Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

23 Şubat 2022 Çarşamba

Daru'n-Nifakta ve Daru'l-Küfürde Tekfirin Farkları

 

Daru’n-Nifak ve Daru’l-Harpte Tekfir Meselesi ile Dövmenin Meşru Olan Şekli Hakkında

Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Muaviye b. el-Hakem es-Sulemî radiyallahu anh’den: “Benim bir cariyem vardı. Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyunları­mı güderdi. Bir gün kendisini dolaşmaya gittim. Bir de ne göreyim! Onun koyunlarından birini kurt götürmüş! Ben de âdemoğullarından bir adamım. Onlar gibi ben de üzülürüm! Lâkin cariyeye öyle bir tokat vurdum ki!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim. Bu yaptığı­mı bana fazla buldu. Ben:

“Ey Allah’ın rasulü! O halde cariyeyi âzât edeyim mi?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Sen onu bana getir” buyurdu. Derhâl getirdim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

Allah nerededir?” diye sordu. Câriye: “Göktedir” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Ben kimim?”  dedi. Cariye: “Sen Allah’ın rasulüsün” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Onu âzâd et; çünkü o mü'minedir.”[1]

Faideler:

1- Bedevilerden olan bu sahabenin cariyesinin namaz kılanlardan olduğu bilinmemektedir. Bu yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona itikadıyla ilgili sorular sorarak iman edip etmediğini anlamak istemiştir. Namazın terki şüphesiz küfürdür. Lakin bu mutlak hükümdür. Muayyenlerde medine ortamında yani müslümanların tevhid, sünnet ve ilim üzere cemaat olduğu, namazları ve din şiarlarını cemaat halinde yerin getirdikleri bir beldede olmayan kimseler namazı terk sebebiyle tekfir edilmezler.

Nitekim Ebu Said el-Hudri radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Zu’l-Huveysira et-Temimi denilen bir bedevi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Allah’tan kork! Adil taksim yapmıyorsun dediği zaman Halid b. el-Velid radiyallahu anh ey Allah’ın rasulü bırak da şu münafığı öldüreyim demiş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise ona münafık hükmü vermesine karşı çıkmamıştır çünkü bu adam küfür sözü söylemiştir. Sonra buyurdu ki:

Hayır, belki namaz kılan bir kimse olur” buyurdu. Hâlid radiyallahu anh dedi ki: “Nice namaz kılan var ki kalbinde olmayanı dili ile söylüyor.” Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Ben, ne insanların kalplerini açmaya me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!”[2] Bu rivayette de görüldüğü gibi namaz kılmayan bir adam küfür sözü söylediği halde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun mürted olduğuna hükmetmemiş, fakat onun münafık olduğuna hükmedilmesine de karşı çıkmamıştır.

Naslarda küfür olduğu zikredilen bazı ameller vardır ki, bu amellerin küfür olduğuna hükmedildiği halde amelin sahiplerine muayyen olarak kafir hükmü verilmez. “Müslümana sövmek fasıklık, onu öldürmek ise küfürdür” hadisinde olduğu gibi.

İrtidat yani dinden çıkmaya hükmetmek meselesi ise siyasi bir meseledir. Bir kimsenin mürted olduğuna hükmetmek müslümanların yöneticilerinin ve kadılarının yetkisinde olan bir iştir. Çünkü bu, had cezasını gerektiren hükümlerdendir ve mürtedin haddi öldürülmesidir.

