Eğer bir kimse, üzerinde münafıklık alametlerini açıkça
taşıyorsa, durumu tıpkı savaş sırasında mü'minlere karşı koymak üzere irtidat
edenlerin durumuna benzer. Bu kimse mü'minleri arkadan vurmak suretiyle
düşmanların toparlanmasını ve mü'minlerin de dağılmasını ister ve bunu sağlar,
sonra da onlara: "Eğer biz bir savaşın varlığını bilseydik, kesinlikle
size uyardık, size bağlı kalırdık." derler. Fakat müşriklerin üstün
gelmeleri durumunda hemen onlara katılırlar ve onlarla birlikte hareket ederler.
Müslümanların üstün gelmeleri durumunda ise, bu defa müslümanlardan yana tavır
koyarlar.
Münafıklar kimi zamanlarda müşrikleri överler, mü'minleri
bırakıp onlara velayet yetkisi verir, onları sever ve onlara destek verirler.
İşte bu ve benzeri nitelikler Allah Teala'nın anlatmış olduğu münafıklara dair
alametlerdir. Dolayısıyla durumları buna uyan ve böyle bir durum sergileyenlere
mutlak manada münafık ve bu alametlere de nifak alametleri denir.
Nitekim sahabeler de -Allah kendilerinden razı olsun-
çoğunlukla bunu yapıyorlardı.
Huzeyfe radıyallahu anh şöyle diyor: "Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in henüz hayatta olduğu dönemde kişi bir söz konuşurdu, bu
konuştuğu söz sebebiyle münafık olurdu." Hatta Avf b. Malik, bu çirkin
sözü konuşana, sırf bu yüzden şöyle derdi: "Yalan söyledin. Çünkü sen
münafıksın"
Ebu Nuaym Sıfatu'n-Nifak'ta (no 126) sahih isnad ile rivayet
ediyor: "Birisi Huzeyfe radıyallahu anh'e münafık kimdir?" diye
sordu. Dedi ki: "İslamı dile getiren, ama onunla amel etmeyen
kimsedir."
Yine Huzeyfe radıyallahu anh şöyle demiştir: "Şimdiki
munafıklar daha şerlidir. Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
gizleniyorlardı, şimdi açıktan münafıklık yapıyorlar" (Bkz.: el-Muhalla
(11/225)
Bu rivayette özellikle: "Şimdi açıktan münafıklık yapıyorlar
sözü", onların küfür fiillerini işledikleri halde Müslüman olduklarını
söylemelerine delildir.
Aynı şekilde Ömer radıyallahu anh de, Hatıb radıyallahu anh
kıssasında şöyle demişti: "Ey Allah'ın Rasulü! Bırak beni de şu münafığın boynunu vurayım." Başka bir rivayette ise: "Bırak beni de,
boynunu vurayım. Çünkü o münafıktır."
Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi aleyhi ve sellem O'nun yanıldığını söylemesine rağmen bu ithamından dolayı Ömer radıyallahu
anh'ı cezalandırmadı. Çünkü görünen alametler bunu gösteriyordu.
İşte bu ve bunun gibi bir çok örnek vardır. Aynı şekilde
Useyd b. Hudayr radıyallahu anh, Sa'd b. Ubade radıyallahu anh’e: "Yalan
söyledin, ancak sen münafıksın ve munafıklar adına mucadele ediyorsun" demişti (Buhari 2661) Muslim (2770)
Bu arada bilinmesi gereken bir husus da şudur: Gerek görünüş
bakımından münafık olanlara, gerekse münafıklığını gizleyenlere mutlak anlamda
nifak ya da münafık damgası vurmak caizdir. Buna göre, gerçekten münafık
olmadığı halde nifak alametlerini üzerinde taşıyanlara da münafık adı
verilebilir.
Bu türden bazı hususları yanlışlıkla işleyen, bunun farkında
olmayan ya da herhangi bir şekilde ve maksatla söylemesi sebebiyle, münafık
olmaktan çıkan bir kimseye mutlak anlamda münafık denilmesi durumunda, buna
kimse karşı çıkamaz.
Useyd b. Hudayr radıyallahu anh'ın Sad b. Ubade radıyallahu
anh’e 'münafık' demesi üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buna
karşı Useyd b. Hudayr'a bir şey demeyip, onu uyarmaması buna örnektir.
Bilindiği gibi bu sahabi yani Sa'd b. Ubade radıyallahu anh münafık
değildi. Böyle olmamasına rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “O
münafık değildir' türünden bir şey söylememiştir.
