Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

13 Aralık 2014 Cumartesi

Sigaranın Hükmü Üzerinden Sergilenen Aymazlıklar

Karanlığa Taş Atarak  Zaman Zaman Beni Mürcie, Suudcu, Tagut Taraftarı Gibi Delilden Yoksun İthamlarla Suçlayan Bir Sitenin Sigara Meselesi Hakkındaki Reddiyesine Cevaptır
Bismillah.
Muvahhid adı gibi tevhide önem verdiklerini hissettiren bir site, “şirk daveti” yaptığının farkında olmadan, taassupçu bir bakış açısıyla, idrakine ulaşamadıkları ilme düşmanlık etmekte, kendilerini hapsettikleri taassubun dar çerçevesinin dışında kalanları, delile dayanıp dayanmadığına aldırmadan bir çırpıda “sapık”, “kafir”, “müşrik”, “bel’am”, “mürcie” gibi dayanaksız ithamlarla akılları sıra bertaraf etmeye çalışmaktadır. Bahsi geçen sitede “Sigaranın Hükmü” başlıklı bir yazı ile daha önce sigaraya veya naslarda ismen yahut illeten haramlığı tayin edilmemiş herhangi bir şeye “haram” deyivermenin ne denli büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekmek için bunun Allah’a ve rasulüne iftira olacağı uyarısını vurgulayan bir makaleme, ilmî usulden uzak bir tarzda, gûyâ cevap verildiği zannedilmiştir. Yazdıkları bu cevabın ilmî usulden uzak oluşunun hakiki sebebi, bu usulü bilmiyor oldukları mıdır, yoksa ilmin usulleri hevalarını beslemediğinden midir bilemeyeceğim. Her iki durumda da bu yaptıkları Allah'ın dinine karşı bir edepsizlik, cehalet veya suçtur.

