Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

2 Ağustos 2025 Cumartesi

Namaz Vakitlerini Tayin Konusunda Tavsiye Talebi

 Soru; "Akşam namazının son vakti ne zamandır? Sabah namazının ilk vakti ne zamandır? Diyanet Yatsı 18' , Sabah 18' derece İngiltere Yatsı 12', Sabah 12' derece gibi birçok namaz vakti hesaplama yöntemi var. Sünnete göre aksam namazının son vakti ufuktaki kızıllık kaybolunca güneş  batımından sonra 1 saat civarı oluyor. Sünnete göre sabah namazının ilk vakti ufuktaki enine kızıllık başlayınca  güneş doğumundan 1 saat önce civarı oluyor.

Birçok hesaplama yöntemini denedim sadece Yatsı 12', sabah 12' derece  hesaplama yönteminin sünnete uygun denk geldiğini anlamış oldum. Diyanetin hesaplama yöntemine göre Akşam namazının son vakti ufuktaki  kızıllıktan 30 veya 40 dakika civarı ileride. Diyanetin hesaplama yöntemine göre Sabah namazının ilk vakti ufuktaki enine  yayılan kızıllıktan 30 veya 40 dakika önce. Diyanetin güneş batımını 7 dakika ileriye, güneş doğumunu da 7 dakika geriye  aldığınında bilincindeyim. Başka sorunlarda var diyanetin hesaplama  yöntemlerinde...

Diyanetin hesaplama yöntemi ile deccal'den sonra yeryüzünün en şerlisi Ebu Hanife'nin namaz vakitleri konusunda ufuktaki beyazlığa göre fetva vermesininde denk geldiğini de fark ettim. Siz ilim ehli olarak özelikle akşam namazının son vakti ve sabah namazının da ilk vakti hakkında ne tavsiye edersiniz. Rabbimiz doğru olana isabet  etttirsin âmin...”

Cevap: Namaz vakitleri hadislerde geldiği gibi müslümanların beşerî gözlemlerine dayalı olarak – hesaplama olmaksızın ve herhangi bir cihaz kullanmaksızın, çıplak gözle gözetleme esası üzere tespit edilir. Bu işle vazifeli olacak müezzinlere bu yüzden dua edilmiş, insanların tere gömüldükleri hesap gününde boyunlarının uzun kılınarak ayrıcalıklı olacakları bildirilmiştir. Çünkü işini güzel yapan müezzin, şer’î vakitleri bilir, gözlemler ve müslümanlara ezanıyla ilan ederek bildirir. Ancak yıllardır işini bilen ve yapan bir müezzin görülememektedir.

Bu yüzden sizin de sorunuzda bahsettiğiniz derece hesapları gibi bid’atlerden şiddetle uzaklaşmanızı öneririm. “Bilim ve teknolojiyi İslam’ın lehinde kullanalım” gibi şeytanî vesveselere sakın aldanmayın!

Basit bir örnek vereyim; bizden öncekiler saat cihazı hakkında gevşek davrandıkları için bizler bugün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının gündüzün 12 saatini ve gecenin 12 saatini tayin metodlarını tamamen bilmez hale gelmiş durumdayız! Bu saatler şimdiki gibi 60 dakikalık dilimler değildi, bilakis her gün kısalan ve uzayan zaman dilimleri idi. Daha önce bu konuyla ilgili sitemde yazı yayınlamıştım. Şimdi biz şu saat cihazını kullanmayı terk etmeye kalksak, selefin bu zaman dilimlerini belirleme usullerini bilemez olduğumuz için alternatifini yerine koyamayacağız! Rivayetlerde bildirildiği gibi, bidatin ümmetin geneli tarafınfan tercih edilmesi sebebiyle Allah bu sünneti kaldırmış, bir daha da döndürmeye imkan kalmamıştır. Yine takvim sistemi de böyledir. Siz tek başınıza şer’î vakitleri tayin imkanına sahip olsanız ve buna göre hareket etmek isteseniz bile bu konuda başkalarıyla ters düşeceğiniz için bir çok işler salih yürümeyecektir.

Ama en azından namazların, ramazanın, şevvalin, hac aylarının iftar ve sahur vakitlerinin şer’i usule göre tayini kolaydır. Müezzinler bu görevleri yapmıyor olsalar da, hatta paganizme boyun eğmiş devletler tarafından dini vazifeler manipüle edilmiş olsa da,  Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini okuyan her müslüman, herhangi bir hesaplamaya veya teknolojik cihaza ihtiyaç duymadan bu vakitleri belirleyebilir.

Ebu Hanife hakkında “Deccalden sonra yeryüzünün en şerlisi” şeklinde, sahibine vebal yükleyecek ve hesabını vermesi zor olacak tabirler kullanmaktan da sakındırırım. Her ne kadar salih selefimiz Ebu Hanife hakkında buna benzer ifadeler kullanmışsa da, böyle sözleri kullanmış olan, Ebu Hanife’ye muasır olup şahitlik etmiş olan selefe nispet ederek aktarmalısınız. Böylece bu sözde hesabı verilemeyecek bir şey varsa cezasına ortak olmazsınız. Hesabı verilebilecek bir şey ise de, bizzat şahit olmadığınız şeyin şahitliğinin vebaliyle karşılaşmazsınız.

Evet, sabah ve akşam namazlarının ilk ve son vakitleri hakkında rivayetlerde gelenlere vakıf olduğunuz sorunuzdan anlaşılıyor. Tavsiyem, bu rivayetlerde gelenlere tabi olmaktır. Sonradan çıkarılmış zaman tayin usullerinden uzak durmanızdır. Bilakis bulunduğunuz konumda fecri ve ufku çıplak gözle gözlemleyerek sadece bulunduğunuz yerin vaktini tayin etmenizdir. Biz vakitleri yazmayan ve hesap yapmayan ümmî nebinin ümmeti olmakla şeref duyarız.

31 Temmuz 2025 Perşembe

İmam Katade b. Diame Kaderiyye’den Miydi?