Böyle bir durumda sükut edilmesi, o kimsenin münafık olduğunu
göstermeyebilir. Ancak sürekli bir oraya, bir buraya gidip gelen, ne
müslümanlarla ne de müşriklerle tam birlikteliği olmayan kimse kesinlikle
münafıktır. Heva ve hevesiyle hareket eden
kimselere ise, mutlak anlamda münafık adını vermek caiz değildir. Dünyevi meselelerde aralarında bulunan düşmanlık yüzünden veya sırf kızgınlığı nedeniyle ya da bazı meselelerde sürüp giden farklı düşüncelere sahip olmaları sebebiyle bir Müslümana mutlak anlamda yani kafir olduğunu kastederek münafık demenin caiz olmayacağı malumdur.
kimselere ise, mutlak anlamda münafık adını vermek caiz değildir. Dünyevi meselelerde aralarında bulunan düşmanlık yüzünden veya sırf kızgınlığı nedeniyle ya da bazı meselelerde sürüp giden farklı düşüncelere sahip olmaları sebebiyle bir Müslümana mutlak anlamda yani kafir olduğunu kastederek münafık demenin caiz olmayacağı malumdur.
Selef, bid’at ehlini ve bid’at ehline yakınlık gösterenleri
münafık olarak nitelemiştir. Daha önce bu konuyla ilgili birçok nakiller
aktarmıştım.
Münafık ithamının tekfirden başka olduğunu gösteren
hususlardan birisi de, kişinin kendisinin münafık olduğunu söylemesi caiz iken,
kafir olduğunu söylemesinin caiz olmamasıdır.
Burayde radıyallahu
anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim kendisinin İslam’dan berî olduğuna
sadık olarak yemin ederse bir daha İslâm’a selametle dönemez. Kim de bunu
yalancı olarak söylerse o dediği gibi (İslam’dan berî)dir.” Sahihtir.
Hakim (4/332) Ebu Davud (3258) İbn Mace (2100) Nesai (3772) Ahmed (5/355)
Beyhaki (10/30) Bezzar (10/292)
Halbuki Hanzala radıyallahu anh “Hanzala münafık oldu”
demiştir. Kıssa meşhur ve malumdur. Yine Abdurrahman b. Avf ve Ömer b. El-Hattab
radıyallahu anh kendileri adına nifaktan korkmuşlardır.
Asrımızın cahil davetçilerinin zihinlerinde ve dillerinde
münafık, kafir ve mürtet ıstılahları birbirine karışmıştır. Bazen münafığı
mürtet ilan ederek (Sufileri genel olarak müşrik sayanlar ve Müslümanlık iddiasında
olan yöneticileri tekfir edenler gibi) Haricilerle ittifak edenleri, bazen Müslümanda
asla nifak bulunmayacağını, dolayısıyla nifak hasletlerine sahip olanı münafık
diye nitelemeyi haricilik olarak görerek Mürcie ile ittifak edenleri görürüz.
Bazen de amelî nifak ve itikadi nifak birbirine karışır.
Bu meselelerin biraz olsun aydınlanması için şunları izah
etmemiz gerekir:
1- Her münafık kafir değildir. Bazı nifak hasletleri, imanla
bağdaşmayan yalan, sözde durmamak, emanete hıyanet etmek, sevgide ve düşmanlıkta
aşırılık ederek hakkın dışına taşmak gibi fiillerde vuku bulmaktır. Bunlar
amelî yahut ahlakî nifaktır. Bu kimseler Allah indinde de, insanlar katında da
müslüman kalmış olabilirler. Bunun nifakla nitelenmesi, sözle fiilin
tutarsızlığı sebebiyledir.
2- Bazı münafıklar Allah katında kafirdir, lakin insanlar
nazarında müslüman hükmü taşırlar. Tevhid kelimesini söylediği veya müslüman
olduğunu iddia ettiği halde bilerek, kasten küfür ve şirk fiillerinde
bulunanlar böyledir. Abdullah b. Ubey b. Selul gibi. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yaptırım sahibi bir kadı tarafından hüccet ikamesi ile kalplerindeki
küfrün açığa çıkması haricinde bunların öldürülmesini yasaklamıştır. Allah’ın
indirdiğinden başkasıyla hükmettikleri, demokrasi düzenlerini takip ettikleri
halde müslüman olduklarını iddia edenler bu sınıftandır. Yine la ilahe illallah
dedikleri halde kendilerine tebliğ edilen hüccete rağmen namaz kılmayanlar,
şirk koşmaya devam eden sufiler de bu sınıftadırlar. Cehmî, Rafızî taifeleri de
böyledir. Bunlardan pek çoğunun Allah katında kafir olduklarına dair kuvvetli
zanlarımız, hatta yakînimiz olsa dahi, onlar müslüman olduklarını iddia
ettikleri sürece ve istitabe edip hükmü uygulayacak yetkili İslam Kadısı
bulunmadığı müddetçe onlara ancak münafık muamelesi yapabiliriz.