Hakkımda “kıyası kabul etmeyen, onun ötesinde alimlere itibar etmeyen” şeklinde bir ifade kullanılmış. Dinde, ibadetlerde, helal ve haram konularında kıyası kabul etmediğim doğrudur. Zira “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin…” “…zalimlerin…” yahut “…fasıkların ta kendileridir” ayetlerine, muhataplarım gibi, ben de iman ediyorum ve “kıyası” Allah’ın indirdiği olarak görmüyorum. Tıpkı İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, Buhari, İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Muhammed b. Abdilvehhab, el-Elbani, şeyh Mukbil, b. Baz, İbn Useymin ve diğerlerinin görmedikleri gibi.
Kim de kıyası Kitap ve sünnet nassı gibi bağlayıcı görürse bunun, kendilerine kıyas yaptıkları nispet edilen alimlerin dahi berî oldukları, çok büyük bir suç olduğuna inanıyorum. “Allah yapmış kıyası, biz niye yapmayalım?” gibi son derece cahilce sözlerin ise “Allah helal ve haram koymuş, biz neden koymayalım” manasına geleceğine de daha önce farklı bir münasebetle işaret etmiştim.
“Alimlere itibar etmeyen” demişler, ne kadar ölçüsüzce suçlamalar yaptıklarını bir kez daha ortaya koymuşlar. Böyle bir ölçüsüzlük dinde adil şahitliği ortadan kaldıran bir vasıftır. Bu ölçüsüzlüğü yapan arkadaşların şahitlik vasıfları geçersizdir. Zira hakkımda şöyle deselerdi doğru olurdu: “Alimler(in delilsiz görüşlerin)e itibar etmeyen…” Fakat doğruyu söylemek de işlerine gelmezdi. Çünkü kendilerinin alimlerin delilsiz sözlerini de bağlayıcı görüyor oldukları hakikati sırıtacaktı…
Alimlerin sözleri karşısında tıpkı hayırlı selefimizin menhecinden öğrendiğimiz gibi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında her beşerin sözlerinden kabul edilecek olanı vardır, kabul edilmeyecek olanı vardır. Fakat her sözü alınacak olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir” kaidesi çerçevesinde hareket etmeye çalışıyorum.
Bu arkadaşlar, mezkur makalemde gönderme yaptığım; “sigaranın hükmü” adlı risaleme de bir bakıverselerdi, sigaranın hükmü konusunda kendilerinden nakillerde bulunduğum alimlerin isimlerini de görebilirlerdi. Hatta muteahhir Hanbelî Ulemasından Mer’i b. Yusuf el-Kermî’nin sigaraya haram diyenlere reddiye olarak yazdığı risalesinden atıflara özellikle dikkat çekiyorum. Lakin ben, muhataplarımın hakkımda kullandıkları “alimlere itibar etmeyen” ifadesiyle kendilerine suçlamada bulunmayacağım. Sadece “Siz alimlerin sözleri arasından delillere uyanı değil, hevanıza uyanı seçiyor, sonra bu alimlere olması gerekenden fazla itibar ediyorsunuz, sizin gibi aşırılık etmeyenleri de “alimleri takmamakla suçluyorsunuz” diyeceğim.
Asıl meseleye gelecek olursak, bahsi geçen yazıda maalesef benim makaleme cevap olabilecek nitelikte hiçbir şey de göremedim, delil de göremedim. Mesela bu arkadaşlar zararın mutlak haram kılma sebebi olduğuna vurgu yapmışlar ve “la darara ve la dırar – veya ıdrar –“ hadisine Munavi’nin; "ifade nekre geldiği için bütün zararları kapsar" şeklindeki bir izahına dayanmışlardır.
Burada söylemem gereken birkaç şey var:
1- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in inek etinin zararlı olduğunu belirtmesine rağmen bunun yenmesini haram kılmamasını örnek vermiştim. Gerçi buna o umum, bu husus diye itiraz edilebilir lakin cep telefonu, buz dolabı, işlek otoyol kenarında oturmak, otomobil kullanarak egzoz dumanıyla başkalarına zarar vermek gibi zarar içeren örnekler genişletilebilir. Hatta sigara tiryakisinin sigarayı bıraktığı zaman uğradığı zarar da buna eklenebilir.
2- Patlıcanın zararlı olup herhangi bir somut faydası olmamasına rağmen bunun mubahlığına hiçbir alimin itiraz etmemesini örnek vermiştim.
3- Başta tıbbi ilaçlar gibi bizzat prospektüsünde birçok zararlı yan etkisi belirtilen ilaçların durumunun ne olacağının sorgulanmasına vurgu yapmıştım.
4- Sigaranın zararının somut olarak tespit edilemediğini ve aksine faydalarının resmen tespit edilmiş olduğuna belgelerle işaret etmiştim.
Şayet Münavi'nin sözü, onun her zararı haram gördüğü anlamına yorumlanırsa, saydığım bu meseleler ve daha yüzlerce mesele müşkil hale gelir ve Munavi'nin yanıldığını söylerdik. Lakin Munavi'nin kastettiği şey de her zararlının haram olması demek değildir. Bu hadis insanlar arası hukukta kaza/yargı meselelerinde temel dayanak edinilen hadislerden biridir.
Diğer yandan “la darara ve la dırar” hadisinin, her ne kadar problemli isnatlarla gelmiş olsa da, rivayet yollarının birbirini takviye etmesiyle hasen derecesine çıkmaya elverişli bir hadis olduğunu kabul ediyorum. Lakin hadisin manası hakkında da ihtilaf edilmiş olmasına rağmen, yazı sahiplerinin kastettikleri manaya delalet eden bir açıklama “yani zarar veren her şeyin haram olduğu” anlamı bu hadisten çıkmamaktadır.
Mesela yazı sahiplerinin atıfta bulunduğu fakat – yine bilmediğim bir sebepten dolayı -  devamını getirmedikleri yerde, İbn Receb’in Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem adlı eserinde şu izahat vardır:
Idrar” hemzeli olarak da rivayet edilmiştir. Bu ibni Mace ve Darekutni’nin bazı rivayetlerinde geçmektedir. Hatta Muvatta’nın bazı nüshalarında da vardır, bazıları bu rivayeti sabit buldu ve dedi ki: “Darra ve edarra” tek anlamdadır.” Başkaları itiraz ettiler ve dediler ki: “Bu doğru değildir” İki lafız arasında fark olup olmadığı hususunda ihtilaf ettiler. Yani darar ve dırar kelimesi hakkında bazısı “kesin bir şekilde ikisi de bir manadadır” dediler. Meşhur olan; ikisi arasında fark vardır. Sonra denildi ki: “Darar, isimdir, Dırar fiildir, manası: Dinde zararın kendisi de, haksız yere zarar vermek de yoktur.”
Yine denildi ki: “Darar: Kendisinin fayda göreceği bir şeyle başkasına zarar gelmesidir. Dırar: Kendisine faydası olmadan başkasına zarar vermesidir, kendisine zarar vermeyen bir şeyi engellemek gibi.” Bu görüşü bir grup tercih etti, İbn Abdilber ve ibnu’sSalah bunlardandır.
Yine denildi ki: “Darar: Kendisine zarar vermeyene zarar vermektir. Dırar: Kendisine zarar verene caiz olmayan bir şekilde zarar vermektir”
Her halukârda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem haksız yere zararı nefyetti. Haklı yere birisine zarar vermek, ya Allah’ın hududunu aştığından dolayı suçu miktarınca cezalandırılması veya başkasına zulmettiği, mazlumun da adaletli bir şekilde karşılığını talep ettiği vaziyette zalime zarar vermek kastedilmemiştir. Ancak kastedilen; haksız yere zarar vermektir, bu da iki çeşittir:
Birincisi: Başkasına zarar kastı, bunun çirkinliğinde ve haramlığında şüphe yoktur…  (Burada İbn Receb rahimehullah, bu kapsama giren birçok örnekler verir.)
 