İçinde yaşadığımız ülke Cumhuriyetin ilk kurulduğu, namazlara, Kur’an’a, islam ilimlerine ve âlimlerine, ezana vb. müdahale edildiği, islamın şiarlarına karşı soğuk harp işletildiği yıllarda darul harp idi. Sonra Adnan Menderes zamanında küfür şiarlarıyla birlikte İslamın şiarlarını da serbest bırakan ama kendileri münafık olan yöneticiler başa geldi. Böylece ülkemiz daru’s-sulh veya diğer tabirle daru’n-nifak hükümlerine döndü. Plandemi bahanesiyle cemaatle namaz yasaklanana kadar durum böyleydi ve hadisleri inkâr eden, Allah’ın sıfatlarını inkâr eden, cehmi, rafizi vb. küfür akidesinde kimselerle kalbindeki küfrü diliyle açıkça ilan eden kimselere zındık münafık muamelesi yapıyorduk. Çünkü bu kimselere mürted hükmünü devletin hâkimleri vermesi ve cezalandırması gerekiyordu ve bunu yapmıyorlardı. Bu vebal onlara aitti. Halk olarak bizlerin onları cezalandırmak gibi bir salahiyetimiz olmadığı için onların mürted olduğuna hükmedemiyorduk.

İslamın en başta gelen şiarlarından olan Hac ve cemaatle namazın dünya çapında yasaklanmasıyla bütün ülkeler darul harbe döndü.  Bu yasakları onaylayan herkes de cehalet veya tevil mazeret olmaksızın küfre girdi. Çünkü bu konu dinin zaruri meselelerinden olduğu için cehalet ve mazeret söz konusu değildir. Kişi namaz kılsa bile bu yasakları onayladığında dinden çıkar. Ama namaz kılmayan biri bu yasaklara karşı çıksa onun mürted olduğu söylenmez.

Avf b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Yöneticilerinizin hayırlıları sizin kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, onlara dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir. Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz ettiğiniz ve size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden yöneticilerdir.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır! Yöneticilerinizde hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde, amelini çirkin görün fakat itaatten büsbütün el çekmeyin.”[3]

Ubâde b. es-Sâmit radıyallahu anh’den:  “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi çağırdı ve O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı sözler arasında; dinçlik ve isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta ve bizim aleyhimizde kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz, yöneticilerle çekişmememiz de vardı. Ancak katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık bir küfür görmeniz hali bundan hariçtir.”[4]

Bu iki hadiste görüldüğü gibi önceki hadiste namazı ikame ettikleri yani bu İslam şiarını devam ettirdikleri sürece yöneticiye karşı çıkmak yasaklanırken ikinci hadiste “katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık bir küfür görmeniz” şartı istisna edilmektedir. Bunun anlamı namazın yasaklanmasının apaçık bir küfür olduğu ve bunun katımızda Allah katından bir bürhan ile sabit olmasıdır. Nitekim diğer hadiste şöyle gelmiştir:

Ebu Umame radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 İslam’ın kulpları birer birer eksilecek, her bir kulp eksildiğinde insanlar sonrakine teşebbüs edecektir. İlk eksilecek şey (Allah’ın indirdikleriyle) hüküm, sonuncusu da namaz olacaktır.”[5]

İlk eksilen şey Allah’ın indirdikleriyle hükümdür ki, raşid hilafetin otuz sene süreceği bildirilmiş, sonra ısırıcı sultanlığın başlayacağı ifade edilmiştir. Hadiste bildirildiği gibi yönetimde zulüm meydana gelmeye başlamıştır. Yönetimde zulüm demek, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hüküm demektir. Zira Allah’ın indirdiği hükümlerde zulüm söz konusu olamaz. Bu yüzden ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu yöneticilerin tekfirine işaret etmiş, ne de müslümanlar bu yüzden yöneticileri tekfir etmişlerdir. İşte Haricilerin ve Mürcie’nin sünnet ehline muhalefet ettikleri en önemli noktalardan birisi budur. Sonra hadiste İslam’dan son eksilen şeyin namaz olduğu ifade edilmektedir. Yani namaz da yasaklanınca artık İslam’dan bir şey kalmamış demektir.

