Daru’n-Nifak ve Daru’l-Harpte Tekfir Meselesi ile
Dövmenin Meşru Olan Şekli Hakkında
Ebu
Muaz el-Çubukâbâdî
Muaviye b. el-Hakem es-Sulemî radiyallahu anh’den: “Benim bir cariyem
vardı. Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyunlarımı güderdi. Bir gün kendisini
dolaşmaya gittim. Bir de ne göreyim! Onun koyunlarından birini kurt götürmüş!
Ben de âdemoğullarından bir adamım. Onlar gibi ben de üzülürüm! Lâkin cariyeye
öyle bir tokat vurdum ki!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim. Bu
yaptığımı bana fazla buldu. Ben:
“Ey Allah’ın rasulü! O halde cariyeyi âzât edeyim mi?” dedim. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sen onu bana getir” buyurdu. Derhâl getirdim. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ona:
“Allah nerededir?” diye sordu. Câriye: “Göktedir” dedi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ben kimim?” dedi. Cariye:
“Sen Allah’ın rasulüsün” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki:
“Onu âzâd et; çünkü o mü'minedir.”[1]
Faideler:
1- Bedevilerden olan bu sahabenin cariyesinin namaz kılanlardan olduğu bilinmemektedir.
Bu yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona itikadıyla ilgili sorular
sorarak iman edip etmediğini anlamak istemiştir. Namazın terki şüphesiz
küfürdür. Lakin bu mutlak hükümdür. Muayyenlerde medine ortamında yani
müslümanların tevhid, sünnet ve ilim üzere cemaat olduğu, namazları ve din
şiarlarını cemaat halinde yerin getirdikleri bir beldede olmayan kimseler
namazı terk sebebiyle tekfir edilmezler.
Nitekim Ebu Said el-Hudri radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste
Zu’l-Huveysira et-Temimi denilen bir bedevi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e Allah’tan kork! Adil taksim yapmıyorsun dediği zaman Halid b. el-Velid
radiyallahu anh ey Allah’ın rasulü bırak da şu münafığı öldüreyim demiş,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise ona münafık hükmü vermesine karşı
çıkmamıştır çünkü bu adam küfür sözü söylemiştir. Sonra buyurdu ki:
“Hayır, belki namaz kılan bir kimse olur” buyurdu. Hâlid radiyallahu
anh dedi ki: “Nice namaz kılan var ki kalbinde olmayanı dili ile söylüyor.”
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben, ne insanların kalplerini açmaya me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!”[2]
Bu rivayette de görüldüğü gibi namaz kılmayan bir adam küfür sözü söylediği
halde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun mürted olduğuna hükmetmemiş,
fakat onun münafık olduğuna hükmedilmesine de karşı çıkmamıştır.
Naslarda küfür olduğu zikredilen bazı ameller vardır ki, bu amellerin küfür
olduğuna hükmedildiği halde amelin sahiplerine muayyen olarak kafir hükmü
verilmez. “Müslümana sövmek fasıklık, onu öldürmek ise küfürdür” hadisinde
olduğu gibi.
İrtidat yani dinden çıkmaya hükmetmek meselesi ise siyasi bir meseledir.
Bir kimsenin mürted olduğuna hükmetmek müslümanların yöneticilerinin ve
kadılarının yetkisinde olan bir iştir. Çünkü bu, had cezasını gerektiren
hükümlerdendir ve mürtedin haddi öldürülmesidir.