 Katade b. Diame rahimehullah’ın kaderiyye görüşünde olduğu yaygındır. Ancak bu durum sabit bir isnad ile sabit olmamıştır. Nitekim Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahimehullah, bu iddiayı şu sözleriyle reddetmiştir:

“Abd b. Humeyd, Tefsir’inde dedi ki: bize Yunus tahdis etti, o Şeyban’dan, o Katade rahimehullah’tan: “Takdir edip yol gösterdi.” (A’la 3)  ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etti:

إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى مَا أَكْرَهَ ‌عَبْدًا ‌عَلَى ‌مَعْصِيَةٍ وَلَا عَلَى ضَلَالَةٍ وَلَا رَضِيَهَا لَهُ وَلَا أَمَرَهُ بِهَا وَلَكِنْ رَضِيَ لكم الطاعة وَأَمَرَكُمْ بِهَا وَنَهَاكُمْ عَنِ الْمَعْصِيَةِ

“Vallahi Allah bir kulu günaha da, sapıklığa da asla zorlamaz, bundan razı olmaz ve emretmez. Lakin sizin itaat etmenizden razı olur ve size bunu emreder, sizi isyandan da yasaklar.”

Derim ki (İbn Teymiyye): “Katade bu hususu bu âyeti açıklarken zikretmiş, böylelikle Allah Azze ve Celle’nin takdir etmiş olduğu mutluluğu ve bedbahtlığı takdir ve kader ile tespit ettiğini beyan etmek istemiştir. Nitekim Hasen (el-Basrî), Katade ve onlardan başka müslümanların imamlarından olan şahsiyetler arasında bu hususta bir görüş ayrılığı yoktur. Dolayısıyla her ne geçmiş ise, ne olup bitmişse Allah'ın takdiridir. Onların bazılarının görüş ayrılıkları sadece irade ve fiillerin yaratılması hakkındadır. Önceden takdir ve bu takdirin kitapta yazılması hususunda çekişenler ise ancak aralarında İbn Ömer, İbn Abbâs ve onların dışında diğer ashâb-ı kiramın (radıyallahu anhum) kendilerinden uzak olduğunu bildirdiği o kimselerdir.

Katade'nin, Allah Teâlâ'nın herhangi bir kimseyi kendisine isyan etmek için zorlamadığı açıklaması elbetteki doğrudur. Çünkü gerçek şu ki kaderin sabit olduğunu kabul eden Ehl-i Sünnet, ittifakla şunu ifade ederler: “Bir valinin yahut bir hâkimin ve onlardan başka kimselerin yaratılmış birisini istemediği bir şeyi yapmaya zorladıkları gibi O hiçbir kimseyi kendisine masiyet olanı işlemeye asla zorlamaz. Hâlbuki vali ve benzerleri böyle bir kişiyi cezalandırmak ve tehdit ile istemediğini yapmaya zorlarlar. Allah Teâlâ ise kulun bir fiil işleme, bir amel yapma iradesini ve buna dair kudretini ve amelini yaratır. Ve O her bir şeyin de yaratıcısıdır.”

Bir kimse Katade'nin söylediği bu sözlerin Kaderiye’nin kabul ettiği görüşlerden olduğunu ve bunun gibi sözleri sebebi ile Katade'nin Kaderiye’den olmakla itham edilmiş olduğunu düşünebilir. Hatta şöyle denilmiştir: “Malik, Ma'mer'in Kaderiye’den olmakla itham edilmesinden ötürü Katade'den tefsir rivâyet etmesinden hoşlanmazdı.”

Bu da doğrudur. Bununla birlikte seleften herhangi bir kimsenin: “Allah herhangi bir kimseyi kendisine masiyet olan bir işi yapmaya zorladığını” söylediği bilinmemektedir.

Hatta bundan daha beliğ olmak üzere "cebr/zorlama" lafzının mutlak olarak kullanılmasını dahi kabul etmemişlerdir. El-Evzai, es-Sevrî, ez-Zubeydî, Abdurrahman b. Mehdi, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları buna örnektir. Bunlar: Allah kulları cebretti/zorladı denilmesini kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir:

“Gerçek şu ki bu şeriatte bir bid'attir ve bu ifade bozuk bir mânânın anlaşılmasına sebep olur.”[1]



[1] İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (16/140-141)

İmam Abdurrazzak’ın Şia Görüşünden Dönmesi

 Abdurrazzak b. Hemmam es-San’anî rahimehullah’ın Ali Radıyallahu anh’ı Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan üstün görmesi sebebiyle Şia olduğu söylenmiştir. Ancak Abdurrazzak bu görüşten rücu etmiştir.

Hafız Ebu Muslim el-Bağdadî şöyle demiştir: “İmam Ahmed, Abdurrazzak’tan hadis rivayet etmesi sebebiyle eleştirilmiştir. O, Abdurrazzak’ın dönüş yaptığını zikretmiştir.”[1]

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel rahimehullah dedi ki: “Seleme b. Şebib’i şöyle derken işittim: “Abdurrazzak rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

“Vallahi Ali radıyallahu anh’ın Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan üstün olduğu görüşüne gönlüm hiç yatmadı. Allah Ebu Bekr’e rahmet etsin. Allah Ömer’e rahmet etsin. Allah Osman’a rahmet etsin. Allah Ali’ye rahmet etsin. Onları sevmeyen mü’min değildir. En güvendiğim amelim onlara olan sevgimdir.”[2]



[1] Tehzibu’l-Kemal (4345)

[2] Sahih. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel el-İlel ve Ma’rifetu’r-Rical (1546)

22 Temmuz 2025 Salı

Ebu Zer Radıyallahu Anh’ın İrşadı

 Yahya el-Gassanî dedi ki:

خرج أبو الدرداء إلى السوق يشتري قميصا فلقي أبا ذر فقال أين تريد يا أبا الدرداء قال أريد أن اشتري قميصا قال وبكم قال بعشرة دراهم قال فوضع يده على رأسه ثم قال ألا إن أبا الدرداء من المسرفين قال فالتمست مكانا أتوارى فيه فلم أقدر فقلت يا أبا ذر لا تفعل مر معي فاكسني أنت قال وتفعل قلت نعم فأتى السوق فاشترى قميصا بأربعة دراهم قال فانصرفت حتى إذا كنت بين منزلي والسوق لقيت رجلا لا يكاد يواري سوأته فقلت له اتق الله ووار سوأتك فقال والله ما أجد ما أواري به سوأتي فألقيت إليه الثوب ثم انصرفت إلى السوق فاشتريت قميصا بأربعة دراهم ثم انصرفت إلى منزلي فإذا خادمة على الطريق تبكي قد اندق إناؤها فقلت ما يبكيك فقال اندق أنائي وأبطأت على أهلي فذهبت معها إلى السوق فاشتريت لها سمنا بدرهم فقالت يا شيخ أما إذا فعلت ما فعلت فامش معي إلى أهلي فإني قد أبطأت وأخاف أن يضربوني قال فمشيت معها إلى مواليها فدعوت فخر مولاها إلي فقال ما عناك يا أبا الدرداء فقال خادمكم أبطأت عنكم وأشفقت أن تضربوها فسألتني أن آتيكم لتكفوا عنها قال فأنا أشهدك أنها حرة لوجه الله عزوجل لممشاك معها قال فقلت أبو ذر أرشد مني حين كساني قميصا وكسا مسكينا قميصا وأعتق ‌رقبة ‌بعشرة دراهم

“Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh bir gömlek satın almak için pazara çıktı. Ebu Zer radıyallahu anh onunla karşılaştı ve dedi ki:

“Ne yapmak istiyorsun ey Ebu’d-Derdâ?” O da dedi ki:

“Bir gömlek satın almak istiyorum.” Ebu Zerr radıyallahu anh:

“Ne kadarlık alacaksın?” dedi. Ebu’d-Derda radıyallahu anh:

“On dirhemlik” dedi. Bunun üzerine Ebu Zer radıyallahu anh elini başı üzerine koydu ve dedi ki:

“Dikkat edin! Ebu’d-Derdâ israf edenlerdendir!” Ebu’d-Derda radıyallahu anh dedi ki:

“Saklanacak bir yer aradım bulamadım. Dedim ki:

“Ey Ebu Zer! Böyle yapma! Benimle gel de bana elbiseyi sen al.” Ebu Zer radıyallahu anh:

“Buna razı mısın?” dedi. Ben: “Evet” dedim. Bunun üzerine pazara gitti ve dört dirheme bir gömlek aldı. Oradan ayrıldım, evimle Pazar arasında bir yerde bir adamla karşılaştım. Neredeyse kaba avreti açıkta kalıyordu. Ona:

“Allah’tan sakın ve avretini ört!” dedim. Adam: “Vallahi avretimi örtecek bir şey bulamıyorum” dedi. Bunun üzerine elbiseyi adama attım ve tekrar pazara döndüm. Dört dirheme bir gömlek daha satın aldım. Sonra evime giderken yolda ağlayan bir hizmetçi kadın gördüm. Kapları kırılmıştı. Ona:

“Neden ağlıyorsun?” dedim. Dedi ki: “Kaplarım kırıldı ve efendime dönmekte geciktim.” Bunun üzerine onunla beraber pazara gittim ve onun için bir dirheme yağ satın aldım. Kadın dedi ki:

“Ey şeyh! Sen yapacağını yaptın ama benimle gel de efendime gidelim. Zira geciktiğim için beni dövmesinden korkuyorum.” Ben de onunla beraber efendilerine gittim ve efendisini çağırdım. Bana:

“Yanındaki kim ey Ebu’d-Derda?” dedi. Dedim ki:

“Hizmetçinizdir. Size gelmekte geç kalmış ve onu dövmenizden korkmuş. Ben de size onun adına aracılık için geldim.” Adam dedi ki:

“Seni şahit tutarım ki o, seninle beraber yürüdüğünden dolayı Allah Azze ve Celle’nin vechi için hürdür.”  Bunun üzerine kendi kendime dedim ki:

“Ebu Zer benden uyanıkmış! On dirheme hem bana bir gömlek giydirdi, hem bir yoksulu giydirdi hem de bir kölenin azadına vesile oldu.”

İbn Asakir Tarihu Dımeşk (47/157, 66/209)

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Selefin Aklı ve Halefin Ahmaklığı

 Kıssa:

Atâ b. Muslim dedi ki: “(Abbasî halifesi) el-Mehdî halife olduğu zaman Sufyan es-Sevrî rahimehullah’ı getirtti. O getirilince mühürlü yüzüğünü çıkarıp ona attı ve dedi ki:

“Ey Ebu Abdillah! Bu yüzüğümdür! Onunla bu ümmetin Kitap ve sünnetle amel etmesi için çalış!” Sufyan rahimehullah yüzüğü eline aldı ve dedi ki:

“Konuşmama izin verir misin ey mü’minlerin emiri?” Ravi Ubeyd dedi ki: “Atâ’ya: “Ey Ebu Mahled! “Ey mü’minlerin emiri mi dedi?” dedim. “Evet” dedi. Sufyan rahimehullah dedi ki:

“Konuşmam hakkında bana emân (güvence) verir misin?” el-Mehdî: “Evet” dedi. Sufyan rahimehullah dedi ki:

“Ben sana gelmedikçe beni getirtme! Ben senden istemedikçe de bana bir şey verme!” Bunun üzerine el-Mehdî öfkelendi ve onu cezalandırmak istedi. Kâtibi ona:

“Ona emân vermedin mi ey mü’minlerin emiri!” dedi. O da: “Evet” dedi. Sufyan rahimehullah oradan çıkınca ashabı etrafını sarıp dediler ki:

“Bu görevi kabul etmene mani olan nedir? Hâlbuki sana Kitap ve sünnet üzere çalışmanı emretmişti.” Sufyan rahimehullah onların akıllarının azlığını gördü ve sonra Basra’ya kaçtı.”

Siyeru A’lami’n-Nubela (7/262)

Hisseler:

1- el-Mehdî, Abbasi halifeleri içerisinde en salihlerinden, akıllı bir adam idi. Kitap ve sünnetle amelin ihyası için Sufyan rahimehullah gibi alimleri görevlendirmek istemişti. Ancak diğer bazı hükümdarlarda olduğu gibi onda da böylesi bir kibir ve kabalık zuhur etmiştir.