(İkincisi) “Zarar yoktur” sözünün geneline şu da girer: Allah kullarına kendilerine zarar verecek şeyin yapılmasını kesinlikle buyurmamıştır, çünkü onlara emrettiği şey dünya ve ahiret menfaatinin ta kendisidir, yasakladığı şey de din ve dünyalarının fesadı olan şeyin ta kendisidir. Aynı şekilde bedenlerine zarar veren şeyi de emretmemiştir, bunun için hastadan su ile abdest almayı iskat etmiştir...
Evet, İbn Receb’in sözleri böylece devam ediyor.
Yani özetle; bu hadiste İslam’ın hükümleri hakkında bir haber verilmektedir. Allah ve rasulünün hiçbir emri zararlı değildir. – Zaten sigara emredilenler arasında da değildir. –
Allah ve rasulünün yasakladığı şeylerin bazısında zarar vardır, bazısında fayda olsa dahi, eğer yasaklanmışsa, o yasağı delmenin günahı, faydasından büyüktür. Allah Teâlâ mesela içki yasağı hakkında “zararı faydasından büyük” buyurmamış, “Günahı faydasından büyüktür” buyurmuştur. Sigarayı geçmiş gelecek her şeyden hakkıyla haberdar olan Allah’ın kitabında ve kendisine vahyedilen Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde yasaklanmış olarak göremiyoruz.
O halde geriye tek bir şey kalıyor. O da şu hadisle amel etmektir:
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Cahiliyye halkı bazı şeyleri yiyor, bazı şeyleri de pis sayıp yemiyorlardı. Allah, rasulünü gönderip kitabını indirerek helalini ve haramını beyan etti. Allah’ın helal kıldığı helal, haram kıldığı da haramdır. Hakkında bir şey söylemedikleri ise affedilmiş şeylerdir.” Sonra De ki: “Bana vahyolunanlar arasında onları yiyecek olan kimseye haram kılınmış bir yiyecek bulamıyorum. Ancak ölü veya akıtılmış kan, domuz eti –ki o gerçekten de murdardır- yahut günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilenler müstesna. (En’am 145) ayetini okudu.” Sahih. Ebû Dâvûd (3800) İbn Ebî Hâtim (8000) Hâkim (2/317)

Bu mesele hakkında Allah'ın ve rasulünün hakemliğine davet edildiklerinde "muvahhidim" adını veya selefilik nispesini suiistimal eden bu kimselerin aslında alimleri rab edinme şirkine davet ettiklerini görüyoruz. Sırf sigaraya haram diyebilmek için sigaranın sarhoş ettiğini iddia edecek kadar ipe sapa gelmez zorlamalara kalkışan ne idüğü belirsiz Necid'lilerin, delillere aykırı fetvalarını delil diye sunuyorlar. 
Allah Teâlâ Necidli alimleri veya daha başkalarını tagut edinmeyi yasaklıyor ve şöyle buyuruyor:

" Sana indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden (şu münafık) kimseleri görmüyor musun? Aslında (Kitap ve sünnet delili dışında hükmüne başvurulan) tâğûtu inkar etmekle emrolundukları halde, yine de onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan da onları, (dönüşü olmayan) uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor. Onlara "Allah'ın indirdiğine ve rasule gelin" denildiği zaman, o münafıkların, senden yüz çevirip kaçtıklarını da görüyorsun. Fakat kendilerine, kendi ellerinin sebep olduğu bir musibet gelip çattığı zaman, nasıl da "iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey istemedik" diye Allah'a yemîn ederek sana geliyorlar. İşte böylelerinin kalblerinde ne olduğunu Allah (çok iyi) bilir!  Bu sebeple onlardan uzak dur; onlara nasihat et ve kendileri hakkında onlara tesirli söz söyle. Biz, gönderdiğimiz her bir peygamberi, ancak Allah'ın izniyle itaat olunması için gönderdik  Halbuki onlar, kendilerine zulmettiklerinde,  sana gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi ve rasul de onlar için (Allah'tan) mağfiret dileseydi. herhalde Allah'ı, tövbeleri çok kabul edici ve çok bağışlayıcı olarak bulurlardı. Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar." (Nisa 60-65)
Son olarak bahsi geçen yazının ve sitenin sahiplerine nasihat: Bana karşı edepsizlik edip etmemeniz hiç mesele değil, Allah Teâlâ’nın yüce mahkemesinde hesaplaşırız. Lakin Allah’ın dinine karşı edepli olun ki alacağınız hayırlar olsun! Kahvede futbol maçı yorumlamıyorsunuz! Bilmediğiniz konularda ahkâm kesmeye kalkmayın! İnsanları tanımadan peşin yargılarla basit hükümler vermeye kalkmayın. Bunların hepsi bir gün aleyhinize döner! Kıble ehline karşı ağır basan şey hüsnü zan olsun. Lakin hüsnü zannın da, sui zannın da birer zandan ibaret olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)