Bir kardeşimiz
Ebu Bekr Sifil’in bir konuşmasının linkini göndererek, onun istigase hakkında
attığı bir şüpheyle ilgili cevap istedi.
Ebu Bekir Sifil
Hafız Zehebî rahimehullah’tan bir kıssa naklederek istigase meselesinin
ihtilaflı bir mesele sayılması gerektiğini, istigasenin şirk olduğu söylenirse,
Taberani, Ebu’ş-Şeyh ve Ebu Bekr el-Mukri gibi imamların şirk işlemiş
olduklarını söylemek gerektiğini söyleyerek yine zihinleri bulandırmayı
amaçlamıştır. Doğrusu bu kıssayı ondan önce Yusuf en-Nebhani istigaseye delil
getirmeye çalışmıştı.
Malum olduğu
üzere dinde bağlayıcı delil yalnızca Allah’ın kitabı ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem’in sahih sünnetidir. Herhangi bir amelin şirk olduğunu Kur’ân
ve sahih sünnet delilleriyle tespit ettikten sonra, sahabeden sonra gelenlerin
yaptıkları yanlışlar sebebiyle vahyin delilinden sapılamaz. Dolayısıyla Ebu
Bekr Sifil gibi saptırıcıların oluşturmaya çalıştıkları anlayış kökten
bozuktur.
Bahsedilen
kıssaya gelince, İmam Zehebi Siyeru A’lam’da
(16/400) ve Tezkiratu’l-Huffaz’da (3/122) şöyle zikreder: “Ebu Bekr b. Ebi Ali’den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “İbnu’l-Mukri dedi ki: “Ben,
et-Taberani ve Ebu’ş-Şeyh, Medine’de idik… Yatsı vakti olunca kabrin yanında
durdum ve: “Ey Allah’ın rasulü! Açlık!” dedim. Et-Taberani bana: “Otur, ya
rızık gelir ya da ölüm” dedi. Ben ve Ebu’ş-Şeyh durduk. Kapıya Ali radiyallahu
anh’ın soyundan biri geldi, ona kapıyı açtığımızda yanında iki delikanlı ve ellerinde
iki kap dolusu yiyecek vardı. Dedi ki: “Beni Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e
şikayet etmişsiniz, O’nu rüyada gördüm ve bunları size getirmemi emretti.”
Hafız Zehebi
burada isnad zikretmediği gibi, “ruviye: rivayet edildiğine göre” şeklinde
temriz sigası kullanmıştır. Bilindiği gibi bu siga, isnad zayıf olduğu zaman
kullanılan bir sigadır. Kıssanın sıhhatine hükmedebilmek için de isnadın
bilinmesi zorunludur. Yukarıda işaret ettiğim gibi, şayet kıssanın sahih bir
isnadı olsaydı dahi istigasenin cevazına yine delil olmazdı.
Ebu Bekr Sifil’in
aynı konuşmasında işaret ettiği; “Hastalanan kişi şifa verenin doktor olduğuna
itikat etmeksizin doktora başvurduğunda nasıl bu caiz ise, tevessül edilen
şahsın bizzat fail olduğuna itikat etmeksizin tevessül edildiğinde de bu
caizdir” şeklindeki ilimden son derece uzak saptırmalarına gelince, bu konuda uzun
söze hacet yoktur. Sadece ilimde mukarrer şu kaideyi zikretmek yeterlidir:
İbadette asıl hürmet, eşyada asıl ibahadır. Yani vahyin naslarında hakkında
sarih delil gelmeyen husus şayet ibadet konuları hakkında ise onda itibar
edilecek hüküm; haram olmasıdır. Bu şey eşyadan, yani ibadet konularının
dışında ise onda itibar edilecek hüküm; mubah olmasıdır.
Şifa için
doktora tevessül; eşyadan olup bunun meşru olduğu hakkında naslar da sabit
olmuştur.
Fakat şifa
yahut başka bir hacet için kabirlere başvurmak ibadet türlerindendir ve bu
konuda yasaklayan hiçbir delil gelmeseydi bile bu yine mezkur kaide gereği
gayri meşru olurdu.