2- Sufyan rahimehullah halifeye saygıda kusur etmemiş, onun mü’minlerin emiri olması vasfiyla hitap ederek hakkını teslim etmiş lakin zamanımızdaki Suud’un yağcı alimlerinin yaptıkları gibi yalakalık ve nifak dolu övgülere kalkışmamıştır. El-Mehdi salih halifelerden biri olmasına rağmen, ravi Ubeyd, Sufyan’ın el-Mehdi’ye “Mü’minlerin emiri” diye hitap etmesine şaşırmıştır! Zamanımızda kendilerini Selef’e nispet eden süprüntüler ise tazim ettikleri hocalarının münafık yöneticilere yağcılık yapmalarına hiç itiraz etmiyor, hatta böyle ayak kaymalarını savunuyorlar!

3- Sufyan rahimehullah keskin zekâsıyla konuşmasına başlamadan önce kendisi için güvence istemiş, sonra meramını anlatmıştır. Bu sayede cezalandırılmaktan kurtulmuştur. Sonraki bazı ahmakların yaptıkları gibi yöneticiler aleyhinde sloganik konuşmalar yapıp, ucuz kahramanlık için kendini cezalandırılmaya hedef yapmayı amaçlamamıştır!

4- Sufyan rahimehullah salih bile olsa yöneticilerden görev almaktan, şöhretin vesilelerinden sakınmıştır. Zira bunda büyük fitneler vardır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sakındırmalarına ve kendisinden önceki selefinin nasihatlerine kulak vermiş ve basiretli davranmıştır. Buna rağmen Allah Sufyan rahimehullah’ı kendi dilediği şekilde hayırlı bir şöhrete ulaştırmış, onu şerde değil, hayırda önder kılmıştır.

5- Sufyan rahimehullah, arkadaşlarının kendisine bu görevi kabul etmediği için eleştiride bulunduklarını görünce, böylesi basiretsiz kimselerle beraber bulunmayı uygun görmemiş ve Basra’ya kaçmıştır. Bu da yine kıvrak bir zekadandır. Çünkü yönetici kendisini rahat bırakmayacak, anlayışsız ashabı da teklif edilen böyle yanlış işlere kendisini teşvik etmeye devam edecekler, belki kendisinin de kalbi kayacaktı.

6- Sufyan rahimehullah, selefinin aklına uymuş, muasırlarının ahmaklığından yüz çevirmiştir. Ahmak kimselerle arkadaşlık etmemenin önemini fiili olarak göstermiştir.

7- Bizim zamanımızın ahmakları da yöneticilerden destek almak, şöhret sahibi olmak, bu imkanları da kitap ve sünnete davet lehine kullanmak gibi fiilleri hayırlı işler zannetmektedirler.

Bu yüzdendir ki bir zamanlar tevhid daveti yapanların neden televizyon kanallarına çıkmadıklarını soguluyorlardı. Ahmaklar çoğunlukta olduğundan bu yöndeki ısrarlar o kadar arttı ki, basiretsiz hocalar ve davetçiler video sureti çekmek ve youtube gibi şeytanî şebekelerde yayınlamak gibi handikaplara düştüler.

Sahih davetin, kendilerinin meşhur olmalarına bağlı olduğuna inandılar/inandırıldılar. Böylece suret, kadın erkek ihtilatı gibi birçok büyük günahlar helal sayıldı, nice bid’atlere kapılar ardına kadar açıldı, dernekler kuruldu, hakikatte İslam’ın en büyük düşmanı olan ama yalanlarıyla kendilerini müslümanmış gibi göstermeyi başaran münafık ve kâfir yöneticilerle güzel ilişkiler kurulmak istendi, onların kapılarına gidildi, oy kullanıldı ve kullandırıldı! Daha nice facialar işlendi!

8- Zamanımızda bir alimden istifade etmek için, o alimin münafıkların mü’minlerden çok daha fazla olduğu bu ahir zaman insanları nezdinde meşhurlaşmış olmasını talep eden avam, Sufyan es-Sevrî rahimehullah’ı eleştiren ashabından çok daha ahmak kimselerdir!

Bu yüzden Muhammed b. İbrahim, İbn Baz, İbn Useymin, el-Fevzan, Rebi b. Hadi gibi Suud’un fasık ve münafık yöneticileriyle sıcak ilişkiler içinde olan yahut el-Elbani gibi meşhur olmuş kimselerin, sonra Mustafa el-Adevi, Ebu İshak el-Huveyni vb. gibi video sureti cürmünün elebaşı olan kimselerin fetvalarını esas almışlar, kitap, sünnet ve salih selefin menhecinden delillere ittibayı bu meşhur alimlere arz etmedikçe kabul etmez olmuşlardır. Hakkın delillerini ortaya koymaya çalışan ilim ehlinden birçoğunun delillerini de bahsi geçen unsurlarla meşhur olmadıkları için reddetmişlerdir!

Bu bela, bu ahmak avamın birçok fitnelere düşmelerine sebep olmuş, son olarak da korona fitnesinde tamamen hocalarıyla beraber dinden çıkmalarına kadar gitmiştir!

Allah Sufyan es-Sevrî ve onun gibi basiretle hareket edip salih seleflerine uyan, bizlere doğru yolları gösteren ve ahmaklıkları fark etmeyi öğreten imamlara rahmet etsin.

19 Temmuz 2025 Cumartesi

Tütsü Kullanmanın Hükmü

 

بســـم الله الرحمن الحيم

Hamd Allah'a mahsustur.

İbn Teymiyye ve Zehebi (Allah onlara rahmet etsin) tütsüyü kâfirlere benzeme olarak değerlendirmişlerdir. Batıl din mensubu bazı kimseler tütsü ile kutsama yaparlar. Bazıları da tütsü yakıldığında ulvi ruhların hazır bulunacaklarına itikad ederler. Maalesef bu inanç bizim toplumumuzda da cahil insanlar arasında yayılmakta, büyücüler tarafından kullanılmaktadır.

Tütsü kullanmadaki amaç bunlar değil de, güzel koku edinmek veya ölünün cesedinin kokmamasını sağlamak olursa inşaallah bunda sakınca yoktur ve bu kâfirlere benzemek olmaz. Zira bu sünnette de varit olmuştur.

Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki:

إِذَا أَجْمَرْتُمُ الْمَيِّتَ فَأَجْمِرُوهُ ثَلَاثًا

Ölülerinizi (kefenlerini) üç defa tütsüleyin[1]

Nafi rahimehullah şöyle demiştir:

كَانَ ابْنُ عُمَرَ إِذَا اسْتَجْمَرَ اسْتَجْمَرَ بِالْأَلُوَّةِ غَيْرَ مُطَرَّاةٍ وَبِكَافُورٍ يَطْرَحُهُ مَعَ الْأَلُوَّةِ ثُمَّ قَالَ هَكَذَا كَانَ يَسْتَجْمِرُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“İbn Ömer radıyallahu anhuma tütsülendiği zaman karışımsız uluvve (öd ağacı) ile ve uluvve ile beraber kâfur karıştırarak tütsülenir ve sonra şöyle derdi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu şekilde tütsülenirdi.”[2]

Fatıma (bt. Munzir) rahimehallah dedi ki: Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anha ölmek üzereyken şöyle dedi:

إِذَا أَنَا مِتُّ فَاغْسِلُونِي وَكَفِّنُونِي وَأَجْمِرُوا ثِيَابِي

“Ben öldüğüm zaman beni yıkayın, kefenleyin ve kefenimi tütsüleyin.”[3]

   Nafi rahimehullah dedi ki:

أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ يُجَمِّرُ ثِيَابَهُ فِي كُلِّ جُمُعَةٍ

İbn Ömer radıyallahu anhuma her Cum’a elbisesini tütsülerdi.[4]

Salim b. Abdillah b. Ömer rahimehullah dedi ki:

إِنَّهُ كانَ مِن شَأن عَبد الله بن عُمَر أَنَّهُ كانَ يَأمُرُ بِثيابِه فَتُجَمَّرُ كُلَّ جُمُعَةٍ

“Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma her Cuma elbisesinin tütsülenmesini emrederdi.”[5]

Nafi rahimehullah şöyle dedi:

أَجمَرتُ لاِبن عُمَر ثَوبَين يَومَ الجُمُعَة بِالمَدينَةِ فَلَبِسَهُما يَومَ الجُمُعَةِ

“İbn Ömer radıyallahu anhuma için Medine’de Cuma günü iki elbisesini tütsüledim, onları Cuma günü giydi.”[6]

   İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ يُجَمِّرُ الْمَسْجِدَ فِي كُلِّ جُمُعَةٍ

Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh her Cuma mescidi tütsületirdi.”[7]

Hasen b. Ali b. Huseyn b. Hasen rahimehullah’tan – ki o insanların hayırlılarından idi – şöyle demiştir:

أنّ رسول الله صلى الله عليه وسلم أمر بإجمار المسجد يوم الجمعة

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Cuma günleri mescidin tütsülenmesini emretti.”[8]

Ebu Hureyre radıyallahu anh ile İbn Sirin, Hasen el-Basri ve İbrahim en-Nehaî rahimehumullah; kefenin tütsüleneceğini söylemişlerdir.[9]

Nuaym b. Abdillah el-Mucmir rahimehullah’ın babası Abdullah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidini tütsülediği için “El-Mücmir” lakabını almıştır.[10]

İbn Zebale, Nuaym el-Mucmir’den, o da babasından rivayet ediyor: “Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh ona şöyle dedi:

أتُحسنُ أن تطوفَ ‌على ‌النَّاس ‌بالمَجْمَرة تُجمِّرهم؟ فقال نعم فكان يُجمِّر يومَ الجمعة

“İnsanların etrafında dolaşıp onları tütsülesen iyi olmaz mı?” O da: “Evet” dedi. Ömer radıyallahu anh Cuma günleri tütsülüyordu.”[11]

Ammar b. Sa’d b. Karaz rahimehullah’tan:

أَتَى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رضي الله عنه ‌بِمِجْمَرَةٍ ‌مِنْ ‌فِضَّةٍ فِيهَا تَمَاثِيلُ مِنْ الشَّامِ فَدَفَعَهَا إلَى سَعْدٍ جَدِّ الْمُؤَذِّنِينَ فَقَالَ اُجْمُرْ بِهَا فِي الْجُمُعَةِ وَفِي شَهْرِ رَمَضَانَ قَالَ فَكَانَ سَعْدٌ يُجَمِّرُ بِهَا فِي الْجُمُعَةِ وَكَانَتْ تُوضَعُ بَيْنَ يَدَيْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رضي الله عنه حَتَّى قَدِمَ إبْرَاهِيمُ بْنُ يَحْيَى بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ الْعَبَّاسِ الْمَدِينَةَ وَالِيًا سَنَةَ سِتِّينَ وَمِائَةٍ فَأَمَرَ بِهَا فَغُيِّرَتْ وَجُعِلَتْ صَلَاحًا وَهِيَ الْيَوْمَ بِيَدِ مَوْلًى لِلْمُؤَذِّنِينَ

“Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh, Şam’dan üzerinde timsaller bulunan bir buhurdanlık getirtti, onu müezzinlerin dedesi Sa’d (b. Karz) radıyallahu anh’e verdi ve dedi ki:

“Bununla her Cuma günü ve Ramazan ayında tütsüleyin.” Sa’d radıyallahu anh Cuma günleri onunla tütsü yapar, Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’ın önüne konulurdu. Ta ki 166 senedinde İbrahim b. Yahya b. Muhammed b. El-Abbas Medine’ye vali olunca onun değiştirilmesini emretti. O bugün müezzinlerin bir azatlısının elindedir.”[12]

Muhammed b. İsmail, babasından rivayet ediyor: “O, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın yanına bir sepet öd ağacı ile geldi. İnsanlara bu yetmezdi. Ömer radıyallahu anh dedi ki:

‌اجمروا ‌بِهِ ‌الْمَسْجِدَ لِيَنْتَفِعَ بِهِ الْمُسْلِمُونَ فَبَقِيَتْ سُنَّةً فِي الْخُلَفَاءِ يُؤْتَى كُلُّ عَامٍ بِسَفَطِ عُودٍ يُجَمَّرُ بِهِ الْمَسْجِدُ لَيْلَةَ الْجُمُعَةِ وَيَوْمَ الْجُمُعَةِ عند المنبر من خلفه إِذَا كَانَ الإِمَامُ يَخْطُبُ