İçinde yaşadığımız ülke Cumhuriyetin ilk kurulduğu, namazlara, Kur’an’a,
islam ilimlerine ve âlimlerine, ezana vb. müdahale edildiği, islamın şiarlarına
karşı soğuk harp işletildiği yıllarda darul harp idi. Sonra Adnan Menderes
zamanında küfür şiarlarıyla birlikte İslamın şiarlarını da serbest bırakan ama
kendileri münafık olan yöneticiler başa geldi. Böylece ülkemiz daru’s-sulh veya
diğer tabirle daru’n-nifak hükümlerine döndü. Plandemi bahanesiyle cemaatle
namaz yasaklanana kadar durum böyleydi ve hadisleri inkâr eden, Allah’ın
sıfatlarını inkâr eden, cehmi, rafizi vb. küfür akidesinde kimselerle
kalbindeki küfrü diliyle açıkça ilan eden kimselere zındık münafık muamelesi
yapıyorduk. Çünkü bu kimselere mürted hükmünü devletin hâkimleri vermesi ve
cezalandırması gerekiyordu ve bunu yapmıyorlardı. Bu vebal onlara aitti. Halk
olarak bizlerin onları cezalandırmak gibi bir salahiyetimiz olmadığı için
onların mürted olduğuna hükmedemiyorduk.
İslamın en başta gelen şiarlarından olan Hac ve cemaatle namazın dünya
çapında yasaklanmasıyla bütün ülkeler darul harbe döndü. Bu yasakları onaylayan herkes de cehalet veya
tevil mazeret olmaksızın küfre girdi. Çünkü bu konu dinin zaruri meselelerinden
olduğu için cehalet ve mazeret söz konusu değildir. Kişi namaz kılsa bile bu
yasakları onayladığında dinden çıkar. Ama namaz kılmayan biri bu yasaklara
karşı çıksa onun mürted olduğu söylenmez.
Avf b. Mâlik
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yöneticilerinizin hayırlıları
sizin kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, onlara dua ettiğiniz ve size dua
eden yöneticilerdir. Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz ettiğiniz
ve size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden
yöneticilerdir.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı
çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır! Yöneticilerinizde
hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde, amelini çirkin görün fakat itaatten
büsbütün el çekmeyin.”[3]
Ubâde b. es-Sâmit radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi
çağırdı ve O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı sözler arasında; dinçlik
ve isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta ve bizim aleyhimizde
kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz, yöneticilerle
çekişmememiz de vardı. Ancak katınızda Allah’tan bir burhan bulunan
apaçık bir küfür görmeniz hali bundan hariçtir.”[4]
Bu iki hadiste
görüldüğü gibi önceki hadiste namazı ikame ettikleri yani bu İslam
şiarını devam ettirdikleri sürece yöneticiye karşı çıkmak yasaklanırken ikinci
hadiste “katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık bir küfür görmeniz”
şartı istisna edilmektedir. Bunun anlamı namazın yasaklanmasının apaçık bir
küfür olduğu ve bunun katımızda Allah katından bir bürhan ile sabit olmasıdır.
Nitekim diğer hadiste şöyle gelmiştir:
Ebu Umame radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“İslam’ın kulpları birer birer
eksilecek, her bir kulp eksildiğinde insanlar sonrakine teşebbüs edecektir. İlk
eksilecek şey (Allah’ın indirdikleriyle) hüküm, sonuncusu da namaz olacaktır.”[5]
İlk eksilen şey
Allah’ın indirdikleriyle hükümdür ki, raşid hilafetin otuz sene süreceği
bildirilmiş, sonra ısırıcı sultanlığın başlayacağı ifade edilmiştir. Hadiste
bildirildiği gibi yönetimde zulüm meydana gelmeye başlamıştır. Yönetimde zulüm
demek, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hüküm demektir. Zira Allah’ın
indirdiği hükümlerde zulüm söz konusu olamaz. Bu yüzden ne Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bu yöneticilerin tekfirine işaret etmiş, ne de
müslümanlar bu yüzden yöneticileri tekfir etmişlerdir. İşte Haricilerin ve
Mürcie’nin sünnet ehline muhalefet ettikleri en önemli noktalardan birisi
budur. Sonra hadiste İslam’dan son eksilen şeyin namaz olduğu ifade
edilmektedir. Yani namaz da yasaklanınca artık İslam’dan bir şey kalmamış
demektir.
