Kader inkârcılarından birçoğu Allah Azze ve Celle’nin ezelde herkesin hidayet ve sapıklığını, kıyamete kadar olacak herşeyi yazmış olduğunu yani hadiseler meydana gelmeden önce bunları biliyor olduğunu inkâr etmektedirler. Bu Allah Azze ve Celle’nin ilim sıfatını inkâr olduğundan apaçık bir küfürdür.
Bu küfürlerine insanları davet için zulüm
kavramı üzerinden tahrifler yaparak, kaderi kabul etmenin Allah’a zulüm isnat
etmek manasına geldiğini iddia ediyor, güya masum bebeklerin yahut bazı
hayvanların acı bir şekilde can verdiği bazı hadiseleri de duygusal malzeme
olarak kullanıyorlar. Bu konuda saptırdıklarıyla birlikte de dinin inkârına
(deizme) veya Allah’ın inkârına (Ateizme) doğru yol alıyorlar.
Öncelikle bilinmesi gerekir ki onlar, zulüm
kavramını öne sürerken Allah Azze ve Celle ile beşeri eşitleyen bir saptırma
yapıyorlar. Zulüm sözlükte bir şeyi ona ait olmayan bir yere koymak
anlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi
âyette zulüm kelimesi, 269 defa da türevleri yer alır. 200’den fazla yerde
zulüm kavramı “küfür, şirk” veya “Allah’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme”,
yirmiyi aşkın âyette “beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma” anlamında kullanılmıştır.
Yetmişten fazla âyette Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği,
insanların dünyada uğradıkları zararların ve âhirette uğrayacakları cezaların
kendi kötülüklerinin karşılığı olduğu, inkârcıların ve kötülük işleyenlerin
sonuçta kendilerine zulmettikleri belirtilir (M. F. Abdulbâkī, el-Muʿcem, “ẓlm” maddesi).
Bu gösteriyor ki, duygusal malzemeler olarak sapkınların
Allah’a zulüm isnad ederek öne sürdükleri şeyler asla Allah Azze ve Celle
hakkında zulüm olarak isnad edilemez. Bu öne sürülen konularda ancak
yaratılmışların birbirlerine veya kendi nefislerine karşı zulmünden söz
edilebilir. Allah Azze ve Celle sorumlu tutulamaz.
Zira Allah Azze ve Celle kâmil ilim sahibidir, olaylar meydana
gelmeden önce olacakları bilir. Meydana gelmemiş olayların da meydana gelseydi
nasıl olacağını bilir.
Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى خَلَقَ خَلْقَهُ فِي ظُلْمَةٍ ثُمَّ
أَلْقَى عَلَيْهِمْ مِنْ نُورِهِ فَمَنْ أَصَابَهُ مِنْ نُورِ ذَلِكَ الْيَوْمِ
شَيْءٌ فَقَدِ اهْتَدَى وَمَنْ أَخْطَأَهُ فَقَدْ ضَلَّ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ
عَمْرٍو فَمِنْ ثَمَّ أَقُولُ جَفَّ الْقَلَمُ عَلَى عِلْمِ اللَّهِ تَعَالَى
“Muhakkak ki Allah Teâlâ mahlûkatı karanlıkta yarattı, sonra onların
üzerine nurundan saçtı. Bu nur o gün kime isabet etti ise hidayet buldu, kime
de isabet etmediyse sapıttı.” Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki:
“Bundan dolayı diyorum ki; kalem, Allah Teâlâ’nın ilmi üzere
kurumuştur.”[1]
Kehf Suresinde Hızır ile Musa aleyhime's-selâm kıssası
içerisinde kendisine Allah katından bir ilim verilmiş olan Hızır aleyhi's-selâm’ın
buluğa ermemiş bir çocuğu öldürmesi geçer. Musa aleyhi's-selâm bu duruma itiraz
edince Hızır aleyhi's-selâm’ın şöyle dediği bildirilir:
“Erkek çocuğa gelince, onun ana babası, mümin
kimselerdi. Bunun için onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.”
(Kehf 80)
Elbette Allah Azze ve Celle henüz olmamış
olanların da olsaydı nasıl olacağını bilendir. Bu ayet Allah Azze ve Celle’nin
ezelî ilminin delillerindendir. Nitekim şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde ve kendinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur
ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a çok
kolaydır.” (Hadid 22)
Allah Azze ve Celle kendi kâmil ilmiyle kullarını sorumlu tutmamış,
bilakis kulların kendi fiilleriyle Allah’ın ezelde takdir etmiş olduğu şeyleri
dünyada meydana getirmeleri ve onların da ancak bu şekilde öğrenmelerinden
sonra onları sorumlu tutmuştur. Yoksa Allah Azze ve Celle dileseydi kullarını
hiç dünyada imtihan yurduna getirmeden dilediğini cehenneme atar, dilediğini
cennete koyardı ve bunda asla zulmetmiş olmazdı. Zira bu kendisinin hakkıdır.
Ancak Allah Azze ve Celle kullarının da kendi bildiği şeye şahit olmalarını
dilediğinden onları dünyada çeşitli hadiselerle karşı karşıya bırakmış, rasul
göndererek hatırlatma yapmış, böylece kullar üzerinde hüccet ikâme olmuştur. Fıtratlar
ve rasullerin beyanı ile kula tebliğ edilen hüccetlerden sonra hakka uyanları
ödüllendirmiş ve bâtıla sapanları cezalandırmıştır. Halbuki kimlerin hakka,
kimlerin de bâtıla uyacağını önceden bilmesine rağmen, kullarını kendi
bildiğiyle sorumlu tutmamış, bilakis onların da kendi fiilleriyle Allah’ın
ilminde olanı ortaya koyarak hüccetin kullar tarafından da bilinmesini
dilemiştir.