"Bununla mescidi tütsülendirin ki; Müslümanlar bundan fayda görsünler.” Bu âdet, halifelerin bugüne kadar süren bir geleneği haline geldi. Her yıl bir sepet öd ağacı getirilir, cuma gecesi ve cuma günü minberin yanında ve imam hutbe verirken onun arkasında yakılırdı.”[13]

Mutarrif rahimehullah dedi ki:

ويوضع عود فلا يزال يبخر حتى يفرغ من حديث رسول الله صلى الله عليه وسلم

“İmam Malik b. Enes rahimehullah’ın meclisine öd ağacı konulur, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis rivayetini bitirene kadar tütsü yakılmaya devam edilirdi.”[14]

Vehb b. Munebbih rahimehullah dedi ki:

كَانَ هَارُونُ هُوَ الَّذِي يُجَمِّرُ الْكَنَائِسَ

“Harun aleyhisselam ibadethaneleri tütsülerdi.”[15]



[1] Muslim’in şartına göre sahih. Ahmed (3/331) İbn Ebi Şeybe (2/467) Bezzar (813) İbn Hibban (7/302) Hakim (1/506) İbn Huzeyme (76) Ebu Ya’la (4/197) Beyhaki (3/405) Tarihu İbn Main (3/307) Deylemi (2569) Zeylai Nasbu’r-Raye (2/264) Mecmau’z-Zevaid (3/26) İbn Hacer ed-Diraye (1/232) el-Elbani Sahihu’l-Cami (278)

[2] Sahih. Muslim (2254)

[3] Sahih. İbn Sa’d (8/254) İbn Ebi Şeybe (2/467)

[4] Buhari ve Muslim’in şartlarına göre sahih. İbn Ebi Şeybe(1/481)

[5] Sahih. İbn Sa’d Tabakat (4/159)

[6] Sahih. İbn Sa’d Tabakat (4/160)

[7] Hasen. İbn Ebi Şeybe (2/141) Ebu Yala (1/170) İbn Abdilberr et-Temhid (16/177)

[8] Mürsel. Es-Semhudi Vefau’l-Vefa (2/546) Suyuti Nuru’l-Lum’a Fi Hasaisi’l-Cum’a (68)

[9] İbn Ebi Şeybe (2/467) İbn Kudame el Mugni (2/169)

[10] Bkz.; Fethul Bari (2/7) Tehzibu’t-Tehzib (10/414) Tehzibu’l-Kemal (29/488) Taberani Sagir (2/32) Nevevi el-Minhac (3/134) İbn Abdilberr et-Temhid (16/177) Zürkani Şerhu’l-Muvatta (1/106) İsbehani Ricalu Muslim (2/295) Ebu Ya’la el-Halili el-İrşad (1/217) Kettani Teratibu’l-İdariye (1/170) bkz.: el-Müdevvene (1/107)

[11] Es-Semhudî Vefau’l-Vefa (2/547) Sehavi et-Tuhfetu’l-Latife (4/177)

[12] Zayıf. İbn Neccar Durretu’s-Semine Fi Ahbari’l-Medine (2/364) İbn Rusteh el-Âlâku’n-Nefise (s.66) İbnu’z-Ziya Tarihu Mekke (s.277) Semhudi Vefau’l-Vefa (2/662) en-Nehravani Tarihu’l-Medine (s.104) İsnadında Abdullah b. Muhammed b. Ammar b. Sa’d b. Karaz ve Abdurrahman b. Sa’d b. Ammar b. Sa’d b. Karaz zayıftır.

[13] İbnu’l-Cevzi Musiru’l-Azmi’s-Sakin (434) İbnu’n-Neccar ed-Durretu’s-Semina (187) İbnu’z-Ziya Tarihu Mekke (s.277) Es-Semhudi Vefau’l-Vefa (2/546)

[14] Kadı Iyad Tertibu’l-Medarik (2/15) Kadı Iyad eş-Şifa (s.431)

[15] İbn Ebi Şeybe (7/221)

15 Temmuz 2025 Salı

Dinlerini Yalan Üzerine Bina Eden Rafizilere Benzeşenler!

Cerh ve ta’dil âlimleri Rafizî Şiîlerdeki yalanın diğer fırkalardaki yalandan daha bariz olduğunda ittifak etmişlerdir.

El-A’meş rahimehullah Şia adına yalanlar uyduran el-Mugira b. Said el-Kufi ve ashabını kastederek şöyle demiştir:

أَدْرَكْتُ النَّاسَ وَمَا ‌يُسَمُّونَهُمْ ‌إِلَّا ‌الْكَذَّابِينَ

“Öyle insanlara yetiştim ki sadece yalancıların isimlerini verdiler.”[1]

İbnu’l-Mubarek rahimehullah dedi ki:

سَأَلَ أَبُو عِصْمَةَ أَبَا حَنِيفَةَ مِمَّنْ تَأْمُرُنِي أَنْ أَسْمَعَ الْآثَارَ؟ قَالَ مِنْ ‌كُلِّ ‌عَدْلٍ ‌فِي ‌هَوَاهُ ‌إِلَّا ‌الشِّيعَةَ فَإِنَّ أَصْلَ عُقَدِهِمْ تَضْلِيلُ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وآله وسلم وَمَنْ أَتَى السُّلْطَانَ طَائِعًا أَمَا إِنِّي لَا أَقُولُ إِنَّهُمْ يُكَذِّبُونَهُمْ أَوْ يَأْمُرُونَهُمْ بِمَا لَا يَنْبَغِي وَلَكِنْ وَطَّأُوا لَهُمْ حَتَّى انْقَادَتِ الْعَامَّةُ بِهِمْ فَهَذَانِ لَا يَنْبَغِي أَنْ يَكُونَا مِنْ أَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ

“Ebu İsme, Ebu Hanife’ye: “Kimden hadis dinlememi emredersin?” diye sordu. O da dedi ki: “Şia dışında hevasında adalet sahibi olan herkesten dinle. Zira Şia’nın akidesinin aslı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını sapık görmektir. Yine kendi isteğiyle yöneticilere gidenlerden de dinleme. Ben onların yalan söylediklerini veya uygun olmayan şeyi emrettiklerini söylemiyorum. Lakin onların yöneticilere gitmeleri halinde halk onları örnek alır. Bu durum ise müslümanların imamlarından olacak bir kimseye yakışmaz.”[2]