Ubeydullah b. Adiy b.
el-Hıyar radıyallahu anh’den: “Ensardan biri kendisine (şöyle bir olay)
anlattı: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem otururken bir kişi yanına geldi
ve münafıklardan birini öldürmek için gizlice izin istedi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem sesini yükselterek şöyle dedi: “Allah'tan başka ilâh
olmadığına şehadet etmiyor mu?” Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu
şehâdet değil.” “Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şehadet etmiyor mu?”
diye sordu. Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu (hakikî) şehâdet değil”
dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Namaz kılmıyor mu?” dedi.
Adam: “Evet ey Allah’ın Rasûlü! Ancak bu namaz değil” deyince Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşte bu kişilere dokunmayı Allah
bana yasakladı.” Sahihtir. Ahmed (5/432, 433) Malik (1/171) Şafii
(1/13)
Evs radıyallahu
anh’den: “Sakîf heyetiyle birlikte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanına geldim. Bir çadırda oturuyorduk. Bir müddet sonra ben ve Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkes kalkıp gitti. Bir adam Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına girdi ve gizlice bir şeyler söyledi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem: “Git ve onu öldür!” dedi. Adam dönüp giderken
yanına çağırdı ve: “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmiyor
mu?” diye sordu. Adam: “Evet şehadet ediyor, ama korunmak için söylüyor”
dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu bırakın (öldürmeyin)!
İnsanlarla Lâ ilahe illallah' deyinceye kadar mücâdele etmekle emrolundum.
Bunu kabul ederlerse işte o zaman (hukukî ceza dışında) canlarının ve
mallarının dokunulmazlığı vardır.” Muhammed b. Cafer dedi ki: “Şû'be'ye
sordum: “Hadiste; “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah
Rasûlü olduğuma şehadet etmiyor mu?” şeklinde (risâlet cümlesi) geçmiyor
mu?” O da: “Olduğunu zannediyorum, (ancak) tam bilemiyorum” dedi.” Sahihtir. Ahmed
(4/8, 9) Nesai (7/80) Darimi (2/218)
3-
Mürtet; İslam dininden çıktığını söz veya fiiliyle ilan ederek başka bir dine
geçen yahut dinsizliği tercih eden yahut yaptırım sahibi kadı tarafından hüccet
ikamesi yapılarak mürtet olduğu ilan edilen ve ölümüne hükmedilen kimsedir.
Fıkıh kitaplarında kendilerine cehaletin mazeret olmadığı zikredilen sınıf da
bunlardır. İslam dininden başka bir dine mensup olan için şüphesiz cehalet
mazeret değildir. Allah katında mazur olsa dahi, insanlar nazarında mazur
değildir. Tekfir edilmeleri vacip olanlar bu kimselerdir. Cehaletin tekfire
mani olması ancak aslen Müslüman sayılan kimse hakkındadır.
Son asırlarda uzun zamandır İslam Davetçisi yahut Selefî davetçi
olarak bilinen birçok kimsenin vahim yanlışlar içinde olduğuna uyarmak
zorunludur. Suud’un meşhur ulemasından pek çok kimse dahi bâtıl bir uygulama
içindedirler. Türkiye’de ve Avrupa’da selefilik daveti getirdikleri iddia eden
birçok kimse de harici akidesiyle dirsek teması halindedirler. Her ne kadar
onlar “hata eden kardeşlerimiz” olsalar da, Hariciler yeryüzündeki en şerli
topluluktur. Onlara benzemekten teberri etmek gerekir. İslam’da kardeşlerimiz
olsalar da, aynı menhec üzerinde bulunduğumuz “özel kardeşlik bağıyla
kardeşlerimiz” yani dostlarımız değillerdir.
Nitekim bizler bid’at fırkalarını tekfir etmeyiz, istesek de
istemesek de islam dinine mensup herkes dinde kardeşimizdir. Lakin bid’at
ehline “kardeşim” diyemeyiz. Zira insanlara anlayacağı dilden hitap etmekle
emrolunduk. Kardeş sözü dost anlamında kullanılmaktadır ve bid'ât ehline dost olmak münafıklıktır. Bid’at ehline hitaben “Kardeşim değilsin” demenin tekfircilik
olduğunu lanse edenler ancak bulanık suda avlanmaya çalışan, hak ile bâtılı
daha çok karıştırmayı arzulayan habis maksatlı ahlâk fukaralarıdır.