Bazıları akidemizin değiştiği iddiasında bulunuyorlar. Halbuki Plandemiden önce sitemde 2018 tarihinde Daru’l-Harpten dolayı tekfir meselesiyle ilgili şu yazıyı yayınlamıştım:

 http://www.ebumuaz.blogspot.com/ دار السنة: Halka Dâr'ın Hükmüne Göre Hükmetme ve Tagutu Tekfir Etmeyeni Tekfir Bidati

Bulaşıcı hastalık hurafesi gibi yalanlara da şu hadiste işaret vardır:

Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Zulmeden ve yalan söyleyen idareciler olacak. İnsanlardan aldanmış olanları (Şu’be rivayetinde: “İnsanların değersizleri” dedi) bunlara gidecektir. Kim onların yalanlarını tasdik ederse ben ondan değilim, o da benden değildir.”[6]

Bu manadaki hadisler mütevatirdir.

İslam şiarlarının yasaklanması suretiyle ülkelerin darul harbe dönmesi, öncesinde müslümanların münafık olan yöneticilerinin artık mürtetler oldukları manasına gelmektedir ve muayyen bazı şahısların mürtet olduğuna hükmetme mesuliyeti de daha önce münafık yöneticilerin üzerinde iken, onlar sakıt olunca, halklar olarak bizim üzerimize yıkılmış durumdadır. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken hususlara uyarmak gerekir:

a- Umumi veya mutlak tekfir, muayyen tekfiri gerektirmez. Ülkemizde maskelerle şeytanın dinine itaat ettiğini gördüğümüz genele bakarak kâfir olduklarını söylüyorsak da, muayyen şahısların; onlar İslam şiarlarının yasaklanmasını onayladıklarını açıkça ifade etmedikleri sürece kafir ve mürted olduklarını asla söylemiyoruz!

b- Bir amelin küfür oluşunun naslarla sabit olması, o ameli işleyen herkesin tekfir edilmesini gerektirmez. Bilakis tekfirin şartlarının yerine gelmesi ve manilerinin ortadan kalması darulislamda da darulharpte de gözetilmek zorundadır. Bu yüzden bu konuda ilim ehli söz sahibidir. İlim ehli olmayanlar muayyen şahıslar hakkında küfre hüküm vermekten kaçınmalıdır.

Ancak namazın yasaklanması ya da farzlığının inkâr edilmesi, şer’i tesettürün yasaklanması veya farziyetinin inkâr edilmesi, sünnetin inkâr edilmesi gibi dinin zaruriyatıyla küfür olduğu bilinen meselelerde cehalet ve tevil geçerli bir mazeret olmadığından böyle kimselere Daru’n-nifakta (Yani islam şiarlarının yerine geldiği fakat yöneticilerin islam ahkâmını uygulamadıkları ülkelerde) zındık hükmü verilirken, darulharpte mürted muamelesi yapılır.

c- Namazı tembellikle terk eden kimseler darun-nifakta da, darulharpte de zındık ya da mürted değil, münafık muamelesi görürler. Ancak namazın farz oluşunu inkâr ya da namazı yasaklamak her halukarda sarih küfürdür.  Dolayısıyla namazın farz oluşunu inkâr etmeksizin tembellikle terk eden kimseler nifak küfründedirler. Bu kimselerin velayetleri, akidleri, zimmetleri, nikâhları dünya hükmü bakımından geçerlidir. Ahiretteki durumları ise, kendilerine hüccet ulaşmış olmasına rağmen namazı terk ediyorlarsa ebedi ateştir.

