Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

30 Ekim 2018 Salı

Fetih’ten Sonra Hicret Yok, Cihad ve Niyet Vardır Hadisi

Polen yayınları arasında çıkan Fethu’l-Bari muhtasarı tercümesinde Sahihu’l-Buhari’deki 4309 nolu hadis şu şekilde tercüme edilmiştir:
عَنْ مُجَاهِدٍ، قُلْتُ لِابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا: إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُهَاجِرَ إِلَى الشَّأْمِ، قَالَ: لاَ هِجْرَةَ، وَلَكِنْ جِهَادٌ، فَانْطَلِقْ فَاعْرِضْ نَفْسَكَ، فَإِنْ وَجَدْتَ شَيْئًا وَإِلَّا رَجَعْتَ
Mucahid: “İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya “Ben Şam’a hicret etmek istiyorum” dedim. O: “Hicret yoktur. Fakat cihad vardır. Git kendi durumunu gözden geçir. Eğer (uygun) bir halde olduğunu görürsen (gidersin) değilsen dönersin.”
Evet, eser bu şekilde tercüme edilmiştir ve tercüme metinlerden içtihada kalkışan, ilim ehline müracaattan uzak duran avam bu gibi hatalı tercümeler sebebiyle sapık bid’atçiler haline dönüşmektedir.
Bu yüzden avamın kesinlikle tercüme edilmiş hadis şerh kitapları yerine hayatta olan ilim ehliyle irtibatta olması zorunludur. Avam için hadis şerhi kitapları kadar zararlı bir şey yoktur! Şerh kitaplarından ancak ancak ilim ehli istifade edebilir. Avam ise âlimlerle istişare halinde yalnızca hadis metinleri okumalı, anlamadığı konularda şerh kitaplarına değil, hayatta olan âlimlere müracaat etmelidir.
İnegölde kalplerinde eğrilik bulunan, müteşabihlerin peşinde koşan ve müslümların arasında fitne tohumları ekmek isteyen bazı sapıklar – ki Bursa ve İnegöl fitne ve fesat tarlasıdır, salah eksen fesat biter – yukarıda aktardığım hatalı tercüme sebebiyle yeni bir fitnenin peşine düşmüşlerdir.
Üzerlerine vacip olan şeyleri değil de, ancak üstlerine vazife olmayan konularda, hevâlarına uyan bir delil bulabilme arzusuyla yapılan kısır araştırmanın neticesidir bu. Hâlbuki Allah bu fitne peşinde koşanları daha önce defalarca imtihandan geçirmiş, her defasında fitne tarafında olmayı tercih etmişler, suçları görmezden gelinmiş, yine de ibret almamışlardır.
Onlar görmüyorlar mı ki, her sene, bir yahut iki defa sınanıyorlar da, yine de tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar” (Tevbe 126)
Gelelim Buhârî’de yer alan İbn Ömer radiyallahu anhuma rivayetine:
İbn Hubeyre “Hicret yoktur. Fakat cihad vardır.” Kavlini şöyle açıklamıştır: “Burada cihadın hicret diye adlandırılmasına karşı çıkma söz konusudur.”[1]
Kastallanî, Zekeriyya el-Ensari ve Bedruddin el-Aynî Buhârî şerhlerinde, “Eğer (uygun) bir halde olduğunu görürsen (gidersin) değilsen dönersin” şeklinde tercüme edilen:  فَإِنْ وَجَدْتَ شَيْئًا وَإِلَّا رَجَعْتَ” kavlini şöyle açıklamıştır: “Kendinde cihad için kuvvet bulursan gidersin, aksi halde bu gücü kendinde bulamazsan geri dönersin.” [2]
Görünen o ki, Fethu’l-Bari mütercimleri İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın sözünü anlamamışlar ve bu şekilde hatalı anlayışlara sebep olabilecek şekilde tercüme etmişlerdir.
Doğrusu şudur: “Mucahid rahimehullah Şam’a cihad etmek için gitmek istiyordu. Bunu ifade ederken: “Şam’a hicret etmek istiyorum” dedi. İbn Ömer radiyallahu anhuma da onun cihad yolculuğuna “hicret” ifadesini kullanmasına karşı çıkarak: “Hicret yok, cihad vardır, git, kendini cihada arz et, eğer kendinde buna kuvvet bulursan cihad et, aksi halde (güç bulamazsan) geri dön” dedi.
Evet, cihada hicret demesine karşı çıktı, çünkü hicretten dönmek irtidattır, cihaddan dönmek ise böyle değildir. Bu, selefin ıstılahları yerinde kullanmaya gösterdikleri özene bir örnektir. Lakin bu rivayetin, hicretin iptali manasında delil getiren eblehlerin akılları kalplerinden kilometrelerce yukarıdadır! Onlar daha önce aktardığımız, Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde, Haccac’ın, Seleme radiyallahu anh’e: “Hicretinden irtidat etmişsin” demesine karşılık, kendisinin Allah rasulünden izinli olduğunu mazeret göstermesini okumamışlar mıydı? Haccac ile Seleme radiyallahu anh’ın bu konuşmasının, Fetihten yıllarca sonra meydana gelmiş olduğunu hiç düşünmediler mi?