Bazıları
akidemizin değiştiği iddiasında bulunuyorlar. Halbuki Plandemiden önce sitemde 2018
tarihinde Daru’l-Harpten dolayı tekfir meselesiyle ilgili şu yazıyı
yayınlamıştım:
Bulaşıcı
hastalık hurafesi gibi yalanlara da şu hadiste işaret vardır:
Ebu Said
el-Hudri radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zulmeden ve
yalan söyleyen idareciler olacak. İnsanlardan aldanmış olanları (Şu’be
rivayetinde: “İnsanların değersizleri” dedi) bunlara gidecektir. Kim
onların yalanlarını tasdik ederse ben ondan değilim, o da benden değildir.”[6]
Bu manadaki
hadisler mütevatirdir.
İslam şiarlarının yasaklanması suretiyle ülkelerin darul harbe dönmesi,
öncesinde müslümanların münafık olan yöneticilerinin artık mürtetler oldukları
manasına gelmektedir ve muayyen bazı şahısların mürtet olduğuna hükmetme
mesuliyeti de daha önce münafık yöneticilerin üzerinde iken, onlar sakıt
olunca, halklar olarak bizim üzerimize yıkılmış durumdadır. Bu yüzden dikkat
edilmesi gereken hususlara uyarmak gerekir:
a- Umumi veya mutlak tekfir, muayyen tekfiri gerektirmez. Ülkemizde
maskelerle şeytanın dinine itaat ettiğini gördüğümüz genele bakarak kâfir
olduklarını söylüyorsak da, muayyen şahısların; onlar İslam şiarlarının
yasaklanmasını onayladıklarını açıkça ifade etmedikleri sürece kafir ve mürted
olduklarını asla söylemiyoruz!
b- Bir amelin küfür oluşunun naslarla sabit olması, o ameli işleyen
herkesin tekfir edilmesini gerektirmez. Bilakis tekfirin şartlarının yerine
gelmesi ve manilerinin ortadan kalması darulislamda da darulharpte de
gözetilmek zorundadır. Bu yüzden bu konuda ilim ehli söz sahibidir. İlim ehli
olmayanlar muayyen şahıslar hakkında küfre hüküm vermekten kaçınmalıdır.
Ancak namazın yasaklanması ya da farzlığının inkâr edilmesi, şer’i
tesettürün yasaklanması veya farziyetinin inkâr edilmesi, sünnetin inkâr
edilmesi gibi dinin zaruriyatıyla küfür olduğu bilinen meselelerde cehalet ve
tevil geçerli bir mazeret olmadığından böyle kimselere Daru’n-nifakta (Yani
islam şiarlarının yerine geldiği fakat yöneticilerin islam ahkâmını
uygulamadıkları ülkelerde) zındık hükmü verilirken, darulharpte mürted
muamelesi yapılır.
c- Namazı tembellikle terk eden kimseler darun-nifakta da, darulharpte de
zındık ya da mürted değil, münafık muamelesi görürler. Ancak namazın farz
oluşunu inkâr ya da namazı yasaklamak her halukarda sarih küfürdür. Dolayısıyla namazın farz oluşunu inkâr
etmeksizin tembellikle terk eden kimseler nifak küfründedirler. Bu kimselerin
velayetleri, akidleri, zimmetleri, nikâhları dünya hükmü bakımından geçerlidir.
Ahiretteki durumları ise, kendilerine hüccet ulaşmış olmasına rağmen namazı
terk ediyorlarsa ebedi ateştir.
2- Muaviye b. Hakem es-Sulemi radiyallahu anh hadisinden faydalara dönecek
olursak, iman ehlinden bir kimseyi dövmenin ne büyük bir suç olduğuna işaret
vardır. Bu hususta elimiz altındakiler yani eşlerimiz, çocuklarımız,
kölelerimiz hakkında şu uyarılar vardır:
Abdullah b. Amr b. el-As radiyallahu anhuma’dan:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yedi yaşına geldiklerinde
çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına geldiklerinde namaz kılmadığı takdirde
dövün ve yataklarının arasını ayırın….”[7]
Çocuklara yedi yaşında namazı emretmek söz konusu edildiğine göre bu yaştan
önce namaz, abdest, şartları, mufsitleri yani bozan şeyler gibi ahkâm eğitimi
verilmeli ki çocuklara bilmedikleri bir şey emredilmiş olmasın. Yedi yaşından
itibaren de üç sene boyunca namaz sadece emredilecek, çocuklar dövülmeyecektir,
dövmeksizin cezalandırmalar uygulanabilecektir! On yaşına gelmiş olmasına
rağmen namaz kılmamakta ısrar ederlerse dövmek meşru olmaktadır. Ancak yine
onların dünya hükmüyle tekfirine dair bir hükmün söz konusu edilmemesi
düşünülsün!