2- Muaviye b. Hakem es-Sulemi radiyallahu anh hadisinden faydalara dönecek olursak, iman ehlinden bir kimseyi dövmenin ne büyük bir suç olduğuna işaret vardır. Bu hususta elimiz altındakiler yani eşlerimiz, çocuklarımız, kölelerimiz hakkında şu uyarılar vardır:

Abdullah b. Amr b. el-As radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına geldiklerinde namaz kılmadığı takdirde dövün ve yataklarının arasını ayırın….”[7]

Çocuklara yedi yaşında namazı emretmek söz konusu edildiğine göre bu yaştan önce namaz, abdest, şartları, mufsitleri yani bozan şeyler gibi ahkâm eğitimi verilmeli ki çocuklara bilmedikleri bir şey emredilmiş olmasın. Yedi yaşından itibaren de üç sene boyunca namaz sadece emredilecek, çocuklar dövülmeyecektir, dövmeksizin cezalandırmalar uygulanabilecektir! On yaşına gelmiş olmasına rağmen namaz kılmamakta ısrar ederlerse dövmek meşru olmaktadır. Ancak yine onların dünya hükmüyle tekfirine dair bir hükmün söz konusu edilmemesi düşünülsün!

Eğer eşler veya çocuklar namaz kılıyorlarsa bu durumda onları dövmek caiz olmaz:

Ebu Galib rahimehullah’tan: “Ebu Umame radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber’den yanında iki köle ile döndü. Ali radiyallahu anh dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Bunlar bize hizmet etsinler.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bu ikisinden dilediğini al.” Ali radiyallahu anh dedi ki: “Benim için sen seç.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Şunu al ve ona vurma. Zira ben Hayber dönüşümüzde onun namaz kıldığını gördüm. Muhakkak ki ben namaz ehline vurmaktan yasaklandım.” Diğer köleyi de Ebu Zer radiyallahu anh’e verdi ve buyurdu ki:

Ona iyi davran.” Sonra dedi ki: “Ey Ebu Zer! Sana verdiğim köle ne yaptı?” O da dedi ki: “Bana ona iyi davranmamı emretmiştin. Ben de onu azat ettim.”[8]

Eşlerin dövülmesinin meşru olduğu haller ve dövmenin fıkhına gelince: Kişinin eşini veya çocuğunu dövmesini meşru kılacak kadar ciddi bir suç işlemesi durumunda kayıt konulmuştur

Muaviye b. Hayde radıyallahu anh’den:  “Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Eşlerimizin bizden biri üzerindeki hakkı nedir?” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Yediğinde ona da yedirmen, giydiğinde veya kazandığında ona da giydirmen, yüze vurmaman, ona çirkin söz söylememen, yatağını ancak evin içinde ayırmandır.” Ebu Davud dedi ki: “Çirkin söz ile kastedilen: “Allah seni çirkinleştirsin” demektir.”[9]

Yüze vurmaktan yasaklayan daha başka hadisler de vardır ve malumdur.

Suleyman b. Amr b. Ahvas rahimehullah’tan: babam (Amr b. el-Ahvas) radiyallahu anh bana şöyle rivayet etti:

 “O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber veda haccına katılmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a hamdu sena edip öğüt verdikten sonra şöyle buyurdu:

Dikkat edin! Kadınlar hakkında birbirinize hayrı tavsiye edin. Onlar yanınızda ancak yardımcılardır. Onlardan başka bir şeye sahip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlik işlemeleri müstesna. Eğer bunu yaparlarsa onları yataklarında ayırın, iz bırakmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse aleylerinde bir yol aramayın. Dikkat edin! Muhakkak ki sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi elbette kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin onlar üzerinizdeki hakkınız; hoşlanmadığınız kimselere yataklarınızı çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız insan­ları evinize sokmamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları: Giy­dirmelerinde, yedirmelerinde onlara karşı en güzel şekilde davramanızdır.[10]

Bu hadiste de açık bir çirkinlik yani eve yabancı bir erkek almaları suçunu işlemeleri halinde iz bırakmayacak şekilde dövmek şart koşulmaktadır. Bazı âlimler bu hadisteki iz bırakmayacak şekilde dövmek ifadesini şöyle izah etmişlerdir: İz bırakmayacak şekilde dövmek, havlu, elbise ve benzeri şeylerle vurmakla olur.