Hammad b. Seleme rahimehullah şöyle demiştir: “Rafizilerin şeyhlerinden biri bana şöyle dedi:

كُنَّا إِذَا اجْتَمَعْنَا وَاسْتَحْسَنَّا ‌شَيْئًا ‌جَعَلْنَاهُ ‌حَدِيثًا

“Biz bir şeyi güzel bulur ve sözbirliği edersek onu hadis kılardık.”[3]

Muhammed b. Said el-Esfehanî’den: “Şerik rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

أَحْمِلُ الْعِلْمَ عَنْ كُلِّ مَنْ لَقِيتُ إِلَّا الرَّافِضَةَ فَإِنَّهُمْ يَضَعُونَ الْحَدِيثَ وَيَتَّخِذُونَهُ دِينًا

“Rafıziler dışında karşılaştığım herkesten ilim aldım. Zira Rafiziler hadis uyduruyor ve onu din ediniyorlar.”[4]

Yunus b. Abdila’lâ dedi ki: “Eşheb şöyle dedi: “Malik rahimehullah’a Rafiziler hakkında sorulunca şöyle dedi:

لَا تُكَلِّمْهُمْ وَلَا تَرْوِ عَنْهُمْ فَإِنَّهُمْ يَكْذِبُونَ

“Onlarla konuşma ve onlardan rivayette bulunma! Zira onlar yalan söylüyorlar.”[5]

Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle demiştir:

‌الدِّينُ ‌لأَهْلِ ‌الحَدِيثِ ‌وَالكَلَامُ وَالحِيَلُ لأَهْلِ الرَّأْيِ وَالكَذِبُ لِلْرَّافِضَةِ

“Dindarlık Hadis Ehlindedir. Kelam ve hile re’y ehlindedir. Yalan ise Rafizilerdedir.”[6]

Harmele dedi ki: “Şafii radıyallahu anh’ı şöyle derken işittim:

مَا رَأَيْتُ أَشْهَدَ عَلَى اللَّهِ بِالزُّورِ مِنَ الرَّافِضَةِ

“Rafiziler kadar yalanına Allah’ı şahit tutan kimse görmedim.”[7]

Muemmel b. İhab’dan: Yezid b. Harun rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

يَكْتُبُ عَنْ كُلِّ صَاحِبِ بِدْعَةٍ إِذَا لَمْ يَكُنْ دَاعِيَةً إِلَّا الرَّافِضَةَ فَإِنَّهُمْ يَكْذِبُونَ

“Bid’atine davetçi olmayan her bid’atçiden hadis yazılır. Ancak Rafiziler hariç. Çünkü onlar yalan söylüyorlar.”[8]

Şia yalanı şiar edinmişler, buna “takiyye” adıyla da dini bir kılıf uydurmuşlardır. Ali radıyallahu anh ve ehli beyti üzerine de yalanlar söyleyip iftira etmekten sakınmamaktadırlar.

Ebu Amr el-Keşşî, er-Rical kitabında şöyle zikreder: “Ebu Abdillah Cafer es-Sadık dedi ki:

. .: كَانَ يَكْذِبَانِ عَلَى (ع) ثُمَّ ذَكَرَ وَبَزِيعًا وَالسَّرِيَّ وَمَعْمَرًا وَبَشَّارًا الْأَشْعَرِيَّ وَحَمْزَةَ الْيَزِيدِيَّ وَصَائِدًا النَّهْدِيَّ وَقَالَ:.

إِنَّا أَهْلُ بَيْتٍ ‌صَادِقُونَ ‌لَا ‌نَخْلُو ‌مِنْ ‌كَذَّابٍ ‌يَكْذِبُ عَلَيْنَا فيسقط صدقنا بكذبه علينا عند الناس كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صلى الله عليه وسلم) أَصْدَقَ الْبَرِيَّةِ لَهْجَةً وَكَانَ مُسَيْلِمَةُ يَكْذِبُ عَلَيْهِ وكان أمير المؤمنين علي بن أبي طالب أصدق من برأ الله من بعد رسول الله وكان الذي يكذب عليه عبد الله بن سبأ لعنه الله وكان أبو عبد الله الحسين بن علي قد ابتلي بالمختار الثقفي ثُمَّ ذَكَرَ عَلِيِّ بْنِ الْحُسَيْنِ فَقَالَ كان يكذب عليه أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَارِثَ الشَّامِيَّ وَبَنَانَ ثُمَّ ذَكَرَ الْمُغِيرَةَ بْنَ سَعِيدٍ والسري وَأَبَا الْخَطَّابِ … فَقَالَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَإِنَّا لَا نَخْلُو مِنْ كَذَّابٍ يَكْذِبُ عَلَيْنَا كفانا الله مؤنة كل كذَّاب وأذاقهم الله حرَّ الحديد

“Biz Ehl-i Beyt olarak doğru sözlü kimseleriz. Yalancılardan ve bizim adımıza yalan söyleyenlerden selamette değiliz. Bizim doğruluğumuzu insanlar katında bizim adımıza söylenen yalanlar düşürmüştür. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en doğru konuşanı idi. Museyleme O’nun adına yalan söyledi. Mü’minlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra en doğru sözlü kişiydi. Abdullah b. Sebe – Allah ona lanet etsin – onun adına yalan söyledi. Ebu Abdillah el-Huseyn b. Ali radıyallahu anhuma, el-Muhtar es-Sekafî ile müptela oldu.” Sonra Ali b. el-Huseyn (Zeynu’l-âbidin) rahimehullah’tan bahsetti ve dedi ki:

“Onun adına da Ebu Abdillah el-Haris eş-Şamî ve Bunân yalan söyledi.” Sonra el-Mugire b. Said es-Serî ve Ebu’l-Hattab’dan… bahsetti ve dedi ki:

“Allah onlara lanet etsin! Yalancıların adımıza söyledikleri yalanlardan kurtulamadık! Allah her yalancıya karşı bize yeter. Allah onları kızgın demirlerle dağlasın!”[9]