Eğer eşler veya çocuklar namaz kılıyorlarsa bu durumda onları dövmek caiz
olmaz:
Ebu Galib rahimehullah’tan: “Ebu Umame radiyallahu anh
dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber’den yanında iki köle
ile döndü. Ali radiyallahu anh dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Bunlar bize hizmet etsinler.” Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Bu ikisinden dilediğini al.” Ali radiyallahu anh dedi ki: “Benim
için sen seç.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Şunu al ve ona vurma. Zira ben Hayber dönüşümüzde onun namaz kıldığını
gördüm. Muhakkak ki ben namaz ehline vurmaktan yasaklandım.” Diğer köleyi
de Ebu Zer radiyallahu anh’e verdi ve buyurdu ki:
“Ona iyi davran.” Sonra dedi ki: “Ey Ebu Zer! Sana verdiğim köle
ne yaptı?” O da dedi ki: “Bana ona iyi davranmamı emretmiştin. Ben de onu
azat ettim.”[8]
Eşlerin dövülmesinin meşru olduğu haller ve dövmenin fıkhına gelince: Kişinin
eşini veya çocuğunu dövmesini meşru kılacak kadar ciddi bir suç işlemesi
durumunda kayıt konulmuştur
Muaviye b. Hayde radıyallahu anh’den: “Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Eşlerimizin
bizden biri üzerindeki hakkı nedir?” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yediğinde ona da yedirmen,
giydiğinde veya kazandığında ona da giydirmen, yüze vurmaman, ona çirkin söz
söylememen, yatağını ancak evin içinde ayırmandır.” Ebu Davud dedi ki:
“Çirkin söz ile kastedilen: “Allah seni çirkinleştirsin” demektir.”[9]
Yüze vurmaktan yasaklayan daha
başka hadisler de vardır ve malumdur.
Suleyman b. Amr b. Ahvas
rahimehullah’tan: babam (Amr b. el-Ahvas) radiyallahu anh bana şöyle rivayet
etti:
“O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
beraber veda haccına katılmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a
hamdu sena edip öğüt verdikten sonra şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Kadınlar
hakkında birbirinize hayrı tavsiye edin. Onlar yanınızda ancak yardımcılardır.
Onlardan başka bir şeye sahip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlik işlemeleri
müstesna. Eğer bunu yaparlarsa onları yataklarında ayırın, iz bırakmayacak
şekilde dövün. Size itaat ederlerse aleylerinde bir yol aramayın. Dikkat edin!
Muhakkak ki sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi elbette
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin onlar üzerinizdeki
hakkınız; hoşlanmadığınız kimselere yataklarınızı çiğnetmemeleri,
hoşlanmadığınız insanları evinize sokmamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki
hakları: Giydirmelerinde, yedirmelerinde onlara karşı en güzel şekilde
davramanızdır.[10]
Bu hadiste de açık bir
çirkinlik yani eve yabancı bir erkek almaları suçunu işlemeleri halinde iz
bırakmayacak şekilde dövmek şart koşulmaktadır. Bazı âlimler bu hadisteki iz
bırakmayacak şekilde dövmek ifadesini şöyle izah etmişlerdir: İz bırakmayacak
şekilde dövmek, havlu, elbise ve benzeri şeylerle vurmakla olur.
Lakit b. Sabre
radiyallahu anh şöyle demiştir: “Ey Allah’ın rasulü! Benim dili uzun bir
hanımım var, yani ağzı bozuk” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Öyleyse onu
boşa” buyurdu. Ben dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onunla aramızda
arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
de:
“Ona emret,
ona öğüt ver. Eğer onda bir hayır görürsen, nasihat etmeye devam edersin.