Lakit b. Sabre radiyallahu anh şöyle demiştir: “Ey Allah’ın rasulü! Benim dili uzun bir hanımım var, yani ağzı bozuk” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Öyleyse onu boşa” buyurdu. Ben dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onunla aramızda arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

Ona emret, ona öğüt ver. Eğer onda bir hayır görür­sen, nasihat etmeye devam edersin. Karını, cariyeni döver gibi döv­me!” dedi.”[11]

Bu hadiste de kocasına diliyle eziyet vermekte aşırılık eden kadın nasihat dinlemez de ısrar ederse dövülmeyi hak edeceği, lakin onun köle döver gibi dövülmemesi de ifade edilmiştir. Yani kadınlarınız sizin köleleriniz değildir ki kendi vazifeleri olmayan bir işi yapmadıkları için dövülsün! Bu hadiste kadınlara köleymiş gibi davranmaktan, onlara mecbur olmadıkları vazifeleri yükleyip bu yüzden cezalandırmaktan sakındırma vardır.

Abdullah b. Zem’a radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe verdi ve Sonra kadınları anarak onlar hakkında öğüt verdi. Sonra buyurdu ki:

Sizden biriniz ne zamana kadar karısını köle döver gibi dövmeye devam edecek? Olur ki, o kadınla günün sonunda cima eder.”[12]

İyas b. Abdillah b. Ebi Zübab radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Allah’ın kadın kullarını dövmeyin!” Bunun üzerine dövmeyi bıraktılar. Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Kadınlar kocalarına karşı huysuzluk ediyorlar.” Bunun üzerine dövmeleri için izin verildi. Onlar da dövdüler. Pek çok kadın kocalarını şikâyet için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evini kuşattılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

Muhammed ailesini yetmiş kadar kadın kuşatarak kocalarını şikâyet ettiler. Onları hayırlılarınız olarak bulamadılar.”[13]

3. faide: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cariyeye Allah’ın nerede olduğunu sormuş ve “Semada” demesi üzerine onun mü’mine olduğuna hükmetmiştir. Mü’mine olduğuna hükmedilen bir cariyeye haksız yere tokat vurduğu için sahabeye onu azat etmesini söylemiştir.

Peki, bu cariye hangi sebeple dayak yemişti? Güttüğü koyunlardan birini zayi etmesi sebebiyle!

Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sebeple onu dövmenin zulüm olduğuna hükmetmiştir!

Artık eşlerini, çocuklarını dünyalık bir sebep yüzünden dövenlerin nasıl bir zulümde bulunduklarını tefekkür etmeleri ve tevbe etmeleri gerekir!

Sünnet ehlinin her konuda en güzel örneği ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir:

Enes radiyallahu anh’den:  “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e on sene hizmet ettim. Bana hiç: “Uf” demedi, “Neden şöyle yaptın” veya “Yapacak mısın” demedi.”[14]

 “Aişe radiyallahu anha dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müstehcen ve çirkin konuşan, çarşılarda bağıran biri değildi. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Lakin affeder ve vazgeçerdi.”[15]

Yine Aişe radiyallahu anha dedi ki “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah yolunda cihad etmesi dışında bir şeye, bir kadına veya bir hizmetçiye eliyle vurmuş değildir. Ona hiç bir şey isabet etmemiştir ki, sahibinden intikam alsın. Ancak o Allah'ın haramlarından bir şeyi çiğnemişse Allah Azze ve Celle için intikam alırdı.”[16]



[1] Sahih. Muslim (537)

[2] Sahih. Muslim (1064) Buhârî (4351)

[3] Sahih. Muslim (1855)

[4] Sahih. Buhârî (7055, 7056, 7200, 18) Muslim (1709)

[5] Sahih. Ahmed (5/251) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (764) İbn Hibbân (15/111) Hâkim (4/104) Taberânî (8/98) Mervezi es-Salat (407) Hallâl es-Sunne (1330) İbn Batta el-İbane (1/170) Ebu Nuaym Maride (3872) Beyhakî Şuab (4894, 7118) İbn Asakir Tarih (36/266) Deylemi (5363) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5075) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (892, 2394, 3072, 3225)

