne (15/86,87)

[18] Sahih. Ebu Nuaym Erbain (39) İbn Asakir Tarih (47/500) İbn Kayyım el-Menaru’l-Munif’te (s.134) Haris b. Ebi Usame’nin Musned’inden isnadını aktarmış ve: “Bu isnad ceyyiddir” demiştir.

El-Elbani es-Sahiha’da (2236) dedi ki: “İbn Kayyım rahimehullah’ın dediği gibidir. Zira bütün ravileri Ebû Dâvûd’un ricalinden olup sikadırlar. Vehb (b. Munebbih) ile Cabir radıyallahu anh arasında inkıta ile illetlendirilebilir…” Sonra Vehb rahimehullah’ın Cabir radıyallahu anh’den işittiğine dair nakiller yapmıştır. Muslim’in Cabir radıyallahu anh’den rivayeti buna şahitlik etmektedir.

[19] Buhârî'nin şartına göre sahih. Nuaym b. Hammad el-Fiten (1088)

[20] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Nuaym b. Hammad el-Fiten (1107) İbn Ebî Şeybe (7/513)

[21] el-İzâa (s: 144)

[22] Böyle birisi olduğu kabul edilirse, 256 h. yılında doğmuş 275 h. yılında vefat etmiştir. İbn Teymiye böyle birisinin olmadığını söylemektedir. Bak: Minhacu’s-Sünne (2/131)

[23] el-Menârû’l-Munîf (s: 152-153)

[24] Hasen maktu. Taberî Tefsir (2/443, 447, 448) İbn Ebî Hâtim Tefsir (1115, 1118)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)