Buluğa ermeden ölenlere gelince, kullar gaybi bilmediklerinden dünyada
zahir olan durumlarına göre bunlara muamelede bulunurlar. Müslüman bir
ebeveynden doğan ve buluğa ermeden ölenlere müslüman muamelesi yapılır, kafir
bir ebeveynden doğanlara ise kâfir muamelesi yapılır. Hakikatteki hallerini ise
Allah bilir, bu çocuklar cennete mi girecek, cehenneme mi gidecek bu Allah’ın
ilminde olan bir durumdur. Biz kullar olarak şuna itikad ederiz, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirdiği gibi, cahiliye döneminde diri diri
gömülen kız çocukları da, onları gömenler de ateştedir. Kader inkarcıları ve
diğer kâfirler burada itiraz ederek: “Gömeni anladık da, gömülen neden
ateşte?” diyorlar. Hatta bu konuda: “Gömülen kıza “Hangi suçtan dolayı
öldürüldüğü sorulduğunda” (Tekvir 8-9) ayetleri de öne sürülmektedir.
Deriz ki: Allah Azze ve Celle ezelî ilmiyle, gömülen bu kız çocuklarının
yaşıyacak olsalardı cehennemliklerin amellerini işleyecek olduklarını
bilmektedir, bu yüzden onları cahiliyye ehlinden kendilerini gömecek ana
babadan dünyaya getirmiştir.
Gömülen kıza hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulması ise beşerin
ilmine göre ortada bir suç gerçekleşmemiştir, bu yüzden onları gömenler
suçludurlar. Bu ayet, gömülen kız çocuklarının Allah’ın ilminde de masum
olduklarını ifade etmemektedir! Allah yaptıklarından sorgulanmaz, kullar ise
sorgulanırlar! (Bkz.: Enbiya 23)
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَوْ
يُؤَاخِذُنِي اللَّهُ وَابْنَ مَرْيَمَ بِمَا جَنَتْ هَاتَانِ يَعْنِي الإِبْهَامَ
وَالَّتِي تَلِيهَا لَعَذَّبَنَا ثُمَّ لَمْ يَظْلِمْنَا شَيْئًا
“Şayet Allah beni ve Meryem oğlunu şu ikisi
kadar işlediğinden dolayı (işaret parmağı ve yanındaki parmağı gösterdi)
azaplandıracak olsaydı bize hiçbir şekilde zulmetmiş olmazdı.”[2]
Nevf el-Bikâlî rahimehullah’tan:
قَالَ عُزَيْرٌ فِيمَا
يُنَاجِي بِهِ رَبَّهُ يَا رَبِّ تَخْلِقُ خَلْقًا فَتُضِلُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُهْدِي
مَنْ تَشَاءُ قَالَ قِيلَ لَهُ يَا عُزَيْرُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا قَالَ فَعَادَ فَقَالَ
يَا رَبِّ تَخْلِقُ خَلْقًا فَتُضِلُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُهْدِي مَنْ تَشَاءُ قَالَ قِيلَ
لَهُ يَا عُزَيْرُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا {وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا}
فَعَادَ فَقَالَ يَا عُزَيْرُ لَتُعْرِضَنَّ عَنْ هَذَا أَوْ لَمَحَوْتُكَ مِنَ النُّبُوَّةِ
إِنِّي لَا أُسْأَلُ عَمَّا أَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
“Uzeyr aleyhi's-selâm rabbine yalvarırken şöyle dedi: “Ey rabbim! Halkı
yarattın ve dilediklerini saptırıyor, dilediklerini hidayet ediyorsun.” Ona
denildi ki:
“Ey Uzeyr! Bu konuya girme.” Uzeyr aleyhi's-selâm yine dönüp dedi ki:
“Ey rabbim! Halkı yarattın ve dilediklerini saptırıyor, dilediklerini hidayet
ediyorsun.” Ona denildi ki:
“Ey Uzeyr! Bu konuya girme. “İnsan gerçekten çok tartışmacıdır.”
(Kehf 54) Uzeyr aleyhi's-selâm tekrar aynı konuya dönünce buyruldu ki:
“Ey Uzeyr! Ya bu konuya dalmayı bırakırsın ya da seni nebîlikten
silerim. Muhakkak ki ben yaptıklarımdan sorgulanmam. Kullar ise sorgulanırlar.”[3]
Şu halde bu kader inkârcıları, beşerin ilmiyle Allah’ın ilmini bir
tutmakla da şirk koşmaktadırlar!
[1]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Kelabazi Meaniyu’l-Ahbar (s.96) İbn Ebî Hâtim Tefsir (17932) İbn Hibbân (14/45)
Hâkim (1/84) Ahmed (2/176) Tayalisi (2291) Tirmizî (2642) Taberânî (13/633)
Firyabi Kader (68) İbn Batta el-İbane (4/28) Beyhakî (9/4) Beyhaki el-Esma
ve’s-Sifat (229) Beyhakî el-Kaza ve’l-Kader (59) İbn Asakir Tarih (64/272)
Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih (805)
[2]
Muslim'in şartına göre sahih. İbn
Hibbân (2/432, 435) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/132) Bezzar (16/116)
el-Elbani es-Sahiha (3200)
[3]
Muslim'in şartına göre sahih.
el-Acurri eş-Şeria (534) Ebu Bekr el-Firyabi el-Kader (334) el-Lalekai İtikad
(1343) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (369) İbn Asakir Tarih (40/334-45) İbn Kesir
el-Bidaye ve’n-Nihaye (2/55)