Karını, cariyeni döver gibi dövme!” dedi.”[11]
Bu hadiste de
kocasına diliyle eziyet vermekte aşırılık eden kadın nasihat dinlemez de ısrar
ederse dövülmeyi hak edeceği, lakin onun köle döver gibi dövülmemesi de ifade
edilmiştir. Yani kadınlarınız sizin köleleriniz değildir ki kendi vazifeleri
olmayan bir işi yapmadıkları için dövülsün! Bu hadiste kadınlara köleymiş gibi
davranmaktan, onlara mecbur olmadıkları vazifeleri yükleyip bu yüzden
cezalandırmaktan sakındırma vardır.
Abdullah b. Zem’a radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem hutbe verdi ve Sonra kadınları anarak onlar hakkında öğüt verdi. Sonra
buyurdu ki:
“Sizden biriniz ne zamana kadar karısını köle döver gibi dövmeye devam
edecek? Olur ki, o kadınla günün sonunda cima eder.”[12]
İyas b. Abdillah b. Ebi Zübab radıyallahu anh’den:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Allah’ın kadın
kullarını dövmeyin!” Bunun üzerine dövmeyi bıraktılar. Ömer b. el-Hattab
radıyallahu anh geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Kadınlar kocalarına
karşı huysuzluk ediyorlar.” Bunun üzerine dövmeleri için izin verildi. Onlar da
dövdüler. Pek çok kadın kocalarını şikâyet için Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in evini kuşattılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Muhammed ailesini
yetmiş kadar kadın kuşatarak kocalarını şikâyet ettiler. Onları hayırlılarınız
olarak bulamadılar.”[13]
3.
faide: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cariyeye Allah’ın nerede olduğunu
sormuş ve “Semada” demesi üzerine onun mü’mine olduğuna hükmetmiştir. Mü’mine
olduğuna hükmedilen bir cariyeye haksız yere tokat vurduğu için sahabeye onu
azat etmesini söylemiştir.
Peki,
bu cariye hangi sebeple dayak yemişti? Güttüğü koyunlardan birini zayi etmesi
sebebiyle!
Ve
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sebeple onu dövmenin zulüm olduğuna
hükmetmiştir!
Artık
eşlerini, çocuklarını dünyalık bir sebep yüzünden dövenlerin nasıl bir zulümde
bulunduklarını tefekkür etmeleri ve tevbe etmeleri gerekir!
Sünnet
ehlinin her konuda en güzel örneği ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’dir:
Enes radiyallahu anh’den: “Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’e on sene hizmet ettim. Bana hiç: “Uf” demedi,
“Neden şöyle yaptın” veya “Yapacak mısın” demedi.”[14]
“Aişe
radiyallahu anha dedi ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müstehcen ve
çirkin konuşan, çarşılarda bağıran biri değildi. Kötülüğe kötülükle karşılık
vermezdi. Lakin affeder ve vazgeçerdi.”[15]
Yine Aişe radiyallahu anha dedi ki “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Allah yolunda cihad etmesi dışında bir şeye, bir kadına veya bir hizmetçiye
eliyle vurmuş değildir. Ona hiç bir şey isabet etmemiştir ki, sahibinden intikam alsın. Ancak o
Allah'ın haramlarından bir şeyi çiğnemişse Allah Azze ve Celle için intikam
alırdı.”[16]
[1]
Sahih. Muslim (537)
[2]
Sahih. Muslim (1064) Buhârî (4351)
[3]
Sahih. Muslim (1855)
[4]
Sahih. Buhârî (7055, 7056, 7200, 18) Muslim (1709)
[5]
Sahih. Ahmed (5/251) Abdullah b.