Lakin heyhat! Dertleri naslara tabi olmak değil, eğri ya da doğru ellerinde bir şekilde sopa olsun istiyorlar. Allah’tan afiyet ve selamet dileriz.
Fetih’ten sonra hicret yoktur ancak cihad ve niyet vardır” hadisine gelince, bu durum Kitap ve sünnet naslarında yeterince açıktır:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad edenler ile barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridirler. İman edip hicret etmeyenler de hicret edinceye kadar sizin için onların velayetlerinden hiçbir şey yoktur. Fakat din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek sizin üzerinize borçtur. Ancak sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir toplum aleyhine olması müstesna. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Enfal 72)
Burayde radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ordu veya müfreze gönderdiği zaman kendisine özellikle Allah Teâlâ’dan sakınmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayırla davranmasını öğütlerdi. Sonra şöyle buyururdu:
Allah Teâlâ’nın yolunda, O’nun adıyla savaşın ve kâfirlerle çarpışın. Müşriklerden düşmanla karşılaştığın zaman onları üç şeye davet et. Birini kabul ettiklerinde artık onları bırak.
Onları; İslam’a davet et. Şayet kabul ederlerse onlarla savaşma. Sonra onlara kendi ülkelerini bırakıp muhacirlerin yurduna göçmelerini teklif et ve bu durumda muhacirlerin lehine olan şeyin onların da lehine olduğunu, muhacirlerin aleyhine olan şeyin onların da aleyhine olacağını söyle.
Eğer hicreti kabul etmezlerse bedevî Müslümanların hükmünde olacaklarını, müminlere uygulanan Allah Teâlâ’nın hükümlerinin onların da üzerine uygulanacağını bildir. Müslümanlarla birlikte savaşmadıkları sürece ganimetten ve vergiden pay alamayacaklarını söyle. Şayet kabul etmezlerse onlardan cizye iste.
Cizyeye razı olurlarsa onları bırak. Ama cizyeye de karşı çıkarlarsa Allah Teâlâ’dan yardım dile ve onlarla savaş.
Kale halkını kuşatırsan ve senden Allah’ın zimmetini (güvencesini) ve nebisinin zimmetini isterlerse onlara ne Allah’ın zimmetini ne de nebisinin zimmetini ver. Lakin onlara kendi zimmetini ve arkadaşlarının zimmetini ver. Zira sizlerin kendi zimmetinizi delmeniz, Allah’ın zimmetini ve rasulünün zimmetini delmenizden ehvendir.
Bir kale halkını kuşatırsan ve senden Allah’ın hükmü üzere muamele etmeni isterlerse onlara Allah’ın hükmü üzere muamele etme. Lakin onlara kendi hükmün üzere muamele et. Zira onlar hakkında Allah’ın hükmüne isabet edip etmediğini bilemezsin.”[3]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Hicret eden mümin hicret etmeyen müminin velisi ve mirasçısı olamıyordu. Aynı şekilde hicret etmeyen mümin de hicret eden müminin velisi ve mirasçısı olamıyordu. Bu uygulama, Mekke feth edilip de insanlar akın akın İslam’a girince: “Sonradan iman edip hicret edenler ve cihad edenler, işte onlar da sizdendir. Akrabalar Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındır. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilendir.” (Enfal 75) Ayeti ile nesh edildi.”[4]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın akrabalar dışında azatlıların kişiye mirasçı olamayacaklarını söylediği nakledilince şöyle dedi: “Heyhat, heyhat! Oysa hicret etmeyenler değil, hicret edenler birbirlerine mirasçı olurlardı. Sonrasında ise Enfal 75 nazil oldu.” Böylece İbn Abbas radıyallahu anhuma azatlıların kişiye mirasçı olacağını söylemiştir.”[5]
Said b. Cubeyr rahimehullah dedi ki: “Bu ayet daha öncesinde olan kardeşlik akdi, miras konusunda sözleşme ve hicretten dolayı varis olma gibi uygulamaları nesh etmiştir ve terekenin paylaşımı akrabalara bırakılmıştır…”[6]




[1] İbn Hubeyre el-İfsah Min Meaniyi’s-Sihah (4/246)
[2] Kastallani İrşadu’s-Sari (6/400) Ayni Umdetu’l-Kari (17/292) Zekeriyya el-Ensari Minhatu’l-Bari (7/409)
[3] Sahih. Muslim (1731) Ahmed (22978)
[4] Hasen. İbn Ebî Hâtim (9187, 9191, 9193) Ebu Ubeyd Nasihu’l-Kur’an (s.321)
[5] Sahih. Hâkim (4/344) İbn Ebî Hâtim (9209)
[6] Hasen. İbn Ebî Hâtim (9208)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)