Rafiziler hevâlarına uyan hadisler ve haberler uydurmakta aşırı gitmişlerdir. Ali radıyallahu anh ve Ehl-i Beyt’in fazileti hakkında hadisler uydurdukları gibi başta Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma olmak üzere diğer sahabelerin zemmi hakkında da hadisler uydurmuşlardır. Hatta Şiî bir Mu’tzezilî edip olan İbn Ebi’l-Hadîd, Ömer radıyallahu anh’ın Fatıma radıyallahu anha’yı kapının arkasına sıkıştırması gibi Şianın uydurduğu bazı kıssaları zikrettikten sonra şöyle demiştir:

‌فَكُلُّ ‌ذَلِكَ ‌لَا ‌أَصْلَ ‌لَهُ ‌عِنْدَ ‌أَصْحَابِنَا وَلَا يُثْبِتُهُ أَحَدٌ مِنْهُمْ وَلَا رَوَاهُ أَهْلُ الحَدِيثِ وَلَا يَعْرِفُونَهُ وَإِنَّمَا هُوَ شَيْءٌ تَنْفَرِدُ الشِّيعَةُ بِنَقْلِهِ

“Bütün bunların ashabımız katında bir aslı yoktur, ashabımızdan hiçbiri bunları kabul etmez, hadis ehli bunları rivayet etmemişlerdir ve kabul etmemişlerdir. Bunlar sadece Şia’nın nakletmekte tek kaldıkları şeylerdir.”[10]

Yine Muaviye radıyallahu anh’ın zemmi hakkında da hadisler uydurmuşlardır. Bunun örneklerinden biri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle söylediğini nispet etmeleridir:

إِذَا ‌رَأَيْتُمْ ‌مُعَاوِيَةَ ‌عَلَى ‌مِنْبَرِي فَاقْتُلُوهُ

Muaviye’yi benim minberim üzerinde görürseniz onu öldürün!”[11]

Bunun gibi daha nice hadisler uydurmuşlardır. Hafızlardan birinin tespitine göre Kufe’de Şiaların Ali ve Ehli Beytin fazileti, diğer sahabelerin zemmi hakkında uydurdukları hadislerin sayısı üç yüz bini bulmuştu!

Hadis ve sünnet ehli ise itikadlarına uygun düşse bile yalandan razı olmazlar. Nitekim Ebu Bekr, Ömer, Osman ve hatta Muaviye radıyallahu anhum’un faziletleri hakkında isnadlarıyla nice hadisler en-Nakkaş, el-Katiî, es-Sa’lebî, el-Ehvazî, Ebu Nuaym, Hatib el-Bağdadî, İbn Asakir gibi kimseler tarafından rivayet edillmiş, hadis alimleri bunlardan yalan olanları açıklamadan bırakmamışlardır. Hatta hadisin isnadında cerh ve ta’dil olarak durumu meçhul olan tek bir ravisi bulunsa o hadisi kabul etmek hususunda duraklamışlardır. Bid’atçilerin kriteri ise, isnadının durumu ne olursa olsun, metninin hevalarına uygun düşmesidir![12]

Bu yüzden zamanımızın hevâ ehli, hadislerin isnadlarını inceleyip sahih olanı ve olmayanı tespit etmemizden son derece rahatsız oluyorlar!

Ebu Nasr b. Selam Buhârî el-Fakih rahimehullah dedi ki:

لَيْسَ شَيْءٌ أَثْقَلَ عَلَى أَهْلِ الَإِلْحَادِ وَلَا أَبْغَضَ إِلَيْهِمْ مِنْ سَمَاعِ الْحَدِيثِ وَرِوَايَتِهِ بِإِسْنَادِهِ

“İlhâd ehline hadisi ve isnadıyla rivayetini dinlemekten daha ağır gelen ve daha çok buğzettikleri bir şey yoktur.”[13]

Evet, eskiden beri sapıklar bundan rahatsız oluyorlardı! Ebu Nasr el-Fakih böyle demiştir, çünkü o zamanda hadisin sahihi ile sakimi isnad zinciriyle biliniyordu, hadis ehli katında raviler isimleri ve nispeleriyle bilinmekte, kimin rivayetine güvenilip kiminkine güvenilmeyeceği isnad zinciri ile anlaşılıyordu. Bizim zamanımızda ise ravi sayısı çoğaldığı için, hadisle amel eden herkesin bütün ravileri tanımaları mümkün değildir. Bu yüzden bu ilmin ehli olan hadis uzmanı dürüst alimlerin, hadisin sıhhati hakkındaki şahitliğiyle, onların rical ve metin tahkikleriyle ortaya koymuş oldukları çabaların sonuçlarıyla amel etmek mecburiyeti vardır.  

Sözün kısası, dün hadislerin isnadıyla rivayet edilmesine karşı çıkan zihniyet ile bugün hadislerin sıhhat hükümlerinin belirtilmesine karşı çıkan zihniyet aynıdır!

Çünkü onlar hadis metinlerinin sahih olup olmadığına aldırmaksızın, yalnızca hevâlarına uygun olmasını murad ediyorlar! Tıpkı yalanı din edinen Rafizîler gibi!



[1] Minhacu’s-Sunne (1/16)

[2] Hatib el-Kifaye (s.203)

[3] Hatib el-Cami (162)

[4] Zehebi Mizanu’l-İ’tidal (1/28)

[5] Zehebi Mizanu’l-İ’tidal (1/27)

[6] Zehebi el-Munteka (s.480)

[7] İbn Ebî Hâtim Adabu’ş-Şafii (s.144) Hatib el-Kifaye (s.202) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (9/114)

[8] Minhacu’s-Sunne (1/16) Mizanuı’l-İ’tidal (1/28)

[9] Keşşi er-Rical (s.257)

[10] Şerhu Nehci’l-Belaga (1/135)

[11] Bkz.: Suyuti el-Lealiu’l-Masnua (1/323)

[12] Bkz.. Zehebi el-Munteka (s.480)

[13] Herevi Zemmu’l-Kelam (239) Hâkim Marife (s.4) Sabuni Akide (s.35) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (157)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)