Ahmed es-Sunne (764) İbn Hibbân (15/111) Hâkim (4/104) Taberânî (8/98) Mervezi
es-Salat (407) Hallâl es-Sunne (1330) İbn Batta el-İbane (1/170) Ebu Nuaym
Maride (3872) Beyhakî Şuab (4894, 7118) İbn Asakir Tarih (36/266) Deylemi
(5363) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5075) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (892, 2394,
3072, 3225)
[6]
Hasen. Tayalisi (2337) İbnu’l-Mubarek
Musned (265) İbn Hibban (1/520) Ebu Ya’la (2/404, 465) Ahmed (3/24, 92) Ebu
Muhammed el-Fakihi el-Fevaid (197) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (624) İbn
Hacer Emaliyu’l-Mutlaka (s.218) Eslem b. Sehl Bahşel Tarihu Vasit (s.44)
[7]
Sahih. Ahmed (2/180, 187) Ebû Dâvûd
(495) Hâkim (1/311) İbn Ebî Şeybe (1/304) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (10/26)
Darekutni (1/230) Beyhakî (2/229) el-Elbani İrva (247)
[8]
Hasen. Ahmed (5/250, 258) Buhârî
Edebu’l-Mufred (163) Taberânî (8/275, 330, 344) el-Elbani es-Sahiha (1428)
Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (896, 1767, 2092)
[9]
Sahih. Ebû Dâvud (2142-44) İbn Mâce
(1850) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9171) Ahmed (4/447, 5/3) Abdurrazzak (7/148) Hâkim
(2/205) İbn Hibbân (9/483) Begavi Şerhu’s-Sunne (2330) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr
(19/427) İbn Hazm el-Muhalla (9/510) Beyhakî (7/467) İbn Asakir Tarih (1/177)
Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (323, 342, 1311)
[10]
Sahih. Tirmizî (1163) İbn Mâce (1851)
Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9169) Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (2524) İbn Ebî Şeybe
Musned (563)
[11]
Sahih. Şafii, Sunen (657) Şafii
el-Umm (1/27) Ahmed (4/33, 211) Buhârî Edebu’l-Mufred (166) Ebu Davud (142-144,
2366) Tirmizî (788) Nesâî (87) İbn Mâce (407, 448) İbn Ebî Şeybe (1/18, 32,
2/345) Abdurrazzak (1/26) İbn Hibban (3/332, 10/367) Hâkim (1/248, 2/254,
4/123) İbn Huzeyme (150, 168) İbnu’l-Carud el-Munteka (80) Ebu Ubeyd et-Tuhur
(284) Ebu Muhammed el-Begavi Şerhu’s-Sunne (213) Ebu’l-Kasım el-Begavi Mu’cem
(2930) Taberânî (19/216) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (1700) Beyhakî (7/303)
Beyhakî Ma’rife (657) el-Elbani Ta’likatu’l-Hisan (1051, 1084, 4493) Mukbil b.
Hadi Camiu’s-Sahih (726, 1468, 1819, 2712, 3984)
[12]
Sahih. Buhârî (4942, 3377) Muslim
(2855)
[13] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Şafii
Musned (1263) Ebu Davud (2146) İbni Mace (1985) İbni Hibban (9/499) Darimi
(2219) Humeydi (876) Abdurrazzak (9/442) İbnu’l-Munzir Tefsir (1726) İbn Ebi
Asım el-Ahad ve’l-Mesani (2716-2717) Buhari Tarih (1/440) Beyhaki (7/304-305)
Hâkim (2/205, 208) Taberani (1/270) Taberi Tehzibu’l-Asar (1137) el-Elbani Sahihu’l-Cami
(7360)
[14]
Sahih. Buhârî (6038, 2768) Muslim
(2309)
[15][15]
Sahih. Tirmizî (2016) İbn Hibbân
(14/355) Ahmed (6/174, 236) Ahmed Zühd (6) Tayalisi (1623) İbn Ebî Şeybe
(5/211) İshak b. Rahuye (1612) İbn Sa’d (1/365) Hatib Tarih (6/158) Beyhakî
(7/45) Beyhakî Delail (1/315) Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (4433) İbn Asakir
Tarih (3/380) el-Elbani es-Sahiha (2095) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (2133,
2138, 3532, 4376)
[16]
Sahih. Muslim (2328)