[6] Hasen. Tayalisi (2337) İbnu’l-Mubarek Musned (265) İbn Hibban (1/520) Ebu Ya’la (2/404, 465) Ahmed (3/24, 92) Ebu Muhammed el-Fakihi el-Fevaid (197) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (624) İbn Hacer Emaliyu’l-Mutlaka (s.218) Eslem b. Sehl Bahşel Tarihu Vasit (s.44)

[7] Sahih. Ahmed (2/180, 187) Ebû Dâvûd (495) Hâkim (1/311) İbn Ebî Şeybe (1/304) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (10/26) Darekutni (1/230) Beyhakî (2/229) el-Elbani İrva (247)

[8] Hasen. Ahmed (5/250, 258) Buhârî Edebu’l-Mufred (163) Taberânî (8/275, 330, 344) el-Elbani es-Sahiha (1428) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (896, 1767, 2092)

[9] Sahih. Ebû Dâvud (2142-44) İbn Mâce (1850) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9171) Ahmed (4/447, 5/3) Abdurrazzak (7/148) Hâkim (2/205) İbn Hibbân (9/483) Begavi Şerhu’s-Sunne (2330) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (19/427) İbn Hazm el-Muhalla (9/510) Beyhakî (7/467) İbn Asakir Tarih (1/177) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (323, 342, 1311)

[10] Sahih. Tirmizî (1163) İbn Mâce (1851) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (9169) Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (2524) İbn Ebî Şeybe Musned (563)

[11] Sahih. Şafii, Sunen (657) Şafii el-Umm (1/27) Ahmed (4/33, 211) Buhârî Edebu’l-Mufred (166) Ebu Davud (142-144, 2366) Tirmizî (788) Nesâî (87) İbn Mâce (407, 448) İbn Ebî Şeybe (1/18, 32, 2/345) Abdurrazzak (1/26) İbn Hibban (3/332, 10/367) Hâkim (1/248, 2/254, 4/123) İbn Huzeyme (150, 168) İbnu’l-Carud el-Munteka (80) Ebu Ubeyd et-Tuhur (284) Ebu Muhammed el-Begavi Şerhu’s-Sunne (213) Ebu’l-Kasım el-Begavi Mu’cem (2930) Taberânî (19/216) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (1700) Beyhakî (7/303) Beyhakî Ma’rife (657) el-Elbani Ta’likatu’l-Hisan (1051, 1084, 4493) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (726, 1468, 1819, 2712, 3984)

[12] Sahih. Buhârî (4942, 3377) Muslim (2855)

[13] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Şafii Musned (1263) Ebu Davud (2146) İbni Mace (1985) İbni Hibban (9/499) Darimi (2219) Humeydi (876) Abdurrazzak (9/442) İbnu’l-Munzir Tefsir (1726) İbn Ebi Asım el-Ahad ve’l-Mesani (2716-2717) Buhari Tarih (1/440) Beyhaki (7/304-305) Hâkim (2/205, 208) Taberani (1/270) Taberi Tehzibu’l-Asar (1137) el-Elbani Sahihu’l-Cami (7360)

[14] Sahih. Buhârî (6038, 2768) Muslim (2309)

[15][15] Sahih. Tirmizî (2016) İbn Hibbân (14/355) Ahmed (6/174, 236) Ahmed Zühd (6) Tayalisi (1623) İbn Ebî Şeybe (5/211) İshak b. Rahuye (1612) İbn Sa’d (1/365) Hatib Tarih (6/158) Beyhakî (7/45) Beyhakî Delail (1/315) Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (4433) İbn Asakir Tarih (3/380) el-Elbani es-Sahiha (2095) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (2133, 2138, 3532, 4376)

[16] Sahih. Muslim (2328)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)